11 Nisan 2020 Cumartesi

Salgında Ekonomi

İktisatta Fisher tarafından geliştirilmiş paranın miktar teorisine göre piyasadaki para miktarında yapılacak artışlar, benzer oranda fiyatlar genel seviyesinde (enflasyonda) artışa neden olur.
Fisher denklemi, bugünkü gibi krizlerde geçerli midir peki? Daron Acemoğlu, bunu da kitap konusu yapmadan; piyasadaki övgüleri almak üzere mütevazı Facebook köşemde konuyu meşhur fıkra ile aydınlatmaya başlayayım:
Mevsim yaz, aylardan ağustos...
Deniz kıyısında küçük bir kasaba. Yaz sezonu, ancak yağmur yağıyor ve kasaba bomboş. Herkesin birbirine borcu var ve kredi ile yaşıyorlar. Otele zengin bir Rus geliyor ve resepsiyona 100 dolar bırakıyor. Ancak odayı beğenmezse parasını alıp gideceğini söylüyor ve odaya bakmaya çıkıyor. Otel sahibi parayı alır almaz kasaba olan borcunu ödüyor. Kasap, 100 doları hemen alarak toptancıya olan borcunu vermeye gidiyor. Toptancı büyük bir sevinçle parayı alıp, kriz nedeniyle borçlandığı banka kredi hesabını ödüyor. Banka müdürü de parayı alıp aynı otele giderek oraya olan borcunu kapatıyor. Az sonra Rus müşteri odadan geri dönüyor, odayı beğenmediğini söyleyip 100 dolarını geri istiyor. Parasını geri alan Rus müşteri, kasabayı terk ediyor. Rus müşterinin bu ziyaretinden somut olarak hiç para kazanan olmuyor. Ancak kasaba, borç stresinden kurtuluyor.
Bu fıkra, Fisher'in denkleminde en önemli konu olan paranın dolaşım hızı hakkında bilgi veriyor. Fisher'in denklemi, paranın herkesin kendisinden kaçmak istediği 'kötü para' niteliğinde olması (kuyumcuların ve dövizcilerin akşamı, altın ve döviz ile kapatmaları) halinde; diğer bir deyişle paranın dolaşım hızının arttığı dönemlerde geçerli. Yaşı müsait olanlar 90'lı yıllar boyunca imkanı olan hemen herkesin döviz alıp TL'den kaçtığını çeşitli defalar gözlemlemişlerdir.
Bugün durum nedir? Bugün mal, hizmet ve para akışını sağlayan kanallar kuruduğu için paranın dolaşma hızından bahsetmek mümkün değil. Dolayısı ile dolanmayan paranın enflasyonist etkisi de olmaz. Para, özellikle harcama imkanı olmayan kesimlere transfer edilip harcamaya sevk edilebilirse ekonomik kanallara kan verilmiş olur. Finansal döngü, üretimi motive eder.
Ortam düzelince bankalarda birikecek olan bu para miktarının tahvil takası ile buharlaşması, mümkün seçeneklerden en gözde olanı, olacak.

İmamoğlunun tehdidi

Ekrem İmamoğlu, elektronik posta üzerinden bir tehdit almış.
Tehdit eden, ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla psikopat birisi. Bu durum elbette "vah vah adam hastaymış" duygusu uyandırmıyor. Kurban'a empati yapıyoruz doğal olarak.
Artan çeşitliliğiyle yabancı dizilerin yerli izleyiciler tarafından rağbet görmeye başlaması, potansiyelinde sıkıntı olan insanlarımızın suç işleme biçimleri hakkında ufuklarının açılmasına, yeni tehdit biçimlerini ekran üzerinden de olsa tecrübe etmelerine yol açıyor. Yerli psikopat, İmamoğlu'na gönderdiği tehdit mesajını "öldüreceğim kişiye önceden haber veririm" cümlesiyle bitiriyor. Ne kadar sinematografik değil mi? İlkelerim var diyor, manyak. Bu ifade bütün kurgunun öğrenilmiş olduğunu ortaya koyuyor.
İmamoğlu, haklı olarak avukatları aracılığı ile Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuyor. Böyle mesajları, önemsememek, görmezden gelmek doğru olmazdı.
Buradan bir süre sonra Müşteki avukatları, "12 gündür herhangi bir işlem yapılmadı" açıklaması yapıyor. Bunun üzerine Cumhuriyet Savcılığı da durumun öyle olmadığını; "acele iş" başlığı ile Emniyete, şüphelinin tespit edilip yakalanması talimatını verdiklerini açıklıyor.
Ankara'da yaşadığı tespit edilen T.G. gözaltına alınıyor. Bazı kaynaklarda T.G.'nin Meclis'teki azınlık bir partinin aktif üyesi olduğu bilgisi yer alıyor. (Olay netleştikçe işaret zamirleri, yerlerini isimlere terk eder elbet. Acelemiz ne?)
Eğer avukatların çıkışı olmasaydı bu yakalama işi bir süre daha sürüncemede(!) kalır mıydı? O süreç ima edildiği gibi sürünceme midir?
Neden avukatlar, hukuk sistemi içinde cevap aramak yerine araya medyayı koyarak Savcılığı açıklama yapmaya zorladılar?
Sistemin aktörleri arasında garip bir uyumsuzluk var.
İktidar, her ne olursa olsun kendi tarafını sağlama almakla mükellef. Ancak elbette maksadını aşan açıklamalar olduğunda sayın Bakan nezdinde sistemi koruyacak müdahaleler yapılmalı: Bir dönem kamu görevi yapan Fetöcülere ilişkin, "bunlar dindar insanlar, bunlardan kötülük gelmez" algısıyla hareket edip bir çok problemi görmezden geldiğimiz bilgisini öğrenmeye dönüştürerek etrafta (avukatlar dahil) maksadını aşan herkesi test etmek görevimizin bir parçası olmalı.

Salgında Dost Ateşi

Cuma gecesi saat 10 civarında açıklanan haftasonu sokağa çıkma yasağı kararı; çok sayıda insanın oruç bozup sokağa inmelerine, salgın kurallarına riayet etmeden market alışverişi yapmaları sonucuna vesile oldu.
Şimdi ertesi günün öğlen saatlerindeyiz. Bireysel olarak bütün o fütursuz davranışlara neden olan korku duygusu, yerini sağduyumuzun insafsız yargılamalarına terk etmiş durumda. (Id'den süperegoya) Şimdi sokağa çıkan herkes; kendisine, dün gece yaşadığının ne olduğu ve neden böyle davrandığını soruyor (ego anlam arıyor, karar açıklayacak) Ama tecrübemizle kabul edelim ki çok az sayıdaki insan, yanlış da olsa, öyle ya da böyle (korku, sürü psikolojisi vb.) bir karar verdiğini (tercih yaptığını) ve hatasını kabul ederek kendi sorumluluğunu aldığını ifade edecektir. Kitlenin önemli bir kısmı ise 'suçluyu' kendisi dışında arayacaktır. 'Bütün hata kızda, O kız öyle kısa giyinmeseydi, ona tecavüz eder miydim?' mantığının tekrarı. Bu söylem üzerinden yeniden aynaya baktığında gördüğünden utanç duymamak, yaptığını savunmak mümkün. Gerçekleri çarpıtarak, asıl mağdurun kendisi olduğunu ilan ederek yani.
İnsan, nasıl biri olduğunu extrem (uçlardaki) davranışları üzerinden anlayabilir. Bilinçaltının insanı hayatta tutma misyonu, ortama bağlı olarak kimi değerlerinde esneme ya da ihlallere göz yummasına neden olabilir. Korku, bilinci kapamış; tehlike geçince yapılan hata ortaya çıkmıştır.
Sosyal medya üzerinden kanaat belirten çok sayıda insan, kararın daha erken saatlerde duyurulması halinde bu paniğin yaşanmayacağını ifade ederek devlet aklını bunu öngörememekle suçladı.
Bu, erken saatte duyuru işinin mümkün olduğu ancak beklenti iddianın doğru olmadığı kanaatindeyim. Mevzu bu olmadığı için buradan devam etmek yerine; aynada kendi görüntüsünü seyretmeyi mümkün kılmak (yüzüne bakmaya yüzü kalsın) isteyen Ego'nun 'devlet daha erken söyleseydi, ben bu hatayı yapmazdım' gerekçesine sarılarak kendi dışında aradığı suçluyu bulduğu ve o yüzden korku duygusunun yerini pişmanlığa bıraktığı bu saatlerde kendi yaptıklarından dolayı nedamet getirmek yerine hala dışarıdaki birilerini suçlayanların neden pozisyon ve söylem değiştirmediklerini izah edebildiğimi umuyorum

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...