30 Nisan 2017 Pazar

Etnisite

"Etnik aidiyetlerini, etnik dillerini ve etnik yurtlarını kendi iradeleriyle seçmeyenlerin, bu aidiyetler için kavga etmelerini anlamak / çözümlemek güçtür."
20 yaşında bir ergen tarafından söylendiğinde aldırmayıp/takılmayıp devam edeceğimiz bir düşünce kalıbı, Atasoy Müftüoğlu yazınca sırıtıyor, tabii. Her şeyden önce; saldırganla mağduru aynı kefeye koyan ve aralarında bir ayırım göz etmeyen; eşitlermiş gibi ikisine birden hitap eden bir üslup. Kendi irademizle seçmediğimizi öne...msizleştiren bir söylemi var cümlenin. (Tersinden okursak; Fb, Gs, gibi futbol takımlarını tutmayı seçenler, bu seçimleriyle uğruna kavga yapılacak aidiyetler mi elde etmiş oluyorlar?) "Kavga etme" ifadesinin içindeki şiddet dozunu azaltıp fiili, "sahiplenme, varlığını iddia etme" olarak revize edip devam edeyim: Seçmediğim halde "kucağımda bulduğum" kimliğime eklemlenmiş başka hususlar da var: Cinsiyetim var mesela. Ben seçmedim ama önemsiz mi? Tamam kimsenin gözüne sokmayayım ama cinsiyetim yokmuş gibi davranabilir miyim? Annemi, babamı, onların bırakacağı mirası, kardeşlerim, çocuklarım ve akrabalarımı da ben seçmedim. Onları sevmenin anlamsız olduğunu kim söyleyebilir? Mesleğini kendisi seçmemiş olanlara "değiştirmeyeceksen sev kardeşim" diyorum, yoksa nasıl başarılı olursun?
Tarih, "biz"im, kim olduğumuzu, kimlerden olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi, devletimizi, vatanımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi, dost ve düşmanlarımızı bize tanıtan, hatırlatan bir bilgi kümesidir. Türk olmak, Kürt olmak, İspanyol olmak gibi bir etnisiteye bağlı, tüm verili kimlikler de mübarektir, Allah'ın ayetidir ve bu dünyada kendi kültürümüzü yaratmamız için gereklidir.

George Ivanovich Gurjieff - Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar Film Diyalogu -4


Derviş, Rus Prensinin yanına gelir, teklifsiz konuşmaya girer.

-          (Derviş) Burada insan daha iyi düşünebilir... Rus musunuz? Rusya'dan biriyle konuşmaktan memnun oldum. Rusya'da bulunmuştum. Fakat asıl mesele bu değil. (duraksar, Prens’e hitap ederek) Hey, Gogo!

-          (Prens) Bu ismi nereden biliyorsunuz? Sadece annem ve dadım bu isimle çağırırlardı beni. Ve bu 40 yıl önceydi.

-          (Derviş) Bu yıllar boyunca sürekli çalıştın ve acı çektin. Ama nasıl çalışılacağını asla bilmedin, Zihninin isteklerini nasıl kalbinin istekleri yapacağını.

-          (Prens) Kimsiniz siz? Beni nasıl bu kadar iyi tanıyorsunuz?

-          (Derviş) Kim olduğum gerçekten önemli mi? Ya da ne olduğum? Merakınızın nedeni   hayatınızın bir hiçlik haline gelmiş olması değil mi? Bu his öyle güçlü ki, şu an tüm bilmek istediğiniz kim olduğum ve sizi nasıl tanıdığım.


-          (Prens) Evet, efendim. Haklısınız...Bir çok mucize gördüm ve bunları açıklamaya çalıştım, fakat sonunda geldiğim nokta gerçek anlayışın olmadığıydı. Evet, ben (bom)boşum.  Artık çok geç. Size sorduklarım, bilmek istediğim şeyler değil. Sizden içtenlikle özür dilerim.

-          (Derviş) Belki henüz çok geç değildir. Eğer kendinin boş olduğunu tüm benliğinle hissedersen sana öğüdüm, bunu bir kez daha hissetmeyi denemen. Bir durumu kabul edersen, sana yardım edeceğim. Bu durum: Şimdiye kadar, yaşamış olduğun hayattan bilinçli olarak ayrılman ve ölmen ve göstereceğim yere gitmendir.




George Ivanovich Gurjieff - Olağanüstü İnsanlarla K arşılaşmalar Film Diyalogu -3


-          (Arayan) Çocukluğumdan beri, içimde bir şeylerin kayıp olduğunu hissettim. Sıradan hayatımdan kopup beni çağıran başka bir hayatın olduğunu hissettim hep. Fakat o hayata nasıl geçecektim? Bu soru beni hiç rahat bırakmadı aç bir köpek gibi cevabı bulmak için her yeri aradım.

-          (Prens) Bunu deneyimlediğiniz için mutlu olmalısınız. Senin yaşındayken tek ilgi alanım kendimdi. Sadece benim ve ailemin ihtiyaçlarımızın tatmini ile ilgiliydim. Ansızın karımı doğum sırasında kaybettim. Bu olayın şokundan kurtulamadım. Artık hayatın bir anlamı yoktu. Bir gün, yaşlı bir derviş evime gelip benimle görüşmek istedi. Uzun süre konuştuk ve konuştukça normal hayattaki tüm dürtülerden farklı bir deneyim yaşamaya başladım. Derviş gittiğinde bu deneyim yok oldu. Bu sayede neyi aradığımı anlamıştım. Bunu tekrar yaşamak için yardıma ihtiyacım vardı. Şükür ki, seyahat edebilecek imkanım vardı. Afrika'ya gittim, Hindistan'a, Afganistan'a ve İran'a. Bir cevap bulabileceğimi düşündüğüm yerlere gittim. Manastırlarda yaşadım ve oralarda benimkine benzer ilgileri olan pek çok insanla tanıştım.

-          (Arayan) Böyle insanlarla nasıl tanışabilirim? Bilmeye ihtiyacım var.

      -          (Prens) Neyi bilmeye ihtiyacın var?

-          (Arayan) Öğrenmek istiyorum. Anlamak istiyorum.

-          (Prens) Dikkatli ol. Öğrenmekle neyi kastediyorsun? Eğer öğrenmekle belli deneyim ve inançların uyanmasını kastediyorsan bu heyecanlar seni havada asılı tutacak ve öğrenmeni engelleyecektir. Bilmek, hiç bir düşünce olmadan sen ve bilmek istediğin şey arasında direkt olarak gerçekleşir. Ve sonra kendini olduğun gibi görürsün, olmak istediğin gibi değil. Bunun ne kadar zor olabileceğini öğrenmiş durumdayım.

George Ivanovich Gurjieff - Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar Film Diyalogu -2


Gerçeğin ne olduğunu arayan sufi adayı, Şeyhin yanına dergaha gider:

-          (Şeyh) Yerini buldun, oğlum. Bir kuzu gibi gelirsin ama unutma, aynı zamanda içinde bir kurt yatıyor. Bak. Bu iki farklı canlıyı senin içinde birlikte yaşatacak kuvveti bulabilecek misin? Dikkatle dinle, bu kendiliğinden olabilen bir şey değildir. Bunun hakkında düşünmek, hayal kurmak, beklemek yeterli değildir. Herhangi bir anda kurt kuzuyu parçalayıp yiyebilir. Ve sen sorumlu olmanın anlamını öğrenmelisin. Bu bir pozitif bilimdir. Bu yüzden buradasın. Seni şimdi tamamen güvenebileceğin birinin ellerine bırakacağım. Git, bak ve gör avlularda neler olduğuna. Hareketler, egzersizler ve danslar yapıldığını göreceksin. Gördüklerinden ne aldığını daha sonra gel ve bana anlat. Daha sonra ne yapılacağını, o zaman söyleyebileceğim.

George Ivanovich Gurjieff - Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar Film Diyalogu -1


Arkeoloji Profesörü, Peder ve üç derviş müntesibinin olduğu meclise konuk olur.
-          (Peder Giovanni ) Uzun zaman önce, bir Hıristiyan misyoneriydim. Bir gün kaza eseri biriyle tanıştım. Kendisi uzun yıllar hayalini çalışan bir dünya kardeşliğinin üyesiydi. Onların kardeşliğine ben de kabul edildim. O zamandan beri, başka bir yere gitmeyi hiç istemedim... Hoş geldiniz.

-          (Profesör) Peder Giovanni, bana telkin ettiğin inançları nasıl İtalya'daki insanlara anlatmak için oraya dönmek yerine burada kalabiliyorsun?

-          (Peder Giovanni ) Ah, profesör, arkeolojiyi biliyorsun ama insan ruhunu bilmiyorsun. İnanç, insana aşılanamaz. İnanç düşüncenin bir ürünü değildir. İnanç dolaysız bilgiden gelir. Mesela, benim öz kardeşim bile anlayışımın onda birini ona vermem için bana yalvarsa da bunu yapamam. Çünkü benim hayatım boyunca edindiğim ne bilgilere sahip ne de deneyimlere. Bu şuna benziyor, Birini doyurmayı (bakmayı) sadece gözle bakarak yapmak istemeye.

-          (Derviş) Bir kanun vardır: Anladığın şeyin kalitesi onu anlatan kişinin kalitesine bağlıdır.

-          (Peder Giovanni) Emrimizde çalışan iki çok eski kardeşimiz var, biri kardeş Akhel, diğeri kardeş Seze. Vaaz vermek için bir manastırdan diğerine giderler sık sık. Yılda bir ya da iki kez de bize gelirler. Gelişleri her zaman büyük bir olay olur.

-          (İkinci Bir Derviş) Kardeş Seze konuştuğunda, sanki cennet kuşları şakıyor sanırsın.

-          (Üçüncü Derviş) Kardeş Akhel'in konuşması neredeyse tam tersi bir etki uyandırır. Belirsiz kelimelerle berbat bir konuşma yapar.

-          (İkinci Bir Derviş) Seze'nin konuşması güçlü ve etkilidir. Ama etkisi hemen buharlaşır, ta ki geride bir şey kalmayıncaya dek. Kardeş Akhel ise neredeyse hiç etki uyandırmaz. Fakat sözleri gönlüne işler ve orada kalır.

-          (Üçüncü Derviş) Hepimizin ulaştığı sonuç, kardeş Seze'nin öğütleri tamamen kendi zihninden geliyor ve zihinlerimiz üzerinde etkili oluyor. Oysaki kardeş Akhel'inkiler doğrudan kendi varlığından çıkıyor ve varlıklarımız üzerinde etkili oluyor.

-          (Peder Giovanni ) Evet, Profesör, düşünmek ve bilmek oldukça farklı olgular. Kişi bilmek için çabalamalı. Bu tek başına, bizi Tanrı'ya götürebilir.

28 Nisan 2017 Cuma

Geç Likidite Penceresi Faiz Artışları, Örtülü Faiz artışı mı?

Merkez Bankasının, son dönemlerde bankacılık sektörünü yönlendirirken çokça kullandığı, "Geç Likidite Penceresi faiz oranları" politikasını, 'örtülü faiz artışları' biçiminde niteleyen görüşler, siyasi ve algısal nitelikte olup ekonomi ve finans literatürüne uygun bir söylem ve muhteva içermemektedir.
Geç Likidite Penceresi uygulaması, likiditesi kalmayan, mali durumu bozulan bankaların taahhütlerini karşılayarak sistemi bozmaması için geliştirilmiş bir para politikası aracı...dır. Bankalar, itibar kurumlarıdır, ellerindeki parayı hırsla, aşırı bir şekilde kredi olarak kullandırıyorlar da taahhütlerini karşılamak için Geç Likidite Penceresinden Merkez Bankasına borçlanmaya geliyorlar değil yani.
Uygulama, bankaların fon yönetimlerinin uç (extrem) durumlarda hesap kapamak için kullandığı bir imkan olup kimi romantik ekonomistlerin zannettiği gibi üzerinden kredi kullandırmak suretiyle faiz elde ettikleri bir kaynak değildir.
Geç Likidite Penceresi faizi, içerdiği tehdit algısından dolayı kur riskini almak istemeyen fon yöneticilerinin ödemeyi tercih ettikleri bir bedeldir. Burada oluşan faiz, bankanın gelir tablosuna zarar olarak aktaracağı bir giderdir, maliyet değildir.
Örtülü faiz iddiası, şayet bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyorsa iddia eden açısından utanç vesilesidir, mesleki intihardır ve maalesef internet ortamında onlarca isim bu ithamı kuşanmış durumda kendisini görecekleri beklemektedir.

Geç Likidite Penceresi Faiz Artışı Ne Anlama Geliyor?

Merkez Bankası, Para Politikası Kurulunun 26 Nisan 2017 tarihli kararında "Geç Likidite Penceresine uyguladığı faiz oranlarını, 50 baz puan arttırılarak %12,25 'e yükselttiğini" açıkladı. Karar, ne anlama geliyor?
2000 yılının Kasım ayında Demirbank'ın batmasına yol açan sürecin bir daha yaşanmaması amacıyla sisteme monte edilen "Geç Likidite Penceresi", bankaların her akşam kapatmaları gereken takas borçlarını karşılamayacak durumdaki Kurumların ihtiyaçlarını, TCMB'den kısa ...vadeli kredi kullanarak gidermeleri esasına dayanıyor.
Döviz fiyatlarında Kasım ayından sonra meydana gelen ani ve sürekli yükselişi kırmak isteyen Merkez Bankası, Bankaları dövizlerini satmaya zorlayacak bazı tedbirler aldı. Munzam karşılıkları düşürüp bozmaları için bankalara döviz aktardı. Pek işe yaramamış olacak ki, bankaları döviz satmaya zorlamak için önce kendisinin bankalara yaptığı günlük kredi kullandırımlarına (repo ihalelerine) sınırlama getirdi, ardından da bu uygulamayı askıya alarak faizi (maliyeti) daha yüksek olan Geç Likidite Penceresinden işlem yapmayı öne çıkardı.
Ancak öyle anlaşılıyor ki, 'tedirgin bankalar', kurdaki oynaklık nedeniyle ihtiyaç duydukları TL'yi, Merkez Bankasının hilafına döviz satarak değil, geç likidite penceresinden temin etme konusunda ısrarcı davrandıkça; Merkez Bankası, Geç Likidite Penceresi için uyguladığı faiz oranlarını aşağıdaki gibi arttırdıkça arttırıyor:
25.11.2016, %10,00
25.01.2017, %11,00
17.03.2017, %11,75
27.04.2017, %12,25
Bir süreden beri kurdaki aşağı yönlü hareketi, referandumun sonuçlarından biri olarak okumak mümkünse de Merkez Bankasının yukarıda ifade ettiğimiz çabasının sonucu olarak bankalardaki döviz varlıkların satışı yolunun açıldığı, erken satanın yüksek kurdan TL'ye döndüğü bir sürece girdiğimiz kanaatindeyim. Bu durum başta enerji fiyatları olmak üzere enflasyona ve artacak tüketimle birlikte üretim ve istihdama olumlu yansıyacaktır.

26 Nisan 2017 Çarşamba

İşid'in Meşruiyeti

Işid'in müslüman olup olmadığını tartışıyor insanlar. Ne saçma bir soru bu? Ne zamandır, tüzel kişilikler, iman ile mükellef oldu?
Çocuklukları travmayla geçmiş, sevgi açlığı içinde huzursuz, dengesiz, tutarsız, yaşadığı toplum ve ortama uyum sağlayamamış insanların, kendilerine değer ve sevgi verileceği beklentisiyle bir araya gelerek oluşturduğu bir sosyoloji, kendini meşrulaştırmak ve çoğaltmak için dini bir kisve giyip arzı endam etmiyor mu?
Doktora gideceğine uçağa atlayıp bölgeye gelmiş toplama insanlar, değil mi bunlar? "Biri beni öldürse de şu yaşama azabından kurtulsam" düşüncesiyle emek vererek değil "ölünceye kadar öldürmeye" zorunlu olduğunu sanan depresyon hastaları!
Neyin müslümanlığı? Neyin mezhebi? Neden düşüncemizle bu örgütü kurup tasarlayan şüpheli ve işbirlikçilerin zihinsel güzergahından ilerlemek zorunda olalım ki? Onlara güven duyan mı var?
Problem dini değil, genel planda sosyoloji, kişi düzeyinde ise psikoloji orijinlidir.

Sincar Saldırısı

ABD Dış İşleri Sözcüsü, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 25 Nisan, saat 02.00 itibariyle Sincar (Irak)'da Terör Örgütü hedeflerine yaptığı saldırıyı, "Çok endişeliyiz, derinden endişeliyiz... Türkiye yakın partnerimiz ve güçlü bir NATO müttefikidir... Türkiye’nin demokrasisi üzerine “samimi görüşmelerimiz devam ediyor... Türkiye’yle birlikte çalışmaya devam edeceğiz” beyanıyla karşılamış.
Bu beyan, kamuoyuna Türkiye'nin hamlesine karşı hangi pozisyonu -olumsuz- takındıkları ve kimin yanında olduklarını ifade etmek bakımından önemliydi. Tepkinin beyan düzeyinde kalması, kendilerini zayıf gösteriyor. Türkiye'ye silahla müdehale etmeye de kalkamazlar, bu kendileri açısından gayrimeşru ve sürdürülebilir bir savaş olmaz. Terör örgütünü süs olsun diye silahlandırmadılar. Silah, mühimmat, ekipman, para, meşruiyet verdikleri terör örgütü yöneticilerinden silahlı mukabele gelebilir ki bu da Türkiye'nin bölgede olduğunu iddia ettiği tehdidi görünür hale getirmek sonucunu pekiştirecektir.

Türkiye'yi İncitmek

Avrupa Birliğinin; kısa adını yazınca insanda "hangi ergenin işi bu? yine hangi küfürü kodlamışlar?" merakı uyandıran bir komisyonu tarafından alınan skandal karar üzerine;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bin yıla yakın bir süredir Anadolu coğrafyasında hüküm süren Selçuklu, çeşitli Anadolu Beylikleri ve Osmanlı ailesinin yönettiği devletimizin bu günkü adıdır.
Bir büyük resim okuması olarak bu devlet, önümüzdeki zaman diliminde bir şekilde parçalanıp egemenliğini yitirmeyecekse..., bölgemizde varlığını sürdüren karşıt oluşumların yarınlarda yaşama şans ve imkanı bulunmamaktadır.
Bu durumda Esad, Işid, PKK, PYD, Rusya, Ermenistan, İsrail, İran ile Irak'ın ve dahi bunlarla Türkiye'yi meşgul edip güçsüz düşürmek maksadıyla kendilerine silah ve kaynak temin eden ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler, uzun vadede bu girişimlerinin bedelini ödeyeceklerdir.
"Biz hep haksız ve olumsuzuz, bizden bir şey olmaz" mealinde kamuoyu oluşturmaya çalışan yazar ve akademisyenlerin algı tuzaklarına dikkat edelim; grup halinde sıralayınca kalabalık bir kuvvet topluluğu gibi görünen yukarıdaki yapıların, zannedilenin aksine pratikte sağlıklı ve hızlı koalisyonlar oluşturma imkan ve ihtimali bulunmamaktadır.
Kontrolü ellerinde tuttuğunu sanan ve bölgemizde Türkiye aleyhine tasarrufta bulunan güçlerin, uygulamalarını gördükçe; tarihsel vizyondan mahrum bulunduklarına dair olan kanaatim giderek pekişiyor. Tarih şuuru yoksunluğu, artık kendini küresel ölçekte hissettiriyor. Bu miyopi, büyük resimde önemli kırılmalara yol açar.
Tarih, bir denge halinin bir başka denge haline evrilmesinde saldırganlıktan çok sabretmenin önemini ortaya koyuyor.

Kabaca Seçmen Profili

Akademisyen Yılmaz Esmer, seçimler üniversite mezunları arasında yapılsaydı, CHP tek başına iktidar olurdu" şeklinde bir beyanda bulunmuş.
İlk etapta garip gelebilir ama mevcut bir eğilimi ifade etmiş. Bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerekir. Her türlü problemine, vizyonsuzluğuna rağmen sol, Türkiye'de eğitim görenler üzerinde olumlu bir etki bırakıyor,
Toplumu ve değerlerini beğenmeyip farklı olduğunu düşünenler bunu CHP'yi sembolize ederek görünür kılmak istiyor. Gelecek odaklı, tarih şuuru olan vizyoner insanlar da müteahhitlerin kibrine uyuz olmuşsa MHP'ye, kibre uyuz olmak yerine fesuphanallah diyerek sabretmeyi seçenler de AkPartiye oy veriyor.

21 Nisan 2017 Cuma

Türkiye'nin Avrupa Birliği Geleceği

Avrupa Birliğine girmek, girdikten sonra çıkmak, hiç girmemek, bütün bunlar, ulusal çıkar hesabının bir sonucu. İşine gelirse girersin, gelmezse girmez ya da çıkarsın. Ama bu güne değin, vesayet odaklarının etkisiz hale getirilmesinde AB'nin bir işe yaramadığını ifade etmek haksızlık olur.
Zor bir konu bu.
İlacın şifa ya da zehir olmasını belirleyen doz miktarı ya, Başkanlığın fiili olarak devreye gireceği zamana kadar, hatta belki başkanlıkla beraber bir süre daha AB'nin varlık ve tasarruflarına ihtiyacımız olabilir. (Yok olmaz dediğimiz bir zaman 15 Temmuzu yaşadık.) Sabırlı olmak, tepkisellikten kaçınmak lazım.
Referandumla ilgili AGİT raporunu yazanların tarafgirliği ile bu tarafgir kadroyu AGİT adına görevlendirenleri, AGİT'e şikayet etti mi Dış İşlerimiz? Haber yok. Türkiye'nin hakkı hukuku böyle mi savunulur? İzliyoruz.

20 Nisan 2017 Perşembe

Referandum ve AİHM

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kişisel hak ihlallerinin karara bağlandığı önemli bir merci. Buraya baş vurmadan önce, ülke içindeki hukuki yolların tüketilmesi gerekiyor.
Yüksek Seçim Kuruluna CHP'nin referandum iptali ile ilgili yaptığı başvuru, beklendiği gibi reddedildi. Şimdi CHP ve benzeri yapıların önünde, AİHM öncesi yurt içi son merci olarak Anayasa Mahkemesi var. Buraya yapılacak başvurunun kurumsal değil bireysel olması gerekiyor. Şu halde kendi hakkının ihlal edil...diği iddiasındaki biri, önce AYM'ye, ardından da alacağı muhtemel red cevabından sonra AİHM'e müracaat edecek.
İlginç olan husus şu; müşteki, şahsı hakkında ne diyecek, ne iddia edecek ve bunu nasıl belgeleyecek? Ben, sandık kurulunun mühürlemediği oy pusulasında tercih kullandım dese, hak kaybı yok, oyunu kullanmışsın işte, ne istiyorsun denecek? Üstelik oylar nama yazılı olmadığından dediğini yaptığının ispatı bile yok. Ancak oy kullandım, pusulaya sandık mührünü kendi hataları sonucu vurmadıkları halde oyumu iptal etmek istiyorlar dese ancak mahkeme hak ihlaline karar verecek. Diğer yandan YSK'nın normlar hiyerarşisine uymadığını söylese, bunun şahsını doğrudan mağdur yapan bir tarafı yok. Sahte oy kullanıldığına dair bir bulgu, belge, hatta iddia bile yok. Paradoksal bir biçimde YSK'nın bu kararı alması ile seçmenin oyu iptal edilmediğinden kitlenin mağduriyeti önlenmiş, seçmen iradesi sandığa yansımıştır.
Sahte oy pusulaları bulunmadığı müddetçe yürütülen süreç, kanaatimce Hayır için siyasi hayatlarını riske sokan siyasilerin kayıkçı kavgasıdır.
YSK'nın aldığı kararın tersini savunanların 367 kararını savunanlardan bir farkı yoktur. Orada da olay sıcakken çok makul buldukları bir gerekçeleri vardı.  
YSK; hukukun basit bir algoritma ile çalışmadığını, hukukun ruhunu hayatın akışına uyarlama konusunda cesaret verici bir karar almıştır.
Hep haklılık peşinde koşanları, 367 konusunda yakaladıkları huzur ve mutluluk ile baş başa bırakalım, kendi aralarında belki bir çözüm bulup ardından aramıza katılırlar.

Referandum ve YSK

YSK, kamu görevi yapıyor. Bu güne kadar partizanlık yaptığına dair bir örneğe rastlamadım, bilmiyorum. YSK'nın referandumda aldığı kararla Muhalefete koz verdiği kanaatinde değilim.
Aksine YSK'nın, büyük resmi doğru okuduğu ve seçmenin oyuna saygı duyduğu kanaatindeyim.
Bu günkü itiraz dilekçesi, eğer maddi delillerden yoksun (öyle olduğu görünüyor) genel bir isteği dillendiriyorsa hukuken dünyanın her tarafında hiç bir mercii tarafından olumlu değerlendirmeye alınamaz. Som...ut örnek olayların itirazı yapıldığında; bunlara ilişkin Kurul bir karar verir.
CHP, hukuk tekniği bakımından sonucu baştan belli bir itiraz yapıyor. Anlaşılan harekete geçirdikleri kitlenin, kendilerine bir zarar vermesin diye "itiraz ve biz haklıyız" söylemini mercii itibariyle götürebilecekleri her yere götürecekler. Bunu yapsınlar. Ancak süreç bittiğinde kitleye söyleyebilecekleri olumlu hiç bir ifadeleri olamayacak ve kitleyi de yönlendirdikleri süreçteki ayak izlerini yok edemeyecekler, partileri içinde tasfiye edilmeleri kaçınılmaz.
(Nitekim bu yazının yazılmasından bir kaç saat sonra YSK'nın red talebi geldi.)

Referandum ve AGİT Raporunun Serencamı

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının referandum için gözlemci olarak gönderdiği iki rapörtörün, yurt dışındaki terör örgütü eylemlerine aktif olarak katıldıkları, ayrıca referandumun hayır kampanyalarında da göründükleri ortaya çıktı. Bu durumda her iki şahsın da 3.taraf objektiflik kriterlerini ihlal ettikleri, Türk Devleti ile ilgili konularda tarafsız olmadıkları görülmüştür.
Bir rapor, sırf rapörtör yazdı diye o Kurumun imzasını taşımaz. Bunun için Kurum tarafından ...yetkilendirilmiş bir kurulun raporu inceledikten sonra onaylaması gerekir. Sözü edilen rapor, bu sürecin neresindedir, bilmiyoruz.
Mahkeme kararı olmadan elde edilen ses kaydının hukuki bir değeri olmaması gibi taraflı olduğu kanıtlanmış gözlemcilerin hazırlayacağı raporların, ilgili kurumları bağlamayacağı ancak bu durumun Kurumca kendi kendine (re'sen) tesis edilemeyeceği; bununla ilgili kurum nezdinde Dış İşlerince girişimde bulunulması gerektiği açıktır.
Türk Dış işleri, taraflı rapörtörler ile bu rapörtörlerin seçimini yapan kişi ya da kurul hakkında AGİT nezdinde, yazılı bir suç duyurusunda/şikayette/ bilgilendirmede bulunmuş mudur? Bakanın söylem düzeyinde kalan ifadelerinin bizi hormonal rahatlama dışında götürebileceği bir yer olamaz. Dolayısı ile sosyal uyuşturucu kullanmanın bir anlam ve meşruiyeti yok. O zaman; "O mahur beste çalar, Müjgan'la ben ağlaşırız" ya da körler sağırlar birbirini ağırlar, benzeri bir durumla vakit kaybetmiş olmayalım.

17 Nisan 2017 Pazartesi

Referandum ve Bahçeli

Bahçeli'nin başkanlık sistemine geçmek suretiyle MHP'yi Fetö'nün eline geçmekten koruyan stratejisini seçmeniyle paylaşmaması, seçmeni evet kararı lehine tercih kullanmakta ikna ve motive etmemesi, seçmenin kendi partisinin Fetö ve işbirlikçileri tarafından ele geçirilmesi hususunda iyi oynayanın kazanmasını dileyen, ilgisiz hatta duyarsız davranışları, seçmeni nezdinde şahsı ile partisi arasında bir yabancılaşma yaşanmasına neden olduğu kanaatindeyim.
Bahçeli, parlamenter s...istemde AkParti ile MHP arasındaki benzerliğin bu güne dek AkParti lehine çalıştığını ve MHP'yi küçülttüğünü bildiğinden 7 Haziran seçimlerinden sonra ısrarla AkParti ile bir koalisyon yapmaktan kaçındığı gibi siyasi rakiplerine kendince mentörlük yaparak AkParti nin oy kaybı yaşayacağı bir takım koalisyon önerilerinde bulundu. Bahçelinin o dönemki stratejisi, bu günkü gibi MHP'yi yok olmaktan kurtarmak, seçmenini, tabanını muhafaza etmekti. Bahçeli, asla duygusal davranan bir lider değil. Hele aptal hiç değil.
Seçim sonuçları, Bahçelinin partinin varlığını korurken kendi başkanlığını tartışılır hale getirdiğini gösteriyor.

Referandum ve MHP

Referandum oylamasında çıkan sonucu göz önünde bulundurduğumuzda MHP seçmeninin evet 'ten çok hayır yönünde oy kullandığını tahmin ediyorum.
Neden MHP'lilerin ekseriyeti hayır dedi?
Başkanlık sistem değişikliğini, ülkemizin gündemine getiren ve yapılan müzakereler sonunda isminin bile cumhurbaşkanlığı sistemi olarak dönüşmesini sağlayan Bahçeli'den başkası değildi. Peki neden Bahçeli bu esnekliği gösterdi?
Bahçeli, bu soruyu soran MHP dışı çevrelere, "siz ne karışıyorsunuz, ...size mi soracaktık?" derken tümüyle haklıydı ancak seçmenine ve kamuoyuna yaptığı açıklamada, bu kararı ile yürütmede baş gösteren Başbakan-Cumhurbaşkanı ikiliğini ortadan kaldırmayı hedeflediğini, Türkiye'nin içinden geçtiği ateş çemberi göz önüne alındığında; bunun gerekli olduğunu belirtmişti. Bu gerekçelerin MHP seçmeni açısından bir değeri olmadığı referandum sonucu ortaya çıktı.
Bahçeli'nin bu süreci neden başlattığı konusunda kamuoyuna açıkladığı nedenlerden farklı bir gerekçeyle hareket ettiği kanaatindeyim: Parlamenter sistemde partiler, hükümet olma potansiyelinde bulunduklarından çok değerliler. Fetönün ilgisinin kaynağı da bu durum. Sektöre giriş yapacaksanız, hızlı yol almak için şirket kurmak yerine satın almayı tercih edersiniz. Bahçeli, Fetönün partisini (MHP) ele geçirmek için kaynak ayırdığını ve çalıştığını biliyor, görüyor. Ancak Başkanlık sistemi ortamında partilerin, yalnızca yasama görevi kalacak, yürütme ile bir ilgileri olamayacak. Bahçeli de, Hızır ve Musa kıssasında olduğu gibi Başkanlık sistemine geçerek partisinin teröristler tarafından ele geçirilme ihtimaline karşı, içinde bulunduğu gemiye, el konulmasını önleyecek miktarda hasar veriyor.
Bahçeli, bu stratejisini seçmeni ile paylaşmadığı gibi MHP'li seçmenin "açıkladığın gerekçeler, AkParti'nin sorunu, bizim değil" itirazını ortadan kaldıramadı. Üstelik her geçen gün medya yolu ile MHP'li seçmen tabanında Bahçeli'nin değişmez başkan olmadığı, alternatifinin (Fetö tarafından desteklenen siyasiler) bulunduğu ve AkPartinin arkasına takılmış sığıntı bir MHP algısı işleniyor.
Bahçeli, partisinin içinde bulunduğu tehditi seçmenlerine açıklamadığı müddetçe huzur bulamayacak gibi görünüyor.

11 Nisan 2017 Salı

Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?

Türkiye, altmış günden beri sürdürdüğü referandum sürecinin sonuna geliyor. Peki, Referandum sonucu oluşacak irade ile Anayasa değişikliği dışında başka neler olacak?
Referandumda %60'ın üzerindeki her evet oranı, AkParti ve MHP için ciddi ve güçlü bir başarıya tekabül eder. Oran yükseldikçe Avrupa Birliğinden çıkmakla ilgili yeni bir referandumun bizi beklediğini öngörmek de zor olmasa gerek.
Suriye'de referandum kararımızı bekleyen ülkeler, sıcak çatışmayı göze almış bir Türkiye'ye rağmen bölgede fazla bir şey yapamazlar. Türkiye, PYD'yi askeri anlamda bölgeden süpürmeden huzur bulamayacağını bilmektedir. Referandumu kritik yapan hususun bir yüzü budur. Yeni dönemde medya, Cumhurbaşkanlığı sisteminin işleyişindeki kusur ve hataların görülüp düzeltilmesinde eskiye göre çok daha fazla bir ayna işlevi görecektir. Yeni dönemde toplumsal muhalefetin sözcülüğü, ağırlıklı olarak Medya tarafından üstlenilecektir.
%52-60 bandı, "light evet" denilen ve teknik olarak referandumu onaylayan; ancak gerek Avrupa Birliği gerekse Suriye'de büyük güçlerce yapılacak bir mücadelede devletten çok Fetö ve terör örgütünün elini güçlendirecek bir sonuç doğuracaktır. Medyanın yapısal “kayıkçı kavgasını köpürtme” iştahı nedeniyle bu durumda ya erken seçime gitmek ya da "bu değişiklik geçtiği" için daha pratik olan "2019'da yürürlüğe girecek değişikliklerin erkene alınması" ile ilgili bir başka referandum kararına ihtiyaç duyulur.
%52'nin altında kalacak bir evet oranı, Hükümetin tek başına toplum desteğini kaybettiğini göstereceğinden muaccel bir erken seçimin habercisi olacaktır. Bu senaryoda Türkiye'yi içeride ve dışarıda (her alanda) kontrolsüz bir kaosun beklediği aşikardır. Referandumu kritik yapan hususun öteki yüzü de budur.
Bu ihtimalin teorik olarak varlığına rağmen Türkiye'nin kaos riskini almasının siyasi bir hata olduğu kanaatinde değilim. Zira mevcut sistem, medyanın yapısından kaynaklanan nedenlerle katalizör olarak yer aldığı, kayıkçı kavgalarına çok müsait ve bu durum ülkenin kıt kaynaklarının verimli kullanımını engelliyor. Parlamenter Sistemin Türkiye uygulamasında, iş başındaki Hükümetlerin enerjilerini, iş yapmaktan çok, yaptıkları işleri savunmaya harcadıklarını görmekteyiz. Dış ve çoğu iç politika kararlarının semeresinin makul bir süreç sonunda elde edildiği göz önüne alındığında; anında sonuç bekleyen ve alamadıkça hırçınlaşan çevrelerin, Hükümetin elini zayıflattığı, toplumdaki beklentileri olumsuz etkilediği ortadadır. Demokrasinin gereği olarak sunulan bu durum, Muhalefeti, yürütme erkinin cazibesine kapılarak yasama görevini küçümsemesine ve gölge bir Hükümet gibi iktidar süresi boyunca yapılanların yanlış olduğuna dair söylemler üretmeye itiyor. Bunu yeterince yapamayan Muhalefet, Medyanın da yönlendirmesiyle başarısız bulunuyor.
Bu sistemin değişmesi, bir tercih olmaktan öte bir zaman meselesi değil mi?
Ana problem ortaya konup Referandumda değişiklik için destek arandığında kanaatimce anlamlı olan soru şudur: "Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?" ya da bir Latin sözünde geçtiği gibi: "Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikayen!"

6 Nisan 2017 Perşembe

Korku-Masal Senaryosu

"Peki nasıl oluyor da halkın yarısına yakını, koca ülkeyi tek bir kişinin yönetimine bırakmak gibi bir projeye "evet" diyebiliyor?"
Evet, ülkemizin resmi muhalefeti, referandum kampanyasını, yeni nesil korku-masal senaristleri üzerinden yürütmeye karar verince ortaya böyle kabak tadı vermiş, hezeyan kıvamında iddialar çıkıyor.
Masal kahramanı bir Başkan tasavvur ediyorlar. padişahın kızını almak isteyen, Keloğlan'a benzer bir Başkan. Ancak Padişahın zorlu sınavlarını aşarak hem kıza hem de bonus olarak iktidara uzanmış olan Keloğlanın aksine bu Başkan, başına talih kuşu konmuş başka Başkan adayları ile halkın huzurunda oylanıp Başkan seçiliyor.
Prenses için kötü haber: Yeni Başkan, istisnasız evli geliyor. Yeni formatta öyle hem kız, hem iktidar yok yani. Prenses kız ne olacak peki? Prenses, yeni Başkan seçimini müteakip; babası Padişahla birlikte Keloğlan Masalına geri dönüyor. Eski masalların kendi iç tutarlılığına göre dinleyeni memnun etme misyonu, masalda rol alan aktör ve aktrislerine karşı bir nezaketi var tabii.
Yeni nesil korku-masal senaryo yazarlarına göre seçilmiş bu Başkanların ortak özelliği, ülkeyi tek başlarına yönetme saplantısı içinde bulunmaları. Gerçek dünyada tatbiki tarih boyunca görülmeyen "kimseden yönetsel yardım almama" ve "her istediğini hiç bir sınırlamaya tabi olmadan yapabilme" fikrinin doğal sonucu olarak Başkanlar, Kaf Dağının ardında yaşayan ejderhanın bile kaldıramayacağı bir iş yükünü, toplum hizmetinde -bir cezalı gibi- yedi gün, yirmi dört saat çalışmak işini, hiçbir şikayet emaresi göstermeden üstlenecekler. Çağdaş masala eklenen fantezi tadı!
Yetki devretmeyen saplantılı Başkan(lar)ın bu yoğun performansları için beş yıllık çalışma süreleri öngörülmüş. Hala enerjisi var ve yaptığı işten keyif alıyorsa yine meydana çıkıp talih kuşunun başına konmasını bekleyebilir, vs. vs.
Gerçek hayatta halkın oyları ile seçilecek bir Başkanın, yetki devretmeyeceği, bir ekip kurmayacağı fikrinin üreticisi ve savunucusu olan korku-masal senaristleri, algıları çarpıtma üzerine kurulu bir kara propaganda yapmaktalar.
Başkana bir ekip kurma imkanı vermemek, başka türlü hangi sağlıklı aklın, hangi gerçek tecrübenin eseri olabilir ki? "Okuyanın algılarını etkileyip yönlendirmek" maksadı dışında bir cevabı olan var mı?
Siyaset, bir denge ve uzlaşma sanatıdır. Türk tarihine ancak uzaktan bakan ve ne olmuş olduğunu bir daha sorgulamayan bir çift göz, orada despot yöneticiler ile hiç bir şeye karışmayan, uysal bir halk görüyor olabilir. Türkler, tarihin hangi döneminde yönetimleri için uysal idiler de bizim haberimiz yok?
Hangi tek adam döneminde astığı astık, kimseyi umursamayan, başına buyruk bir yöneticimiz oldu? Olmadı, olmaz. Tarihi dönemlerin detaylarına inerseniz, her yerde uzlaşmanın, bir ekip çalışmasının izlerini görürsünüz.
İktidar isteyen siyasiler, esnek olmak zorundadır. Esneklik bir yönetici zafiyeti değildir, siyasetin doğasındandır. Yoksa kırar dökersiniz ve iktidarınız sorgulanır hale gelir, sürdüremezsiniz.
Hep yanlış okumalar, tek doğrucu görüşler bunlar. Esneyin biraz, belki açılırsınız.
Aziz Nesin'i, Türk Milletinin doğası konusunda öfkesi konuşturdu, tecrübesi değil. Nitekim eserlerinde salak bir halkın davranışlarını anlatmaz; anlattığı, zeka dolu çözümleriyle ele avuca sığmayan bizim insanımızdır. Ama o insanlar, Aziz Nesin'in siyaseten istediğini kendisine vermediklerinden dolayı koyun gibi, göbeğini kaşıyan adam gibi küçümsenen ifadelerle yargılanmışlardır. Şimdi bu aşama da geçti, istediklerini söylesinler, müfterilerin kendi gibi olanlardan başka müşterisi kalmadı.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...