24 Ekim 2015 Cumartesi

Cerahat Cemaati

Bugün cerahat cemaati olarak adlandırdığımız grup, İslam'ın amel boyutunda; diğer müslüman gruplarıyla tamamen, itikat boyutunda ise büyük oranda "giderek daha farklı" özellikler taşımaktadır. Henüz kelimelere dökülmemiş bu itikadi farklılıklar, bu cemaat üyelerini birarada tutmaya yettiği izlenimi veren bir dizi sır içeriyor. Bunlar, Hocalarına özel durumlar atfediyorlar: Mehdi olması, Allah ve Peygamber Efendimiz ile -haşa- görüşüyor, mukabelede bulunabiliyor olması gibi. Dolayısı ile kendi aralarında Hocalarından gelen bilgiler, başka fanilere ait "boş zaman üretimler i" gibi düşünülmüyor.

Rahmetli Bediüzzaman da "...(yağmur) yağıyor, (yazı) yazıyorum deme, (yağmur) yağdırılıyor, (yazı)yazdırılıyor de..." gibi temelde insan nefsini aradan çıkararak gelişecek olası bir kibri yok etmeyi ve güzellikleri Rahman'ın yarattığına dikkat çekmeyi hedefleyen beyanlar kullanmıştı. Bu grubun elemanları da kendi Hocalarının görüşleri için "bunlar, Allah ya da Peygamber Efendimizin filtresinden geçmiş ifadelerdir" diyerek kendi itikatlarını Ehlisünnet dışı bir yörüngeye oturtmaktadırlar.

Bunların dünya hayatında düzgün bir yaşantı örneği vererek Allah'ın rızasını kazanmanın ötesinde; islami geleneğin yakın tarihte kesintiye uğraması nedeniyle yirmi yıl önce sorulduğunda belki tereddüt ederek benzer cevap vereceğimiz ancak artık cevabından emin olduğumuz,  Ehli Sünnet dışı bir ilham olan, "Allah'ın dünya iktidarına" giden bir yol hedefleri bulunmaktadır. Ancak bu yol, işitme engellilerin kullandığı alfabeye benzer bir başka işaret dili ile iletişime aracılık ettiğinden grup dışı kesimlerce anlaşılamamakta; buna karşılık kendi aralarında yeterince anlam ifade etmektedir.

Hocaları sonuca giden her yolun mübah olduğu ilkesinden hareket etmekte ve her türlü İslami konuda kolayca haram çizgilerini ihlal ederek örneğin tesettürü, içki içmeyi, oruç yemeyi, toplum içinde  namaz kılmamayı, kimliği üzerinden münafık davranmayı (saklambaç oynamayı), amaca giden yolda meşru hatta bir gereklilik saymakta ve cemaatindeki sayısı onbinleri bulan, her biri yarın ahirette hesap verdiğinde kendisini suçlayacak insanlara, "ben bunları tanımıyorumki, hepsine ben mi emir vermişim, yok öyle şey" diyerek kurtulacağını sanmaktadır. Kalpleri bilen Allah, suçun teknik düzeyde mi, amigoluk düzeyinde mi işlendiğini de bilir, ikisine de gerekli muameleyi yapar. Dünyadan biraz farklı bir yer orası. 

Eğitim çağında bizzat aileleri tarafından binbir türlü iyiniyetle bu cemaatin öğretim kurumlarına götürülen çocuklar, iyi bir öğretimle cemaatin stratejik planının öngördüğü ihtiyaçlar doğrultusunda ailelerinden uzaklaştırıldılar, meslekler ve yeni bir Mankurt kimliği kazandılar. Abiler, ablalar, burs verip, "adam ettikleri", kişisel dönüşümünü gerçekleştirdikleri bu çocuklara, kendi cemaatleri dışındaki kimseye güvenmemeleri hususunda da hipnotik ayarı verdiklerini biliyoruz. Bunlar, her şey olup bittiğinde ortaya saçılan kötülükleri sahiplenme konusunda bir tereddüt yaşamadılar. Paralel Yapı denilen karşıdevrim hareketinin adamlarını kardeş bildiler, onlara yardım ve yataklık ettiler. Benim bunlarda görüp de şaşıracağım bir fiil, bir söz kalmadı. Bunları kazanmak gibi bir derdim de olmayacak. Bunu batık maliyet metaforuyla izah edebilirim. Batık maliyet, gidenin gitmiş olduğunun kabulü, gideni getirmek yönlü her türlü girişimin kendisinin de gideceğini öngörmeyi gerektirir. Soğuk bir yemektir ancak başka türlüsü yarayı kangrene çevirecek sürece yaklaştırır.  Demem budur! O yangına dökecek kaynağı olan varsa elini tutmam, engel olmam, herkes dostunu düşmanın seçmekte özgürdür.

22 Ekim 2015 Perşembe

Mülteci ve Empati


Türkiye'ye 1980'lerden bu yana göç eden topluluklar hakkında kaleme aldığım bir yazıda: Bosna ve Bulgaristan muhacirleri, Irak ve Suriye göçmenlerinden bahsetmiştim.

Bir arkadaşım, Bulgaristan muhacirleri ifadesinin yanlış olduğu ve düzeltilmesi gerektiğini söyleyince şaşırdım. Beni, soydaş kelimesini kullanmam hususunda uyarmak istiyormuş.

Ataerkilliğin nerelere kadar uzandığına güzel bir örnek oldu bu uyarı. Bulgaristan muhaciri ile Bulgaristan soydaşı. Aynı mazlum kitlenin iki farklı adlandırması. O arkadaş nezdinde bu ifadelerden muhacir olanı uzak, soydaş olanı yakın anlamına sahip. Pek Müslümanca görünmese de nasıl bir kırılma, ama?

Konuşma, Türkiye'nin Suriye'den aldığı mültecilere kaydı. Arkadaşım, üstelik de yurt dışında yaşayan biri olarak Türkiye'nin 3 milyon mülteciyi kabul etmekle hata yaptığını, son Avrupa Birliği görüşmeleri ile belki de bu kabulün Hükümetin AB'den alacağı para için bir vesile olarak gördüğü yorumu ile devam etti.

Şayet, 3 milyon mülteci için bir referandum yapılırsa sonuç, Hükümetin istediği biçimde çıkmazmış.

Anlıyoruzki, yurt dışında yaşadığı için yurdundan sürgün olmuş bir mülteci ile kolayca empati kurmasını beklediğimiz insanlar bu temel özdeşlik duygusunu geliştirmekten mahrum kalabiliyorlar. Ya da siyasi yaklaşımları, vicdanlarının sesini bastırıp öncelikli düşünce haline gelebiliyor.

20 Ekim 2015 Salı

AkPartinin informel vaadleri

AkParti'nin 1 Kasım seçimlerindeki yazılı olmayan en önemli vaadleri:
1- Paralel yapının, kamu bürokrasisinden sökülüp atılması,
2- Terör Örgütünün bir yıllık süreç içinde ortadan kaldırılması,
3- Terör Örgütü ile Paralel Yapının faaliyetlerini görmezden gelen medyatik yapıların hukuk  devleti  imkanları ile tasfiye edilmesi,
4- Terör Örgütü ve Paralel Yapı elemanlarını, vatandaşlıktan çıkaracak yasal düzenlemelerin yapılması,
5- Sosyal Medyada faaliyet gösteren, propagandayla görevli, Terör Örgütü ve Paralel Yapı elemanlarının, İş-Kur üzerinden eğilimlerine göre açılacak beceri geliştirme kurslarında eğitilerek sertifikalandırılması

18 Ekim 2015 Pazar

Kürtçülerin Göremedikleri

Gazete ve televizyon kanallarının sosyal medya haber altlıklarına yazdıkları yorumlarla görünürlük kazanan kimi kürtçü/terör örgütü paydaşı takipçiler, nefret ve saldırganlık dilinin özelliklerini kullanıp olan biteni sakatlanmış algılarıyla çarpıtarak bambaşka bir dünyanın da inşa edilebileceğini gösteriyorlar.
Karşıtından beslenip motive olan bu gruba her seferinde makabelede bulunan en az onlar kadar tepkisel birileri çıktı mı, seyredin gümbürtüyü...
Benzer bir durum cerahat cemaatinin müntesipleri ile teması olan arkadaşların da başında. Bir dizi jenerik sıfatı, anlamlı bir gramatik yapı içinde kurgulamayı fikir imalatı sanan bu şahıslar, diyalog sürdüğü müddetçe sınırı aşmadıkları ya da genişlettikleri inancıyla iman tazelemektedirler.
Bunlara ayrılan tüm kaynaklar (para, zaman, emek/işgücü), israf edilmiş kabul edilmelidir.

Sosyal medyada yorum yazan Kürtçü/terör örgütü paydaşı yorumcularının jenerik ifadelerine göre Türkiye, Kürdistan’da işgalci olarak bulunuyor ama Nevres Kartal'ın işgalin hangi yıl başladığı sorusuna verecek bir cevap bulamıyorlar, 
Kürtçe ile Sümercenin ortak olduğunu iddia ediyorlar ama Sümerce de bilmediklerinden bunu test etme imkanından mahrum olmalarına rağmen safdil bir eda ile inanmamızı bekliyorlar,
(Akranlarının kendisinin yapamadığı pek çok şeyi yapabildiğini doktora anlatıp yardım isteyen yaşlı adama doktor, “sen de söyle amca” demesi gibi) ve ne yazıkki, terör örgütü hakkında olumlu nitelemeler yapıyorlar.
İşte bu ahirette hesap vereceğine iman etmiş bir insanın kelimelerini seçerek kullanacağı bir alandır. Hem de o terör örgütü, -Kürt Kültürü’ne aykırı olarak- uzunca bir süredir cephede şehit verdiremeyip uykuda, yolda, araçta, kişisel problemini çözmek için telefonla yardımını istediği kamu görevlilerine suikast yaptığı, alçakça cinayetler işleyip şehit ettiği apaçık ortadayken…
Bulgaristan ve Bosna muhacirlerini hiçbir koşul ya da çekince öne sürmeden kabul eden Halkımız, Irak ve Suriye’den gelen göçmenlere de sorgu sual etmeden kapılarını açtı.
Batıdan gelenlerin zamanında (1989-1995 arası) toplumun görüş, tutum ve davranışlarını etkilemek bakımından dönemin medya yöneticileri, toplumda bu kabulün reddine ilişkin olumsuz yayınlar yapmazken, güneyden gelen mülteciler dönemindeki (2013-2015) medya yapılanması, bu gelişmenin aleyhinde pozisyon aldı.
Henüz şifası bulunamayan Tayyip Erdoğan ve AkParti düşmanlığı hastalığı ile malül medyanın, bu red politikasının ana sebebi, belki halkı yılgınlığa düşürüp desteğini çekmesi ve böylelikle hükümetin düşebileceği ümididir.

 

17 Ekim 2015 Cumartesi

Seçimlere ilişkin sistem kuralları ve Davutoğlu'nun stratejisi

Seçimlere ilişkin sistem kuralıdır:

İktidar partisi, geleceğe ilişkin güven ve umut veren partidir, siyasetin küçük hesaplarına kendini kaptırmaz. Vizyonu dolayısı ile misyonu vardır. Onu anlatır. Seçmen, iktidar partisini söyleminden tanır. (Yapan olduğunu söylemek yetersizdir, ne yapmak istediğini söylemek esastır.)

İktidar Partisinin muhalefeti eleştirerek alabileceği sonuç, kendisinin en iyi ihtimalle yerinde sayması; eleştirdiği partinin ise büyümesidir. Zira ikinci sistem kuralına göre muhalif seçmen, iktidar partisinin muhatap aldığı karşı partide toplanır.

Davutoğlu, 7 Haziran seçimlerinde kimin tavsiyesi, tasallutuyla bilmiyorum, genellikle HDP’yi muhatap aldı, HDP’ye yüklendi, muhalif seçmen mesajı aldı, barajı geçtiler. Bu seçimde de Davutoğlu’nun terör örgütüne vuracağım diye HDP’ye had bildirmek suretiyle aynı hatayı yapmayacağını umuyor, bekliyorum. (Terör konusunda kafası karışık gruplar, CHP’nin bir kısmı ile 7 Haziran’da HDP’ye oy veren seçmenler. Bunlara da bırakalım bu sefer “doğru yolu”(!), Davutoğlu göstermesin; onun gösterdiği yer cazibe merkezi olacaktır.)

16 Ekim 2015 Cuma

Ankara Garı Katliamanın Ardından

Menfur Ankara Garı Katliamının ertesi günü HDP parti bürokratları, olay yerine bir ziyaret yaptılar ve burada verdikleri gülümseyen, keyifli görüntülerle de çok haklı bir dizi eleştirinin konusu oldular.
Travmatik bir olay meydana geldiğinde; insan zihni bu olayı mekan, ışık, renk, saat, ses vb olayla ilgili, olay yerinde bulunan bir çok faktörle birlikte hafızada tutar. Bunların her biri zihnin atfettiği önem derecesine göre tetik işlevi görerek hatırayı ilk günkü tazeliğin...de her ayrıntı ve hissiyatıyla birlikte yeniden hatırlamamıza neden olur.
Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığımız, anlam veremediğiniz her türlü psikolojik etkiye travma diyoruz. Bu olay, etkiye birinci derecede maruz kalanlar açısından büyük; genel toplum kesimi açısından da ihmal edilmeyecek ölçekte bir travmadır. Olay yerini, olay bileşenlerinden biri ya da birkaçını hatırladığınızda; yeniden ziyaret ettiğinizde travma, tüm çıplaklığı ile bedeninize yansır. Bilinçaltımız kendini koruma refleksi ile çeşitli huzursuzluk tepkileri verir. Çünkü çok sayıda uyaranın ortasına düşmüşsünüzdür. Orada gülmek isteseniz de gülemezsiniz.
Buna rağmen gülüyorsanız, travma sizi teğet geçmiş demektir.
Demirtaş, Yüksekdağ ve diğer siyasiler, açıkça anlaşılmaktadırki, bedenen orada ancak zihnen bambaşka yerlerdedir; disasosiye olmuş, olaya yabancılaşmış, kurbanlarla empati kuramamaktadırlar. Gazetelere de yansıyan fotograf, altında yer alacak olan "Ankara Gar Katliam Yeri Ziyareti" ifadesiyle sorumlu olduğu insanların acısına duyarsızlaşmış bir güruhu, hayatlarının sonuna kadar takip ve rahatsız edecektir.

Ataerkil Kültür

Ataerkil kültür: bir karar vermek gerektiğinde hakka, hukuka göre değil taraflardan hangisiyle kan bağı varsa onun yanında yer almayı gerektiren, şirk'in sayesinde neşvünema bulduğu illet bir hastalıktır ve maalesef ülkemizde çok sayıda insanın artık gelenek olmuş davranışlarını biçimlendiren ana kaynak da budur.
Adalet değil güç, Allah'ın rızkı değil aşiretin tahsis ettiği erzak, koruma, itibar!
Zinayı kadına yasakladığı halde erkekte serbest bırakan, adaletten alıkoyup vicdanını bastıran, Şirkin kendini yeniden ürettiği ve meşrulaştırdığı ortamı hazırlayan mümbit (!) vasat...
Tabi adam etnik kimliğinden olanı seçer, hemşehriciliğin tavan yaptığı, mikro milliyetçiliğin ayıplanmadığı yerde bir büyük hata da O yapmış, çok mu görelim?

9 Ekim 2015 Cuma

Hormonlarımızın Denetimi

Bazen küçük bir gelişme ya da bir olay, tetik işlevi görerek hormonlarımızı harekete geçirir: Hissettiğimizi fark etmeye başlarız.
Yeni devlet kurma, vergi salma, toplanan vergilerle güvenlik, eğitim ve hukuk bürokrasisi gibi itibar kurumları geliştirme, tarihe geçme gibi büyük resme dönük hayaller kurduran motivasyonlar, insanların kendilerini çok iyi hissetmelerine yol açan bedensel hormonların çalışmasına vesile olur.
Bu hormonların en büyük iki zararından birincisi, kişi...deki kontrol duygusunu zayıflatması, hatta ortadan kaldırması; diğeri de kişiye kendini "çok iyi" hissettirmesi nedeniyle hep yeniden aynı duyguyu yaşamak, hissedebilmek istemesi; dolayısı ile duyguya karşı bağımlılık geliştirmesi riskidir.
Büyük resimle ilgisi olmayan insanların dünyasında aynı hormonlar, parası olduğu ve ihtiyacı da olmadığı halde kişiyi hırsızlık yapmaya sevk eder, o güne kadar edindiği insanlık kültüründe kendini frenlemeye dönük ne kadar mekanizma varsa hepsini bastırarak tecavüze yönlendirir, çoluk çocuğun nafakasını, bu defa talihi dönecek diye kumar masasında tükettirir, AIDS'e meydan okutturur ve kendi küçük dünyasında; önünde gördüğü canlı cansız her türlü varlığı, iyi hissetme yönünde bir şekilde fırsat olarak algılatır. Kurbana/nesneye sahip olmak için gerekirse tehdit ve şiddet kullanan kişileri de harekete geçiren ana kaynak, kişinin kendi hormonlarıdır.
Kişinin tecavüz suçlusu mu, terör örgütü yöneticisi mi olacağını, şartlar, imkanlar belirler, yoksa her ikisinin de temelinde aynı hormon-bağımlılık ilişkisinin yönlendirdiği motivasyon vardır. Süreci başlattıktan sonra onun bir parçası haline geliriz.
Hormonlarımız, bizim ve bizi harekete geçiren kısmının denetimi bilincimizde olduğu sürece onlara ihtiyacımız var.

5 Ekim 2015 Pazartesi

Naci el Alamo - Alamo'da doğdum

Naci el Alamao'yu, Yasmin Levy'nin La Judería (2005) albümünden biliyorum. Hüznün kraliçesine yakışan bir şarkıydı. Alamo'da doğdum diyordu, içinde derin hüzünlerin gezindiği şarkıda... Süreç içinde iki farklı ve başarılı versiyonunu daha görmek, dinlemek nasip oldu. En son -benim açımdan en son tabii- Tunuslu bir genç popçu, Emel Mathlouthi, Alamo yerine Filistin diyerek parçaya hoş bir yorum katmış. adapte etmiş. Güzel bir iş çıkardığını düşünüyorum, paylaşmak istedim.

Önce sözler:
adsız yerlerden geldim
toprağım yok
anavatanım yok
ateşler yakıyorum parmaklarımda
sana şarkılar söylüyorum kalbimle
yürek telim gönül yakıyor
alamoda doğdum
yerim yok
toprağım yok
yurdum yok
alamoda doğdum
böyledir bizim cingene kadınlarımız
acıyla şarkı söylediğinde
can
seni darmadağın eder


                                                                          Yasmin Levy




 
Emel Mathlouthi
 
 
 
 
 
 Eleni Vitali -  Balamo 
 
 
 
 
 
Remedios Silva Pisa
 
 
 

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...