29 Aralık 2015 Salı

Yine Güneydoğu

"35 yılı aşkındır Güneydoğu Meselesi var ve hep aynı yöntemle çözüm aranıyor ama sonuç? " cümlesi, bağlamı ihmal ederek aynı sebeplerle aynı sonuçlara varılacağını ifade ediyor. Bu iki nedenle yanlış: Birinci neden, sonucu bilen kibirli bir edası var. Bu tavır, süreci yönetenlerin emeğini küçümsüyor, ne kadar emek verseler, boş işlerle ve zulümle uğraştıklarını ima ve iddia ediyor. İkinci neden, bu defa izlenen yöntemin daha öncekilerden farklı olduğu, devlet personeli kaynaklı muhtemel sivil kayıplarının önüne geçebilmek için "bir cerrah titizliğinde" çalışan personelin tarama yaparak ev ev arama yaptıklarını ve sonuç aldıklarını görmemizi ihmal etmesidir. Bunun sonucu, daha önce tecrübe edilmediğinden test edilmedikçe öngörülemez. Bağlam değişimleri, göz ardı edilirse tarih de tekerrür etmez, bir şey yapmanıza gerek kalmaz. Ancak koşulların (zamani, mekan, imkan) değiştiğini gözlemleyenler, verdikleri enerjinin kaldıraç etkisi uyandırdığını görebilirler.

İkinci vurgulayacağım husus, bizim bize ait olanı korumak sorumluluğumuzdur. Evine giren hırsız, yalnız hiç kullanmadığın, işine yaramayan şeyleri çalsa hırsızlık yapmamış mı olur? Burada bölgenin tarihine dair bir parantez de açmayacağım. Bölge insanının yaşadıkları, özel şeyler değildir. Memleketin tümünde yaşanmıştır. Yaraya odaklandıkça hayatı ve çözümü ıskaladığımız da ortadadır. Üretilecek çözümlerin bölge insanını ayrılmamaya ikna etme amacı taşımasının yararsız, olmayan fikri ürettiğini, uyuyan fitneyi uyandırma amaçlı olacağını düşünüyorum. Kaldı ki, bunlar orta ve uzun vadeli projelerdir. Evdeki yangını söndürmeye çalışan kamu görevlilerine yardımcı olmalı ve enerjiyi bu aşama ile sınırlı tutmalıyız. Yangını söndüremezsen, zihinsel dönüşüm dediğin -ki buna da katılmam mümkün değil- işlem için harcayabileceğin (kamu desteği) enerjiyi de sınırın o yanında kalmayacaksan otomatik olarak boşa harcamış olacaksın. Öncelik yangındadır!

Demirtaş'ın geleceği

Demirtaş, son günlerdeki eylem ve söylemleriyle ar perdesini yırtmış, kıyıdan açılmış, meşruiyetin sınırlarını geçmiştir. Kalan enerjisi ile geri dönmekten çok, karşı kıyıya doğru devam edecek bir strateji izlemesi kendince makul görünmektedir. Yani çıkışlarına kendi meşrebince devam edecek, Mandela olabilmek için dokunulmazlığına dokundukları gün, -muhtemelen- ülkeyi terk edecektir. Buradan böyle görünüyor.

28 Aralık 2015 Pazartesi

2016 yılına girerken Türkiye'nin terör sorununa yeni çözümler

Davutoğlu'nun, "siyasi olgunluktan uzak, gönlü geniş Anadolu insanıyla gönül bağını kesen, çatışma ve gerilimden medet uman, sığ ve üslupsuz bir yaklaşım sergileyen HDP ile aynı masaya oturmanın anlamı kalmadığını" bildirerek, "anayasa değişikliği" kapsamındaki randevusunu iptal etmesinin önemli bir aşama olduğu kanaatindeyim.

Terör Örgütünün aklını ve dengesini yitirerek dağılma sürecine girebilmesi, teröristlerinin tek tek ortadan kaldırılması suretiyle değil, hiyerarşisindeki görece yüksek kadroların tasfiye edilmesiyle mümkün olacaktır. Fiili olarak bu aşamanın hayata geçirilmesi, buna paralel legal yapıda bir partinin olması/kurulması hallerinde; kısa sürede Türkiye, iç barışını tesis edecektir.

HDP, kendisini terör örgütünün zombisi haline getiren yöneticilerinden (MKYK'sından) tümüyle ayıklanmadıkça seçimler yolu ile aldığı vekalet sosyolojisini temsil edemeyecektir.

HDP ya da benzer bir adlandırma yolu ile kurulacak terör örgütünün iştiraki siyasi bir partinin, ana sermayesini oluşturan (terör örgütü) yapı ile karşılıklı etkileşim içinde olması, kendi içinde anlaşılabilir ve kanaatimce gerekli bir husustur. Demirtaş tecrübesi, tek yönlü emir almanın, Türkiye açısından sorunun çözümünde yararı olmadığı halde zararının (insan, zaman ve sermaye kaybının) çok olduğunu ortaya koymuştur.






27 Aralık 2015 Pazar

Terörle mücadeleye uzman desteği

Son birkaç gündür operasyon yapılan bölgelerde bulunan çocukların, silah seslerinden olumsuz etkilenmeleri, dışarıya çıkıp oyun oynayamamaları gibi nedenlerle travmatize olduklarını ve gelecekte bu travmanın etkilerinin bu çocuklar üzerinde yine terör vb gibi görüleceğini söyleyen uzman ve gazeteciler peydah oldu. Bu söylem, bugünkü teröristlerin geçmişin travmatik çocukları olduğunu kabul etmek açısından önemlidir ve kanaatimce bu insanların, yeniden topluma kazandırılması, bırakın kısa vadeyi orta vadede bile mümkün değildir. Belki de terör örgütüne eleman sağladığı için geçmişin ortamlarına ses çıkarmayan uzmanların, sonuca bu kadar yaklaşmışken bir cerrah titizliğinde operasyon yapan güvenlik görevlilerine uyarılarda bulunmasının, samimiyetten uzak ve içten pazarlıklı bir tutum olduğu kanaatindeyim.

Sina Akşin'in 'Yorumsuz' İbretlik Yorumları

Şerif Mardin'le ilgili değerlendirme;
"...O (merkez çevre) kuram bence çok da dahiyane bir şey sayılmaz. Neyse, o teorinin temsilcisi gibi  göründü fakat sonra ideolojik bir savrulmaya uğradı galiba, nasıl olduysa, Amerika'ya gitti, orada uzun yıllar oturdu ve işte Said-i Nursi hakkında, onu öven İngilizce bir kitap yazdı. Hayır, Said-i Nursi şüphesiz incelenebilir, hatta kitap da yazılabilir ama onu öven bir kitap bir bilim adamına yakışmaz. İşte böyle ikinci cumhuriyetçilerin gülü oldu adeta Şerif Mardin. Bir on yıl önce Ankara'ya bir gelişi vardı, Tübitak'ta bir konuşma yaptı. Günler öncesinden aslan medyamız onu duyurdu ve o konferansta yerler olduğu gibi, koridorlar falan da doldu, insanlar yerlere oturdu. Gençler bilhassa, hayranlıkla dinlediler. Yani tabii bunları söylemek bana ızdırap veriyor, çünkü benim bir süre birlikte çalıştığım bir insan, çok beğendiğim bir insandı, yakınlığımız olmuştu. Fakat böyle tuhaf bir duruma düştü. Karşıt kamplara düştük bir başka deyişle. Tabii karşıt kampa insan bir başkasıyla düşebilir ama o bunu biraz bilim adamlığından ödünler vererek yapmış oldu. Çünkü Said-i Nursi, az önce dediğim gibi incelenebilir ama onu övmek, onun propagandasını yapmak bilim adamına yakışacak bir şey değil." (sh.90)

Köy Enstitüleri
"... Yine de Köy Enstiüleri 1950'ye kadar 25 bin öğretmen falan yetiştirmiş oluyor. Köy Enstitüleri olmasaydı, Türkiye bugün çok daha geri bir durumda olacaktı ama tabii karşı devrim çok bilinçli, yani ne yapacağını çok iyi biliyor: Köy Enstitülerini kapatıyor, imam hatip okulu açıyor, öğretmenliği ikinci sınıf meslek haline getiriyor. Eskiden öğretmenler toplumun en itibarlı insanları arasındaydı, daha sonra ikinci sınıf meslek oldu. Karşıdevrim mühendisleri patlattı. Zaten karşı devrimin simgesi üç tane mühendis; inşaat mühendisi Süleyman Demirel, elektrik mühendisi Turgut Özal ve makine mühendisi Necmettin Erbakan'dı. Bunların hepsi sınıf arkadaşı ya da yakın sınıftan gençler." (sh.99)

Hrant Dink Cinayeti
"... İkinci Cumhuriyetçiler, Malatya'ya o misyonerlerin öldürülmesini, Hrant Dink'in öldürülmesini "milliyetçiler yaptı" diyorlar. Halbuki bu yalan, onu yapanlar esas şeriatçılardır. Zaten faillerin bir partiyle bir takım ilişkileri olduğundan söz ediyorlar. Eh, herhalde o parti de şeriatçı bir parti sayılmalıdır." (sh.119) -Sina Akşin, akademik hayatını tarihçi olarak tamamladı. Bu yorumlar, bir tarihçiye ait olamaz. H.K.-

Sanat-Bilim
"... zaten karşıdevrim sanata, bilime, kültüre düşman; ayıp olmasın diye tahammül ediyorlar. Yoksa Tayyip Bey'in, Necmettin Bey'in bilime saygıları olduğunu sanmıyorum. Bilim deyince onlar için Kur'anla ilgili bilimler vardır belki. İşte hadis, kelam, eski medrese konularını ilim olarak düşünüyorlardır. "Kur'anda bütün bilgiler var" gibi bir anlayışa sahipler...
....
Ama sonuç ne? Seçimi kim kazanıyor? Seçimi abuk sabuk adamlar kazanıyorsa, bunun demokratik bir tarafı olamaz, yani demokrasi olması için o sandıktan demokrasiye hizmet edecek, eşitlik ve özgürlüğe hizmet edecek insanların çıkması lazım. Hitler de serbest seçimlerle iktidara gelmiş bir adam. Onun için bir bilinç yükselmesi var Türkiye'de."
...
-82 Anayasası çağdaş bir anayasa olmadığı için bu seçim sisteminin de sorumlusu.
-Kötü bir anayasa ama şimdi ona sarılıyoruz, çünkü bu adamlar daha da fecisini getirmek istiyorlar.

Madımak
"... Dediğiniz gibi o (Madımak) da bir karşıdevrim olayı idi. "Cumhuriyet burada kuruldu, burada sönecek" diyorlardı. İşte Türkiye'de bu Ortaçağ'ın azması olayı, 31 Mart Olayı'nda, Menemen Olayı'nda ve Madımak'ta yaşandı. Son olarak da Danıştay saldırısında yaşandı."
-Hocam sizi dinlerken ilginç bir çağrışım oldu. 31 Mart, Menemen, Madımak: Üçü de "M" harfinde buluşuyor.
- Üçü de "M", evet. Ve ortaçağ zihniyetinin bunu çok daha geniş çapta tekrar yapmaya hazır olduğundan korkuyorum." (sh. 129-130)

Musiki
"- Düşman oldukları için mi o (bilim, sanat) alanlara yoğunlaşamıyorlar?
- Öyle bence. Tiyatro düşmanı, klasik müzik düşmanı... Biliyorsunuz bunlar alaturka müzikten de nefret ederler. Suudi Arabistan'da hiç müzik yok, müzik günah çünkü. Şimdi AKP'nin milletvekili olan bir eski diplomat söylemişti; Suudi Arabistan'da müezzin olmak için sesinizin çatal, çirkin olması gerekiyor, yani ezan okurken bir müzik şüphesinin olmaması lazım. Onun için en çatlak sesli adamlar ezan okuyor. Bunu kısmen Osmanlı'da da görüyoruz." (sh.136)

Kadınlar
"... Tabii ortaçağın başlıca hedefi kadının kamu hayatından ayağını kesmek, kadınları, kızları kontrol altına almaktır. Yani ortaçağda maalesef kadın baş kurban. Fakat bana sorarsanız, bu erkeklerin de hayatını berbat ediyor. Çünkü kapatılan kadın, okutulmayan kadın kötü bir anne oluyor. Çünkü çocukların eğitiminin en önemli aşaması belki de dilin öğrenilmesidir. Dili de annelerimizden öğreniyoruz... Bizim ortaçağ da öyle, yani "kadınların cennette yeri var mı yok mu" diye tartışılıyor. şimdi tabii şeriatçılar bunu reddederler, "bize göre kadın çok saygındır" falan derler ama asıl düşünceleri "kadının saçı uzun aklı kısa " olduğudur ve cennette de yeri olduğunu düşündüklerini sanmıyorum doğrusu" (sh.237)

Darbeler
"... (ne darbe ne şeriat" bence yanlış bir slogandı... Yani askeri darbeleri ele alırsak, mesela Türkiye'de dört askeri darbe yaşandı 1960'tan beri, ikisi kötüdür, ikisi de çok iyidir bence. Onun için ne şeriat ne darbe bence yanlış bir slogandır. Şeriat mutlaka çok kötüdür.
- Hepsi darbe değil mi?
- Tabii, darbedir. İkinci cumhuriyetçiler hepsini lanetliyorlar. Diyorlar ki, "27 Mayıs'ta ne güzxel bir anayasa çıktı, özgürlükler genişledi, yeni kurumlar yaratıldı diyorsunuz ama o çok kötü bir şey oldu, çünkü ondan sonraki darbelere model oldu". Tabii böyle bir laf hiç tatmin edici değil.
-Darbeler ülkeyi sürekli geriye götürüyor.
- Olur mu? 27 Mayıs olmasaydı bizim Nazım Hikmet diye bir şairimiz yoktu. (sh.239)
....İşte 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri güya komünizme karşı yapılmıştır, bu komünizm bir heyuladır. Türkiye'de komünizm yoktur. Türkiye'de iki şey vardır; bir tanesi Atatürk devrimi öbürü de karşıdevrim., hatta onu şeriatçılığa da indirgeyebilirsiniz. Biliyorsunuz, siyasette ana çelişkiyi yakalamak çok önemlidir. Mao Zedung da "Bir şeyi inceleyeceğiniz zaman ana çelişkiyi yakalayın" diyor. Yoksa oyalanırsınız, yanlış nedenler, yanlış tahliller yaparsınız. Türkiye'de ana çelişki Atatürk devrimi ile karşıdevrim arasındadır." (sh.241)

Geri kalmışlığımız
"... Peki biz niye diz çöktük? İki nedenler; bir tanesi karşıdevrimcilerin Türkiye'yi "borçkolik" yapması; ikincisi, Avrupa Birliği üyesi olacağız tutkusu.
Nedir borçkolik? Borçkolik, bir borç daha alamazsam ölürüm diye korkan ülkedir. Biz o kadar borçkolik olduk ki, Kemal Derviş 20 milyar dolar borç getirdi diye hemen bakan yaptık. Bir ulusal kahraman oldu. İşte bu kadar borçkoliğiz biz.
Diğeri de, "aman bizi Avrupa Birliği'ne alın" sevdasıdır. Şimdilerde bu zayıflamaya başladı ama mesela beş-on yıl önce emekli generaller, diplomatlar, televizyona kim çıkarsa "Mahvolduk, Avrupa Birliği'ne girmezsek ortada kalırız, Kuzey Kore oluruz, Küba oluruz" diye abuk subuk şeyler söylüyorlardı...
-Ermeni dostlarınız var mı?
- Tabi, okul arkadaşlarım vardı. (sh.247) (Tevellüt, 1937; mülakat, 2008 de yapılıyor)

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları Kitabından.

Sina Akşin'in Çokpartili Sistem Hakkındaki Görüşleri

Çokpartili sistem maalesef çok kötü sınav veriyor. bakın nasıl gelişti Küba, Çin nasıl bu hale geldi? Tek parti sistemi ile geldi. Atatürk zamanında devrimler tek parti ile yapılmadı mı? Ve Atatürk dönemi bir aydınlanma dönemi değil miydi? Ve o kadar parlak bir görüntüsü vardı ki, Atatürk döneminin Hitler zulmünden kaçan yığınla profesör çalışmak için Türkiye'ye geldiler, burada yıllarca çalıştılar. Dünya Savaşının sonuna kadar. O tek parti ile. Bunu daha önce de söyledim, bu çokpartili sistemle demokrasi aynı şey değil... Çok partili sistem bir mekanizma, bu mekanizma demokrasiye hizmet edebilir de, etmeyebilir de; sandıktan çıkan sonuca bağlı. Sandıktan yanlış şeyler çıkarsa, demokrasiye bir hizmet olmaz. Çünkü demokrasi çok yüce bir şeydir. Demokrasi, bir toplumdaki toplam eşitlik ve özgürlüklerin ortaya koyduğu tablodur." (sh.185)
"... Türkiye'nin bu (Atatürk devrinde Halkevleri gibi geliştirilen kurumların ortadan kaldırılması) hali bütün Atatürkçüaydınlar için sürekli bir üzüntü kaynağı. Biliyorsunuz, 1950'den beri bütün seçimleri karşıdevrim kazanıyor. Bu karşıdevrim Türkiye için vahim bir şey. Bunu konuşmuştuk galiba, değil mi?" (sh. 233)
"... (Özal ailesi için) Ailede şeriatçılık var ama onlar esas itibariyle kısmi karşıdevrimcidir. Şimdi tam karşıdevrimciler çıktı. Necmettin Erbakan ve takipçileri. Bunların yaptığı her şeyden şüphelenmek gerekiyor. Çünkü bunlar şeriat diktatörlüğü getirmek istiyorlar. Ötekiler, Atatürk devrimini durdurmakla, dondurmakla yetiniyorlardı. Halbuki bu imam hatip takımı devrimleri durdurmakla yetinmiyorlar, bir karşıdevrim hazırlığındalar. Bunlar genellikle imam hatip mezunu oluyor. Biliyorsunuz Necmettin Erbakan'da imam hatip okulları için "Bunlar arka bahçemiz" demişti. Tam karşıdevrimcilerin yaptıkları hiçbir şeyden hayır gelmez. Bu sıralarda kalkıp da herhangi bir alanda "reform yapalım" diye çıkanlar, tam bir gaflet içindeler. Çünkü yapılacak her reform, tam da karşıdevrimin değirmenine su taşıyacaktır. Türkiye maalesef böyle bir uçurumun kenarındadır.
... Maalesef hep karşıdevrimin gölgesinde yaşıyoruz. Belki daha önce de söyledim; biz 1950'den beri aslında bir karşıdevrim diktatörlüğü altında yaşıyoruz. Her seçimi bunlar kazandığına göre bu bir diktatörlüktür. Yani isimler değişebilir, partiler değişebilir ama hepsi aynı kapıya, karşıdevrime çıkıyor.
-Bakış değişmiyor.
-Bakış değişmiyor. 1950'den beri biraz 27 Mayıs'ta ferahladık. Önce İsmat İnönü'nün, daha sonra Bülent Ecevit'in başbakanlıklarında bir miktar ferahladık, 28 Şubat'ta hafifçe nefes aldık ama hep aynı şey, her seferinde bunlar kazanıyor, olacak iş değil."

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları (sh.234)

İnsan zihninde yaşar. Hayalleri, korku ve endişeleri vb tüm duyguları zihinde yaşatılır, hissedilir. Gerçekle algının karıştırılması sistematik hale gelince tıbbi destek almak gerekir. İşte dil üzerinden  içindekini dışarı vurarak aslında yardıma ihtiyacı olduğu mesajını vererek imdat çağrısı yapan zihinlerin çağrısını duyalım, şifa dileyelim, lütfen.

24 Aralık 2015 Perşembe

Sina Akşin'den "İlginç bir hikaye"

"...Size ilginç bir hikaye anlatayım. UNESCO'nun İnsanlık Tarihi adlı kültür ve bilim odaklı, yedi ciltlik büyük bir çalışması var. Halil İnalcık Türkiye'yi temsil etmiş. O bana devretti görevi. Çıkacak olan konuları bana gönderiyorlardı, ben de bakıyordum. Türk tarihçisi olarak, yanlış ve haksız olan ve bilhassa Türkiye bakımından sakıncalı olabilecek şeylere bakıyordum. Dışişleri Bakanlığı bana "20.yüzyılla ilgili yedinci cilt basılacak, bir kez daha bakar mısınız? dedi. Bakayım dedim. Bir de baktım ki, Türkiye yazısını Paris'te Doğu Dilleri okulunda çalışan Suriye kökenli bir kişi yazmış. Türkçe de biliyor. Timour Muhidine adlı bir kişi. O da Atatürksüz bir Türkiye tarihi yazmış. 20.yüzyıl Türkiye'sinin kültür ve bilim tarihi ama Atatürk yok. Bu yazıyı okuyunca ben "olmaz" dedim. Çünkü Sovyet Devriminden söz etmeden nasıl 20.yüzyıl Rusya tarihi yazılamazsa Atatürk'ten söz etmeden Türkiye'nin bilim ve kültür tarihi yazılamaz. Ama dediler "Sen o yazıyı onaylamış, imzalamışsın." Hakikaten ben boş bulunmuşum ve imzalamışım. Onun üzerine "imzalamış olabilirim ama yanlış yanlıştır ve UNESCO için bir ayıptır"dedim. Tabii, ortalık birbirine girdi. Dışişleri Bakanlığı'na, "Ben en kısa zamanda uygun bir yazı yazabilirim" dedim. Yazdım yazıyı. UNESCO'daki editörler Muhidine'nin yazısını kaldırmamışlar, benimkini onun yanına koymuşlar. Tabii bu olay Atatürk ve devrimine karşı düşmanlığın hangi ölçülere vardığını ve ne denli yayılmış olduğunu gösteren ilginç bir olay bence. Onlara bir ders oldu."

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları, sh.290

22 Aralık 2015 Salı

Bahçeli ve MHP Başkanlık Yarışı

Bahçeli'nin, MHP'de başkanlık seçimlerini; parti içi talep ve bu talebin samimiyetine rağmen umursar görünmemesini, Bahçeli'nin kişisel iktidar hırsı ile izah edemeyeceğimiz kanaatindeyim.
Bahçeli, pozisyonunu devredebileceği, kendi kriterlerine uygun bir aday tespit edene kadar görevi uhdesinde taşımaya devam edecektir. Bebeğini teslim edeceği "uygun bir baba" arayan, ancak bir kaosa neden olmamak için bu devir düşüncesini sır gibi saklayan, yüksek sorumluluk duygusu taşıyan biri olduğu kanaatindeyim, Bahçeli'nin.
Bahçeli, kanaatimce "Toyu toplamayı" bile adayların kır'atlarını ortaya koymaları açısından bir imkan olarak değerlendirmekte ve süreci yokuşa sürerek gerilimi arttırmayı, aday eğitim ve test işinin bir parçası olarak kullanmaktadır.

Ne mutlu Türk'üm diyene

Ne mutlu Türk'üm ifadesi, sanıldığının aksine Türk etnisitesine gönderme yapmaz.
Türkiye coğrafyasında yaşayan tüm etnik unsurlar, anayasaya uygun olarak "Türk" üst kimliği altında toplanır. Bu sözün kapsama alanındaki mutlu Türk, anayasal anlamı itibariyle üst kimlik olarak belirlenmiş Türk'tür.
Devlet Türk Devleti olduğuna ve bunda bir tereddüt/tartışma olmadığına göre bu anayasal tasarrufun makul görülmesi gerekir. "Yok hayır, bu makul değil" diyen varsa, bu ve devamında yapacakları da kendi bileceği kapsamında olacaktır. Kendisi gibi olanlarla kimlik geliştirsin. Merhametten maraz doğar sözü, bir Türk atasözüdür.
Hadiseyi daha kapsamlı incelemek isteyenler, 'anlatı/algı vizörünü', hiç olmazsa 1900'lerin başlarına kadar çevirip olan biteni analize dahil etmelidir.


19 Aralık 2015 Cumartesi

Sina Akşin'den Nurettin Topçu Yorumu

"... Mustafa Girgin diye bir sınıf arkadaşım vardı. O da entellektüel bir insandı. Muğla'nın Pisi köyündendi. Pisi herhalde Rumca bir isimdi. Mustafa Girgin çok esaslı bir öğrenciydi ve sınıf birinciliği için onunla yarışırdık. Sonra Amerikaya gitti. Yale Üniversitesinde felsefe bölümünü bitirdi.
-Hocam o yıllarda birinciye ne ödül verirlerdi?
- Birinciye bir burs verirlerdi. Okuma parası vermezdi, o bursu kazanan. O bursu ben kazanmıştım. Tabi yurt için yeme, yatma, içme için para verilirdi de okuma parası verilmezdi.
-Mustafa Girgin diyorsunuz...
- Mustafa Girgin, dediğim gibi Yale'yi bitirdi. Amerikalı çok genç bir kızla evlendi ve beklenirdi ki, üniversite hocası olsun falan, böyle yeteneği, böyle kafası olan bir çocuk, üstelik Amerikada felsefeyi bitirmiş, hayatını üniversitede sürdürmesi beklenirdi. Halbuki o gitti, kendi köyüne yerleşti. Sonra Marmaris'te oturdu galiba ve MHP'nin il başkanı oldu. Alparslan Türkeş Muğla'ya geldiğinde onda misafir kalırmış, diye duyardık. Sanıyorum onun MHP'li olmasının bir nedeni de bizim tarih hocalarımızdan biriydi. Lise 2 veya 3'teyken, bir yıl bize tarih hocası olarak Nurettin Topçu geldi. Nurettin Topçu, biliyorsunuz tarikatçı falan, felsefeci, Fransa'da felsefe doktorası yapmış birisi.
-Robert Kolej'e mi girdi?
-Evet, tarih hocamız oldu. Nurettin Topçu'nun iki yönü var; bir kere tarikatçı, bir de nasyonal sosyalizm hayranı. Çalışma odasında Hitler'in resmi varmış. Sonradan işittik, Mustafa Girgin onun evine gidermiş ve hoca ona Hitler'in plaklarını dinletirmiş. Yani oradan bir etkilenme var. MHP ile ilişkisi oradan kaynaklanıyor. Mustafa Girgin, Amerika dönüşü İspanya'da kaldı bir süre, yanılmıyorsam. Faşizmin başarılı önderi Franco'dur. Adolf Hitler ile Mussolini rezil oldular; biri intihar etti, öbürü idam edildi ama Franco işini yürüttü. Onun için faşistlerin modeli, İspanya'dır. Nitekim MHP ismi de İspanya'daki partinin ismidir, Franco'nun partisinin ismidir."

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları, sh. 40-41-42

Bir tarihçi olarak Nurettin Topçu hakkında anlattıklarından Sina Hoca'nın kendi yaşadıklarına duyarsız kaldığı, gözlemlerinin takibini yapacak merak duygusuna yeterince sahip olmadığı, bir anlamda yaşamının bu dönemine yabancılaştığı kanaatine ulaştım. Nurettin Topçu, kabaca Türk Sağı denilecek geniş bir yelpaze tarafından işine, ilmine ve insana ciddi baktığı düşünülen ve saygı ile anılan bir "hareket adamı" olarak algılanmaktadır.
Topçu hakkında Süleyman Seyfi Öğün'ün bir yazısını önemine binaen buradan paylaşmak istiyorum. http://www.haksozhaber.net/nurettin-topcu-sasirtiyor-10434yy.htm
Hocanın Hitler'de kitleleri etkileme anlamında bie cevher keşfettiği açık ama Hitler deyince akla gelen başka konulardaki olası tüm yorumlardan münezzeh biri Topçu. Buna dikkat etmek gerekmez mi? Sözün gidebileceği yerler açısından manipülasyona açık bir alanın kalması doğru mu?
Bir öğrencisini odasında kabul edip ona hem de Hitler'in sesini -Almancayı nereye koyacağımızı Sina Akşin düşünmüş olmalıdır- dinlettiği iddiasını, ben inandırıcı bulmuyorum. Acı bulduğum, Akşin'in aktardığı bilgiyi test etmeye değer bulmadığı, kendisi de bir hoca olmak hasebiyle hocası ile empati ilişkisi geliştirip anlattığı bu olayı, tarihçi olması bakımından mesleki reflekslerin de etkisiyle apaçık kılacak bir performans sergilemiş olması gerekirken bunun yapmamış olmasıdır.

MHP ile ilgili ifadelerinin de MHP taraftarlarınca ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini, Hocanın bu hususta özgün bir düşünce üretemediğini düşünüyorum.

Akşin'i kaynak kitap bağlamında kendi ifadelerinden tanımaya devam edeceğiz...

15 Aralık 2015 Salı

Terör Örgütü neden başarılı olamaz?

Terör örgütüne sempati besleyenlerin sosyal medyada yaptıkları yorumları okuyunca şu iki hususu ihmal etmelerinden dolayı kendilerini tarihin dışında konumlandırdıklarını (çöp oldukları, biçiminde de okunabilir) ve asla başarıya ulaşamayacaklarını görüyorum:

Birincisi, devletin AkPartili yıllarında yaşadığı dönüşümü, vatandaşını hiçbir kimlik dayatmasına gitmeden olduğu gibi kabul ettiği gerçeğini görmezden geliyorlar. Bu anlamda Kürt sorunu, sosyolojik bir sorun olmaktan çıkmış; üretilmiş, kurgulanmış ve köpürtülmüş bir söylenceye dönüşmüştür.
İkincisi, keskin nişancı suikastleri, araç yakma, hendek kazma, mayın döşeme gibi teröristik faaliyetlerden bir kahramanlık öyküsü çıkmaz. Bunların herbiri, bir başkasına 'ben bunları yaptım'diye anlatıldığında insanın yüzünü kızartacak, insan içine çıkmasını imkansız kılacak, utanç verici eylemler.

Hikayesinden gurur duyulmayan bir faaliyet, cebir dayattığı gücü bittiğinde; ortadan kalkacaktır.

11 Aralık 2015 Cuma

İşgal ne zaman başladı?

HDP ve Terör Örgütü taraftarları, halen ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunun Türkler tarafından işgal edildiği iddiasını seslendiriyorlar. Tarihi bilgi ve temelden yoksun, laf olsun, çarpıcı bir şey söylemiş olalım telaşında bir iddia !
İşgalin başlama tarihini sorduğunuzda somut bir cevap verememelerinden anlamaları gerek dolmuşa getirildiklerini, oysa.
Anadolu, 11.yydan bu yana kurumsal anlamda Türk toprağıdır ve Kürtler, bu coğrafyaya Zagroslardan gelmişler ve  süreç içinde dağınık bir yoğunlukta kırdan kente taşınmaktadırlar.
Bitlis, Diyarbakır, 120 yıl önce Türklerin yoğunlukta bulunduğu kentler iken sanayileşme, köydekini kente, kenttekini de ülkenin batısına göç ettirerek sosyolojiyi bugünkü kıvamına getirmektedir. Bu oluş, devam etmektedir.

Eleştiri Tekniği ve Gelişim

İnsanlar, başkalarını yazdıkları üzerinden aşamalı giderek (teknik düzeyde) eleştirmek yerine hiçbir detay vermeden (büyük resim okuması da diyebileceğimiz)sonuç cümleleri kurarak eleştirmeye bayılıyorlar. Bu tarz genellemeci eleştirilerin geliştirici olmadığı, muhataba bir katkı sunmadığı dolayısı ile tartışmaya bereketli bir zemin sağlamadığı ortada. Buradan ilim de bilim de çıkmaz, çıkamaz.

Yazı, prensip olarak yayınlandıktan sonra yazarın inisiyatifinden çıkar, kamunun malı olur. Zaman, en büyük müfessir olarak yeni dönemin algılarını yeni filtrelerle güncellerken yazar da bundan etkilenip görüşünde meydana gelecek değişikliklerle geçmişte yazdığı metinlere ilave şerhler, reddiyeler, notlar ekleyebilir.

Olumlamalar

SEVGİ VE SEVGİ İLİŞKİLERİ
1. Ben kendimi ve çevremde olan herkesi seviyorum.
2. Ben herkese sevgi gönderiyorum.
3. Başkaları hakkında negatif düşünce ve yargılarımı serbest bıraktım...
4. Her gün yaşantıma sevgi katıyorum, Yaşamın bana sunduğu tüm güzellikleri seviyorum
5. Ben diğer insanların güzel yönlerini görüyorum.
6. Ben başkalarını suçlama duygularımı serbest bıraktım
7. Ben başkalarının yanında mutlu ve huzurluyum
8. Ben sevgiyle görüyorum, sevgiyle işitiyorum, sevgiyle paylaşıyorum
9. Yaşamın bana sunduğu tüm güzellikleri seviyorum
10. Ben SEVGİ Gücüyüm
11. Ben seviyor, ben seviliyorum
12. Ben hayat arkadaşımla sevgiyi paylaşıyorum

TIKANIKLARI TEMİZLEME” DOĞRULAMALARI
1. Ben kararlarımı kolay alırım.
2. Ben kazanacak çözüm yolu bulurum.
3. Ben deneyimlerime açıklık getiririm
4. Ben kendimi suçlama ve acıma duygularımdan serbest bıraktım. Ben gerçekten yaratabileceğimi biliyorum.
5. Ben yaratıcı olduğumu kabul ediyorum.
6. Ben yaşantımdan sorumlu olduğumu biliyorum



Yaşama bakışınız her zaman olumlu, berrak olsun. Gelecek her zaman güzellikleri ve dilediklerinizi de beraberinde getirsin sevgili okurlar. Sağlıklı, mutlu ve hep umutlu kalınız.-Alıntıdır.-

Ankara Garı Katliamı

Önce katliam mekanını ziyaret eden "olay yeri inceleme" ekiplerinin beden dillerine dikkat edelim.
 


Travmatik bir olay meydana geldiğinde insan zihni, bu olayı mekan, ışık, renk, saat, ses vb olayla ilgili olay yerinde bulunan bir çok faktörle birlikte hafızada tutar. Bunların her biri zihnin atfettiği önem derecesine göre tetik işlevi görerek hatırayı ilk günkü tazeliğinde yeniden hatırlamamıza neden olur.
 

 
Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığımız, anlam veremediğiniz her türlü psikolojik etkiye travma diyoruz. Bu olay yalnız maruz kalanlar açısından değil genel toplum kesimi açısından da büyük bir travmadır. Olay yerinde travma tüm çıplaklığı ile insan bedenine yansır. Çünkü çok sayıda uyaranın ortasına düşmüşsünüzdür. Orada gülmek isteseniz de gülemezsiniz.

 
 

Gülüyorsanız, travma sizi teğet geçmiş demektir. Kimseyi kandırmayın bedenen orada ancak zihnen bambaşka yerlerdesiniz; disasosiye olmuş, olaya yabancılaşmış, kurbanlarla empati kuramıyorsunuz demektir. Yetiştiniz artık, "siyasetçinin esnafı" olmuşsunuz demektir.

Sözün Büyüsü - 4

Söz, muhatabınca algılandığında; zihindeki altyapı ile bir araya gelir; öfkeden, şehvete kadar geniş bir yelpazede, çeşitli duygu durumlarından biri ile adlandıracağımız hislerimize kaynaklık teşkil eden hormonları salgılatarak vücut kimyamızı değiştirir.

Söylemin bizatihi kendisi, bir enerji kaynağı olmamakla birlikte bedeni, hormonal değişimi tetiklemesi nedeniyle harekete geçirme kabiliyetindedir.

10 Aralık 2015 Perşembe

Borç Senedi

Arminius Vambery'nin 1862 yılında Ortaasya'ya yaptığı gezisini anlattığı "Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi" isimli kitabı, sayfa 110;

Buralarda yaşayan göçebeler, büyük bir kalabalık halinde kervanımızı seyretmeye geldiler. Bunlarla arkadaşlarımız arasında, havale ve veresiye yoluyla ufak tefek bazı alışverişler yapıldığını gördüm. Aralarında yazıp düzenledikleri poliçe türünden bir takım borç senetlerini alacaklılara verecek yerde, borçluların bunları ceplerine koyduklarını görünce çok şaşırdım. Meğer bütün ülkede borç alış verişi bu şekilde yapılıyormuş.

Bir alacaklıdan bunun nedenini sordum. " Bu senedi ben niçin saklayayım, ne işime yarar? Aksine arada sırada bakarak ödeyeceği meblağın miktarını ve ödeme zamanını hatırlaması için borçluya gereklidir." cevabını verdi.

5 Aralık 2015 Cumartesi

Tarih Şuuru - I

Kanaatimce bizi yöneten AkParti kadrolarının da tarih şuuru, yeni yeni oturuyor. Bir anlamda öğrenen organizasyon sürecini tecrube ediyoruz. Tayyip Beyin konuşmalarını dinlerken vizyoner anlamda geliştiğini görebiliyorum.
Miras aldığımız yakın geçmişin bizzat kendisi, 1908'den bu yana en ağır travmalardan geçerek geldiğinden bize ancak elinde avucunda kalanı, yani kimlik kodlarımızı miras bıraktı. 1930'lardan sonra doğanlar, kendi kimliğini inşa etmek hususunda Türklere özgü, tekil çabalar verdiler. Bu anlamda Hükümeti oluşturan AkParti kadrolarının bir telafi gayreti içinde olduğunu görüyorum.
2002 sonrası içine girdiğimiz süreçte olan bitenin de toplumun şuurlanmasında önemli etkileri var.
Gelecekte, tüm dünyada adalet arayan insanların Türkiye Cumhuriyetinden bir beklentisi olacaksa bütün bunları, bizim şimdiden konuşmak, müzakere etmek ve olgunlaştırmak

29 Kasım 2015 Pazar

Türk ve Sünni olmak - I


Kategorik değerlendirmelerin bizi götürdüğü yerle hayatın gerçekleşmeleri arasında her zaman bir uyum olmuyor. Devlet tartışmalarının da bu genel kapsamı iyi temsil ettiğini sanıyorum. Bir kere kurulduktan sonra kendisini kuranlara dahi ihtiyacı olmayan devlet kurumunu, yol açtığı, dönüştürdüğü; toplumsal yapı, anlayış ve ilişkiler vb bağlamlarında eleştirebiliriz ancak topyekun dünyaca bir dönüşüm geçirmeden kendi devletimizden de vaz geçecek değiliz. Anarşizmin her türlü otoriteyi reddeden yaklaşımının kolonyal geçmişten gelen Batı ve ABD tarafından benimsenmesini beklemek rasyonel mi? Olmadığını düşündüğümden devletsiz toplum tasarımlarına güzelleme yapmayı pratikte kendime uygun bir yol olarak görmüyorum.
Gördüğüm kadarıyla Türk Devletinin 950-1923 arasındaki  karakteristiğinde Türk ve Sünni kavramlarının izlerini görebiliyoruz. Ancak buradaki Türk ifadesini, dar anlamıyla Selçuklu soyu, Osmanlı soyu gibi almamızın doğru olacağı kanaatindeyim. Dolayısı ile bu tanım, “Türkçe konuşan insanlar” olmaktan çok, (daraltılmış) bir soy ifadesi anlamına geliyor. Buna bir delil de yönetimde vekalet verdiği, dayanışma içine girdiği insanlarda bugün tanımladığımız anlamda etnik (özelde Türk olma) özellik aranmadığıdır.
Sünni olmak da, yine Selçuklu’nun halifeyi yükselmekte olan Şii esaretinden kurtarıp onun temsilcisi olduğu dini görüşü sahiplenmesini, bu durumun “kendi varlığının” dolayısı ile kimliğinin ayırt edici bir özelliği olmasını seçtiği kanaatindeyim. Hanefiliği de bizim tarihimiz açısından siyasi sonuçları olmayan sosyolojik bir eğilim olarak görmek gerekir. 950-1923 arası Türk Tarihi, iyisi ve kötüsüyle bu 2-3 kavramın –Türk ve Sünni de diyebiliriz- tarihsel performansıdır. 17.yy’da siyasi nedenlerle zulüm gören Alevi Türkmenleri dışında Pax Ottomana’da yaşayan etnisitelerin süreç boyunca nüfusça büyüdüğü, kendi kültürünü geliştirdikleri görülmektedir.
1923-1980 ve 1980 ile devam eden süreç olarak iki kategori daha tanımlıyorum. Bunların detayına başka zaman girmek istiyorum. Son olarak yorumun içinde Türkiye Cumhuriyeti için sahiplenici (assosiye) bir ifade olarak devletimiz kelimesini kullandım. Kişisel tecrübem ile geldiğim noktada bu zamanda bu coğrafya ve bu insanlarla bir kader birlikteliği geliştirmeme neden oluyor. Bu organizasyon içinde meydana gelebilecek olası yanlışları, hoş, makul ve meşru görecek değiliz. Ancak bunun karşıtı olan disosiyatif (içine girmeme, sahiplenmeme, kopma, çözülme) tavır alışlar, devletle birey arasındaki yabancılaşmayı pekiştirir, uyum sorununu besler, bir grup bağlantısı kuramazsa depresif bir bakış açısını bedenselleştirir. Grup bağlantısının yeni bir kimlik tanımı ile kişiye toplumsallaşma imkanı ve kişisel bir yaşama amacı verebileceği öngörülebilir.

25 Kasım 2015 Çarşamba

Anadilde İbadet

Bir problem çözme tekniği olarak (!) “öyle olsa ne güzel olur; herkes anlar, rahatlar.” düşüncesi, kategorik anlamda romantik ve konformisttir. Bu durum romantik ve konformist olanın art niyetli olduğun vb anlamlarına gelmez. Yaklaşımla ilgili bazı sorunlar olabileceği anlamına gelir.

Nisa Suresinin 43. ayetinde geçen sarhoş ve cünüp iken namaza yaklaşmayın ayetini yorumlayan bazı araştırmacılar, buradaki sarhoş kelimesinin mecaz olduğu ve anlam olarak ne dediğini bilmemeye tekabül ettiği konusunda görüş öne sürüyorlar. Delil olarak da Kuran'da sarhoş kelimesinin 7 kez geçtiği, bunun 6'sında mecaz manası ile kullanıldığını ifade ediyorlar. Öncelikle bu istatistik bilgiden hareketle bu "sarhoş" kelimesi kullanımının da mecaz olduğu anlamı çıkarmak, makul bir yapacağı bir iş değil. Zaten dikkatli bir bakış, sarhoşken kelimesinde bir mecaz olmadığını tespit edecektir.

O zaman bu zorlama ve kerameti kendinden menkul yorum neden yapılıyor? Öncelikle anadilde ibadet konusunun temelinde okuduğunu anlama isteği, bunun da "okunan metinle anlama arasında" birebir bir ilişki olduğu yönündeki varsayımı tespit etmek gerekiyor. 

Anadilde ibadet metni ile okuduğunu anlama arasında kuvvetli ilişki kurulmasına iki majör sebepten ötürü itirazım var:
Birincisi, metinde standardizasyon var mı konusu. Kuran ancak orijinal metinden okununca Kuran olur, standart bir metinden bahsedilebilir. Bu metni bir başka dile çevirdiğinizde benzer anlama gelen başka metin(ler) elde ediyorsunuz. Aynı anlama gelme amacında tasarlanmış farklı metinler bunlar ve her metnin, okuyanda aynı anlamı çağrıştırması neredeyse imkansız. (Neden böyle? Bununla ilgili Geştalt Yaklaşımın algıyla ilgili kazanımlarına bir göz atmakta yarar olabilir.) Zira metni deşifre edip anlama kavuşturan "okuyan insanın zihni"dir. Bu zihin, çeşitli algı filtreleri, bakış açısı, bağlam ve (varsaymak, koşullamak gibi) ) geçmiş tecrübeler ışığında “kendince bir anlamı” ortaya koyar. Dolayısı ile metne bakan sayısı kadar yorum farklılığı olması –bile- mümkündür. Askerlikteki emir tekrarı, iki tarafın da anlamada uyum içinde olduklarını test etmek için kullanılır. Sonuç olarak Kuran çevirilerinin çokluğuna, bunları anlamada kişisel farklılıkların da etkili olduğu gerçeğini eklediğimizde ortaya homojen, mutlu, ne dediğini bilen bireylerden oluşan bir topluluk çıkmaz. Tersine kaotik çeşitlilikte, ifade ve dolayısı ile grup düzeyinde kabul sorunları yaşayan küçük topluluklar ortaya çıkar. Allah, iktidar duygusunu yaradılıştan bu yana insanın içinden almadığına ve bundan sonra da almayacağına göre bilgi üzerinden barış içinde sözünü hayata geçiremeyen topluluklar, "benim dediğim doğrudur" çerçevesinde şiddete meyletme imkanı bulabilir.

İkinci olarak anadilde de olsa metinlerin anlamı, tekrar edildikçe eskir, flulaşır, içi boşalır ve zamanla ortadan kalkar. Bu nasılsın, iyi misin ifadesindeki vurgulardan da kolayca gözlemlenebilir. Gerçekte çoğu zaman jenerik amaçlı kullanılan bu ifadenin tekabül ettiği fiziki bir anlam bulunmaz. Dolayısı ile her gün sürekli kullanılacak anadildeki metnin “anlamlı ve vurgulu” ömrü, sanıldığının aksine “ilk heyecanın ömrü kadar” dolayısı ile kısa sürelidir.

Bir de ortak metin ve anlayış olmaması nedeniyle toplumsallaşamayan sürekli tekil yaşanan ibadet durumu var. Ana diliyle ibadet edenlerin "Allah'ın bu yaptıklarını emrediyor ya da tasdik ediyor" olduklarına dair kanaatleri nereden gelmektedir? Buna da iddia sahiplerinin yine ayetler ışığında bir açıklama getirmesi gerekiyor.

Sonuç olarak mantık yolu ile anadilde okunan bir metnin ibadeti daha güzel yapmaya imkan sağlayacağı önermesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Üstelik bu tutumun, Müslümanların geniş anlamda toplumsallaşmalarını engelleyen; onları daha lokal, sınırlı topluluklar halinde tutacak dolayısı ile birbirlerine yabancılaşmalarını sağlayacak riskleri içerdiğini öngörüyorum.

22 Kasım 2015 Pazar

Suriyeye fiili müdehale mümkün mü?

Medyanın algı oluşturarak kitleleri yönlendirme gücü, ülkemiz pratiğinde -90'lardan bu yana- görünürde devletin, esasta ise milletin aleyhine işleyen bir süreç olarak gelişti.
Her bir şehit haberi, sanki 10.000 şehit birden verilmiş gibi "facia boyutunda" işlendiğinden siyasiler, radikal karar almakta zorlanıyor. Hatırlanacağı gibi çok uzak olmayan bir geçmişte Tayyip Bey, asker olanlar ve bunu meslek olarak seçenler için şehadetin mümkün sonuçlardan biri olduğunu söylemek zorunda kalmıştı...
1974 Kıbrıs harekatının, o günden bugüne, medyanın algı gücü dışındaki her şeyin aynı kaldığı varsayılsa bile bugün yeniden yapılamayacağı kanaatindeyim.
Türkmen Dağı'nın düşüşü ve Bayırbucak Bölgesindeki sıkışma bu konuyu gündeme almayı zorunlu kılıyor.
Bedel ödeme konusunda tereddütlü davranan, huzuru tesis edemez.
Başını kuma sokmanın dışarıda olan bitenden korumayacağı gibi.

19 Kasım 2015 Perşembe

Zana, değişim ve gelişecekler

Benim Leyla Zana'dan terörün bitmesi/bitirilmesi konusunda, risk alacağı, kendi grubuna metanet göstereceği, sürece hizmet edeceği vb konularında ümidim, beklentim vardı. Yemin törenini şova çevirmesi, kendisi ile ilgili beklentimi boşa çıkardı. Bunu niye yaptı? Kanaatimce bundan sonra terör örgütünün 'özgül ağırlığı'olan Kürtlerin sözü ile durdurulmak, silahlarını bırakmasının istenmesi durumunda Zana demiş oluyorki, benden fayda yok, boşuna beklemeyin. Bu durumda benzer riskleri alacak Öcalan dışında başka bir Kürt otoritesi de kalmıyor. Ancak devlet, ne Öcalanı ne de terör örgütünü muhatap almayacağını daha önce açıklamıştı. Zana, son bir girişimle ilgiyi/ışıkları İmralı üzerine yöneltmek istiyor olabilir.
Mevzunun bir de Türk Milletinden olmama meselesi üzerinden kurulması varki, devlet o devlet değil; Türk, o Türk değil; devir değişti, bir bunlar kaldı (terör örgütü taraftarları) değişmeyen. Öyle anlıyorumki, zihinlerinde yarattıkları Türk imgesi bunları hayatta tutan biricik motivasyon kaynağı. Iktidarda olsalar, Türk'e su bile vermezler. Öyle kindarlar. Ne diyeyim, ellerinden geleni ardlarına koymasınlar. Sosyolojiyi okuyamıyorlar. Dindarlar, devletin kendisine çeki düzen vermesi ile hamdolsun uzun yıllardır yaşadıkları yabancılaşmayı sona erdirdiler.
Batıdan yükselen dalga, Türkiye'yi hiç beklemediği -erken- bir zamanda İslam'ın tek temsilcisi olarak öne çıkaracak. Terör sorunu, zaman istiyor ama yeterli zaman yok. Operasyonlara hız vermek gerek.

17 Kasım 2015 Salı

"Ders alsın, ne ya?"

Davutoğlu, 12 Ekim Ankara Garı saldırısının hemen sonrasında en hakim olduğu dil olan Türkçenin nefret dili versiyonuyla devleti suçlayan Selahattin Demirtaş isimli sorumsuz siyasetçisini; Paris saldırısı karşısındaki tutumlarından dolayı Fransız aydınlarının ve  Fransız basınının tepkisini örnek göstererek ders almaya davet etmiş.
Sevgili Başbakanım, siyasi kimliği taşıdığın sürece muhataplarından beklentilerin de siyasi olmalı, öyle değil mi? O zaman neden istifa etsin, özür dilesin demiyorsun da ders alsın diyorsun? Bu adam, çözüm sürecinde Hükümeti oyalayan; terör örgütüne kaynak sağlayan bir performansın sahibidir. Onu görünce aldatılmışlığımız, kayıplarımız geliyor aklımıza. Biz bu adamın görüntüsünü görmek, sesini duymak dahi istemiyoruz.

10 Kasım 2015 Salı

İyinin başlattığı zincirleme tepki

Avusturya kökenli Amerikalı psikolog Paul Watzlawick, iyideki kötü ismiyle dilimize çevrilen eserinde kötünün kendini sıfır toplamlı oyunları toplumda yayarak koruduğunu (olanı korumak adına vermemek/paylaşmamak, kayıp kaygısının ileri derecede kaybedene sevinmeyi pekiştirdiğini) ifade eder. Buna göre benim kaybım muhatabımın kazancı ya da tam tersidir. Bu fasit daireyi kırıp karşılıksız bir şey yapmaya kalktığınızda iyinin başlattığı zincirleme tepkinin de kötü gibi bulaşıcı olduğunu ve hayatı güzelleştirdiğini, bu kısa filmin çok güzel bir şekilde örneklediği gibi görüyoruz.


9 Kasım 2015 Pazartesi

Adalet duygusunu incitmek

14 yaşındaki madurun başına taşla vurup, bayıltarak tecavüz edip hamile bırakan şahsa, Türk Milleti adına "saygın tutum" indirimi uygulayan;
TRT sanatçısı Hatice Kaçmaz'ı, buluştukları parkta; evinden getirdiği bıçak ile 16 yerinden bıçaklayarak ölümüne sebebiyet veren şahsa; mahkeme tarafından cinayetin tasarlayarak değil "aşırı sevgiden" dolayı işlendiğine hükmedilerek Türk Milleti adına müebbet hapis cezası verildi; böylece sanık, af imkanları açık olmak üzere 30 yılı aşkın süre kesintisiz ceza yatmaktan kurtuldu;
Bu ve benzeri emniyet, yargı ve maliye (vergi, trafik) bürokrasisince verilen cezai kararların; toplumdaki adalet duygusunu inciterek milletle devletin arasını açmaya matuf nitelikli kararlar oldukları kanaatindeyim.
İşgüzarlık ederek bu cezaları tahakkuk ettiren bürokratların, usulünce sorgulanması ve verdikleri başka kararlarla da maduru değil faili ya da "haksız yere" devleti koruyan kararlarının tespit edilmesi halinde; "toplumda adalet duygusunu bilerek incitmek" ve bu yolla toplumsal barışa zarar vermeye çalıştığı tespit edilen  bu bürokratların, görevlerinden süratle uzaklaştırılması ve yargılanması sağlanmalıdır.
Bunun bir büyük resim suçu, dolayısı ile hukuk tekniği dışı bir uygulama olma ihtimaline binaen (örneğin, sicilinde üçten fazla yukarıdakine benzer majör nitelikli hatalı karar bulunan bürokrat esnafını, sistem dışına atacak mekanizmaların ivedilikle kurulması,) gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, bu toplumun huzurunu ve mutluluğunu tesis etme bakımından elzemdir.

7 Kasım 2015 Cumartesi

Türk Bankalarının Dış Borç Sorunu



Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Türk Bankalarının, özellikle bugünlerde; Avrupa'dan üç yıldan uzun vade ve olağanüstü düşük faizlerle borçlanmalarının mümkün olduğunu söylüyor. "Bunu yaparlarsa ülkemizin bankacılıktan kaynaklanan kısa vadeli borçları azalacak, yok yapmazlar ve 1-2 yıllık borçlanmaya devam ederlerse zorunlu karşılıkları yükselttik, o zaman da Merkez Bankasının döviz rezervlerini artıracaklar. Neden bankacılık sektörüne odaklı gidiyoruz? Çünkü banka dışı reel kesimin borcu zaten uzun vadeli."

ABD'nin uzun vadeli faizleri, USD bazında %2 civarında. Almanya'nın borçlanma faizleri de Avro bazında %0,5 dolayında. Bunun üstüne ne kadar risk primi koyarsanız koyun, Türkiye için çok cazip oranlar bunlar. Bu daha önce olmayan yeni bir durum. Bankalarımız 3 yıldan uzun vadeli borçlanmaya başladılar bile. Bankalarımızın bir yıla kadar bütün kısa vadeli borçlarının tamamını gelip Merkez Bankasından borç almaları için de yeteri kadar bir pencere açtık. Dolayısı ile borcu döndürmeyle ilgili hiçbir sorunları yok.

Erdem Başçı: Zorunlu karşılıklara; iyi zamanlarda, bolluk zamanlarında faiz ödemiyorduk. Şimdi kademeli olarak hem yabancı para bazındaki zorunlu karşılıklara hem de TL bazındaki karşılıklara faiz ödemeye başladık. Yabancı para bazında da aslında FED’in kararlarına doğrudan bağladık bunu. Orada FED, 25’ten 50 baz puana çıkacak olsa biz de hemen bankalarımıza ödediğimiz yabancı para bazındaki karşılıklar için 50’ye yakın bir yere çıkacağız. Şu anda 0,24 ödüyoruz, 0,25’in hemen altında. 50’ye çıkarlarsa da 50’ye yakın bir zorunlu karşılık faizi ödeyeceğimizi, 18 Ağustos’taki toplantımızda açıklamıştık. Bu yumuşatıcı, dengeleyici bir karar.

5 Kasım 2015 Perşembe

Marilyn Atkinson'dan mutluluğun ipuçları

Ericsson Enstitüsü Başkanı Marilyn Atkinson'dan mutluluğun ipuçları

Mutluluk, iki temel üzerine kuruludur: Biri denge, diğeri esneklik.

Yaşamdan keyif aldığını ve mutlu olduğunu söyleyen, bunu ifade eden insanları incelediğimizde, gününün bir kısmını fizikselliklerini yaşamaya ayıran insanlar olduklarını gördük.
Bedenlerini koruyorlar ve formda tutmaya çalışıyorlar.
Günlerinin bir kısmını öğrenmeye ayırıyorlar. Özellikle hayalleri ile hedefleri etrafında çalışıyorlar. Üçüncü olarak içtenlikle diğer insanlarla gerçekten güçlü bir deneyimi paylaşabilecek anlar yaratmak üzere yaşıyorlar. Mutlu insanların sırrı, o anda yaşamayı başarıyor olmalarıdır. Bu yüzden, onlarla birlikte olan insanlar da bu mutluluğu yaşıyorlar.
Son olarak ise gün içinde harcadıkları zamanın bir bölümünü de, katkı sağlamaya yönelik değerlendiriyorlar.
Yaşamda iz bırakan, fark yaratacak bir alanı seçmiş olmaları ve bu alanda da bir şeyler yapıyor olmaları, onların mutlu olmalarını sağlıyor. gerçek anlamda, "ben yaşamımda mutluyum" diyebilen insanların yaşamını incelediğimizde, bu dört alanın hepsine bir gün içerisinde zaman ayırdıklarını görüyorsunuz.

Hangi konuda çalışıyorsak çalışalım, istediğimiz şeylere ulaşabilme yetimizi ve bununla birlikte yaratıcılık potansiyelimizi harekete geçirmiş oluyoruz. Aynı zamanda da yaşamımızı başkaları için bir farklılık, bir değer yarattığını deneyimlemeye ihtiyacımız var. Bu böylece uzun vadeli katkıyı da getiriyor.

Kişi, yaşamın bu dört alanından hangisine daha çok odaklandığını fark ediyorsa, diğer az odaklandığı alanların yollarını aramalı. Bunun için düşünme sistemini koçlukla birlikte geliştirebilir. Bu, az önce mutluluğu tanımlarken sözünü ettiğim dengeyi oluşturabilir ve bu bir davranışa dönüşür. Koçların görevi de, insanların bu davranışlarını geliştirmesine ve adeta ışıldayarak ortaya çıkmasına katkı sağlamaktır.

Kolejliler Dergisi, Temmuz 2008, sh.44
http://www.ericksontr.com/wp-content/upload/kolejliler-temmuz-08-dr-marilyn-atkinson-roportaji.pdf

24 Ekim 2015 Cumartesi

Cerahat Cemaati

Bugün cerahat cemaati olarak adlandırdığımız grup, İslam'ın amel boyutunda; diğer müslüman gruplarıyla tamamen, itikat boyutunda ise büyük oranda "giderek daha farklı" özellikler taşımaktadır. Henüz kelimelere dökülmemiş bu itikadi farklılıklar, bu cemaat üyelerini birarada tutmaya yettiği izlenimi veren bir dizi sır içeriyor. Bunlar, Hocalarına özel durumlar atfediyorlar: Mehdi olması, Allah ve Peygamber Efendimiz ile -haşa- görüşüyor, mukabelede bulunabiliyor olması gibi. Dolayısı ile kendi aralarında Hocalarından gelen bilgiler, başka fanilere ait "boş zaman üretimler i" gibi düşünülmüyor.

Rahmetli Bediüzzaman da "...(yağmur) yağıyor, (yazı) yazıyorum deme, (yağmur) yağdırılıyor, (yazı)yazdırılıyor de..." gibi temelde insan nefsini aradan çıkararak gelişecek olası bir kibri yok etmeyi ve güzellikleri Rahman'ın yarattığına dikkat çekmeyi hedefleyen beyanlar kullanmıştı. Bu grubun elemanları da kendi Hocalarının görüşleri için "bunlar, Allah ya da Peygamber Efendimizin filtresinden geçmiş ifadelerdir" diyerek kendi itikatlarını Ehlisünnet dışı bir yörüngeye oturtmaktadırlar.

Bunların dünya hayatında düzgün bir yaşantı örneği vererek Allah'ın rızasını kazanmanın ötesinde; islami geleneğin yakın tarihte kesintiye uğraması nedeniyle yirmi yıl önce sorulduğunda belki tereddüt ederek benzer cevap vereceğimiz ancak artık cevabından emin olduğumuz,  Ehli Sünnet dışı bir ilham olan, "Allah'ın dünya iktidarına" giden bir yol hedefleri bulunmaktadır. Ancak bu yol, işitme engellilerin kullandığı alfabeye benzer bir başka işaret dili ile iletişime aracılık ettiğinden grup dışı kesimlerce anlaşılamamakta; buna karşılık kendi aralarında yeterince anlam ifade etmektedir.

Hocaları sonuca giden her yolun mübah olduğu ilkesinden hareket etmekte ve her türlü İslami konuda kolayca haram çizgilerini ihlal ederek örneğin tesettürü, içki içmeyi, oruç yemeyi, toplum içinde  namaz kılmamayı, kimliği üzerinden münafık davranmayı (saklambaç oynamayı), amaca giden yolda meşru hatta bir gereklilik saymakta ve cemaatindeki sayısı onbinleri bulan, her biri yarın ahirette hesap verdiğinde kendisini suçlayacak insanlara, "ben bunları tanımıyorumki, hepsine ben mi emir vermişim, yok öyle şey" diyerek kurtulacağını sanmaktadır. Kalpleri bilen Allah, suçun teknik düzeyde mi, amigoluk düzeyinde mi işlendiğini de bilir, ikisine de gerekli muameleyi yapar. Dünyadan biraz farklı bir yer orası. 

Eğitim çağında bizzat aileleri tarafından binbir türlü iyiniyetle bu cemaatin öğretim kurumlarına götürülen çocuklar, iyi bir öğretimle cemaatin stratejik planının öngördüğü ihtiyaçlar doğrultusunda ailelerinden uzaklaştırıldılar, meslekler ve yeni bir Mankurt kimliği kazandılar. Abiler, ablalar, burs verip, "adam ettikleri", kişisel dönüşümünü gerçekleştirdikleri bu çocuklara, kendi cemaatleri dışındaki kimseye güvenmemeleri hususunda da hipnotik ayarı verdiklerini biliyoruz. Bunlar, her şey olup bittiğinde ortaya saçılan kötülükleri sahiplenme konusunda bir tereddüt yaşamadılar. Paralel Yapı denilen karşıdevrim hareketinin adamlarını kardeş bildiler, onlara yardım ve yataklık ettiler. Benim bunlarda görüp de şaşıracağım bir fiil, bir söz kalmadı. Bunları kazanmak gibi bir derdim de olmayacak. Bunu batık maliyet metaforuyla izah edebilirim. Batık maliyet, gidenin gitmiş olduğunun kabulü, gideni getirmek yönlü her türlü girişimin kendisinin de gideceğini öngörmeyi gerektirir. Soğuk bir yemektir ancak başka türlüsü yarayı kangrene çevirecek sürece yaklaştırır.  Demem budur! O yangına dökecek kaynağı olan varsa elini tutmam, engel olmam, herkes dostunu düşmanın seçmekte özgürdür.

22 Ekim 2015 Perşembe

Mülteci ve Empati


Türkiye'ye 1980'lerden bu yana göç eden topluluklar hakkında kaleme aldığım bir yazıda: Bosna ve Bulgaristan muhacirleri, Irak ve Suriye göçmenlerinden bahsetmiştim.

Bir arkadaşım, Bulgaristan muhacirleri ifadesinin yanlış olduğu ve düzeltilmesi gerektiğini söyleyince şaşırdım. Beni, soydaş kelimesini kullanmam hususunda uyarmak istiyormuş.

Ataerkilliğin nerelere kadar uzandığına güzel bir örnek oldu bu uyarı. Bulgaristan muhaciri ile Bulgaristan soydaşı. Aynı mazlum kitlenin iki farklı adlandırması. O arkadaş nezdinde bu ifadelerden muhacir olanı uzak, soydaş olanı yakın anlamına sahip. Pek Müslümanca görünmese de nasıl bir kırılma, ama?

Konuşma, Türkiye'nin Suriye'den aldığı mültecilere kaydı. Arkadaşım, üstelik de yurt dışında yaşayan biri olarak Türkiye'nin 3 milyon mülteciyi kabul etmekle hata yaptığını, son Avrupa Birliği görüşmeleri ile belki de bu kabulün Hükümetin AB'den alacağı para için bir vesile olarak gördüğü yorumu ile devam etti.

Şayet, 3 milyon mülteci için bir referandum yapılırsa sonuç, Hükümetin istediği biçimde çıkmazmış.

Anlıyoruzki, yurt dışında yaşadığı için yurdundan sürgün olmuş bir mülteci ile kolayca empati kurmasını beklediğimiz insanlar bu temel özdeşlik duygusunu geliştirmekten mahrum kalabiliyorlar. Ya da siyasi yaklaşımları, vicdanlarının sesini bastırıp öncelikli düşünce haline gelebiliyor.

20 Ekim 2015 Salı

AkPartinin informel vaadleri

AkParti'nin 1 Kasım seçimlerindeki yazılı olmayan en önemli vaadleri:
1- Paralel yapının, kamu bürokrasisinden sökülüp atılması,
2- Terör Örgütünün bir yıllık süreç içinde ortadan kaldırılması,
3- Terör Örgütü ile Paralel Yapının faaliyetlerini görmezden gelen medyatik yapıların hukuk  devleti  imkanları ile tasfiye edilmesi,
4- Terör Örgütü ve Paralel Yapı elemanlarını, vatandaşlıktan çıkaracak yasal düzenlemelerin yapılması,
5- Sosyal Medyada faaliyet gösteren, propagandayla görevli, Terör Örgütü ve Paralel Yapı elemanlarının, İş-Kur üzerinden eğilimlerine göre açılacak beceri geliştirme kurslarında eğitilerek sertifikalandırılması

18 Ekim 2015 Pazar

Kürtçülerin Göremedikleri

Gazete ve televizyon kanallarının sosyal medya haber altlıklarına yazdıkları yorumlarla görünürlük kazanan kimi kürtçü/terör örgütü paydaşı takipçiler, nefret ve saldırganlık dilinin özelliklerini kullanıp olan biteni sakatlanmış algılarıyla çarpıtarak bambaşka bir dünyanın da inşa edilebileceğini gösteriyorlar.
Karşıtından beslenip motive olan bu gruba her seferinde makabelede bulunan en az onlar kadar tepkisel birileri çıktı mı, seyredin gümbürtüyü...
Benzer bir durum cerahat cemaatinin müntesipleri ile teması olan arkadaşların da başında. Bir dizi jenerik sıfatı, anlamlı bir gramatik yapı içinde kurgulamayı fikir imalatı sanan bu şahıslar, diyalog sürdüğü müddetçe sınırı aşmadıkları ya da genişlettikleri inancıyla iman tazelemektedirler.
Bunlara ayrılan tüm kaynaklar (para, zaman, emek/işgücü), israf edilmiş kabul edilmelidir.

Sosyal medyada yorum yazan Kürtçü/terör örgütü paydaşı yorumcularının jenerik ifadelerine göre Türkiye, Kürdistan’da işgalci olarak bulunuyor ama Nevres Kartal'ın işgalin hangi yıl başladığı sorusuna verecek bir cevap bulamıyorlar, 
Kürtçe ile Sümercenin ortak olduğunu iddia ediyorlar ama Sümerce de bilmediklerinden bunu test etme imkanından mahrum olmalarına rağmen safdil bir eda ile inanmamızı bekliyorlar,
(Akranlarının kendisinin yapamadığı pek çok şeyi yapabildiğini doktora anlatıp yardım isteyen yaşlı adama doktor, “sen de söyle amca” demesi gibi) ve ne yazıkki, terör örgütü hakkında olumlu nitelemeler yapıyorlar.
İşte bu ahirette hesap vereceğine iman etmiş bir insanın kelimelerini seçerek kullanacağı bir alandır. Hem de o terör örgütü, -Kürt Kültürü’ne aykırı olarak- uzunca bir süredir cephede şehit verdiremeyip uykuda, yolda, araçta, kişisel problemini çözmek için telefonla yardımını istediği kamu görevlilerine suikast yaptığı, alçakça cinayetler işleyip şehit ettiği apaçık ortadayken…
Bulgaristan ve Bosna muhacirlerini hiçbir koşul ya da çekince öne sürmeden kabul eden Halkımız, Irak ve Suriye’den gelen göçmenlere de sorgu sual etmeden kapılarını açtı.
Batıdan gelenlerin zamanında (1989-1995 arası) toplumun görüş, tutum ve davranışlarını etkilemek bakımından dönemin medya yöneticileri, toplumda bu kabulün reddine ilişkin olumsuz yayınlar yapmazken, güneyden gelen mülteciler dönemindeki (2013-2015) medya yapılanması, bu gelişmenin aleyhinde pozisyon aldı.
Henüz şifası bulunamayan Tayyip Erdoğan ve AkParti düşmanlığı hastalığı ile malül medyanın, bu red politikasının ana sebebi, belki halkı yılgınlığa düşürüp desteğini çekmesi ve böylelikle hükümetin düşebileceği ümididir.

 

17 Ekim 2015 Cumartesi

Seçimlere ilişkin sistem kuralları ve Davutoğlu'nun stratejisi

Seçimlere ilişkin sistem kuralıdır:

İktidar partisi, geleceğe ilişkin güven ve umut veren partidir, siyasetin küçük hesaplarına kendini kaptırmaz. Vizyonu dolayısı ile misyonu vardır. Onu anlatır. Seçmen, iktidar partisini söyleminden tanır. (Yapan olduğunu söylemek yetersizdir, ne yapmak istediğini söylemek esastır.)

İktidar Partisinin muhalefeti eleştirerek alabileceği sonuç, kendisinin en iyi ihtimalle yerinde sayması; eleştirdiği partinin ise büyümesidir. Zira ikinci sistem kuralına göre muhalif seçmen, iktidar partisinin muhatap aldığı karşı partide toplanır.

Davutoğlu, 7 Haziran seçimlerinde kimin tavsiyesi, tasallutuyla bilmiyorum, genellikle HDP’yi muhatap aldı, HDP’ye yüklendi, muhalif seçmen mesajı aldı, barajı geçtiler. Bu seçimde de Davutoğlu’nun terör örgütüne vuracağım diye HDP’ye had bildirmek suretiyle aynı hatayı yapmayacağını umuyor, bekliyorum. (Terör konusunda kafası karışık gruplar, CHP’nin bir kısmı ile 7 Haziran’da HDP’ye oy veren seçmenler. Bunlara da bırakalım bu sefer “doğru yolu”(!), Davutoğlu göstermesin; onun gösterdiği yer cazibe merkezi olacaktır.)

16 Ekim 2015 Cuma

Ankara Garı Katliamanın Ardından

Menfur Ankara Garı Katliamının ertesi günü HDP parti bürokratları, olay yerine bir ziyaret yaptılar ve burada verdikleri gülümseyen, keyifli görüntülerle de çok haklı bir dizi eleştirinin konusu oldular.
Travmatik bir olay meydana geldiğinde; insan zihni bu olayı mekan, ışık, renk, saat, ses vb olayla ilgili, olay yerinde bulunan bir çok faktörle birlikte hafızada tutar. Bunların her biri zihnin atfettiği önem derecesine göre tetik işlevi görerek hatırayı ilk günkü tazeliğin...de her ayrıntı ve hissiyatıyla birlikte yeniden hatırlamamıza neden olur.
Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığımız, anlam veremediğiniz her türlü psikolojik etkiye travma diyoruz. Bu olay, etkiye birinci derecede maruz kalanlar açısından büyük; genel toplum kesimi açısından da ihmal edilmeyecek ölçekte bir travmadır. Olay yerini, olay bileşenlerinden biri ya da birkaçını hatırladığınızda; yeniden ziyaret ettiğinizde travma, tüm çıplaklığı ile bedeninize yansır. Bilinçaltımız kendini koruma refleksi ile çeşitli huzursuzluk tepkileri verir. Çünkü çok sayıda uyaranın ortasına düşmüşsünüzdür. Orada gülmek isteseniz de gülemezsiniz.
Buna rağmen gülüyorsanız, travma sizi teğet geçmiş demektir.
Demirtaş, Yüksekdağ ve diğer siyasiler, açıkça anlaşılmaktadırki, bedenen orada ancak zihnen bambaşka yerlerdedir; disasosiye olmuş, olaya yabancılaşmış, kurbanlarla empati kuramamaktadırlar. Gazetelere de yansıyan fotograf, altında yer alacak olan "Ankara Gar Katliam Yeri Ziyareti" ifadesiyle sorumlu olduğu insanların acısına duyarsızlaşmış bir güruhu, hayatlarının sonuna kadar takip ve rahatsız edecektir.

Ataerkil Kültür

Ataerkil kültür: bir karar vermek gerektiğinde hakka, hukuka göre değil taraflardan hangisiyle kan bağı varsa onun yanında yer almayı gerektiren, şirk'in sayesinde neşvünema bulduğu illet bir hastalıktır ve maalesef ülkemizde çok sayıda insanın artık gelenek olmuş davranışlarını biçimlendiren ana kaynak da budur.
Adalet değil güç, Allah'ın rızkı değil aşiretin tahsis ettiği erzak, koruma, itibar!
Zinayı kadına yasakladığı halde erkekte serbest bırakan, adaletten alıkoyup vicdanını bastıran, Şirkin kendini yeniden ürettiği ve meşrulaştırdığı ortamı hazırlayan mümbit (!) vasat...
Tabi adam etnik kimliğinden olanı seçer, hemşehriciliğin tavan yaptığı, mikro milliyetçiliğin ayıplanmadığı yerde bir büyük hata da O yapmış, çok mu görelim?

9 Ekim 2015 Cuma

Hormonlarımızın Denetimi

Bazen küçük bir gelişme ya da bir olay, tetik işlevi görerek hormonlarımızı harekete geçirir: Hissettiğimizi fark etmeye başlarız.
Yeni devlet kurma, vergi salma, toplanan vergilerle güvenlik, eğitim ve hukuk bürokrasisi gibi itibar kurumları geliştirme, tarihe geçme gibi büyük resme dönük hayaller kurduran motivasyonlar, insanların kendilerini çok iyi hissetmelerine yol açan bedensel hormonların çalışmasına vesile olur.
Bu hormonların en büyük iki zararından birincisi, kişi...deki kontrol duygusunu zayıflatması, hatta ortadan kaldırması; diğeri de kişiye kendini "çok iyi" hissettirmesi nedeniyle hep yeniden aynı duyguyu yaşamak, hissedebilmek istemesi; dolayısı ile duyguya karşı bağımlılık geliştirmesi riskidir.
Büyük resimle ilgisi olmayan insanların dünyasında aynı hormonlar, parası olduğu ve ihtiyacı da olmadığı halde kişiyi hırsızlık yapmaya sevk eder, o güne kadar edindiği insanlık kültüründe kendini frenlemeye dönük ne kadar mekanizma varsa hepsini bastırarak tecavüze yönlendirir, çoluk çocuğun nafakasını, bu defa talihi dönecek diye kumar masasında tükettirir, AIDS'e meydan okutturur ve kendi küçük dünyasında; önünde gördüğü canlı cansız her türlü varlığı, iyi hissetme yönünde bir şekilde fırsat olarak algılatır. Kurbana/nesneye sahip olmak için gerekirse tehdit ve şiddet kullanan kişileri de harekete geçiren ana kaynak, kişinin kendi hormonlarıdır.
Kişinin tecavüz suçlusu mu, terör örgütü yöneticisi mi olacağını, şartlar, imkanlar belirler, yoksa her ikisinin de temelinde aynı hormon-bağımlılık ilişkisinin yönlendirdiği motivasyon vardır. Süreci başlattıktan sonra onun bir parçası haline geliriz.
Hormonlarımız, bizim ve bizi harekete geçiren kısmının denetimi bilincimizde olduğu sürece onlara ihtiyacımız var.

5 Ekim 2015 Pazartesi

Naci el Alamo - Alamo'da doğdum

Naci el Alamao'yu, Yasmin Levy'nin La Judería (2005) albümünden biliyorum. Hüznün kraliçesine yakışan bir şarkıydı. Alamo'da doğdum diyordu, içinde derin hüzünlerin gezindiği şarkıda... Süreç içinde iki farklı ve başarılı versiyonunu daha görmek, dinlemek nasip oldu. En son -benim açımdan en son tabii- Tunuslu bir genç popçu, Emel Mathlouthi, Alamo yerine Filistin diyerek parçaya hoş bir yorum katmış. adapte etmiş. Güzel bir iş çıkardığını düşünüyorum, paylaşmak istedim.

Önce sözler:
adsız yerlerden geldim
toprağım yok
anavatanım yok
ateşler yakıyorum parmaklarımda
sana şarkılar söylüyorum kalbimle
yürek telim gönül yakıyor
alamoda doğdum
yerim yok
toprağım yok
yurdum yok
alamoda doğdum
böyledir bizim cingene kadınlarımız
acıyla şarkı söylediğinde
can
seni darmadağın eder


                                                                          Yasmin Levy




 
Emel Mathlouthi
 
 
 
 
 
 Eleni Vitali -  Balamo 
 
 
 
 
 
Remedios Silva Pisa
 
 
 

28 Eylül 2015 Pazartesi

Ne Yapsam Şaşırırdın?

Bu yazı, siyasal fantezi temalı bir oyuna ilişkindir. Oyunun, kuralı geçerli kalmak kaydı ile hayatın aile, işyeri, tanıdıklar gibi başka alanlarında yeniden tecrübe edilmesi yararlı olacaktır.
Bu oyundan maksadımız, siyasi parti ve liderlerine ilişkin algılarımızı sorgulamak, bunların gölgede kalmış belirsiz yanlarını ortaya çıkarıp görünür hale getiren bir çerçeve elde etmektir. Buna göre Cumhurbaşkanı ve en çok oy almış olan dört parti ve lideri üzerinden giderek oyunu oynayan seçmenlerdeki siyasi aktör algısının netleştirilmesi test edilmektedir.

Kural: Şimdi, bir grup iyi yetişmiş ajandan oluşan bir örgüt var. Bunlar dilimizi iyi biliyorlar, taklit yetenekleri çok üstün, plastik maske yapabiliyor, diledikleri kişilerin fizik ve davranış görünümlerine girebiliyorlar.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
CUMHURBAŞKANI
Bir gece, örgüt, Cumhurbaşkanlığı yerleşkesine sızarak Tayyip Beyi etkisiz hale getiriyor ve kimseye belli etmeden kendi adamlarını Tayyip Beyin yerine geçiriyorlar. Ertesi gün ve devam eden süreçte bu sahte Cumhurbaşkanının hangi eylem ve söylemlerinden dolayı halkımız, yani siz! ey okuyucu, “yahu durun bakalım, bu işte bir gariplik var. Tayyip Bey, bunu söylemez böyle yapmazdı, Tayyip Bey bu değil. Birisi onun yerine geçmiş olmalı” diyebilir? Evet, hangi gelişmeler olması halinde:

Eylemler:

-          Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde içkili, çalgılı, danslı kokteyller vermesi halinde.

-          Doğan Grubu ve Paralel Yapının Medyası çalışanlarından danışman seçmesi/ataması; fırsat bulduğu her akşam, bu ekiple Beştepe’de yemek tertip ederek onlarla samimi pozlar vermeye başlaması halinde,

-          Zorunlu haller dışında yurt dışına çıkmayacağını; devleti temsil görevini hükümete bıraktığını açıkladığında,

-          İsrail’e giderek “Arapların Osmanlıyı arkadan vurduğu” mesajını işlemesi halinde,

-          Halka sempatik görünmek amacıyla selfi çekim yapmaya başladığında,

-          Sigara içmeye başladığında,

Söylemler:

-          Türkiye’nin tüm renkleri oradayken ben de Gezi Parkında olmak isterdim. O gençlerden af dilemek istiyorum.

-          Fethullah Hoca ve cemaatine yapılan paralel devlet suçlaması haksızlıktır, operasyonlar zulümdür.

-          17/25 Aralık operasyonları, hukuk çerçevesinde yapılmıştır. Hukuk bürokrasisinde Paralel Yapı elemanları bulunmamaktadır. Huzursuzum, en kısa sürede yargılanıp aklanmak istiyorum.

-          Türkiye, çok etnisiteli bir toplumdur. Her bir etnisite kendi kaderini tayinde özgür bırakılmalıdır.

-          Türkiye’de terör örgütü yoktur ve hiç olmamıştır. Kimse birilerinin hak hukuk mücadelesi veriyor olmasını çarpıtmasın.

-          Bayrak, milli marş, din, iman, milletin gelişmesine bağlı olarak bugünkü önemini yitirmelidir, yitirecektir.

-          Kıbrıs Türk Toplumu, kendi kararlarını biz dahil kimseye sormadan alabilecek olgunluktadır.

-          Gazze ve Filistin sorunu, İsrail’in iç işleri sorunudur, İsrail otoritesinin karar vereceği bir konudur.

-          Mursi konusunda yanıldım, Sisi’ye hayranlık duyuyorum, Esed kardeşimdir.

-          ABD, Avrupa Birliği ve İsrail, ülkemizin gerçek dost ve müttefikidir.

YORUM : Beyan listesinin maddeleri uzatılabilir. Buradan da görülüyorki, Tayyip Bey, Türkiye’nin tarihsel vizyon ve misyonuna sahip gerçek bir liderdir. Varlığı, değer ve yaklaşımları, ülkemizin kodlarıyla uyumlu ve temsil kabiliyeti açısından yeterli ve gereklidir. Yokluğu ya da politikalarının tasfiyesi halinde Türkiye, başka fren mekanizmaları üretemezse çözülme sürecine girer.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
AK PARTİ

Şimdi başlangıç koşullarına dönüyoruz. Yani olay, bu defa Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde değil AkParti Merkez Binasında geçiyor: Aynı ekip, AkPartiye sızarak Başbakan ve önemli bazı parti ve hükümet yetkililerinin yerlerine geçiyor. Ertesi günden itibaren bu sahte AkPartili yetkililerden duyacağımız hangi beyanlar, “yahu, durun, bu işte bir terslik var. Bunlar neler diyor, neler yapıyor böyle? ” kanaatinin oluşmasına yol açar? Diğer bir deyişle hangi eylem ve söylemler, AkPartili yetkililerin sahteleri tarafından rehin alındığını kuşkusu uyandırır?

Eylemler;

-          Avrupa Birliğindeki üyelik başvurumuzun, Başbakan talimatıyla geri çekilmesi halinde,

-          Ülkenin batısındaki tüm askeri birlikleri, doğu ve güneydoğuya sevk ederek bölgede sıkıyönetim ilan etmeleri halinde,

-          Misakı Milli kapsamında Musul ve Kerkük’ün ele geçirilmesi için sınır ötesi operasyon başlatılması halinde,

-          Yeni bir Anayasa yapılmasını engellemek için Anayasa Komisyonundaki partili üyelerini geri çekmesi ve komisyona yeni üye vermeyi reddetmesi halinde,

-          ABD ve İsrail’den yeni nesil savaş uçakları ve mühimmat satın alması halinde,

Söylemler;

-          Parlamenter sistem, demokrasinin ve insanlığın son durağıdır. Başkanlık modeli, Tayyip Bey’in kendi iktidarını kurması için dayattığı bir araçtır.

-          Tayyip Bey, görevinin anayasal sınırlarına dönmelidir. Ülkemizdeki tüm kötülüklerin kaynağını Tayyip Bey’de gören yaklaşıma yakınlık duyuyoruz.

-          Koalisyon, her türlü iktidarı dengeleyen ve frenleyen, Türkiye’nin de ihtiyaç duyduğu bir demokratik uyumun adıdır. Türkiye, her fikrin kendini yansıtması bakımından koalisyonları sevmeli ve alışmalıdır.

-          13 yıllık iktidarımızda çok büyük hatalar yaptık, ekonomik olarak ülkeyi küçülttük; insanımızı fakirleştirdik, millete büyük zaman kaybettirdik.

-          2023 hedefleri, ıvır zıvır, öylesine yazılmış ifadelerdir.

-          Bütçe gerçekleşmeleri, emekli maaşlarında bir artışa imkan tanımıyor.

-          Israrla Üniter Devlet modelini savunmak, faşizmdir. Bu konu da dahil olmak üzere her türlü referandum teklifine açığız.

-          Bireysel ve toplumsal özgürlükler tehlikelidir.

-          Türkiye Toplumu, dindarlar ve dinsizlerden oluşur.

YORUM : Görülüyorki, AkParti ile Tayyip Bey arasında, Türkiye’nin iyi ve güçlü yönetilmesi açısından bir anlayış ve iş birliği var. Demokratik Parlamenter sistemin, Başkanlık sistemine evrilmesi, bu bakımdan çok önemli bir aşamadır. 13 yıllık Hükümet uygulamalarının getirdiği toplumsal kazanımlar, önemlidir. AkParti, iktidar partisinin taşıması gerekli asgari özelliklere sahiptir: gelecek odaklıdır, dolayısı ile hedefleri vardır ve insanlara umut aşılamaktadır. AkPartinin, ülkesi ve milletin bölünmez bütünlüğünün korunması konusunda hassas bir yaklaşımı var.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

CHP
Şimdi CHP’ye dönelim. Ekip, bu defa Kemal Bey’i ve parti yöneticilerini etkisiz hale getiriyor. Sizce hangi eylem ve söylemler, “hey, orada neler oluyor? Bunlar neler söylüyor böyle? Bunlar dünkü CHP değil.” tepkilerini doğurur? Yabancı bir ekibin varlığını akla getirip sorgulatır?

Eylemler:

-          Cumhurbaşkanını ziyaret edip, çıkışta bu ziyaretin başlangıç olduğunu devletin zirvesinde iyi bir diyalog ile çözülmeyecek ülke sorunu bulunmadığını beyan ettiğinde,

-          Cuma namazlarına gitmeye başladığına dair görüntüler verdiğinde,

-          Doğu ve Güneydoğu turuna çıkıp parti mitingleri düzenlediğinde,

Söylemler:

-          Türkiye’de iktidar gücünün kullanımı açısından Başkanlık Sistemi elzemdir, sistemin bir an önce buna uygun bir şekle dönüştürülmesi gerekir.

-          Zamanında AkPartiye anayasayı değiştirme konusunda destek vermememiz, hataydı.

-          Çözüm sürecine aktif destek vermemiz ve denetiminde Hükümete yardımcı olmamız gerekirdi.

-          Tayyip Erdoğan, bütün kötülüklerin kaynağı değildir, saygıdeğer Cumhurbaşkanımızdır. Makamı da göz önünde bulundurulduğunda Tayyip Bey’i asılsız suçlayan beyanlardan herkes kaçınmalıdır.

-          17/25 Aralık operasyonları, darbe girişimidir. Paralel devlet yapılanması, tasfiye edilmelidir.

-          Hükümetin Suriye politikası tartışılır ama bizim Şam’a heyet gönderip uzun bir süre Esed propagandası yapmamız da yanlıştı.

-          İslam Dini, onun pratiği ve dindarlarla ilgili eleştirel tavrımızı, değiştiriyoruz. Laikliği, serbesti ve müdehale etmeme yönüyle benimsiyoruz.

-          Hükümet, terör örgütünün üstüne gitmelidir. Bizden istenecek her türlü desteğe açığız.

-          Gezi eylemleri, bir çeşit kalkışmadır.

YORUM : CHP, hükümet politikalarına taban tabana zıt bir politika izleyerek müzmin muhalif bir şekilde kendini istihdam etmeyi sonsuza değin sürdüremez. Sosyolojik tabanı, AkParti seçmeninden pek çok açıdan farklılaşmış bir durumdadır. Bu nedenle MHP’den farklı olarak bir taban kayması tehlikesi olmaksızın, bir yandan ülkenin önünü açan hükümet politikalarını açık yüreklilikle desteklerken diğer yandan ülkenin menfaatlerine uymayacağını düşündüğü uygulamaları eleştirerek iktidarı yolda tutabilir, kendi partisi dışındaki seçmen kitlesine de ülke meselelerine vakıf, her zaman tercih edilebilir bir alternatif olduğu mesajını verebilir.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
MHP
Ekibin bu defa MHP’ye yönelerek Devlet Bahçeli’yi ve A Takımını ele geçirdiğini varsayalım. Bundan sonra yapılacak hangi eylem ve söylemler, ülke seçmeninin “işin içinde bir iş olduğunu, Bahçeli ve arkadaşlarının doğal davranmadığını, orada neler olduğu?” şeklinde düşünmesine yol açabilir?

Eylemler:

-          Cumhurbaşkanını ziyaret edip, çıkışta bu tarz temasları, çok yararlı bulduğunu beyan ettiğinde,

-          Bahçeli, yoğun bir yurt dışı programı açıklayarak dış temaslara başladığında,

-          İlk yurt dışı gezisinin dönüşünde yapacağı basın toplantısında Türkiye’ye dışarıdan bakmanın vizyonunu geliştirdiğini ifade ettiğinde,

-          HDP parti bürokrasisinin tepesindeki yöneticilerle görüşmeler yapmaya başladığında,

-          Hiç yazılı basın bildirisi vermeyip basın toplantılarını şifahi yapmaya başladığında,

Söylemler:

-          17/25 Aralık ile MİT tırlarının aranması operasyonlarında Paralel Yapıya verdiği destekten dolayı pişmanım, görmediğim halde –maalesef- iddia ederek iftiralara alet oldum ancak tövbe ettim, değiştim.

-          Başkanlık Sistemi, Türk Milletinin tarihsel tecrübesine en uygun ve en ideal bir yönetim sistemidir. Tarihimizden çıkardığım sonuç budur.

-          Mevcut anayasa, bir darbe ürünü olarak Milletimizin bugünkü ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. Parti olarak Parlamento çatısı altında oluşacak Anayasa Hazırlama Komisyonuna gerekli tüm desteği vereceğiz.

-          Türkiye’nin iktidarına talibiz.

-          Türkiye’yi ileriye taşıyacak her oluşumda MHP’nin misyonu, uzlaşma olacaktır. Bu kapsamda, 7 Haziran sonrası izlediğimiz uzlaşmaz politikadan dolayı tüm seçmenlerden özür diliyorum.

-          Çözüm sürecinin içindeyken parti olarak hiçbir olumlu katkı vermediğimiz gibi sürekli süreç aleyhine konuşarak Hükümet üzerindeki denetim yetkimizi kullanmadık.

-          Davutoğlu’nun nerede olduğunu söyle sana nerede olacağımızı söyleyeyim politikasını terk ettik.

-          Türkiye Ekonomisinin gelişmesi ve gelir dağılımının iyileşmesi için formüller bulduk.

YORUM : MHP liderinin ne kadar çok konuda beklentilerin tersine, olumsuz tavır takındığı stratejisini  şimdi daha net görüyoruz: Bütün varlığını karşıtına endeksleyip eleştiri üzerinden söylem inşa etmek, sürekli geçmişte yaşıyor olmak ve geleceğe ilişkin özgün hiçbir şey ifade etmemek. Gerçeklere destek vermenin taban erozyonuna neden olacağı kaygısı, kendisi gibi olmayı daha ne kadar bir süre engelleyebilir, erteleyebilir? Daha ne kadar bir süre, parti çıkarları, ülke çıkarlarının önünde tutularak sistemin çalışmasını engelleyecek olan seçenek, tercih edilebilir? Geçmişin duygusallığı üzerinden bu partide kimlik kazanmış olan seçmenler, yarınki Türkiye’nin beklentilerini karşılamada MHP adresinin yeterli olmadığını görmekte ancak eleştirdikleri ataerkil (bizden) olanın tercih edilmesi sonucunda vekaletlerini, toplumun tamamını ilgilendiren sadaka kutusuna değil kendi küçük kumbaralarına atmaktadırlar. 
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
HDP
Ajan Ekibinin, HDP’ye yönelerek başkan eşbaşkan ayrımı göz etmeden bulduğu parti yetkililerini etkisiz hale getirdiklerini ve yerlerine geçtiklerini varsayalım. Yeni ekibin yapıp ettikleri ile söylemeye başladıkları hangi hususlar, vatandaş nezdinde “yahu, neler oluyor? Bunlarda bir şey var. Hiç böyle yapmazlardı. Hayırdır inşallah?” sorularıyla birlikte yurdum insanı nezdinde “bunların başına taş mı düştü? Yerlerine birileri mi geçti?” yorumlarına vesile olur?

Eylemler:

-          Cumhurbaşkanından randevu isterler, çıkışta görüşmenin çok yararlı olduğunu ve bu tarz görüşmeleri yine yapacaklarını, hatta rutine bağlayacaklarını açıklarlar.

-          Demirtaş, parti olarak terör örgütünün silah bırakmamasını kınadıklarını ve milletvekillerinin silah bırakma konusunda sonuç alıncaya kadar, Ankara’da açlık grevi yapma kararında olduklarını açıklar.

-          HDP eşbaşkanları, terörün durmamasını gerekçe göstererek istifa ederler.

-          HDP milletvekilleri, üzgün bir şekilde şehit cenazelerine katılmaya başlar.

-          HDP milletvekilleri, MHP’yi ziyaret etmek için girişimde bulunurlar.

Söylemler:

-          Terör örgütü, silahlarını ısrarla bırakmamakla yanlış yapmaktadır. Biz, kukla değiliz. Bizi kuran irade, bizi dinlemeyecekse bu işi sürdürmenin bir anlamı yok. İstifa ederiz. Şiddetin her türlüsünü ret ediyoruz. Örgüt, derhal tek taraflı olarak silah bırakmalı, silahlarını betona gömmelidir.

-          Bir an önce Anayasa değişikliği yapmak ve yönetimi etkin hale getirmek için Başkanlık Sistemine geçişi sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Biz parti olarak Hükümete bu konularda gerekli tüm desteği vereceğiz.

-          Türkiye’de Kürt Sorunu dışında da sorunlar olduğunu biliyoruz. Onlardan biri olan cari açık, Türkiye Ekonomisini kırılgan hale getirmektedir. Ekonomi politikalarına ilişkin eleştiri ve görüşlerimiz, şunlardır…

-          Doğu ve güneydoğu’da işçilik üzerinden alınan gelir vergisinin beş yıl boyunca sıfırlanması, bölge ekonomisini olumlu etkiler. Hükümeti, uygulama yapmaya davet ediyoruz.

-          Biz, arkamızı halka dayadık.

-          Türkiye’nin iktidarına talibiz.

-          Ermeni Soykırımı olmamıştır; olan biten, zulme uğrayan yol güzergahı üzerindeki Kürt halkının saldırısından ibarettir.

YORUM : HDP Eşbaşkanları, terör örgütüne sözü ile tesir edememekte, örgütün faaliyetlerini kınayamamakta, örgütün kendilerini ve partiyi kuyruk gibi, kukla gibi kullanmasına izin vermektedir. Parti ve yetkililerinin düşünce dünyası da terör örgütünün izin verdiği çapta olup Kürt sorunundan ibarettir. Partinin bunun dışında ülke sorunlarına dair bir çalışması yoktur. Zaten partinin iktidar olmak gibi bir amacı da bulunmamaktadır. Bütün bunlara rağmen halkın partiyi kendisinin sanıp sahiplenmesi ironik bir durum olmakla birlikte sonuç olarak kendi bileceği bir iştir. Zira Parti, terör örgütünü temsil etmek ve örgütün ihtiyaçlarını gidermek üzere kurulmuştur. Nitekim diğer Kürt etnisitesine sahip partiler, örgüt desteğinden yoksun oldukları için önemsenecek miktarda oy alamamaktadırlar.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...