18 Mart 2019 Pazartesi

Yeni Zelanda'da Hristiyan Terörü mü?

Kimin elinin kimin cebinde; kimin ipinin kimin boynunda olduğunun belirsiz olduğu zamanlardayız. Böyle dönemlerde görüntüye aldanıp tepkisel karar vermek yerine kendi vicdan ve sezgilerimizi de kullanarak değerlerimize uygun çıkarımlar yapmamız doğru bir strateji olur.
PKK, El Kaide ve İşid gibi doğrudan silahlı terör yapan örgütlerin kerameti kendinden menkul bir söylem olarak -iddia ettikleri gibi- Kürtler, Müslümanlar vb. hiçbir toplumsal grubu temsil etmediklerini biliyor ve söylüyoruz. Her ne kadar Batı Medyası, dindar görünümlü olanların yaptığı teröristik eylemleri, "İslam Terörü" olarak kodlamaya çalışıyor ise de Müslüman Kamuoyunun "Terörün dini olmaz" ilkesel tutumu bu çabayı boşa çıkarmaktadır.
Yeni Zelanda'daki yaşanan terör de öyledir. Bu menfur eyleme ısrarla "Hristiyan Terörü" vurgusu yapan Müslüman çevrelerin belli ki geçmişte "İslam Terörü" nitelemesi sırasında ifade etmek isteyip te erteledikleri baskılanmış duygu/düşünceleri var. Bu sağlıklı bir yapı değil. (Eylemi genç bir Hristiyan erkeğin yapmış olması, eylemi "Genç Terörü", "Hristiyan Terörü", "Erkek Terörü" olarak nitelememiz için yeterli neden taşımaz.)
Benim endişem "Hristiyan Terörü" ifadesini toplumsal olarak kabul edersek, -Allah korusun- bir sonraki örneğin İşid eylemini müteakip hakim medyanın bunu topluma yeniden "İslam Terörü" olarak lanse etmesinin önüne nasıl, hangi argümanla geçeceğiz hususuna ilişkindir.
Buradaki sorumluluğumuzu da öngörerek Allah'ın Dininin çeşitli kirli sıfatlarla karartılmaya çalışılmasını önlemek üzere şahsımıza gelen "Temiz Dil kullanalım" önerisine karşı çıkarak "Yo hayır, çok istiyorsanız sen ve Rabbin gidin onlarla savaşın, biz burada iyiyiz (istediğimiz gibi konuşur davranırız) mı diyeceğiz?"

7 Mart 2019 Perşembe

Kaybedenler Kulübü

Nevşin Mengü; silahsız, gizli bir dedikodu örgütü olan Kırık Kalpler Kulübüne üye isimlere, DW aracılığı ile mikrofon uzatmaya devam ediyor. Bu O'nun artık varoluş amacı. Bir sakıncası da yok, elbet. Ama mikrofon uzatılana ne demeli? O, hangi ihtiyacının peşinde? Sağlıklı bir insan, neden bütün duygu ve düşüncesini 'hayrına hareket etmeyen' bir mikrofon aracılığı ile 'kusmak' istercesine coşkulu bir şekilde anlatır ki? Kimden gelecek, hangi onayın peşinde?
"Hem ekonomimiz şahlanıyor, dünya bizi kıskanıyor, dünyanın bir numaralı havaalanını yapıyoruz; hem de beka savaşı veriyor olabilir miyiz?" diyor, Akif Beki. Ne kadar zeka yüklü, akıllıca bir karşı soru değil mi? Yüzon yıl önce, örneğin 1905'te Abdülhamit iktidarını eleştiren klasik bir Jöntürk sorusu bu. 1908 sonrası malum. Ardından gelecek nedamet (pişmanlık), neyi geri getirir ki? (O günkü merakı tatmin etmek için sosyoloji ve felsefe yapmak gerekebilirdi. Bugünkü merak sahibine, o günleri referans vermek yeterli olmalı. Cehaleti yeterince finanse ettiğimiz ve cahilin sırtına dostça dokunup gülümseyerek bilgi aktardığımız devir; ilmin, ucuz ve bayağı bir meta olarak görülmesi üzerine kapandı, geride kaldı. Ümmi olan eski ve sezgisel yöntemlerle devam edebilir tabi. Asansörü kullanmak isteyenler ise okuma ve sentez yapmaya lütfen.)
Beka, Akif Beki'ye göre ölmek üzere olmak demekmiş. Öyle devam ediyor. Ölmek üzere olan devlet, bu yatırımları nasıl yaparmış? İlk düğmeyi yanlış ilikleyip kavrama yanlış anlam yüklersen gömleği ve fikrini, hatalı yapılandırmış olursun. Beka, bizim tarihi tecrübemizde parçalanma riskini ifade eder. Parçalanma, bir süreçtir. Hangi aşamasında ölüm gelir, bunu öngöremeyiz. Dolayısı ile bütün aşamalar, yaşamsal önemdedir. Ama kişisel olarak incinmişsen; kimliğinin, kişiliğinin, değerinin itibarsızlaştırıldığı kanaatindeysen, bunları sana yaptığını düşündüğün insanların tam karşısında pozisyon alman anlaşılabilir bir şeydir. Keşke şifanı, psikiyatristin vereceği iki ilaç üzerinden arasaydın da toplumun algısını sabote edecek fiillerin içinde yer almasaydın. Günün sonunda Allah'ın huzurunda amel hesabı verecek bir cinsin, bir bilincin ahfadıyız, çünkü...

Bilimsel araştırmada Hamamın yeri ve önemi

Nevşin Mengü, DW'de yayınlanan kırık kalpler kulübü serisinde şimdi de Emin Çapa'yı konuk etmiş. Şaşırtıcı olmadı.
Allah şahidimdir, izlediğim ilk videosunda bu yana Çapa hakkında olumlu hiç bir intiba edinemediğim gibi kendisini son derece de itici bulurum. Nitekim o videosunda "biz (Türkler) temiz olmayı, hamam geleneğini öne çıkarmakla övünürüz ama bak suyun kaldırma kuvvetini bizimkiler değil, Arşimet (hamamda) buldu" gibi son derece mantık dışı ve yanlış bir analoji (bir benzerlikten yararlanarak mantıksal sonuç çıkarma yöntemi) geliştirerek özgüvenimize bütün gücüyle saldırdığında en hafif tabiriyle demagoji yapıyordu.
O küçücük cümlesinde
-siz pissiniz, yıkanmazsınız,
-ancak palavra atarsınız,
-bilimsel gelişmeleri başkaları yapar gibi bir çok mesaj verirken beyaz Türklerin doldurduğu salondan alkış sesleri yükseliyordu. Al birini vur ötekine. Ancak bize ve kültürümüze saldırdıklarında; yaltaklandıkları kapital sahiplerince finanse edilir, adam yerine konulur oldukları inancındalar. Aman bizden uzak olsunlar da...
Arşimet, durgun suya (küvete) girdiğinde kafasında çözmesi gereken bir sorun vardı: tacın içinde bulunan altının homojen olup olmadığını anlamak. Yoksa suyun kaldırma kuvveti, öyle tesadüfen geliştirilmiş bir düşünce değildir. Bilim de teknoloji de tasarım da böyle gelişir. Üstünde tefekkür edersiniz. Bizim kültürümüz, durgun suda yıkanmayı reddeder. Kirli suda yıkanılır mı hiç? Dolayısı ile küvet geleneği bizim toplumumuza batılılaşma yolu ile çok yakın zamanlarda girmiş bir adettir. Kültürümüzü küvet üzerinden yargılamak ancak Çapa gibi çapsızlara yakışan bir haslet olmalıdır.
Dünya ile uyumlanma, seklülerleşme gibi davranışlar, yeni ihtiyaçların doğmasına neden olur. İslam toplumları, denge toplumlarıdır. Hırs, ihtiyaçların çokluğu, kınanmış, kerih görülmüştür bizim geleneğimizde.
Buradan devam etmek lazım ama toplum uzun yazı okumak istemiyor.
Çapa, programda ne mi demiş? Ne önemi var ki ne dediğinin. Sahibinin sesi O. Ömrümüzü birilerine cevap yetiştirmekle heba etmemiz beklenmemeli. Öyle değil mi?

1 Mart 2019 Cuma

Büyük Konstantin

İmparator Konstantin, imparator oluşunun 20. yıl törenleri için esas kutlamayı Roma'da yapmak ister. Ocak ayında (İstanbul'dan - Byzantium'dan) yola çıktığında, annesi Helena dahil, tüm ailesi onunla birliktedir. Talihsizliklerle dolu seyehat kötü başlar ve kötü devam eder. İkinci karısı Fausta kendi evlatlarının önünü açmak için tahtın adayı ve en büyük oğlu Krispus'a tuzak hazırlayarak ortadan kaldırmak ister. Bunda da başarılı olur. İmparator oğlunun eşine tecavüz iddiasına inanınca idam emrini imzalar. Ancak sonunda anne Helena, Milano'ya varıp da Krispus'un masumiyetini ispat edince bu sefer Konstantin, kendi elleriyle eşini boğarak öldürür. Ertesi gün imparatoriçenin kalp krizi geçirerek öldüğü açıklanır ve sade bir törenle gümülür.
Radi Dikici-Dört İstanbul, sh. 39-40

Hindistan Pakistan Çatışması

Hintlilerin yani Hint milletinin yaşadığımız dönemde bağımsız olarak bilinen üç devleti var: Hindistan, Pakistan ve Bengaldeş.
Ana kıta Hindistan, Müslüman lider Cinnah'ın propagandası ile önce ikiye sonra da üçe bölünmüş oldu. Cinnah, İngilizin oyununa gelmiştir. Mevdudi, bütün gücüyle bu bölünmeye itiraz ederse de başarılı olamayacaktır. Hindistan, Gaznelilerden bu yana, bin yıldır Müslüman idaresinde bir coğrafyadır. İçinde elbette Budistler, Sihler, Kadıyaniler, Cayanlar vb. Müslümanlık dışı din ve mezheplere inanan insanlar bulunmuştur, bulunacaktır. Biz, ne zamandır din kardeşliğini adaletin koyar olduk da Hindistan düşmanlığı yapar bulduk kendimizi? Hani bizim kırmızı çizgilerimiz, çiğnemeyeceğimiz değerlerimiz? ABD, Hindistan'ı ayartır, Çin, Pakistan'ı.
Bütün renklere tolorans gösteren Hindistan, sıra Keşmir'e gelince zalim olur.
Konuşarak çözülebilecek konular, büyük liderlere ihtiyaç duyar. Dünya gerçek bir siyasi krizin içinde: Lider yok. Şaka değil, elimizdekinin kıymetini bilelim.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...