19 Ekim 2021 Salı

Büyük Türkiye

Büyük Türkiye, coğrafi bir atıftan çok, zihinsel bir algının adıdır. İnsanımızın olayları teşhis ve değerlendirme biçimleri, Büyük Türkiye bakış açısına uygun olduğunda Suriyeli muhacirle kendisi arasındaki öz birliğini görür, kaynaklarını (zaman, emek, para) seferber eder, mazlumu kendine sarılıyormuş gibi bağrına basar: 'Şevkati bir duygu olarak teneffüs eder.' Egoyu öne çıkardığımız gün, bizim de pilimiz biter, taş kesilir, bize gavurluk edene dönüşürüz, Allah korusun. İçimizdeki; savaşmaktan bitap düşmüş moralsiz insanı; motive etmek, ayağa kaldırmak için söylenmiş 'muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur" hitabını "vay ben neymişim" veya "ırkçılık lan bu!" söylemiyle karşılayan arkadaşların varlığına takılıp enerji kaybetmediğimiz müddetçe, kendi hikayemizi inşa etmeye devam edeceğiz. Kabul edelim ki, içsel problemler (iç ve dış kaynaklı terör) nedeniyle harekete geçtik, zamanı geldiği için değil. Zamanı gelmek ifadesi, gizli bir ajandaya sahip olmayı anlatmıyor; olgunlaşmayı, örnek gösterilecek kıvama gelmeyi tanımlıyor. Henüz yeterince pişmedik, içimizde çemkirmek suretiyle kendini ifade ettiğini sanan, hatta bununla caka satan hainler var. Onlar da bir vakit gelecek, içinde bulundukları kısır döngü şokunu atlatıp insan olma sürecini devam ettirecek, genel kitleye ram olacaklar, şüphesiz. Uzun vadede hepimiz ölüyüz ayrıca. Artık ölüm meleği, kimi hangi aşamada yakalarsa 🙂 Sabırsız insanlara da dönüşüyoruz bir yandan. Acele ediyoruz. Evangelistler gibi "tabii ki inanıyorum ama yine de ölmeden önce 'sonucunu' görmek istiyorum" düşüncesinden etkilenenlerimiz var, endişe edilesi... Ne tuhaf? Yaş aldıkça; 250 senedir huzur yüzü görmemiş bir toplumun çocuklarının nereden geldiklerini yeniden sorgulamaları için yaşlı insanların deneyimlerini öğrenmeye ihtiyaçları olduğu noktasına geldim. Ancak yaşını almış insanlar, kendi anne, baba ve diğer büyüklerinin anlattıklarından derledikleri ve kitapların veremeyeceği duygusallık bezeli öyküleriyle dinleyenlere tesir edebilir, onları dönüştürebilirler. Büyük Türkiye'yi vergi gelirleriyle değil, insani hassasiyetimizle inşa edebiliriz.

Anketler ve Seçmenin Manipülasyonu

Eskiden beri halkın nabzını ölçmek için anket üstüne anket yaptıran Tayyip Bey, Afrika'ya gitmek üzere havaalanında yaptığı basın toplantısında gelen bir soru üzerine anketlere inanmadığını söyledi ya; anlayış ya da kavrayış sorunu olan kimseler, bunun da kendi amaçlarına hizmet eden (korktuğu gibi yorumlanabilecek) menfi bir söylem olduğu yolunda açıklamalarla kendilerini istihdam etmeye devam ettiler. Erdoğan kategorik (koşulsuz) olarak anketleri reddettiğini açıklamadı, anketler üzerinde algı oluşturmaya dönük manipülasyona (yönlendirmeye) işaret etti. Şimdi muhalif medyaya anket sonuçları veren MetroPOLL şirketinin başkanı Özer Sencer, liderler anketinde Erdoğan'ın 4. olduğu ilk üçün Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve Meral Akşener tarafından paylaşıldığını açıkladı. Toplumun gelir seviyesi arttıkça objektif kriterlere göre ortada bir başarısı bulunmadığı için kerameti kendinden menkul (sahip olduğu nitelikleri kendisi söyleyen) insanlar sınıfından gördüğümüz kişilere teveccühün artıyor olmasını makul ve mantıklı bulmamız için bir neden söyleyin ve böylelikle sermayesi eriyen bu insana merhamet etmiş olun. Seçmenin tümüyle akılcı saiklerle tercih oluşturmadığını, hadisenin duygusal boyutları olduğunu da biliyoruz. Ancak toplumsal çoğunluğun hayatı, çekirdek çitleyip buzlu bir camın ardından seyrediyormuş gibi davrandığı bilgisine de itibar edecek değilim. Kanaatime göre algı oluşturduğunu zannedenler bu faaliyetlerine devam etsin, para kazandıkları mahreçlere, müşterilerine zaman kaybettirsinler. İlk üçte kıymet verdikleri insanlar, bir oy yarışında kolay elimine edilebilecek, belki adaylık sürecinde kolay yıpratılabilecek insanlar. Yönetim meselesinde seçmeni küçümseyenin kazanma ihtimali yoktur.

Türkiye'nin milli Geliri ve Fakirleşme edebiyatı üzerine

Şimdi kur fırladı gidiyor ya, üniversiteyi bir şekilde bitirmek dışında bir akreditasyon kriteri bulunmadığı için kendini kolayca iktisatçı olarak tanımlayan kişiler arasında Türkiye’nin döviz bazındaki büyümesi konusunda sureti haktan görünüşlü bir telaştır gidiyor... Bir yıllık mal ve hizmet üretimini ölçen GSMH, TL bazında olağanüstü büyüyor ancak döviz kurunda öyle yıkıcı bir artış var ki, bırakın üzerine koymayı zemini bile eritiyor; dolayısı ile döviz bazında küçülüyoruz. Bir zamanların 17. büyük ekonomisi bu yıl ilk 20'ye bile giremeyecek bir halde... Küçülmeden söz edenler arasında fakirleştiğimizi ifade etme cüretinde olanlar da var. Anladığım kadarıyla bu ülkede her şey olursun, ama rezil olmazsın anlayışı ile hareket edenlerin imza atmayacakları metin yok. Şimdi toparlayalım: İktisat biliminin içinden konuştuğumuza göre ülkelerin milli gelir hesaplarının ulusal para ile yapılması konusunda “hayır öyle olmaz” deyip bize durduk yere yaş aldıracak, saç baş yolduracak, maraza çıkaracak kimsenin olmadığını, bu konuda literatürde mutabakat bulunduğunu gönül rahatlığıyla ifade etmiş olalım. GSMH rakamının yıl sonu kuru ile dövize çevrilmesi, ülkemiz milli gelirinin diğer ülkelerle mukayese yapılabilmesini sağlamak içindir. Ayrıca bu döviz bazlı toplam büyüklük (GSMH), ülke nüfusuna bölünür ki, kişi başı milli gelir ortaya çıksın. Şimdi bu yıl döviz kuru fırladı gitti, TL bazında ölçülen GSMH, döviz bazında küçülmüş oldu. Ayrıca nüfusumuz da arttı. Bu durumda kişi başı milli gelirin düşmesi gerekir ki, fakirleşme ile bu kastediliyor olmalı. Durum böyle mi? Durum şu: Döviz bazlı milli gelir hesabı, ortalamada bu gelire sahip birinin turist olarak o paranın ait olduğu ülkeye gitmesi halinde o ülkede yerleşik biri gibi davransa ne kadarlık bir alım gücüne sahip olduğunu gösteriyor. Yani geçen yıl kişi başı milli gelirimiz 100 USD, bu yıl 90 USD ise ABD’de bu yılki gelirimizin alım gücü 90 USD’lik mal almaya yeterlidir ve bu rakam geçen yıla göre azalmış demektir. Aynı ülkenin kişi başı milli geliri, 130 USD olmuşsa onlar bizden daha fazla bir alım gücüne sahiptirler demektir. Bu özü yanlış olmamakla birlikte çok kaba bir değerlendirmedir. Çünkü mallar için geçerli olan iktisat kuralları, hizmetler için aynen geçerli değildir. Nitekim hizmetler, hizmet fiyatları, yaşam düzeyi bakımından ülkede kazanılan ile ülkede harcanan arasında daima bir uyum vardır. Kişi başı milli gelirimiz Amerikalılardan daha az diye daha az yemek yiyor değiliz, aracımıza daha az akaryakıt ta koyuyor değiliz, üstümüze aldığımız yorgan da görece kısa değil. Zaten bu durumu ifade etmek üzere geliştirilmiş Satın alma gücü paritesi konusu, tam da bu farklılığın sonuçlarını en aza indirmek suretiyle karşılaştırma yapmak üzere geliştirilmiş bir iktisat aracıdır. Peki fakirleştik mi? Dedik ya ekonomi konuşuyoruz. Öyleyse bilelim ki fakirleşme, makro ekonominin içindeki gelir dağılımının konusudur. Döviz fırladı gitti de soframızda benzer oranda bir daralma mı oldu? Biz gelirimizi tüketim ve yatırım kalemleri içinde önceliklerimize göre dağıtıyoruz. Tüketim hacminde daralma yaşanması fakirleşmek midir? Fakirleşme, iktisat açısından gelir dağılımındaki bozulmanın yaygınlaşması demektir. Döviz kuru ile fakirleşme arasında iktisat açısından bir ilişki yoktur. Döviz cinsinden küçüldüğümüzü ifade eden analiz, iktisattan ziyade siyaset ve demagojinin konusudur. Dövize çevrilen milli gelir, aritmetik (bölme) işlemine tabi tutulmuş ve küçülme gibi fiziki karşılığı olmayan bir sonuca ulaşmıştır. Hepsi o kadar. Bu aynı zamanda iktisadın bugün için sınırıdır. GSMH'yı döviz cinsinden ifade etmenin afaki kur artışı nedeniyle anlamsız hatta yanıltıcı olduğu ortaya çıkmışken tam yerine gelip manzara koymanın iktisatçılıkla bir ilgisi yok. Türkiye'nin iktisatçıları, enflasyon ve kur artışı konularında literatüre katkı yapabilecek gözlem setine sahipler. Ama hayır onların çoğunluğu iktisat değil, gün sonunda gündelik parti siyasetine tahvil edilecek yorumları birbirinden çalmak ve tekrar etmekle meşguller.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...