16 Haziran 2019 Pazar

Sosyal Medya Fantezileri

Futbol Milli Takımımız, İzlanda da fiziki ve psikolojik aşağılama içeren bir dizi muamelenin muhatabı oldu ya, hatırıma dolaşıma sokulmasının üzerinden henüz bir ay geçmemiş olan ve üslubunu Fetöcü tarzda bulduğum özgüven kırıcı bir ileti geldi.
Bu iletideki mesaja göre Müslümanlarla dolu Urfa, çatır çatır kaçak elektrik kullanıyorken nüfusunun önemli bir kısmı ateist olan İzlandalılar, tıkır tıkır elektrik parası ödüyorlarmış.
Kimlik sorunları içinde kendine ve kültürüne yabancılaşmış, doğru düzgün bir analoji (benzerlikten yararlanan mantık yürütme yöntemi) bile kuramayan zavallı bir zihnin, toplumu ifsad etme çabaları...
Allah'tan muhakeme güçleri zayıf ta ciddi bir tesir uyandırmadan silinip gidiyor etkileri...
İzlandalılar da bizim gibi eğrisi, doğrusu olan bir toplum. İçlerinde bir sürü şeref eksikliği çeken denyo bulunabiliyor. Bizde de var, mebzul miktarda. Ancak elektrik parası ödenmesi işini, ateistler ve Müslümanlar için dini bir eylemmiş gibi sunmak da neyin nesi? Elektrik parasını ödemek, tükettiği elektrik masrafının kendi kişisel harcaması olduğunu kabul etmekle ilgilidir. Bunu kabul edipte ödemezseniz, devletin hukuku devreye girer, tüketici bireyden o parayı tahsil eder. Vatandaşlık bilinci gelişmiş Urfalıları tenzih ederim ancak elektrik parası ödemeyenler, belli ki birlik olduklarında siyasetçilerin ortayı bulmada ve her türlü sorunlarını çözmede aracı olduklarını, böyle durumlarda hukukun devreye girmediğini, çıkacak bir afla daha az bir külfet karşılığı borç yükümlülüğünden kurtulduklarını tecrübe etmişlerdir.
Bu fikre hak vermek mümkün olmamakla birlikte sorun temelde populizmin istihdam ettiği, vatandaşlık bilincinin eksik olmasıyla izah edebileceğimiz bir karakterdedir.

Ordu Valisine Hadsizlik -3

Ordu Giresun Havalimanında yaşanan VIP krizi ve sonrasında valiliğin Valiye küfredildiğini ifade ettiği yazısı hakkında üç gün gecikmeli de olsa Ekrem İmamoğlu'nun, hadiseye kendi ses kısıklığının yol açtığı bir hece kaybının (Ba-sit) neden olduğunu açıklaması, meseleye nedense görmezden gelinen yeni bir boyut katıyor: Yalan söyleme.
Evet, küfür merkezli bir yanlışlıktan yalan batağına savruluş...
Şayet ses kısıklığı nedeniyle ilk hece düşse idi "... sit" hecesi çıkar, duyulurdu; "... it" değil.
İkincisi İmamoğlu, polislerin emir kulu olduklarını, ne anlamışlarsa kendisini ilgilendirmediği mealindeki sözleriyle polislerin tanıklığını reddetmekte ancak kendi iddiasını 'kerameti kendinden menkul' olmaktan çıkaracak tanıklıklar ortaya koyamamaktadır.
Yalan ile abad olunmayacağını iddia eden atasözümüz, el hak doğru bir gerçeği ifade ediyor. Olunmayacaktır ve yalan, her zaman küfrün üzerinde bir günahtır.

Ordu Valisine Hadsizlik -2

Nasihat te dinlemediği, daha doğrusu "hatanı kabul etme, üstüne yapışır, altında kalırsın. Tersine inkar et, ortalık bulanır da seni her ne yapsan hoş görmek isteyen, seni geçmiş performansın ya da davranışlarından ziyade kendi ihtiyaç ve algılarına göre kurtarıcı gören kitlenin "orada ne olduğu... " konusunda merakını giderip içlerini rahatlatacak "... Sesim kısıktı basit demiştim, ilk hecesi çıkmamış, yanlış anlaşıldım. Validen özür bekliyorum..." gibi bir kaç söz söylemesi tavsiyesine uyduğu anlaşılıyor. Binali Bey'in bu "yavuz hırsız ev sahibini bastırır" meselesini vurgulanması, kendi kariyerinden ziyade İstanbul halkı olarak bizlerin gelecek beş yılını ilgilendirmektedir.
Olanla, ölmüşe çare yoktur. Hangi aklı evvel önermişse önermiş, halkın giriş kapısı değil kullanım hakkı olmadığı halde Vi Ay Pi girişi kullanılmak istenmiştir. İçindeki erken iktidar (güç) duygusunun zehirlediği İmamoğlu'nu eleştirmek ve bu menfur hadiseye ilişkin hesap sormak isteyenlerin yeni sloganı, Vi Ay Pi olarak tescillenmiştir.

Ordu Vali'sine Hadsizlik -1

İnsan, ortada bir şey yok, her şey süt limanken anlaşılmaz. Ancak bu gibi fevkalade/uç durumlarda kumaşını, kültürünü, maskelediği her şeyi bir kenara bırakıp kendini belli eder. Ekrem İmamoğlu, budur. Ordu havalimanında sesini yükseltip, Valiye 'edebince' küfür etme cür'eti gösteren, kamu görevi yapan insanlara yardımcı olmak yerine daha güçlü olmak iması üzerinden imkan kullanmak isteyen ve meydan okumak konusunda sınır tanımayan, duygusal, tepkisel karar alan biridir.
Öyle anlaşılıyor ki, çok şükür bu defa da Tayyip'i devirme sürecini başlatacak adayı bulamadılar.

İBB seçimleri bağlamında Pontus Meselesi

Ben, Türkçenin en hoş Karadeniz aksanlarından birinin konuşulduğunu yer olan Trabzon'un Sürmene ilçesinden bir ailenin ahfadıyım. Rahmetli babam, şeceremizi 18. yüzyılın ortalarına kadar götürebilecek bilgiye sahipti. Karadeniz Türklüğü, esas itibariyle Oğuz'un Çepni boyuna müntesiptir. Nitekim yörede çok sık olmasa da karşımız çıkan sarışın, mavi ve yeşil göz renkleri de Çepnilerin hatırasını taşımaktadır. Zannedilenin aksine Romalı ile Helenlerin torunları, esmer tenli, siyah saçlı ve koyu renk gözlüdürler. Örneğin Çipras, bu koşullardan en az ikisini sağlar.
Geçmişte haklarında hiç bir zorlama olmadan kendilerine zevzek diyebileceğim az sayıdaki insandan Karadeniz Türkünün Yunan kalıntısı olduğu anlamında Pontus olarak nitelendirildiğini duymuştum. Bu iddia sahiplerini bertaraf etmenin en güzel yolu, Müslüman birey için etnik kimliğin, dini kimlikle birlikte anlam kazanacağı, velev ki Karadenizliler Pontus yani Rum bile olsa, Müslüman olmaları hasebiyle her türlü kinayeden beri tutulmaları, aksi bir çabanın Allah'ın gücüne gideceği hatırlatmasını yapmaktır.
İmamoğlu hakkındaki Pontus iddiaları da etnik açıdan yanlış olmakla birlikte sürekli yalan söylediği için 'konuştukça burnu uzayan' Ekrem Bey'in kendi temsilcileriymiş (ileri karakollarıymış) gibi şahsına yönelmiş olan Yunan sempatisinden rahatsızlık duymaması, bu desteği inkar etmesi, küçümser görünmesi ve kendisini haber yapan Yunanlı muhabiri tanımazlıktan gelmesi gibi yalanlar, şahsını kültürel açıdan Pontus hitabına muhatap etmekte; bu itham, şahsın gösterdiği hüsnü kabul ve içerdiği genişlik nedeniyle olsa gerek üzerinde sırıtmamaktadır. Ancak kendi teyidi veya İmamoğlu'yla benzer rahatlık ve özelliklere sahip olmadıkça bir başkasına Pontus demenin vebali vardır. Söyleyeni müfteri yapar. Zaten Pontuslu olan kendi durumunu teyit edecek yahut onay anlamında sessiz kalacaktır. Zorlamanın alemi yok.

Yunan'dan korkmak

Selam olsun Nihat Genç'e; Ofli Hocanın ağzından şöyle dedirtir: "Gavurdan korkan Müslimanluk habu yüzyilda icad oldi"
Türk-Yunan düşmanlığı, 19. Yüzyılda icad edilmiş bir İngiliz oyunudur. Yunan'ı Osmanlı küvezinden çıkarıp devlet yapan, sonra da her vesile ile Osmanlı'dan alıp Yunan' a vererek toprağını büyüten de Yunan'ın kendisi değil, İngiliz'i, Rus'u, Fransız'ıdır.
İmamoğlu'na ait eski bir dizi twitt... Yıllar önce Selanik'e gitmiş, orada hemşehrisi bir Rumla tanışmış. Adını veriyor. Bunu sosyal medyada kimbilir kaçıncı kopya olarak yayınlayan ve politik olarak Binali Bey yandaşı yani sözde bizden biri, "işte sözün bittiği yer..." yorumunu yapıyor.
Yarabbi bu insanlara feraset (anlayış) ver, adalet duygusu nasip et. Yahu Selanik'te hemşehrisi bir Rumla karşılaşmak insani bir durum değil mi? Siz gerçekte bütün Karadeniz'e düşmansınız da bunu bugüne değin fark etmemişsiniz, yazıklar olsun.
Yunan'dan korkmak nedir? Ekrem e saldıracağım diye insanlıktan çıkacaksın be! Sildim arkadaşlığını, gerzeğin. Benim dostlarım, Ekrem gibi kazanmak için yalan söylemez, iftira ve küfür etmez, yapamayacağı vaadlerde bulunmaz. Boşuna demiyorlar, haddini aşan zıddına döner.
Allah, adaletten ayırmasın.

Bizim kültürümüzde iktidar olmak

"... Biz bu hükümetten şu şu faydaları gördük. Nasıl bunları inkar eder de nankör oluruz" diyor kimi AkPartili arkadaşlar.
Oluyor ve kimse kendini nankör filan da görmüyor. Peki bu süreç nasıl işliyor? Nasıl oluyor da sizin minnet duyduğunuz bir emeği bir başkası değersiz bulabiliyor?
Bir kere bahsettiğimiz konu, yönetme işi ile ilgili ve sınırlı olup tarihsel açıdan bizim toplumumuza özgü bir davranış karakteristiğini ortaya koyuyor: Kut inancı.
Buna göre toplumu yönetme işi, Allah'ın taktiri ile olur. "Allah, bir soya toplumu yönetme yetkisi vermişse; bu imkan o ailedeki her bir birey için geçerlidir. İnsanımız; Melikşah'ı bilir de onun dört oğlunun kendi içlerinde gerek anaları, gerekse atabeylerince kışkırtılmaları sonucu, devleti nasıl bir yıkıma götürdüklerini bilmez. Toplumsal huzur ve mutluluk, iktidar peşinde koşan kardeşlerin umurunda değildir. Çünkü onlar kut sahibi - toplumu yönetme hakkına sahip- insanlar olarak tek hakim yönetici oluncaya kadar çatışma çıkaracaklardır.
Osmanlı da Fatih, kardeş katli düzenlemesi ile kut anlayışının devleti yıkma potansiyelini engellemek istedi. Sonra kardeş katilinin neden gerektiği unutulmuş gibi kafes yöntemi benimsendi. Her an öldürülme korkusunun delirttiği insanlar, yönetici oldular, vs. Çok sonra ailenin yaşça büyük olanının padişah olacağı düzenleme yapıldı.
Fransız İhtilalinin yükselttiği Parlamenter Demokrasi tecrübesi, bizim kültürümüzde kut anlayışını, aileden makama taşıdı. Böylece seçmenden çoğunluk oyunu alabilecek olan herkes, kutsal yönetme hakkına da sahip olabilecekti. Bu düşünüş tarzı, 'bir kez kazanıldıktsn sonra hep elde tutulmak istenen' iktidarların (güc'ü yönetme hakkını, kullananın) seçimden seçime değişmesini mümkün kılıyor, iktidarların kesintiye uğramasına neden olabiliyordu. Artık işi tam zamanlı muhalefet yapmak olan türedi bir meslek grubundan bahsedebiliriz. Bunlar, iktidarın
yönetme faaliyeti sonucu meydana gelen toplumsal memnuniyeti, küçümsemek, değersiz göstermek suretiyle "Siz iktidardan inin, biraz da biz yönetelim" demiş oluyorlardı. Bu durum şuna benzer: Zorlu bir formüla yarışından yine zaferle dönen Schumacher'i, yarım ağız tebrik edip "hadi şimdi in o arabadan da, biraz biz binelim. Arabayla nasıl yarışılırmış millete gösterelim!" ikinci bir örnek: "Varsın yeterli tecrübesi olmasın, insani ve mesleki kalitesi şüpheli olsun ama bırakın İstanbul'u bu sefer de İmamoğlu yönetsin."
Bunların memnuniyetsizliğinin temelinde sahici bir mağduriyet aramak yersizdir. Bunlar, çap ve yetenekleri olsun olmasın, kendilerini iktidara layık gören gruplardır. Dolayısı ile söylemlerinin haklı ya da haksız oluşunun da gerçekte bir anlamı yoktur. Önemli olan, karganın ağzındaki peyniri almak için halkı kötü yönetildiklerine inandırmak, seçmen algılarını değiştirip iktidar olmaktır.
Türkiye'de yaşayan insanlar, bu coğrafyanın tarihsel bilgisini içinde taşıyan büyük resmine vakıf olacakları güne kadar iki ileri bir geri bazen de tam tersi bir surette harcanan enerjilerini israf etmekten kurtulamayacaklardır.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...