9 Ağustos 2023 Çarşamba

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç duydu. Bu durum hamilerin de işine geldi zira fani varlıklarını ölümsüz kılmanın kimseye zararı olmayan, görece düşük maliyetli bir yolunu bulmuşlardı. Sultan, devlet yetkilisi, dini otorite derken çağdaş zamanlarda şirket ve vakıflar da bu işe el attılar. 1960'larda ABD menşeili Bell Laboratuarları, ortada doğru düzgün bilgisayar yokken dijital sanat çalışmalarının doğuşunda küvez işlevi gördü, sanat üretimlerine kaynaklarını tahsis etti. Sanatın toplumu ve algılarını değiştirme gücünü fark edeli epey olmuştu, çünkü. Disney'in bir kaç gündür konuşulan Türkiye'ye, Türk toplumuna ve Atatürk'ün hatırasına saygısızlık olarak niteleyebileceğimiz tutumuna yerli sanat ve kimi siyaset çevrelerinden anlamlı ve yeterli tepkilerin gelmiyor oluşunu hamilik bağlamında değerlendirmek uygun olacaktır. Türkiye'de populer kültür sanatçısı diyebileceğimiz kitlenin ağırlıklı olarak hamisi, Belediyeler üzerinden CHP ile İstanbul sermayesinin kurucusu ve sponsoru olduğu vakıflardır. Dijital platformların gelişmesi, eğlence sektöründe konuşlanmış yabancı sermayeyi de hamiler arasına soktu. PKK'nın gerek terör örgütü olmak hasebiyle kategorik olarak gerekse etkinlik gösterdiği dönemlerde bir çok sanatçı tarafından görmezden gelinmesini üç faktöre bağlamak mümkün. Birincisi ABD ve Avrupa Birliğinde örgütün gayriresmi himaye görmesi, bu çevrelerin husumetini çekmeme kaygısı; ikincisi hedef kitlelerinin seküler (buna din dışı demek daha uygun olabilir) bir tabana dayanması ve bu kitlenin terör örgütüyle sempati ilişkisine dair bir tefrik yapılmasının pratik zorlukları karşısında herkese örgüt muhibbi olarak kabul etme eğilimi (müşteriyi küstürmeyelim), üçüncüsü de yazılı ve görsel medyada konuşlanmış, yazı ve demeçleriyle eğlence sektörünü etkileme gücüne sahip gazeteci ve televizyoncular... Türkiye'de dindarlar kültür üretemiyor. Bunu tarihsel açıdan geldiğimiz erezyon coğrafyasına bağlayabiliriz. Kitlesel kültürel üretimlerin oluşması için henüz yeterli zihinsel iklim oluşmadı. Böyle bir arz olsa onu karşılayacak, finanse edecek bir talebin varlığından söz edemeyiz. Olan ne peki? Hamilik kurumunun çalışmadığı bir yapıda derdi olan toplumdan bir karşılık beklemeden bedeline katlanıp üretiyor. Üreticisi olduğumuz şeylerin tüketicisi de oluruz. Bu çalışmalar, uzun vadede semeresini verir. Daha Azını Gör

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Kılıçdaroğlu, 5 Mayıs 2023 tarihinde aşağıdaki videoyu çekerek iktidara gelir gelmez en düşük memur maaşını asgari ücretin 2,5 katına yani 21.265 TL'ye çıkaracağı vaadinde bulundu. Bundan altı gün sonra 11 Mayıs 2023 tarihinde Tayyip Bey, Hak-İş genel kurulunda yaptığı konuşmada en düşük memur maaşını 22 bin TL'ye çıkaracaklarının sözünü verdi. Memur maaş artış oranı, Kılıçdaroğlu'nun ön açması ile mecbur kalınmış bir seçim vaadi olarak hayat bulmuştur. Nitekim bunca emeğe, bunca esere, bunca bağımsız politika izlenmesine karşın seçimlerin %52 ile alınmış olması, memur maaşı seçim vaadinin yapılmamış olması halinde bambaşka bir Türkiye'ye uyanacağımızı gösteriyor. Bekara olmayan eşini boşaması kolay gelir. Meşru bir seçimle iktidarını tazelemiş olan Erdoğan'ın kabinesini henüz yenilemiş olması nedeniyle Bakanların toplumca tanınmaması, kamuoyunun iktidar politikaları hakkında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından zamanında ve yeterince bilgilendirilmemesi, hatta Bakanların yorum (bilgi değil) amaçlı bilgilendirme aracı olarak kısmen twitterı kullanılmış olmaları, medya, gazeteci ve sosyal medya fenomenlerinin emekli maaş artışı konusunda çapraz karşılaştırmalar yaparak emekli beklentilerini diri tutması gibi nedenler toplumun bozulan ekonomik dengeler karşısındaki ümidini her geçen gün biraz daha yitirmesine neden oluyor. Bu iletiyi neden yazdım? Bir kişi de çıkıp tarihi süreç içinde memur maaşlarının neden 22 bin TL'ye çıkarıldığını, meselenin enflasyonla, memurun iktisaden korunmasıyla ilgili olmadığını söylemeyecek mi? Bunu yapmış oldum. Bilmek iyidir, bilelim ki, taleplerimiz iç tutarlılık taşısın. Yoksa karanlığa küfür etmek kimseye iyi gelmiyor anca duyanı zehirliyor.
https://www.youtube.com/watch?v=PvcN-skD2aI&ab_channel=Habert%C3%BCrkTV

17 Mayıs 2023 Çarşamba

Kararlarımız ve biz

Her ne kadar öyle değilmiş gibi davransak ta kararlarımızın önemli bir kısmı bilgi değil duygu temellidir. Böyle olunca da çoğu zaman bir inat uğruna hatadan dönmek yerine kutumuza gitmeyi tercih ederiz. Tayyip Bey, liberal ekonomik düzende devletin fiyatlara müdehale edemeyeceğini, hukukun buna müsaade etmediğini biliyor. Vatandaş, yöneticilerinden masalsı bir imge olarak adil bir hükümdarın her işe burnunu sokan anlayışına eşdeğerde hizmet beklerken hukuk düzenini uygulamakla mükellef olan Ticaret Bakanlığı yetkilileri, ürün içeriklerini, evrak düzenini, ürünlerin saklama koşullarını ve ambalaj hasarlarını kontrol etmekle sınırlı bir görevi ifa ediyor, usulsüz bir durum varsa denetledikleri işyerine ceza yazıyorlar. Vatandaş, devlet görevlilerinin hukuk, hatta hukuksuzluk dahil her türlü kamu imkanını kullanarak fiyat artışlarını durdurmasını istiyor ancak devlet, vatandaşın istediğini yapıyor görüntüsü vererek ceza kanununda keyfi zam yapmak diye bir suç bulunmadığından rejimin imkanları çerçevesinde hareket ediyor, dolayısı ile fiyat artışlarını engelleyemiyor. Liberal sistem, piyasalardaki düzensizliklerin devletin müdehalesi olmaksızın doğrudan piyasa aktörlerinin davranışlarıyla çözüleceğini öngörüyor. Demokrasinin liberal sistemin rejimi olması boşuna değil. Bireylere toplumdan daha fazla önem verilir bu sistemde. Lgbtye bireysel tercih olarak bakar, aile, soy sop ne olacakla ilgilenmez liberaller. Mavi hapı yutmuş, kendi yaratıcılığını öldürmüş Batılı iktisatçıların güdümündeki uzmanlarımız, muhalif takıldıkları için olan biteni iş bilmezlikle izah etse de tüm söylemleri, cehaletin bu kadarının ancak eğitimle mümkün olacağı kuralının işlediğini gösteriyor. Yazı, yazarı ele geçirip kendini inşa ediyor. 🙂 Affınıza mağruren; son bir hamle ile kontrolü ele geçirip yazıyı bağlayayım: Tayyip Bey, fiyatların yükselmesi karşısında süreci durduracak klasik hamle olan ücretleri dondurma stratejisi izlemiyor zira Mayıs ayında kritik bir seçim var. Peki ne yapıyor? Ücretleri mütemadiyen yükselterek mavi hapçıların ezberini bozan, hayal bile edemedikleri şeyi yapıyor. Bu politika gerçekte problemi çözmez, ancak öteler. Sistem içi gerçek çözüm, vatandaşın fiyat artışları konusunda sorumluluk alması, kendi talebini yönetmesi ile sağlanır. Allah'ın yönlendirmesi karşısında Yahudilerin Hz. Musa'ya 'sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız' demeleri gibi ekonomik uygunsuzlukların toplumu müdahil etmeden devlet marifeti ile çözüme ulaştırılması fikri, lambadan çıkan cine iş buyurmaktan farksız, çocuksu, masalsı ve dolayısı ile duygusal niteliklidir. Her kuşun eti yenmeyeceği gibi şekil 1A da görüldüğü gibi her yazı da dört başı mamur bir erkan içinde efendice bitmez, bitmiyor yani...

Seçim Beyannamesi

Tayyip Beyin açıkladığı seçim beyannamesinde muhalefetin elinde ya da dilindeki kimi söylemlerini kullanmış olmasından hayal kırıklığına uğramış gazetecilerin, demokrasi rejiminin muhalefete yüklediği misyonu kavramaktan çok uzak kimseler olduğu anlaşılıyor. Evet, muhalefetin misyonu şikayet etmek yerine eleştirdiği konuyu nasıl ikame edeceğini açıklamaktır. İşlevsel ve toplum yararına olan budur. Ancak Özal'ın, 80'li yıllar boyunca sol gelenekten gelen Birikim Dergi grubunun seslendirdiği bazı siyasi düşünceleri kendi görüşü olarak hayata geçirmesi, muhalif gelenek için mutsuzluk kaynağı olmuş, küsmüşler ve ilerleyen yıllarda düşünce üretimlerini sistematik bir bütünlük içinde yapma iştahını sönümlendirmişti. Şimdi yalnız bir alanda bulunan dar bir konuya ilişkin öneri getiriyor ancak bu değişimin başka alanlardaki etkilerini, örneğin finansman biçimine dair hiç bir şey söylemiyor ya da gramatik açıdan cümle zannettiğimiz; içi boş, söyleyeni aptal konumuna düşüren "128 milyar nerede?" türünden sorularla çok bilmiş algısı uyandırmaya çalışıyorlar. Bu yöntemlerin işe yaramadığını kimse iddia edemez. Tam da bu yöntemle, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya ve başka pek çok şehir, Belediye Başkanlıklarını iki slogan, üç beş afişteki, kerameti kendinden menkul beyan karşılığı; topluma umut veren bir gelecek perspektifi sunmayan kişilere tahsis etmişti. Hep derim ya Dede Korkut'un çocuğa isim vermek için bir performansını görme geleneği sürseydi, koca koca adamlar adsız kalırlardı. Vehimlerle, duygusal kararlarla 100 TL borç vermeyecek insanlar, kentin 5 yıllığına yönetim hakkını güle oynaya adsız, kimliksiz insanlara verdiler. Bir çoğu kişisel bir bedel ödemedikleri için olsa gerek aldıkları bu hatalı kararın da arkasında duruyorlar.

Kadim Hint Tıbbı olan Ayurvedik beslenmenin ana prensipleri

• Günün en kuvvetli öğünü mutlaka öğle yemeği olmalı. • Açlık hissetmeden yemek yenilmemeli. • Herhangi bir hastalığınız yoksa üç öğün arasında su hariç kesinlikle hiçbir gıda tüketilmemeli. • Ana öğünler arasında mutlaka 5 saat olmalı ve akşam yemeği en geç 19.00-20.00 saatlerinde yenilmiş olmalı. • Ağır ve yağlı yiyecekler 10.00-18.00 arasında yenilmeli. • Yemekten yarım saat önce ve sonra ve de yemek esnasında kesinlikle sıvı tüketilmemeli. (Ebru Şinik'ten alıntıdır.)

Babala tv'de bir garip Muharrem İnce

Muharrem İnce'nin Babala TV'deki performansına gelen seyirci tepkileri hakkında bir şeyler söyleme ihtiyacı hissettim. Bunlar ağırlıklı olarak 20 ila 50 yaş arası insanlar. İnce ile muhatap olduklarında mevzuyu kişiselleştirdikleri ve söz üzerinden İnce'yi rencide etmeye dönük kışkırtmalarda bulunduklarını gözlemledim. İnce bu kitle ile arasında yaş farkı olduğunu kabul ederek onların abileri olduğunu söylüyor ama yaşını sorduğu ve 'senin yaşında gelinim var benim' dediği izleyicilerden 'kadınların yaşı sorulmaz' ve 'ben yaşımı söylediğimi hatırlamıyorum' gibi tepkiler alıyor. Kitle, ısrarla empati kurmayıp iftiralar karşısında doğal olarak öfkelenen İnce'nin davranışını yadırgayıp yargılıyor ve Kılıçdaroğlu gibi sakin kalamamasını eleştiriyor. Psikolojide kesin inançlılar denilen grup psikolojisini yansıttıklarını görüyoruz. Bunlar bir karar vermişler ve muhataplarının da o karara uygun bir itirafta bulunmasını bekliyorlar. Getirilen bütün açıklamalara kapalılar. Bir de yeni mezun bir stajyer doktorun; maaş, çalışma saatleri, hasta yakınlarının davranışları gibi gerekçelerle ülkemizi terk etmek isteğini meşrulaştırmak üzere İnce'ye yönelttiği bir soru var. İnce bu soruya 'siz giderseniz orman yangınlarını kim söndürecek' minvalinde bir cevap verdi. Cevabının sonunda da populizm yapacak ya; bu genç hödüğün akıllı ve kaygılarında haklı olduğunu ifade etti. Milletin vergileriyle okuyup meslek sahibi olmuş insanların tam toplumdan aldıkları kaynakları hizmet yolu ile iade etme aşamasına geçmek üzereyken cari kültürün bir parçası değillermiş gibi nankörlük ve küstahlık içeren söylemlerle aşağılık komplekslerini gidermek, Avrupa'da bulunduklarını varsaydığı 'üstün insanlara' hizmet etmek ve onaylarını almak üzere ülkemizi terki diyar etmek istemeleri hususuna alkış tutmanın İnce'ye pek bir yakıştığı kanaatindeyim. Birbirine gaz veren, kerameti kendinden menkul bu kitle, 14 Mayıs gecesi iflah olmaz bir çağa girecek, inşallah. Oh olsun meselesi değil, neyin hakkımızda hayırlı olacağını Allah bilir.

Kira artış oranlarına müdehale ve liberal sistem

Adalet Bakanı Bozdağ'ın seçimlerden sonra yapılacak düzenlemelerden birinin kira artışına hapis cezası getirmek olduğunu söylemesi, siyasetçinin toplum beklentilerine uygun pozisyon alması dışında ne anlama geliyor? İçinde bulunduğumuz liberal sistem, devletin ekonomik konularda düzenleyici olmak gibi meşruiyetinin getirdiği en temel nitelikli bir göreve bile itiraz edip sınırlama getirirken uzlaşma mekanizmasının çalışmadığı kiracı mal sahibi ilişkilerine devletin nasıl olup da hürriyeti tahdit edici bir açılım getirebileceği, hukukun bunu nasıl teminat altına alabileceği konuları, bize işin aslının böyle olmadığını anlatmak bakımından yeterli bir çerçeve sunuyor. Siyasetçi seçime kadar kazasız belasız ulaşma derdinde haklı olarak. Populizm hiç bu kadar haklı yere yapılmış olamaz. Seçmen; devleti, lambayı ovuşturduğunda ortaya çıkan bir çeşit cin zannettikçe kendi sorumluluğunu almaktan kaçınıyor, olduk olmadık konularda sürekli devlete yetki devrediyor. "Al bunu da sen yap, şunu da sen öde... Ben yalnızca seçimlerde sana oy vereyim sonra sen benim kuklam ol, ben senin sahibin olayım. Sen bana hizmeti Hakka hizmet olarak gör ama ben hizmet aldığım polise, sağlıkçıya, öğretmen, belediye görevlisi gibi kamu görevlilerine saygıda kusur edersem, üstünde durma... Siyaset, 2023 koşullarında Türkiye cari kültürü neyi gerektiriyorsa topluma onu vermek yerine örneğin 2071 koşullarına uygun daha elit bir davranış mı geliştirmelidir? Aptal bir soruya kim muhatap olmak ister?

Togg ve çağrışımları

Gazeteci İsmail Saymaz'ın Togg üzerinden söylediklerinin iki odağı bulunuyor: Birincisi "nedir bu goy goy? İlk kez mi araba görüyorsunuz? Çingenenin oğlu olmuş, tutmuş çükünü koparmış halleri?" ifadesiyle özetleyeceğimiz, araç olarak Togg'un yansıtıldığı şekliyle hava (atma) taşıtı değil de sıradan bir kara taşıtı olduğu iddiası... Diğeri ise iktidarın Togg'u diyar diyar sergiletip 'bunu ben yaptım' demek suretiyle kendi reklamını yaptığı ancak gerçekte bunun bir devlet projesi olduğu, iktidarın bu tanıtımdan kendine hisse çıkarmasının bir haddi aşma hatta yakışıksız bir iş olduğu konusudur. Benzer bir durumu Rahmetli Erbakan, 1996'da iktidar olduklarında kamu ücretlerinde %100'ler civarında bir iyileşme yapıp, sonra da yaptığını vesile bulduğu ortamlarda yeniden ifade ederek halka anlatmaya çalışması sırasında bir kuvvet komutanının Başbakanın bu tavrından duyduğu rahatsızlığı, "benim maaşımı Erbakan vermiyor" şeklinde bir tepki vermesinde yaşamıştı. Bir çeşit, "ne anlatıyorsun, bu senin görevin" küçümsemesi hallerine muhatap olan Erbakan, mateessüf bu gerzek ifadeye cevap vermemeyi tercih etmişti. Öyle değildi tabi. Risk almış, olağan üstü işler yapmışsın. Siyaset yapıyorsan, mevzunun bilinmesi için anlatman, defalarca anlatman gerekiyor. Halk on kişi değil ki, bir anlatışta herkesin anladığına hükmedelim. Şimdi de durum böyle. Togg iddia edildiği gibi bir devlet projesi değildir. Zaten Türkiye'nin bilinen en meşhur devlet projesinin birincisi İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş ise ikincisi Kemalizm'dir. Nasıl ki, birinci köprü, Demirel'in, ikinci köprü Özal'ın, GAP bu ikisinin ortak projesi ise üçüncü köprü, Çanakkale ve Osmangazi köprüleri, Togg, savunma sanayi projeleri v.b. Tayyip Erdoğan'ın projeleridir. Bu projeler, hayatın olağan akışında Cumhuriyet müesses nizamının projelendirip finansman ve yürütümünü sağladığı projeler değildir. Zira icraat sistemi böyle işlemez. Togg da ömrü 21 yıldır süren ve iktidarının devam vizesi için 14 Mayıs'ta sandıktan çıkacak iradeyi bekleyen bir Erdoğan projesidir. Bilenler bilir; toprak, sermaye, emek ve teknolojinin ortada Girişimci yoksa kimseye bir faydası da yoktur. Ancak bir girişimcinin himayesinde bu kaynaklar, bir mal ya da hizmetin üretimi için araya getirerek anlamlı bir ürüne dönüştürülür. Girişimci yoksa ürün de yoktur. Tayyip Bey, yığından mamul üreten başarılı bir girişimci, AkParti de bu faaliyetin kurumsal muhatabıdır. "Bu bir devlet projesidir, Kim olsa yapar ya da kamu kaynakları kullanarak yapıyorsunuz" ifadeleri, bu kutsal çabayı değersizleştirmeye çalışan haset yüklü, husumet içeren kifayetsiz muhteris kişilerin beyanlarıdır. Vermek istedikleri asıl mesaj; her ne iyi olursa devletten, kötü olursa AkPartiden, Erdoğan'dandır. Hadi oradan ötekileştirmesinin en yakışacağı şerefsiz grubu işte bu itikat sahipleridir. Togg'un sıradan bir kara taşıtı olmadığını, Cumhuriyetin eğitim vermek suretiyle imal ettiği el ve zihin gücünün ortaya koyduğu en son ve somut bir ürün olduğunu, zamanın ruhunu en iyi bir şekilde yansıttığını anlamadığını söylemleriyle izhar eden zihin, aynı anda ne kadar çok değeri inkar edebiliyor?

Ne antitezi birader, sen kendine yer açıyorsun.

Bu seçimi özgül kılan bir başka husus da internette yayınlanan seçmen ropörtajları olsa gerek... 20-22 yaşlarında kendini Kürt olarak tanımlayan bir delikanlı, MHP gibi ırkçı bir partiye mi oy vereyim diyor. MHP'nin kendi içinde bir koalisyon olduğu 70'li yıllarda kendilerine Türkçü diyen, İslamiyet öncesi etnik birikimi bugüne taşımak isteyen, İslama karşıt, islami olan herşeyi Arapçılıkla itham eden marjinal bir kitlenin varlığını biliyoruz. Türkeş'in tercihini, üç hilal ve Türk İslam sentezinden yana koymasını müteakip bu insanlar Mhp'den koptular. İnternette Türkler nasıl müslüman oldu türünden bir arama yaptığınızda karşınıza çıkan aykırı tipler bu kopan grubun bugünkü temsilcileridir. Türkeş siyasi nedenlerle bu grubun kopmasını istememiş ancak parti içinde etkin olmalarının da önüne geçmişti. MHP milliyetçiliğinin etnik vurgusu zayıftır. Netice itibariyle tasfiye edilmiş olan bu marjinal grup dışında MHP'nin ırkçı, faşist vb. olduğunu iddia etmek mümkünse de öyle olduğunu ispat etmek kanaatimce imkansızdır. Pkk terör örgütünü Kürtlerin temsilcisi gören kimselerin siyaset zemininde kendilerine yer açmak için Mhp'nin karşısında konumlanmak istemelerini anlamak kolaydır. Hatta MHP yönetiminin bunların karşı kutbunda olmaktan dolayı siyasi çıkar sağladığı ve kendilerine atılan Kürt düşmanı iftirasına bilerek sessiz kaldıklarını iddia etmek bile mümkündür. Tarihi açıdan Kürt kimliğini inkar eden Kemalizmdi, MHP değil. Onun da neden böyle davrandığını anlamak için Osmanlının son yirmi yılına şöyle bir bakmak yeterli olacaktır. Bedel ödediği için saygı duyduğumuz Türk asıllı Kürtçü sosyolog İsmail Beşikçi, youtubeda yayınlanan videolarında Türkiye Kürtlerine atalarının maruz kaldığı baskıların Türk Milliyetçiliği nedeniyle yapıldığı yalanını söylüyor. Uzun lafın kısası, bize hazır sunulan her ne varsa sorgudan azade olmamalı. Son dönemlerin hoş bir sözü var: bir ürüne para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz demektir! Pazarlanıyor olmak insan haysiyeti bakımından çok incitici.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...