26 Temmuz 2015 Pazar

Yeni Faz (Politik)

25 Temmuz cumartesi günü HDP, biri öğlen saatlerinde diğeri de akşam üzeri olmak üzere iki açıklama yaptı. Birinci açıklama, hava kuvvetlerimizin cumartesi sabaha karşı, aralarında terör örgütü merkezinin de hedef alındığı beş kampa yönelik saldırısı ile ilgiliydi. Oluşumu taraflarınca öngörülemediği, sonuçları da henüz belli olmadığından, psikiyatristlerin travma dediği "anlam vermeme" hali, metnin diline uzlaşmacı, esnek, yapıcı ve barışı talep eder bir şekilde yansımıştı. Bir çeşit, "ne vuruyorsun, oturup konuşalım" mesajı.

Akşam üstü açıklanan mesaj ile toz dumanın kendince yatıştığı, iletişim kanallarının yeniden kurulması sonucu pozisyon değiştirerek yeni bir strateji belirlendiği anlaşılıyor. Bu mesaj kamuoyuna "çok görünelim; cephemizi geniş, çoğul ve derin sansınlar" imajına atfen -burada propagandaya destek olmamak için adlarını vermeyeceğim- aynı sosyolojiye sahip, görüntüde farklı özünde aynı üç ismin (hani Meksikalılarda çoklu isim yaygındır ya, onun gibi : Zagorun yoldaşı Çikonun nüfusa kayıtlı adı, Cico Felipe Cayetone Lopez Martinez Gonzales'di.onun adındaki mantığın yarattığı çoğulluğu düşünün) imzası ile yayımlandı. Burada da ilk mesajın yumuşak dili terk edilerek risk alındığı ve söylem düzeyinde fiyakayı bozmadan tansiyonu ve stresi tırmandırmaya çalıştığı görülüyor.

Hükümet, yıllardır gösterdiği sabrı bugün terk etmiş ve harekete geçmişse; bu kendisi ve halk bakımından yeni bir faz'a geçildiğini; hiç bir şey olmamış gibi perşembe gününe dönemeyeceğimizi, HDP'nin kışkırtıcı ve yönlendirmeci söylemlerinden bağımsız olarak IŞID ve özellikle PKK'ya karşı -kısa vadede yok edeceğinden emin değilse ya da bugün yok etmesi stratejik değilse- terör örgütünü istediği noktaya çekecek her türlü kara ve hava harekatına devam etmesini, geleceğimiz açısından gerekli ve olumlu buluyorum. Allah, her düzeyde yardımcımız olsun. Âmin.

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Küfrü inadilere karşı tavır önerisi

İnsan, toplumsal bir varlıktır. Çokça tekrar edilen bu ezber sözün ifade ettiği "insanın toplumsallaşma özelliği", insanın bedenden öte ruhen de insan olma sürecinde en çok ihtiyaç duyduğu bir konuya işaret etmektedir: Şüphesiz tek başına da yaşayabilir insan, ama ancak başka birileriyle temas ettikçe kendini tanıyabilir, fikirlerini test eder, sınırlarını öğrenir. Bu süreç, insanı bizzat kendisinin yönettiği bir uyumlanma sonucu, toplumsal bir varlık yapar. Buna karşın toplum içinde yaşamakla birlikte terör yapan, terörle arasına mesafe koymayan insanlar veya insanlara kumpas kurup iftira eden, bu iftiraları yapanlara duyduğu sempati nedeniyle adalet ve ilkelerden yana değil grup aidiyetine göre iftiracıları destekleyip onlara yardım ve yataklık eden, cinayeti alışkanlık haline getiren, tecavüzcüler ya da büyük küçük ne varsa satan dolandırıcılar vb gibi hukukun ve maşeri vicdanın suç saydığı fiillerin failleri olma konusunda hiçbir tereddüt yaşamayıp doludizgin gidenleri, tanıdığı ve yaptıklarını bildiği halde bunlarla olan hukukunuzu değiştirmiyorsanız; muhatabınız, yaptığı işlem(ler)in tarafınızca "bir güzel" tolore edildiğini, henüz ilişkinizi koparacak sınıra gelmediğini düşünüp, eleştirdiğimiz tutum ve davranışlarına devam edecektir. Kanaatimce bu tavır koyuştaki her gecikme, ertelenmiş bir problemi daha da derinleştirecektir.

Yalnız paralel yapı mensupları değil, doğrudan İftirasever cemaat mensupları, PKK ve İşid gibi terörü bir araç olarak kullanmakta hiçbir sakınca görmeyen bu tip hareketlerin içinde bulunan, bunlara  sempati duyan sözüm ona, eline silah dahi almamış tüm insanların içinde bulundukları küfrü-inadi siyasetine karşı yurdum insanına yukarıdaki ilişki kesme ve yalnızlaştırma politikasını uygulamalarını öneriyorum.

Bu yalnızlaşma kendi içlerine dönmelerini ve grup içi söylemin kendini haklı ve meşru gösterme ihtiyacının bir sonucu olarak radikalleşmesini sağlayacak ve kendi sistem dengeleri, mevcut eşikten bir başka faza sıçrama yapacaktır. Bu yeni halin çok öngörülebilir olduğunu sanmıyorum. Daha ziyade biriken iç enerjiyi mekanla destekleyemezlerse artan titreşimin sistemi/bünyeyi patlatıp darma dağın edebileceğini tahmin ediyorum. Allah, her şeyi bilendir.
 

16 Temmuz 2015 Perşembe

Bir MHP ve Bahçeli Okuması

12 Eylül 1980'den önce MHP bağlantılı anıları olan insanların bugün geçmişlerinin hatırasına MHP'ye oy vermelerini, kendilerini bu partinin oluşturduğu kimlik ile ifade etmelerini anlayabiliyorum. Nasıl Özal, çağdaşı ve kendinden önce sosyal demokratların söylemlerini kendi iktidarında uygulayarak solcuları söylemsiz bırakmıştı, aynen öyle AkParti de milletimizin tarihte taşıdığı misyona sahip çıkarak buna uygun bir vizyonla hareket etmiş ve MHP'yi söylemsiz bırakmıştır. (CHP'nin hala söylemsiz bir zeminde gelişmelere göre pozisyon aldığına; özgün ve birinci el olmadığına dikkatinizi çekerim.)

MHP, 7 Haziranda (bir başka yazının konusu olacak kendinden menkul gerekçelerle) AkPartiye ceza kesmek isteyen seçmenin stepnesi olmak işlevini görmüştür. MHP'nin mevcut yapısı ve idari kadrosunun hiçbir iktidar hazırlığı yapmadığı; Türkiye'yi bırakın geleceğe, iki gün sonraya bile götürecek iddia, enerji ve motivasyonu bulunmadığı görülmektedir.

AkPartililerin MHP ile koalisyon yapmak istemeleri, MHP'nin içinde bulunduğu bu "iddiasız" durumundan istifade ederek devlet-millet hizmetine devam edebilme imkanı/fırsatı bulabileceklerini görmeleri dolayısı iledir.

Koalisyon görüşmelerinin MHP durağında Bahçeli, seçmenin HDP destekli AkParti-CHP hükümetine yol verdiği, kendilerine ise ana muhalefet misyonu yüklediğini ifade etmiştir. Bu beyanın da yer aldığı basın açıklamasının bitiminde Bahçeli,  “Partimiz bundan sonraki aşamalarda ülke çıkarına olmak kaydıyla, her türlü diyalog ve görüşmeden elbette kaçınmayacaktır.” denilerek muhtemel bir erken seçimde seçmene sorumluluktan kaçmadığı mesajını da verdiğini söyleyecek kadar da ufuk sahibidir.

Bu açıklama yazısının ardından basının bir kısmında hala, AkParti ile MHP koalisyonunun en kuvvetli koalisyon seçeneği olduğunun söyleniyor olması inanılır gibi değildir. Bahçeli’ye “kötü muamele” yapmak anlamına gelecek bu yorumların hiçbir geçerliliği yoktur.

Peki Bahçeli, MHP ve AkParti seçmeni ve partilerin bürokratik aktörleri yanısıra toplumda bu iki partiye yakın kanaat önderlerinin de desteklediği bu koalisyon formülüne neden kapılarını kapatıyor? Aşağıda linkini verdiğim yazılardan da görüleceği gibi daha önce “kendiliğimden” iki kez açıklamış olduğum gerekçeyi, ihtiyaç hissedilmesi üzerine bir kez daha -yeniden toparlayarak-ifade etmek istiyorum:

4 Haziran tarihli Duyuru Gazetesinde yayımladığım “Tarihsel Eşik- 7 Haziran Seçimleri” (1) başlıklı yazımda; MHP, SP ve BBP gibi partilerin AkParti ile ideolojik planda benzerlikleri, farklılıklarından fazla olduğundan hareketle “AkParti ile karşılaştırıldığında bu partileri özgün kılan bir husus olmadığından, AkParti’nin büyük oranda Tayyip Erdoğan’ın karizması ve iktidarı boyunca yapıp etmelerinden dolayı, çekim alanının merkezinde bulunduğu… Sürecin kendi tabanlarını AkParti’ye kaydırmasından endişe eden bu parti yöneticilerinin, mevcut kurumsal yapılarını sürdürebilmek için büyük küçük her türlü meselede (iftirasever cemaatinin güdümündeki yolsuzluk söylemleri, Bayırbucak Türkmenlerine yardımlar, çözüm süreci gibi) AkParti’ye muhalefet ederek kendi değerleri ile çelişen tavırlar geliştirdiğini, ancak buna direnemeyeceklerini, örneğin, Bayırbucak Türkmenlerine yardım etmenin hesabını soramayacaklarını, AkParti, Büyük Türkiye Vizyonunda yanlış yapmadığı sürece, bu partilerin tıpkı Numan Kurtulmuş’un Has Partisi gibi AkParti’ye katılmasını ve kalan tabanın enerjilerini AkParti hareketine yönlendirmesini, tarihi bir teamül olarak gördüğümü ifade etmiştim.

10 Haziran tarihli “Kararsız Denge”(2) başlıklı yazımda da münhasıran MHP’nin AkParti ile koalisyon seçeneğine neden olumsuz baktığını ifade etmiştim. “… Bu iki parti benzer tabana sahip, dolayısı ile zaten süreç içinde MHP’den AkParti’ye taban kayması oluyordu. MHP yönetimi, bu süreci durdurmak için olur olmaz mümkün olan tüm konularda –kendi inandığı değerlerle çelişse bile- AkParti’ye ve Cumhurbaşkanına muhalefet etmeyi bir görev bildi. Benzer partilerin kurduğu koalisyonlarda süreç, büyük partiden yana işler; küçük partinin tabanı büyük partide toplanır. Bu nedenle muhtemel bir AkParti, MHP koalisyonu, her şeyden önce bu tip sistem davranışlarını iyi bilen Bahçeli tarafından bir varlık tehdidi olarak algılanacak ve yaygın beklentinin aksine gerçekleşmeyecektir.”

Bugün olan biten de bu değil midir? Akışı izlediğimizde Bahçeli’nin kendi partisini yok oluşa götürecek bir sürece neden evet demediği ortada değil mi? Bu durumda Bahçeli’nin realistik tutumu mu, yoksa dolaylı olarak kendisinden harakiri yapmasını bekleyen romantiklerin tespit ve talepleri mi doğrudur? Bahçeli, kendini tasfiye etmeye götürecek bu süreci, koalisyon tekliflerini ret ederek geciktirebilir. Ancak MHP’nin misyonu da dahil olmak üzere önem verdiği her türlü değer, AkParti’nin bünyesinde yer aldığından MHP’nin siyasi gelişmelere bağlı olarak orta vadede tasfiye olup AkParti’yle birleşmesini kaçınılmaz buluyorum.

12 Temmuz 2015 Pazar

Srebrenitsa Katliamı

Bugün, 11 Temmuz,  Srebrenitsa katliamının yıldönümü. Her ne kadar, Birleşmiş Milletler 'de Rusya'nın veto etmesi nedeniyle Soykırım olduğu henüz hukuki olarak tescil edilmediyse de fiili olarak sekiz binin üzerinde esir statüsünde, savunmasız insan katledildi, Srebrenitsa'da.

Bu tarihi süreç içinde Türk Halkı, bu katliamın mağdurları, Aziz Boşnak halkının yanında oldu hep. Bu tutum, Boşnakların Müslüman olması, Türkiye'de ciddi bir Boşnak Göçmen topluluğunun yer alması gibi nedenlerin ötesinde başka gerekçelerle de izah edilebilir.

Türk Halkının bu tavrını, Boşnakların Müslüman olma sürecine kendi tarihsel tecrübesi içinden vesile ve şahit olması şeklinde özellikle ifade etmeliyiz. Bir de tarihsel misyonumuz olan adalet duygusunu kayıtlara geçirmeliyiz. Dolayısı ile pozisyonumuzun meşruiyeti, yalnızca dini birliktelik değil, onların İslamlaşma sürecinde sorumluluğumuz var ve onlar büyük oranda islami kimliklerinden dolayı bu soykırıma tabi tutuldular. Şüphesiz bu elim olayın failleri, dönemin insanlarıdır ve bugün o zalim insanlarla aynı etnisiteye sahip başka insanları suçlama eğiliminde/durumunda değiliz, buna hakkımız yok: Suçun şahsiliği prensipini ihlal edemeyiz.

Şu halde tarihi bir soykırımdan söz ettiğimizi de kayıtlara geçirmiş olalım. Sırp Başbakanının törenlerde protesto edilmesini yanlış bulma sebebimiz de buraya dayanıyor. Acını paylaşmaya gelen insanı suçlamak, kimsenin acısını hafifletmez, tersine ihtiyacımız olmayan hayali bir düşman yaratır. Kendimizi o düşmana endeksler, gölge boksu yaparak motivasyonumuzu geçmişe bağlamış oluruz. Bu travmanın kalıcı olmasını sağlar, depresyon kültürleşir. (Ermenilerin durumu) Kimsenin Bosna'nın güzel insanlarına, Sırpları Stebrenitza üzerinden düşman edinmeyi tavsiye etme hakkı yoktur. Onlar, Dayton Anlaşmasıyla zaten elleri kolları bağlanmış bir millettir. Bu kuşatılmışlığı yararak özgürleşmek gibi sahici bir hedefe odaklanmak yerine geçmişin sahipsiz mirasına küfür etmeyle vakit kaybetmeyi tavsiye etmek bize yakışmaz. Doğru da değildir. 


 O zaman geçmişin bu elim olayını hatırlamayı istememek mi gerekir? Hayır, asla. Tarih bize geldiğimiz yeri ve gittiğimiz yönü gösterir. Bu ve buna benzer olayların yeniden yaşanmaması için devlet ve millet düzeyinde tedbirler alınmalı ancak olayın faillerine ilişkin yargıların genelleştirilmemesine, bugüne taşınmamasına dikkat edilmelidir. Sanıldığının aksine zalimlik, Sırplara mahsus bir özellik değildir. Tarih, uygun koşullarda insanların kendi çıkarları için başka insanları gözünü kırpmadan kitlesel kıyımlara tabi tutabildiğinin örnekleri ile doludur.
Güzel, huzurlu ve mutlu bir gelecek ancak sevgi temelinde inşa edilebilir. Bu sevginin karşılıklı olması, ilişkiyi kalıcı kılar.


Şehitlerimize Allah'tan rahmet, kederi ailelerine baş sağlığı diliyorum.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...