26 Mayıs 2019 Pazar

23 Haziran Seçimi

Artık 23 Haziran'da yapılacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde; İmamoğlu ve dolayısı ile CHP'ye verilecek oyların temel motivasyonunun ulaşımıyla, çevre temizliği ve kent dokusuyla daha yaşanılır 'her şeyin daha güzel olacağı" bir İstanbul'a ulaşmak olmadığını, AkParti'nin kaybetme ihtimali üzerinden Tayyip Erdoğan iktidarının düşürülmesinin hedeflendiğini biliyoruz.
Bu tip girişimler her zaman başarısızlıkla sonuçlanmıyor: 1908'de ne olduğu ile ilgili korkutmak istemem ancak 1908'de başlayan savaş ve kayıplarla dolu anafor, 1923'te Cumhuriyetin kurulmasıyla siyasi anlamda sona ermişti. İnsan sayısı, km2, ton, Lira vb. bütün birimlerde kayıp ve onulmaz bir acı içindeydik.
1991'de Özal Cumhurbaşkanı iken Demirel ve Erdal İnönü'nün demokrasi vurgulu popülist seçim kampanyaları sonuç vermiş; Türkiye, on yıl sonra tek parti iktidarından koalisyonlarla yönetilen amaçsız, düzensiz, çalkantılı bir sürece girmişti. 90'lı yıllar, her anlamda bu ülkenin kayıp yıllarıdır. Bu tip girişimler sonuç verdiğinde hayatın hemen her alanında önemli kayıplar yaşanmaktadır.
Ancak kabul edelim ki mevcut iktidarı devirmek fikri, katılımcılara "ben de oradaydım" dedirtecek bir hikaye bahşediyor. Kurt, kan kokusunu alınca aklı devre dışı kalır, fabrika ayarlarına geri döner, hedefine kilitlenir.
Özal'ı, Abdülhamit'i devirenler nerede şimdi? Onlar da hikaye sahibiydi. Çok değil iki yıl içinde "ne halt" işlediklerine vakıf oldular. Şimdi kimsenin sesi çıkmıyor. 'Demokratik darbe' sahipsiz. Toplumsal kayıp da cabası...
Adını koyalım: İmamoğlu, rasyonel değil, duygusal bir tercih. Bir kavle göre bu seçmenin bilinç altı, 1908 ve 1991 yıllarında olduğu gibi mührü basmasıyla yıkılacak bir enkazı görmek istiyor. Birilerinin ona yıkılacak evin kendi evi, evdekilerin de kendi mahremi olacağını göstermesi gerek.
Hipnoz halinde odaklanmış birine dışarıdan, kelimelerle müdahale etmek imkansız. Kafasını kaldırıp yapmak istediği hareketin büyük resimde birbiri ardınca nasıl artçı sonuçlar doğuracağını tahayyül etmesi ve bunu gerçekten isteyip istemediğine karar vermesi gerek. Milletin feraseti burada devreye giriyor. Hipnozun etkisinden kurtulurlarsa daha tutarlı politikalara yöneleceklerine inanıyorum. Nitekim, örneğin; ancak o zaman terör örgütü ile amaçta işbirliği yapıyor olmanın hem duygusal hem de rasyonel açıdan kabul edilebilir bir tarafı olmadığını fark edebileceklerini düşünüyorum.

Sayıklamalar

"İyiliği emret, kötülükten sakındır" dan,
"dinde zorlama yoktur",
"bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler"e...
" Sen ne karışıyorsun? "a,
Kent hayatında 'bireycilik'e.
"Her koyun kendi bacağından asılır"a.
Asabiyetin çözülüşüne...
Bağların yitimine...
Tarihsel ve toplumsal hafızanın kaybına,
Geçmiş zaman bilgisinin değersizliğine...
Zamanın ölmüş ya da cansız algılanışına...
Algının sürekliliğindeki parçalanmaya...
Elde bir haritanın olmayışına,
Gidilecek yönün belirsizliği ve lakaytlığına...
Rüzgarın sürüklediği sararmış ölü yapraklar ülkesine...

Yerleşim Adı Değiştirmeler...

Halka hizmet konusunda söylemden başka bir tasarruf gücü olmayan soytarı nitelikli yerel yöneticiler için şehrin adını değiştirmek, geleneksel kitap fuarına izin vermemek, toplumsal katılım veya ortada somut bir proje olmaksızın heykel sanatını teşvik etmek ve içkili yer ruhsatlarına zirve yaptırarak son tahlilde milletin dini duyarlılığı ile çelişki teşkil eden harama erişim konularına kolaylık sağlama gibi hususlar, varlık gösterme alanı oluyor.
Evet, kente hizmet kültürünü, öğrencilere burs verip bacak kadar çocukların Marksist jargonu kullanmalarından ibaret gören birinden yeni işine Tunceli adının Dersim adı ile değiştirilmesi suretiyle başlaması çok mu şaşırtıcı geldi?
Alevi toplumu, bir gün bu tarihsel tartışmayı gündemine alacak, şüphesiz. Peki, o gün bu gün mü? Gündemi Alevi kanaat önderleri belirlemiyor ki öyle olsun.
Selo da yılların Türk Diyarbakır'ını, Asurluların Amed'i yapmak istemişti. Girişimi bir kaç levha ile sınırlı kaldı.
Halkın ihtiyaçlarını öncellemeyen her siyasi girişim, halkın kolektif vicdanında yerini ve notunu alır.
Geleneksel kültüre meydan okumak ancak zombinin enerjisi bitinceye kadar mümkün olur. Kanını emecek kitle bulamadığında kendisi de grubu da ortadan yok olur.

Toplumumuzun Geleceği

Türkiye toplumu; tarihi, coğrafi ve ekonomik anlamdaki sürüklenişlerini durdurabilir, kendi kontrolünü eline geçirebilirse özgün kültürünü de ortaya koyabilir.
Toplum olarak uzunca bir süreden beri, çatısız/açık bir ortamda geceliyoruz. Maddi ve manevi her türlü melanet, elini kolunu sallayıp propagandasını yapabiliyor. İkna ettiği muhipleri de az değil. Daha şimdiden koca bir Mankurt sürüsüne sahibiz...
Toplumumuzun bağışıklık sisteminin beslendiği ana kaynak olan İslamiyet; aynı zaman diliminde yaşamak kısmetsizliğine eriştiğimiz, "her şey gibi dinin de akışkan olabileceği" hipotezini test eden kimi uzmanlarca fütursuzca istismar ediliyor. Büyük cesaret doğrusu! Burada da bir sürüklenme hali var.
Sürüklenme esnasında yapılan her şey kendini koruma amaçlıdır. İdeal davranışa, denge haline örnek olmaz yani. O yüzden genel kitlede görülen marazi (hastalıklı) davranış bozukluklarını kınayıp yargılamayalım. Bunlar geçmişin yoksunluklarının, kimlik kaybının bugüne yansımalarıdır. Mikrofonu eline geçiren, bugünün Müslümanına sövmeyi, aşağılamayı büyük adam tavrı görüyor. Kaybedilmiş Mankurt nesilleri bunlar...içinden çıktıkları yumurtayı beğenmezler. Şevkatle yara sarmayı nereden bilecek? Olmasın zaten onun ilgisi, şevkati. Beklentisi olmasın bunlardan kimsenin. Toplum geneli ile arasında gördüğü üç kuruşluk farkı tekebbüre sermaye yapan;gölge etmesin, başka ihsanı da gerekmez!

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...