30 Ağustos 2017 Çarşamba

Neden Müşteri oluruz?

Kadim kültürümüzün, müşteriyi velinimet olarak tanımlamasından anlıyoruz ki; müşteri olmak çok değerli bir statü. Neden öyle? Çünkü satıcı ve satıcının temsil ettiği evrenin merkezinde velinimet olmak hasebiyle müşteri var.
Bilinçaltı düzeyde hatta bazen açıkça ilgi, hürmet ve saygı görmek için makul, ucuz bir yol.
"Dünyanın en keyifli işlerinden birinin alışverişe çıkmak olduğu" sırrını bilen kadınlar, sadece satın almak için alışverişe çıkan erkekleri gördükçe mevzuyu anlamadıkları için kıs kıs gülüyor olmalılar.

30 Ağustos'un dar ve geniş anlamı

30 Ağustos, önemli bir tarih. Türkiye'de okullarda öğretildiği "arızalı" biçimiyle 30 Ağustos, Yunanlıların savaş meydanında yenilmelerini müteakip Anadolu'yu terk etmeleriyle sonuçlanan sürecin en önemli aşamasıdır. Bu okumayı arızalı kılan, gerçek düşmanı maskelemesi, onun yerine bir sübyandan canavar devşirmeye kalkma cesareti göstermesidir.
Kanaatimce dar anlamda doğru okuma şudur: 30 Ağustos, İngilizlerin büyük vaadlerle kışkırtıp aklını başından aldığı Yunan Milletinin, işgale yeltendiği Anadolu topraklarından püskürtüldüğü sürecin başlangıcını teşkil eden tarihtir.
Bugün Suriye'de ABD-PYD ittifakı olarak görülen formülün, 1920'deki karşılığı İngiltere-Yunanistan işbirliğidir ve dolayısı ile Yunanlılar, bugün "Büyük Anadolu Bozgunu" olarak andıkları tarihsel tecrübede her türlü sonucuna katlanmakla birlikte aktör olmaktan çok figüran rolündedirler.
“Arızalı okuma biçimi", yıllardır bu tarihin anlamını küçülten, gizleyen, örten bir rol oynadı. 2000’li yıllara kadar, okul müfredatında asırlardır koruyup kolladığımız, bugünkü varlığını büyük oranda Osmanlı geçmişine borçlu olan Yunanlıların 'ezeli ve ebedi düşmanımız' olduğu fikri işlendi: böylece bizim genç nesillerimiz için İngilizlerin ' bizi bitirmeye and içip sarhoş oldukları' tespiti maskelenmiş oluyordu.
İngiliz tecrübesi, suyun öteki tarafında da benzer bir işlev gördü: tarihte olan biteni farklı yorumlayarak kitlelerin hafızasını zehirleme ve Yunan Ulus Devletinin varlığının motivasyonu olarak Türkleri “ebedi düşman” görme fikrini işlediler. (Ulus Devlet, motivasyonunu düşmandan alır, otoritesini kurabilmek için düşmana ihtiyacı vardır, fiili bir düşman yoksa da uydurmak, yaratmak zorundadır.)
Dil ve din farkına rağmen hem fiziksel hem de kültürel yönden birbirine bu kadar benzeyen Türkler ve Yunanlılar gibi iki millet olur mu? Bir Türk olarak Selanik, Atina ya da Kavala sokaklarında halkın içine karışıp dolaştığınızda, bir İngiliz projesi daha en azından sizin için bitmiş olacaktır.
30 Ağustos, tarihimiz açısından bir Yunan Zaferi olmanın çok ötesinde (geniş) anlamlar taşır. 1683’te Viyana kuşatma ve bozgunu ile başlayan ve ikiyüzkırk yıl süren bir geri çekilmenin dip yaptığı ve oradan dönerek siyasi toparlanmaya yüz tuttuğu, tarihi bir eşiktir, 30 Ağustos...
Bu dönüm noktasının Başkumandanı Atatürk ile O’nun silah arkadaşlarına en içten saygılarımı sunuyorum.

29 Ağustos 2017 Salı

Girişimcilik, Kadın Girişimciliği

  1. Bingöl Valiliği ve Belediyesi, işbirliğiyle kadın emeğinin değerlendirilmesi için 18 işlik kapasiteli bir "Kadın Emek Çarşısı" inşa edip, talep toplamış ve çekiliş yaparak faaliyete geçmesini sağlamışlar.
    Ülkemizde girişimcilikle ilgili her türlü faaliyete hizmeti, misyon edinmiş bir kamu kuruluşu olan Kosgeb'in projedeki rolü, haberlere yansımamış.
    Oysa girişimcilik, özellikle de kadın girişimciliği, özel ilgi ve çalışma alanlarıdır dolayısı ile iş hayatının girişimcilikle... alakasız çeşitli merhalelerinden elde edilmiş tecrübeler üzerine bina edilemeyecek kadar kendine özgü niteliklere sahiptir.
    İyi niyet ve yeterli miktardaki kaynak (işgücü, sermaye, zaman), girişimcilik faaliyetlerinden umulan başarıyı sağlayamayacağı gibi girişimcilerin kaynaklarını heba etmek bir yana, onları motive edip yolda tutan ne varsa hepsinin yara almasına yol açarak onarılmayacak travmalara, öğrenilmiş çaresizliklere, yetersizliklere neden olabilir. Bu nedenlerle; başlatılmış bu ve benzeri projelerin başarısı, "biz açtık, siz başarın" benzeri bir söylemle, var olma ya da tutunma mücadelesi veren girişimcilerin omuzlarına bırakılmamalı, kendini topluma karşı sorumlu hisseden kamu ve özel kesimin fiili desteğinin alınması zaruri görünmektedir
    Bingöl'deki girişimin de hayırlara vesile olmasını dileyelim.
  2. http://www.bingolonline.com/Haber/GIRISIMCI-KADINLAR-IS-BASINDA-60106.html

27 Ağustos 2017 Pazar

Sahte Dindarlık

  1. Günlük hayatta çoğu zaman davranışların kökeni hakkında dini olan ile sosyolojik olan, hatta psikolojik olan karıştırılıyor. Yani dini görünümlü bir hareket, pek ala sosyolojik hatta psikolojik temelli bir motivasyonla elde edilmiş olabilir. Din burada maskeleme unsuru/fonksiyonu olarak bizzat art niyetli bir uygulayıcı tarafından katalizör olarak kullanılabilir. Genellikle Din'in toplum nazarında kendisi adına yapılanı, edileni meşrulaştırmak gibi bir özell...iği de var. Toplum, öyle kabul etmeye de yatkın. Diğer bir deyişle toplum, dindar görünümlü birinin "zekat ya da sadaka amaçlı, telefonda para toplaması" işini suistimale açık olduğundan dolayı yanlış bulmakla birlikte, bu davranışı yapanı affetmeye, kabul etmeye eğilimli bir tutum sergileyebilir. Durum böyle olunca Din'in ya da Dindar görünmenin kullanışlı bir tarafı olduğu ve hayatta 'başka hiç bir şey olamayan kimi kimliksiz insanların' hayata tutunmak üzere dindar bir görünüm edinmesini anlaşılır bulmak lazım. Bu dindarların sorunlu insanlar olduğu anlamına gelmez. Ama dindar görünümlü bazı kişilerin aslında dindarlık kisvesini kendi kişisel açmazlarını örtmek üzere kullanabileceklerini gösterir.
Uygulamada Din, kimlik edinmek için kabul beyanı dışında bir kriter listesi sunmuyor. Üstelik o beyanı, kendi kendine yapabiliyor, insanlar. Avcı derneğine bile üye olmanın bir prosedürü varken dinin prosedürü, ispat yükümlülüğünün olmaması, din ve dindar kategorisine geçişi sembol düzeyinde mümkün kılabiliyor. Dini kimliğin gereklerini takip eden, denetleyen biri de yok. İşin tabiatı böyle. Ancak kişide, dindar kimliği ile örtüşmeyen davranışlar sadır olduğ...unda (açıkta içki içmek, etrafa sataşmak vb) toplumdan "sana ve/veya taşıdığın şu sembole yakışıyor mu?" türünden kişisel kınama gelmesi mümkün, bireyselleşmenin öne çıktığı modern toplumda bunun dışında bir yaptırım da yok. Dindar olduğunu dil ile söyle, kalbini zaten bilemezler, gerisi sembollerin dünyası... İnsanlar anlar yani, sakal bırakıp takke takarsan, öngörülebilir olursun. Dindar kimliğinin kültürel kalıpları çerçevesinde değerlendirilirsin. Algısal bir dünyanın öznesi olarak herkes seni zihninde bir yere oturabilir. (En kötüsü belirsizliktir.)

İnsan, neden gerçekte dindar biri olmadığı halde kendine böyle bir görüntü verebilir: Kişinin ait olduğu ekonomik sınıf, cinsel ve etnik aidiyet ile bu kimliklere yönelik saldırı, ailesinin hikayesi (ebeveyn yokluğu, yoksunluğu, eksikliği ya da tahakkümü), yaşadığı travmalar, sosyal bir gruba ait olma ihtiyacı, iktisadi fırsat ve tehditler vb sosyopsikolojik faktörler, din(dar) bir maskenin içinde kişinin her türlü talebinin karşılayabilir. Sahte dindar için... bu kimlikte derinleşmek, geçmişten getirdiği yaraları gizleyerek çevresel uyumu sağlayacağı bir işlev görür.Işid'e itibar eden sosyolojinin, yukarıda çerçevesini çizdiğim sentetik bir dindarlıkla malül olduğu kanaatindeyim. Hayata tutunma sorunu yaşayıp kısa yoldan cennete gitmek isteyen (kesin inançlı), kendi doğrusu dışında bir gerçeklik tanımayan, şiddeti bir iletişim aracı olarak içselleştirmiş bireyler, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğini söyleyen Hz. Peygambere iman edip onun söylemlerinin etkisiyle yaşamaktan çok; hayatı, öc alma, can yakma üzerinden yaşamayı, terör estirmeyi, masum insanlara saldırmayı tercih etmiş, yaralı, problemli, hasta kişiliklerdir. Politik açıdan kendilerini İslam üzerinden tanımlamaları, üçüncü şahısların tepkilerini minimize etmek ve yeni insan kaynağı kazanmak içindir. Bunları, uzun yıllardır emperyal bir baskı altında tutulan islam kültürü, üretmemiştir. Zihinsel kodlama anlamında anaları da babaları da batılı küresel istihbarat örgütleridir.

Dindar kişilerin tüm eylemleri, dinin tezahürleri değildir, belki kişisel sosyopolitik, kültürel davranışlardır. Öte yandan dinin açıkça desteklemediği (hatta kınadığı) teröristik faaliyetleri, dini metinlerden yorum yolu ile istihraç edip (çıkarsayıp) motive olan kimi yorum sahiplerinin beyan ve eylemleri, Din'i bağlamaktan çok, sosyolojik bir probleme getirilmiş psikolojik çözümler(!) olarak değerlendirilmelidir. İşin özü, püf noktası budur. Zarf değil mazruf önemlidir.Allah'ın sabrı ve anlayışı, kulların sabır ve anlayışından farklı. Birilerinin İslam Dinini çarpıtması, tarihte ilk kez bugün yaşanmıyor. Kim ne derse desin, ilgi alanımızda olan bitene müdehale imkanımız sınırlı. Biz etki alanında kalmakla mükellefiz.

Sonuç: Gavura kızıp oruç bozacak değiliz.



17 Ağustos 2017 Perşembe

Bir Fındık Toplayıcısının Notları

  1. 1- Fındık, hedeftir, metaforik anlamda fırsattır. Fındık toplayıcısı, her yönüyle tipik bir fırsat avcısıdır.
    2- Fındık/fırsat, çoğu zaman açıkta, öyle ortada durmaz. Onu fark etmeniz gerekir. Bu hususta göz taraması yetersizdir, elle dokunarak ta arama yapmalısınız. Elle arama yapmak, yoklamak; fırsatın orada olup olmadığı kontrol etmek amacıyla araştırma yapmak, sorular sorup cevapların peşine düşmek anlamlarına gelebilir.
    3- Bir fındığı, görüntüsünden dolayı değersiz bulu...r, almaya tenezzül etmezseniz, o fırsatın sizi başka imkanlara taşımasını da önlemiş olursunuz. Tipik bir kibir ve şükürsüzlük hali olan bu tutumun zıddında hırs adını verdiğimiz düşünce kontrol kaybı yer alır.
    Fındıklar, gaful denen esnekliği yüksek, eğilebilen ince dallar üzerinde bir kaç tanesini bir araya getiren çotanaklar (culuflar) halinde sıralanırlar.
    Dikkatin operasyon yapılan gaful üzerinden ayrılmaması gerekir; başka gafullardaki fırsatlara odaklanmak dikkat dağınıklığına, verimsiz toplamalara yol açar, işlem gören gafullarda fındık kalır.
    4- Bakış Açısı: fındık çotanakının (culufunun) tespiti, tümüyle bakış açısının bir sonucudur. Fırsatları göremiyorsanız, bakış açınızı değiştirmeniz gerekir. İdeal bakış açısı, fındık yapraklarının altından gökyüzüne doğru bakmaktır. Böylece her bir yaprağın fındık çotanağını (culufunu) gölgelediğini ve altında sakladığını görmek mümkün olacaktır.
    5- Bazı culufların kendiliğinden yere düşmesi, renginin solması, toplayıcıyı, fındıkların; dolayısı ile fırsatın sıhhati konusunda yanıltabilir. Çürük zannedilir. Oysa böyle olması yalnızca bir ihtimaldir, sanıldığı gibi olmayabilir.
    6- Çotanakla (culufla) bağını zamanında koparamayan fındık tanesinin içi, çürür. Bu durum ebeveyn-çocuk bağlanmaları bakımından dikkate şayan bir durumdur. Özellikle anneler, çocuklarıyla aralarındaki bağı zayıflatmaları hususunda (çocuklarının büyümelerine uygun olarak) gerekli özeni göstermezlerse çocukların içi boş, yeteneksiz birer yetişkin olma riskler bulunur.
    7- Bir çeşit geri kazanım işlemi olan Calips, bütün fındıklıktaki tarama bitirilip fındıklar toplandıktan sonra yapılan; arta kalan, düşmüş, düşürülmüş, kaybedilmiş, görülmemiş fırsatların tespit ve geri kazanım işlemine verilen yöresel bir addır. Birilerinin bu işi yapması, elzemdir, faydalıdır.












16 Ağustos 2017 Çarşamba

Yaşlı Adamın Öyküsü

Şimdi erişkin bir kızı olduğuna aldanmayın, her başı yerde olanın kimselere anlatmadığı en az bir öyküsü vardır: Bir de oğlu vardı, küçük bir çocukken elleriyle toprağa verdiği… Aradan geçen onca zamana rağmen bu çocuğun acısı hep taze kaldı, her gördüğü çocuğa gülen gözlerle bakmasından anlardınız bunu…

Çay ocağında çalışıyordu. İnce, narin yapısına tenakuz teşkil eden kocaman elleri, ağır sanayii işçisi geçmişinin hatırası olarak çay tepsisini muhkem bir kavrayışla taşımasının sırrıydı.
Dolu bir çay tepsisiyle merdivenlere yığıldığı gün, tansiyonunun durma noktasına geldiğini öğrenecekti. Ölçülü tavırları, zaman zaman uzayan ancak nezaketten sapmayan konuşmalarıyla bu çalışkan adam, yeni taşındığımız lokalde çay ocağına bakacaktı.

Emekliydi. Emekli maaşından kesinti yapılmamasını rica etti ilk ay: Sigortasız çalışmak istiyordu. Emekli maaşından kesinti olmasın diye, kabul gördü bu isteği, kayıt dışı çalışmasına onay verildi.
Sabahları erken vakitlerde ofisi açar, havalandırır, temizler, siler, güne hazırlık yapardı. Akşamları da masaları sildikten sonra masa altlarındaki çöp kutularını büyük bir poşete boşaltır, topladığı bu çöpleri sırtına yükleyip dış kapıyı öyle kapardı. Ofis çalışanlarını çocukları gibi görürdü, isteklerine hayır diyemezdi. Ofisboy gibi davrandılar ona, yöneticisinden çalışanına… Alınmadı, yüksünmedi, yakıtı saygı olan fani bir makine olarak elinden geleni yaptı. Tarzı böyleydi. Sevdiler onu.

Zaman geçti, yönetici değişti, ama metamorfoz olarak değil, doğrudan değişti. Yeni gelen yönetici, yemek yapmasını bilip bilmediğini sordu, bulunulan mekandan taşınacakları gün yaklaşınca. Bilmiyordu.
“Hala çıkmadı mı bu adam, ne zaman çıkacak?” diyen Yöneticinin, az sonra kendisine sarılıp “sen buranın demirbaşısın.” dediğini de duydu. Şizofreniye ve mobinge alışık değildi ama bunları da tecrübe etti ahir ömründe…

Yöneticinin görevlendirmesiyle işten ayrılması gerektiğini söyleyen adamı sessizce dinledi: tazminat için hesap yapmışlar... Eşine götüreceği bir mazereti yoktu belki ama alacağı bu paranın sıcaklığına güveniyordu. Son bir kez daha yönetici çıktı ortaya. Hesapta bir yanlışlık olduğunu fark etmişti Yönetici. Yöneticilerin esaslı görevlerinden biri de adaletsizlikleri önlemektir ya… Bu, iş hayatı boyunca kedinin yakaladığı en büyük fareydi. Maaşından üç kuruş kesinti yapılmasın diye kayıt dışı çalışmak isteyenlere diyet ödetme zamanıydı… “Sen, kayıt dışı çalıştığın dönem boyunca ödemediğin kesintilerle tazminatını almış sayılırsın, ayrıca bir de tazminat alman gerekmez.” Almanlar yenilir, biz de mağlup sayılırız. Otomatikman böyledir yani… Hakkını almakta yardımını istediği bir tanıdık, yaşasaydı yöneticinin yaşında oğul sahibi olacak adama, “yöneticine benim selamını söyle, biraz daha arttırsın o rakamı” diyebildi.
Orta yol bulunmuştu. Yaşlı adama söylettiler rakamı. “Mahkemeye giderse evet daha fazla para alırdı, evet işyeri para ve itibar kaybederdi, ama eski yönetim rezil olurdu çünkü onlar bu kayıt dışılığa göz yummuşlardı.” Şimdi terazinin bir kefesinde eski yönetimin rezil olması, diğerinde yaşlı adamın yoksunluğu seçenekleri vardı. Gözleri kapalı genç bir kızın tuttuğu adalet terazisine bakıp bir seçim yapması istendi, yaşlı adamdan. Oysa hava muhalefetinin dışarıya çıkmayı engellediği soğuk kış günleri ile sıcağın etrafı kavurduğu yazın bunalımlı günlerinde, bu yaşlı adam gözünün gördüğü, aklının erdiği tüm mevcudat için seferber olur, yiyecek ve içecek ayarlardı. Peki dedi. Kapattı konuyu. Hakkını helal ettiğini de söyledi yöneticiye. Yine geleceğini, selamlaşacaklarını da ilave etti. Birini daha incitmemeyi başarmıştı.

15 Ağustos 2017 Salı

Türkiye Profiline Giriş Dersleri 2

Türkiye Cumhuriyetini Kürt etnik temelinde bölerek bir devlet kurmayı hedefleyen terör örgütü  sempatizanlarına sormak lazım: Türkiye hangi kriterlere göre etnik temelde bir Türk Devleti'dir? Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen jakoben din ve tarih anlayışı, birer Türk Milliyetçiği tezahürü müdür? Bu anlamda Kürt etnik kimliğinin bileşenlerine sivil toplum alanında kim, neden engel olmuştur? Bu sorunun içi, bu güne değin yapıldığı gibi bizzat terör örgütünün Türkiye cumhuriyeti üniversitelerinden maaş alan akademik  personelince oluşturulmuş jenerik söylemlerle doldurulmaya çalışılacaksa oradan gerçeğe ulaşan olgu kaynaklı bir yorum çıkmaz. Oradan algı temelli, emperyalist devletlerin doğu politikalarına uygun, devlet beklentili manipüle edilmiş, şizofrenik bir söylem çıkar.
Herkes aklına, fikrine, vicdanına sahip çıksın. Türkler, Anadolu coğrafyasını Türkleştirmişler, bu coğrafyanın halen var olan hiçbir etnisitesine karşı işgal/köle vb muamelesi de yapmamışlardır. Doğu ve güney Anadolu, her açıdan olduğu gibi tarihi açıdan da Türk toprağıdır. Bu söylemin de etnik temelli milliyetçilikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur; olduğu zannının kendisi, hastalıklı, rehabilitasyona ihtiyaç duyan bir bakış açısıdır. Bu konuda işbirliğine dayalı nezaketen gösterilen esneklik, güce iman etmiş muhataplarınca zafiyet olarak algılanmış ve her defasında reddedilmiştir.
Temel'in 9 tane çocuğu vardır. Fadime, " artık buna bir çözüm bulmamız lazım. Ben bundan sonra salonda yatacağım" der. Temel, "eğer faydası olacaksa bende geleyim."
Terör örgütünün söylemine ikna olanlara "bir faydası olacaksa, biz de bir devlet kuralım" diyoruz. Yanlış mı diyoruz?

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...