29 Şubat 2016 Pazartesi

Bir Putin Hikayesi

Putin, Sovyetlerin dağılması ile yoksullaşan ve başı öne eğilen Rus halkına; ekonomik refahı getiren ve yeniden bir dünya gücü olduğu duygusunu yaşatan bir lider olarak yakın zamana kadar halkı tarafından "efsane lider" itibarı gördü, sevildi...
 
1996 yılında Leningrad Belediyesindeki görevinden, Başkanın seçimi kaybetmesi üzerine ayrılan Putin, Yeltsin tarafından Hükümette önemsiz bir göreve tayin edildi. Bir yıl sonra Kremlin'de idari bir pozisyona atandıysa da bu görevde çok kalmadı ve1998'de şimdiki adı, FSB olan eskinin  KGB'sinin başına geçti. 9 Ağustos 1999'da Başbakan'dı. Yeltsin, görev süresinin dolmasına 3 ay kala, 31 Aralık 1999'da Devlet Başkanlığı görevinden ayrıldığını, yerini Putin'e bıraktığını açıkladı.

1994-96 yılları arasında yaşanan Rus-Çeçen Savaşını Çeçenler kazanmış ve fiili olarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Putin'in Başbakanlık görevine atanmasından iki gün önce (7 Ağustos 1999) Çeçenler, ünlü komutanları Şamil Basayev ile Hattap önderliğinde -hala nedeni bilinmeyen bir şekilde- komşu Dağistan'a saldırdılar. Putin'in Başbakanlığının ikinci haftasında Moskova dahil bir çok Rus kentinde 300 kişinin öldüğü, 1700 kişinin yaralandığı bombalamalar oldu. Rusya, saldırıların makul şüphelisi olarak Çeçenleri ilan etti ve Eylül ayında Çeçenistan'a girdi. Terör eylemlerinin arkasında Rus gizli servisinin olduğu hep konuşuldu. Başbakanlığa atandığında hiç tanınmayan biri olan Putin, 2. Çeçen Savaşını başlatan siyasetçi olarak bir anda Rus Halkı arasında büyük bir üne ve saygınlığa kavuştu.

Putin, 2008'e kadar, iki dönem üst üste Başkanlık görevinde bulundu.

7 Ocak 2008 tarihinde Putin'in suikaste uğrayacağı, "Rusya'nın tek adamsız ne olacağı?" senaryosuna çalışan bir Amerikalı tarafından ortaya atılınca; Mayıs 2008'de yapılan Başkanlık seçimlerinde desteklediği aday olan Medyedev, %70 oranındaki rekor oyla birinci geldi. Kendisi Başbakan sıfatıyla Rusya'yı yönetmeye devam etti.

Suriye'de Türk hava sahasını ihlal eden uçağın Putin'in izni ve hatta talimatı ile bu ihlali yaptığını iddia etmek için olayları hatırlamak ve Putin'in yukarıda örneklerini verdiğim sicilini göz önünde bulundurmak yeterli olur, kanaatindeyim.

Putin'i halkı nezdinde ayakta tutan en önemli unsurlar, 99'dan 2014'e değin artan petrol fiyatları sayesinde gelen ekonomik refah ile Rusya'nın yeniden Amerikan karşıtı dünyanın lideri olma vasfına erişmiş olmasıydı.

İki yıldır petrol fiyatları düşüyor. Ekonomist bir arka planı olmayan Putin, devleti gelirleriyle finanse edemeyecek kadar büyülttü. Gelir azalması bir yandan rezervlerini eriterek yeni bir mali krize ilişkin artık herkesin bildiği sinyalleri üretiyor diğer yandan Ukrayna, Türkiye ve Suriye maceraları ile yol açtığı yeni pozisyonlarda anlamlı, kararlı ve barışçıl bir dengeye ulaşamıyor. 2016'da Duma, 2018'de Başkanlık seçimi var. Kremlin'de kendi varlığını sorgulatmaması, sürdürülebilir kılabilmesi için Rusları, etrafının düşmanlarla çevrili olduğuna inandırması gerekiyor. Efsane Başkan'ın kepaze olması belki siyaseten çok zor, ancak fiili olarak ülkesini batağa sapladığı ve yakın bir gelecekte tasarruf edilmiş ülke kaynaklarını tüketerek acıklı bir sonla karşılaşma ihtimali çok yüksek görünüyor.

Cenk Başlamış - Rusya'nın Sırları

Şubat ayının ortalarında TRT1 Radyo'nun sabah kuşağında öğrendim, kitabın çıktığını. Cenk Başlamış'tan telefonla görüş alırken bu bilgiyi de paylaşmıştı dinleyicilerine, Hakan Bey. Notumu aldım. Kolay okunan akıcı dili ile Türk ve Rus halklarının karakterlerine ilişkin çeşitli saptamalara yer veriyor yazar. Türk-Rus ilişkileri zemininde; çoğunlukla Putin, bazen başka Rus yöneticiler bazen de sokakta ya da Rusya'da meydana gelen bir olay üzerinden anlatıyor, söyleyeceklerini. Bir Türk-Rus ilişkileri kitabı değil bu. 2015'in Kasım ayında bir Rus uçağının düşürülmesi ile başkalaşan Türk-Rus ilişkilerine de değiniyor kısaca, ancak bu değini, okuyucuyu kanaat sahibi yapmaya yeterli bir içeriğe sahip değil. Yazar, 1989-2013 yılları arası Milliyet Gazetesinin Moskova temsilcisi olarak görev yapmış, alanında yetkin bir isim. Kitabı okumuş biri olarak yazarın giriş kısmında belirttiği "Okuyucunun Rusya ve Ruslara ilişkin yeni ve ayrıntılı bilgiler öğreneceği" taahhüdünün yerine geldiğini dolayısı ile kitabı başka okurlara tavsiye edebileceğimi belirtmek isterim.

Rusya'da yaşayan yabancılar, bu ülkenin farklılığını anlatmak için "bambaşka bir dünya"der... Bütün Moskova'da taksi çağırmak için tek bir telefon numarası olduğunu ve burayı aradığınızda örneğin; bir ay sonraya gün alındığını öğreniyoruz. Müzik mağazasının önünde kuyruk olduğunu gören bir yabancı, kuyruğa girdikten sonra CD'leri taşıyan kamyon, yükünü boşalttı. Son sandık ta depoya götürüldükten sonra kuyruğa gelen bir mağaza çalışanı, kuyruktakileri uyarmış: "Biz mağaza çalışanları, bütün diskleri şu anda satın aldık, yeni fiyat, 25 dolar." Oysa gerçek fiyat, 5 dolar kadardı ve kuyrukta kimsenin sesi çıkmadı. Sh 17-18 deki yazısında benzeri başka olaylara da yer veren yazar, 1999 dan sonra bu tür olaylara pek rastlanılmadığını ifade ediyor.

Ruslar'ın esmer olanı kuşkulu bulan yaklaşımlarının yaygın olduğu ve yer yer ırkçı bir tutum sergilediğini ifade ediyor, Başlamış. Kafkasyalı nitelemesi, özellikle bu tip insanları anlatmak için kullanılıyor.

Rusların çok içtiği konusu hem tarihi hem de günümüzün bir gerçeği. Devletin içki fiyatlarına yüklenerek tüketimi azaltma çabaları, sahte içki sektörüne ve çok sayıda gıda zehirlenmesi ve ölümlere neden olmuş.

Rusların trafikteki davranışlarını çok tipik bulan yazar, çok sayıda yazıda bu konunun içini dolduran; siyasetçilerin yol kullanımı, trafik polislerinin bir şekilde sürücülerle uzlaşan performansları, sarhoş sürücülerin evlere servisi edilmesi gibi gülümseten anekdot kaleme almış durumda.

Yolda yaya olarak ilerlerken sürekli omuz tokuşturmanın alışkanlık haline geldiği bir topluluk Ruslar.

Putin, Sovyetlerin dağılması ile başı öne eğilen Rus halkına yeniden dünya gücü olduğu duygusunu hatırlatmış. Bu nedenle çok seviliyor. Putin'in şansı, Yeltsin'in son döneminde iyice düşen petrol fiyatlarının yükselerek Rusya'yı batmakta önce kurtarması sonra da refah devletine doğru götürmesi olmuş. Ancak son yıllardaki petrol fiyatlarında yeniden görülen düşüş, Kremlin'in kendini sorgulatmaması için acil gerekçeler bulmasına neden oldu. Ukrayna, Suriye ve Türkiye ile ilgili yaşanan problemleri Putin'in iktidarıyla ilgisiz bir şekilde değerlendirmek eksik olur.



27 Şubat 2016 Cumartesi

Dokunulmazlıklar

1- Terör örgütüyle mücadelenin bir parçası olarak Meclis'te temsil hakkı elde etmiş HDP'li vekillerden sorumluluklarıyla örtüşmeyecek beyan ve eylemlerde bulunanların yargılanmasına ilişkin Meclis Başkanlığına gelen taleplerden "Kobani eylem çağrısı", "Sırtını dayadığı yerlerle ilgili bilgiler veren", "aracında kurye maksatlı silah, mühimmat bulunduran", "bomba patlatarak masum insanları katleden teröristin taziyesine giden" vekillere öncelik verilerek dokunulmazlıklarının tedricen kaldırılmasının milletin hukukunu korumak bakımından yerinde olacağı kanaatindeyim.

2- Cumhurbaşkanı, 24 Şubat günü muhtarlara hitaben yaptığı konuşmada, temsil görevini kötüye kullandığı için hakkında yargılama talebi olan HDP'li vekillerin dokunulmazlıklarının en makul bir süre içinde kaldırılmasını talep etti. "Müjgan'la milleti", ağlaşmaktan çıkarıp eyleme götüren bu talebin uygulanması sırasında dikkat edilmesi gereken iki hususun altını, önemine binaen yeniden çizmek istiyorum:
Birincisi bu uygulama, terörle mücadele eylem planının siyasi ayağıdır.
İkincisi Meclis'in dokunulmazlıkları kaldırması işlemi, tek tek (tedricen) araya süre konularak yapılmalı, Meclisteki terör yandaşlarının bu faaliyeti, kendilerinin partisel anlamda tasfiyesi olarak sunmalarına zemin oluşturulmamalıdır.
Bütün bu olan bitenin tanıkları olarak kendi ve kendi gibi olanın dışında kimseyle empati kuramayan; birer psikopata dönüşmüş bu vekillerin, adalet önünde yargılanmalarını talep ediyoruz.

Tahliye Kararı

Anayasa Mahkemesinin Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili kararının 17 Şubat günü gelmesinin beklendiği haberi, 16'sında basına servis edilmişti. Haberi televizyondan öğrendikten sonra 16'sı akşamı konuya ilişkin yorum yazıp neden tahliye beklediğimi açıklamış; dikkatleri, kör göze parmak karar alan mahkeme heyetine yöneltmiştim. (Muhakeme olmak, ciddi bir iştir. Mahkeme kararları üzerinden duygusal hazlar yaşamak isteyenlerin başkaca hobiler edinmeleri tavsiye olunur.) Ancak Şubat'ın 17'si, saat 18:31'de Ankara Saldırısı oldu ve 25 Şubat tarihine kadar AYM'sinden tahliye kararı çıkmadı. Ankara Saldırısı ve ardından yaşanan gelişmeler ile AYM kararının açıklanması arasında bir erteleme ilişkisinin varlığı konusunda herhangi bir imada bulunmuyorum ancak durum budur.
Tahmin ettiğimiz gibi tahliye kararı, sempatizan medyada bağlamından çıkarılarak beraat gibi sunulurken Hükümet yanlısı medyada da beklenmeyen-yeni bir ihanet yapılmış gibi lanse edildi. Bu algı operasyonlarında, AYM'ne yapılan başvuruda "tutuksuz yargılama" talebinin yanında "basın hürriyeti kullanımı" ifadesinin de yer alması sonucu kararda da bu ifadeye atıfta bulunulmasının kafası karıştırıcı bir etkisi olduğu görülüyor.
Çıkan tahliye kararı, yerel mahkemenin yargılama yetkisini elinden almış değildir. Karar, yargılama sürerken sanıkların tutuklu kalmalarına gerek olmadığı ve gazetecilik yapabileceklerini teminat altına almaktadır. (Sanıklar hakkında kaçma şüphesine karşın yurt dışına çıkış yasağı konulduğunu da hatırlatmakta yarar var.)
Yerel mahkeme, sanıkların tutuklu yargılanmalarına karar vererek toplumda adalet duygusunu incitmiş, maduriyete yol açarak koftiden kahraman yaratmış, tutuklu gazeteci kadrosunu beslemiş, Siyasileri, Türk Devlet ve Hukukunu güç durumda bırakmıştır.
Mahkeme heyetinin, ileride başkaca bir kusura yol açmaması için HSYK tarafından soruşturulması, etüd edilmesi, kamu yararına olacaktır.

15 Şubat 2016 Pazartesi

Suriye Projeksiyonu-Mart Sonuna kadar

Rusya'nın düşen uçağının intikamını almak üzere misillemede bulunacağı beklentisi, Türk uçaklarını bir süredir Suriye hava sahasından uzak tutuyordu. Şimdi Suud uçakları devreye giriyor. Suud uçakları, İşid'i bombalarken PYD'nin alan hakimiyetini, onları da bombalamak suretiyle daraltacaktır.
 
Suudi Yönetimi, son dönemde özellikle Türkiye açısından çok önemli işler yapıyor.

2015 yılının 3. çeyreği medyasında; önümüzdeki 5 yıl içinde Suud'un devlet olarak iflas riski ile karşı karşıya kalacağı fikri işlendi. Haberin kaynağı, uluslararası bir kredi derecelendirme kuruluşuydu ve bu öngörü karşısında Suud'un harcamalarını karşılamak için ülkesi dışındaki tasarruflarını kullanmak zorunda kalacağı hususu vurgulanarak "İşbilmez Arap" imajına dönük jenerik yorumlar yapılmasına vesile oldular. Medyada "Norveç ile Suud", "Beyaz adamla çok eşli, işbilmez Arap" mukayeseleri bile yer aldı.

Aslında haber ile yatırımların bulunduğu batı merkezli finansal kuruluşlardan büyük miktarlı fon çıkışının kuşku ve güven kaybına yol açacağı öngörülerek "kimse kusura bakmasın, bu para bize şimdi lazım" algısı yaratılmış oldu. Böylelikle ülke dışı Suud plasmanlarının bağlı olduğu sözleşmelerin satışı ve bozulması ile ilgili altyapı, kimseyi ürkütmeden, barışçıl bir biçimde kurgulanmış oldu. 

2015 yılı içinde petrol fiyatlarında görülen gevşeme, aynı zamanda en büyük petrol üreticisi olan Suud'un arzını kısması ile yükselme trendine girebilecekken yukarıda bahsedilen iflas riskinin yarattığı kaygı öne sürülerek üretim düşüşünün yol açacağı gelir kaybına tahammül edilemeyeceği vurgulandı.

Şimdi Suud'un politikasına yakından bakmakta yarar var:

Suud, üretimini kasıtlı olarak düşürmeyerek petrol fiyatlarının yükselmesini engelliyor ve bu strateji ile bir yandan Rusya ve İran'ı ekonomik darboğaza iterken; diğer yandan her iki ülkenin Suriye Savaşına devam etmelerini gerilemekte olan ekonomileri açısından sürdürülemez kılmaya çalışıyor. İran'ın ne kadar ucuzlarsa ucuzlasın petrol arzını arttırıp gelir elde etmeye çalışması, halen içinde bulunduğu ekonomik kriz hakkında önemli bir fikir veriyor.

Tayyip Bey, hatırlanacağı gibi Hacc döneminde meydana gelen vinç kazasında süratle olayın büyütülmemesine ilişkin pozisyon almış, açıklamalar yapmıştı. Anlıyoruz ki, her ne kadar kamuoyunun önünde çok sayıda örneği olmamasına karşın Suud ile Türkiye arasındaki işbirliği, bir süredir stratejik boyutta bir çok potansiyel işbirliği ve koordinasyonu içinde barındırıyor:

Mart ayı içinde İslam Ordusu denilen koalisyon ordusu, Suriye'ye bir kara harekatı gerçekleştirecek. Bu gelişme, ABD destekli Rus çabalarını, Esad'ı ve PYD'nin kazanımlarını zora sokacak, Özgür Suriye Ordusu yelpazesi altındaki gruplara alan hakimiyeti sağlayacaktır.

Kara harekatı ile birlikte yeni bir dünya savaşı başlayacağı iddiası, bir öngörü olarak geçerliliğini korurken; bu savaşın konvansiyonel olmayan aktörlerin katılımıyla kurgulanacağı anlaşılıyor:

- Batı koalisyonunu oluşturan ülkeleri yöneten insanların ebeveynleri, ikinci dünya savaşının etkilerini çocuklarına aktarmış olmalılar. Bu yaşlı kuşak, ülkelerini küresel bir savaşın doğrudan tarafı yapmak istemeyeceklerdir.
- İçinde Rusya'nın da yer aldığı büyük Batı ailesi, mevcut nüfus yapısıyla ilgili yaşlanma, düşük doğum hızı gibi öznel sorunlara sahip.
- Batı, savaşta kaybedeceği genç insanların yerine yenisini ikame etmekten uzak bir potansiyelin sahibidir. Önden giden kayıpların aynı zamanda ülkenin üretken insan kaynağı da olduğu göz önüne alındığında savaş kazanılsa bile refahın sürdürülebilirliği mümkün olmayacaktır.
- Batı toplumlarında "savaşmaya gönüllü" insanların önemli bir kısmı, toplumla barış ve huzur içinde yaşama sorunu olan, ırkçı eğilimli alt kültür gruplarına ait bireylerden oluşmaktadır. Bunların sahadan şiddet tecrübesi ile ülkelerine geri dönmelerinin başkaca sosyal sorunlara yol açacağı öngörülmektedir.
- Refah seviyesi yükseldikçe, ülkesinin saldırıya uğraması gibi kişinin varlık sorunu olarak algılayacağı haller dışında; normal bireyleri saldırı amaçlı savaşlar için motive etmek mümkün değildir.

İdam Cezası

Küresel bir eğilim olarak ceza hukukunda idam cezasının kaldırılmasının nedeni, mahkemelerde suçlu bulunduğu için idam edilmiş mahkumların aradan bir zaman geçince aslında masum olduklarına dair itiraf, delil ya da bir başka nedenin ortaya çıkması dolayısıyladır.

Suçlunun, idamı gerektiren suçu işlediği bilgisi, hakim kanaat olmanın ötesinde hiç bir şüpheye ve yoruma yer bırakmayacak netlikte ise idamın uygulanması;
-fail için bedel ödeme,
-toplumsal açıdan başkalarını, benzer fiillerin tekrarından caydıran bir mesaj ve
-tarafların aileleri için de geçmişin gölgesinin geleceğe taşınmaması gibi sonuçlar doğurur.

Yerinde kullanıldığında bereketli bir iştir...

14 Şubat 2016 Pazar

Senin İçin - Cenap Şahabettin

Anlatacak bir derdi, bir fikri olup bunu kendi döneminin zaman algısına uygun bir senkronla (uyumla) tatlı tatlı ifade eden şarkılardan biri bu. İkinci dörtlük, Sadettin Kaynak tarafından bestelendi. İkisine de Allah rahmet etsin. Amin.


Sesin işler gibi bir şûh kanat gamlarıma
Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş
Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş
Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma.

Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi
Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken
Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben
Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi

Gönlüme avdet eder her unutulmuş nisan
Ne zaman gençliğini yolda hırâman görsem
Eskiden pembe dudaklarda dağılmış bûsem
Toplanır leblerime bir gece dalgın dursan

Seni zambak gibi gördükçe açık pencerede
Gül açar bahtımın evvelki hazanlık korusu
Genç eder ufkumu hülyâlarımın genç kokusu
Sorarım ak saçımın örttüğü yıllar nerede

Çehremi varsın o solgun seneler soldursun
Yeni yıldız gibi doğdukça güzel her akşam
Gençliğin böyle benimken kocamam hiç kocamam
Ruhum, ölsem bile ben, sen yaşayan ruhumsun

 

Cuma Hutbesi ve Bize Kuran Yeter Anlayışı

Diyanet'in 12 Şubat tarihli Cuma Hutbesi, başta Mustafa İslamoğlu olmak üzere İslam Dini uzmanı bazı hocaların eleştirisine neden oldu. Hutbenin konusu, "Bize Kur'an yeter" anlayışının eleştirisiydi. "Bize Kur'an yeter" yaklaşımı, Kur'an ile Hadis çeliştiğinde Kur'an'ın referans alınacağı bilgisiyle büyütülen "ortalama yurdum insanı" için çok bir mana ifade etmiyor aslında. Diyanet ise büyük resimde bu tarz çabaların geçmişte Haricilik, günümüzde de İşid, El Kaide gibi geneld...e Selefi yönelimli örgütlerin kitle kazanmasına vesile olduğunu biliyor, buna engel olmak istiyor.
Kur'an yeter diyen grubu temsil eden yazılarda hadis diye Hz. Peygamber yerine meşhur hadisçilerin; onların deyişi ile fani insanların kitaplarına itibar edildiği, dolayısı ile Kur'an'a örneğin Buharinin hadis kitabı ile ortak koşulduğu (=limited şirket vs.) ifade ediliyor. Ben komik buluyorum bu söylemi. Eleştirilerim var, burada girmiyorum.
Kişisel gözlemlerime göre akademik camiadan olmayanların çoğunluğunu oluşturduğu bir alt grup, sünnet ile hadis arasında bir ayırım da gözetmiyor. Bu grubun yazdıklarının okunup eleştirilebilmesi için bizzat kendilerinin yazma işini bir kenara koyup tüm zamanlarını öğrenmeye ayırmaları gerektiği kanaatindeyim, yine aynı şeyi yazacaklarsa. Bunu da bilemeyiz tabii. Ama onlar okumaya başlasınlar yine de. Yazdıkları, premature bile sayılamaz. Düşük niteliğinde, kavramlar oturmamış.
Kur'an'da beş vakit namaz emri bile aynı ayette geçmiyor. Hangi namazın kaç rekat kılınacağı ayetlerde tespit bağlamında belirsiz. Savaş esnasında Peygamberin imamlık yapıp cemaatine nasıl namaz kıldıracağı hususunu ben gözlerimin önüne getiremiyorum, vs. Anlaşılan vakit bolluğundan can sıkıntısı sahibi olmuş bir grup fakih, Kur'an'ı merkez alıp ilmihallerde bulunan bilgilerin üzerinden geçmek istiyorlar. Kendimizi kandırmayalım, bu durum kendilerini istihdam etmek anlamına gelir.
Tevhid Dini İslam'ın yukarıda belirttiğim türden bir yeniden yorumlanmaya ihtiyacı yok. Tekrar edeceğim, bunlar; halen üretilmiş ve ilmihal kitaplarında yazılı bulunan günlük ibadet ve ihtiyaçların helal yollardan tatmini konusundaki bilgileri yeniden üretip "alın işte, ihtiyaç giderin" demek isteyenlerin çabaları. Unutmayalım, saatlerce konuşabiliyorlar ama gölge boksu olarak adlandıracağımız; nereye tekabül ettiği belirsiz ithamların dışında; henüz ortaya geleneğin "öküzce" yorumladığı, geleneğin kitleleri yüzyıllardır batıl bir yolda tutmuş olduğu, yanlış yorumlanmış bir ayet/uygulama vs. ya da Allah'ın kendilerine ilham ettiği ümmeti felaha çıkaracak "yeni ve özgün fikirleri yok, bu arkadaşların... Israr ediyorum ama ağlamasını ve konuşmasını iyi biliyorlar...

4 Şubat 2016 Perşembe

Ajda Pekkan - Dert Bende Derman Sende


Allah'ın Vedat Yıldırımbora'ya ilham ettiği bu şarkıyı, hangi eserin içine girse kendine özgü tarzı ile parçaya değer katan büyük yorumcu Ajda Pekkan'ın sesiyle sunuyorum. Bu şarkıda ne olduğunu, ne bulduğumu bilmiyor, umursamıyorum. İçim dediğim ne varsa hüzünlü bir coşku ile akıp gidiyor, inanılmaz gibi geliyor ama kendi içime doğru tarifi ve tanımı imkansız bir hareket halindeyim. Her şeye bir anlam vermek zorunda olmayanlara, aklını sevip kalbine iman edenlere nasipli, keşifli dinlemeler...






2 Şubat 2016 Salı

Dolmabahçe Görüşmesi

Tayyip Bey'in "ta" Güney Amerikalardan "Dolmabahçe'de ne oldu" konusuna açıklık getirmek üzere beyanlarda bulunmak durumunda kalması düşündürücüdür. Arınç, aradan bir hayli zaman geçmesine rağmen Dolmabahçe'de ne olduğu, HDP'nin devletle müzakere yürüten taraf görünme arzusunun olası siyasi sonuçları gibi konularda pek tefekkür etmiş gibi görünmüyor. Ya da yapılmış bir tefekkür sonrası, geçmişi yeniden anlamlandırma ve Tayyip Bey'e gecikmiş bir bedel ödetme peşinde. Ben ilkinden yana kullanıyorum, tahmin hakkımı.

Arınç'ın kanaatimce haklı olduğu bir taraf var; o da sosyal medyada genç ve tecrubesiz siyasetçilerin kendisine yönelik sitemkar sözlerinin kamuoyu nezdinde yol açtığı maduriyet. Bu sözlerin Arınç açısından bir anlamı yok, zira Arınç'ın emeğini değerlendirecek olan Tayyip Bey'in kendisidir. Zamanında yapılmış bir teşekkür, Arınç'ı gerçek bir emekli yapabilirdi. Ne yazık, şimdi ruhu huzursuz. İncinmiş gururu/egosu şevkat bekliyor.

Beklenti Çıkmazı

Çankaya Köşkünde Davutoğlu'nun Güneydoğulu STK temsilcileri ile yaptığı 6,5 saatlik toplantıyı haberleştiren bir metin üzerinden görüyorumki, STK temsilcileri, HDP'nin sürecin içinde kalmasını istemişler ve bu hususta da masadan iyimser(!) bir izlenimle ayrılmışlar. Bu beklentinin altını çiziyorum bir zamandır. Cenerve'de PYD'yi masaya oturtmayan Hükümetten, terör örgütünün zombisi/kuklası olmaktan öte bir işlevi bulunmayan HDP'yi muhatap alması isteniyor. Korkunun yaptırdıklarına bakar mısınız?

Öte yandan Abdülkadir Selvi, Hükümetin Güneydoğu meselesi ile ilgili görüşlerini topladığı üçüncü noktada "(Hükümet) PKK terörüne teslim olduğu için HDP'ye kızgınlar. Ama HDP yok sayılarak bu sürecin sonlandırılamayacağının da farkındalar. Operasyonlar tamamlandıktan sonra HDP ile diyalog kurulabilir." diyor. İşte "aklı başında", mahallenin "yazdıkları" önemsenen bilir kişisinin yazdıkları. Böyle dostun varsa düşman niye arıyorsunki?

Bir grup akademisyenin iftira ve yalan beyan içeren bir metne imza atmasına, sanatçı sıfatının kazanımlarını Başbakanı merhametsizlikle suçlama yolunda harcayanlara, sureti haktan göründüğü halde medyada çeşitli beyanlarla devletin politikalarını sulandırıp terör örgütüne pozisyon açıp yaltaklananlara, elinde silahı ile "tamam bitti, sonuca ulaştık" komutunu bekleyen teröristlere moral veren hep aynı beklentidir. 


Dolmabahçe'de HDP'li şahısları muhatap almakta bir beis görmeyen, Cenevre'deki görüşmelere kimin katıldığının değil çıkacak sonucun önemli olduğunu vurgulayan, Hükümetin terör örgütü ve bileşenlerinin muhatap almayacağını söylemesine rağmen kendince "muhatap olacaklar" iddiasını yazarak örgütün beklenti içinde kalmasını sağlayan ve terör örgütünü zihninde istihdam eden siyasi zekası sınırlı tipler...

Reis ve Davutoğlu, müteaddit defalar terör örgütü ve bileşenlerinin yeni dönemde muhatap alınmayacağını söylemesine rağmen bu sözlerin belirleyici olacağına inanamayan beklenti sahipleri, bu yeni dönemin terör örgütünün ardından "en çok kaybedeni" olacaklardır.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...