26 Nisan 2014 Cumartesi

Ses - Yahya Kemal

Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,
"Yarab! hele kalp agrilarim durdu!" diyordum.
His var mi bu alemde nekahat gibi tatli
Gönlüm bu sevincin heyecaniyla kanatli
Bir taze bahar alemi seyretti felekte,
Mevsim mütehayyil, vakit aksamdi Bebek'te,
Aksam!.. Lekesiz,,saf, iyi bir yüz gibi aksam!..
Ta karsi bayirlarda tutusmus iki üç cam;
Sakin koyu,sen cepheli kasriyle Küçüksu,
Ardinda vatan semtinin ormanlari kuytu;
Bir neseli hengamede çepçevre yamaçlar
Hep ayni tehassüsle meyillenmis agaçlar
Dalgin duyuyor rüzgarin ahengini dal dal.
Baktim süzülüp geçti açiktan iki sandal.
Bir lahzada bir pancur açilmis gibi yazdan
Bir bestenin engin sesi yükseldi bogazdan
Cosmus yine bir askin uzak hatirasiyla,
Aksetti uyanmis tepelerden sirasiyla,
Dag dag o güzel ses bütün etrafi gezindi:
Görmüs ve geçirmis denizin kalbine sindi.
Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandim.
Tekrar o alev gömlegi giymis gibi yandim,
Her yerden o,hem ayni bakis ,ayni emelde,
Bir kanli gül agzinda ve mey kasesi elde;
Her yerden o, hem ayni güzellikte göründü,
Sandim bu biten gün beni ram ettigi gündü.


Mini Değerlendirme: Ses, metafor yoğunluğu açısından önemli bir şiir. Çok cilveli, sesli, müzikal bir şiir. Üstad Yahya Kemal'in ruhu şad olsun.

25 Nisan 2014 Cuma

Rosina

Yusuf, öğrenim gördüğü akşam sanat enstitüsünde modellik yapan ve daha sonradan Botiçellinin esin kaynaklarından biri olduğunu söyleyeceği  genç bir İtalyan kızı ile tanışır. Cibran’ın adresini verir kıza, ertesi gün için sözleşirler.

Alımlı yeşil bir fistan ve kırmızı bir şal ile tam vaktinde çıkar gelir, Rosina. Poz vermek için sırt üstü uzandığında; Cibran, kızın bir melek gibi göründüğünü söyleyecektir, arapça.  Cibran’ı duyan kız, İtalyanca konuşabildiği için Yusuf’a, arkadaşının hangi dili konuştuğunu sorar. Arapça cevabını Japonca olarak anlar ve yine sorar: Siz Japon musunuz? Evet derler.

Kızın resmini yapmaya başlarlar. Cibran, gözlerini modelden ayırmadan söylenir:  “Parmakları, beynine ve duygularına itaat etseydi, Cibran harikalar yaratacaktı. “

Rosina, üç kardeşiyle iş imkanlarının genişliği dolayısı ile Paris’e gelmiş. Kardeşleri, mühendismiş ve kendi işlerini yapıyorlarmış. Öte yandan kız kardeşleri Rosina’ya karşı çok katıymışlar ve kızın modellik yaparak kazandığı bütün parayı da elinden alıyorlarmış. Rosina’yı, ünlü heykeltraş Rodin keşfetmiş. Kızın bakire olması, Rodin için bir modelde aradığı en önemli hususmuş ve Rosina’yı daimi modellerinden biri yapmış. İyi ücret ödemesine rağmen Rosina, Rodin’e gıyabında palyaço diye hitap ediyormuş.

Rosina’nin bir sonraki gelişinde Cibran, şiddetli bir enfeksiyon geçirmektedir. Kapıyı Yusuf açar ve Rosina’ya  Cibran’ın hasta olmasından dolayı bugün çalışamayacaklarını söyler, yevmiyesini uzatır. Rosina, parayı reddedip, Yusuf’a Rodin gibi zengin olmadığını dolayısı ile Rodin gibi davranmamasını öğütler, Cibran’ı görmeye eve girer. Yıkanması gerekli eşyaları toplar, bohça yapıp ertesi gün gelme vaadiyle evden çıkar.

Ertesi gün geldiğinde giysiler, yıkanmış, ütülenmiş ve defne kokmaktadır. Öte yandan Cibran’da iyileşmiştir. Rosina, yeniden poz verir ve “meleklerin kanatlarında taşınan dilberin” resmini tamamlamaya başlarlar. 

Cibran:

- Ben, Beatrice ve Messaline karışımını severim. Ama kadının güzel olması Yusuf, tam bir felakettir. Bizzat güzelliği güvensizliğinin sebebidir. Güzel olmayınca? Kültürlü olmayınca? Örneğin önümüzdeki şu sade kız. O değerli bir hazine ama yarım saat sonra onun neyini konuşacağız acaba? Hangi tartışmalara dalabileceğiz?

Rosina elbiselerini giyerken Cibran, küçük bir kutu açarak içinden bir kolye ile üç tane gümüş bilezik çıkarıp Yusuf’a, bunları kendi-Yusuf- adına kıza hediye olarak vermesini söyler. Yusuf, kıza hediyeleri verirken Cibran’a teşekkür etmesini söyler. Çok sevinen kız, Cibran’ı yanağından öper. Yusuf, “Cibran çok utangaç biriydi, aşk sanatında sadece yazarken ve konuşurken iyiydi, asla bir Donjuan olmadı” diyor.

 O yaz, ikilinin Lübnan’dan edebiyatçı arkadaşları Emin er-Reyhani, Paris’e gelir. Yerleştikten sonra Yusuf ile Cibran’a takılmaya başlar. Rosina’nın modellik yaptığı bir gün de onlarla birliktedir ve  masanın üzerinde sırt üstü yatmış olan Rosina’nın çıplak bedenine gizli gizli bakmaya başlar. Rosina, bunu anlamış olacak ki hemen kalkıp elbisesini toplar ve İtalyanca kendi kendine mırıldanır: “-Bu adam sanatçı değil, onun yanında utanıyorum.” Cibran’la Yusuf, misafirin çok yakın bir arkadaşları olduğunu, kendisinin edebiyatçı ve filozof olduğunu söyleseler de Rosina ikna olmaz, çıkar gider.

Sonbaharda  Cibran, Amerikaya döner. Yusuf , Paris’te yalnızdır. Bir gece yarısı, adeti üzere yatakta bir şeyler okuyup  karalarken, kapı art arda vurulur. Rosina’nın çalışıdır bu. Kapıyı açınca yanılmadığını anlar. Soğuktan ve tedirginlikten titreyen kızı içeriye alır. Bir süre ağlayan kız, Yusuf’un kahve getirmesiyle anlatmaya başlar: Ağabeyleri, dövmüşler, ölümle tehdit edip kovmuşlar kızı. Yusuf’ a ümit bağlamamış olsa, Yusuf’un yanında güvenilir bir sığınak bulma inancı olmasa çoktan intahar etmiş olacağını söyler. Meğer, kardeşleri önceleri gece dışarı çıkmasına bile izin vermezken şimdi içki içmeye başlayıp utancını yaşamaktansa ölümün daha kolay geldiği bir şeyi yapmasını istemişler:  kendini satmasını.

-Bana acıyın efendim… Bana merhamet edin ve memleketime dönmeme yardım edin. Senden başka kimsem yok… Allah senden razı olsun.

-Gönlünü ferah tut, sevgili kardeşim. Kırk sekiz saat sonra ailenin yanında olacaksın.

Bekar evidir: Evdeki tek battaniyeyi Rosina’ya verir. Kendisi de bulduğu yünlü giyecekleri üzerine giyer. Şafağın ilk ışıklarıyla kalktığında kızın da kalkmış olduğunu görür. Kız, kolundaki bilezikleri çıkarıp Yusuf’a uzatır, onları satmasını istemektedir. Yusuf ise bileziklerin Cibran’ın hediyesi olduğu için koluna takmasını, seyahat ve ihtiyaçları hususunda endişelenmemesini söyler.

Yakın bir lokantaya gider, lokantanın sahibi, Yusuf’u sevinçle karşılar.

-Ne zaman yoğurt mayalasam sen geliyorsun aklıma. Bana yoğurt yapmayı sen öğrettin.

Yusuf, adamdan kahvaltılık malzeme ve Rosina için bir miktar para alır ödünç olarak. Eve döndüğünde kahvaltı yaparlar. Bu ara Rosina, Cibran’ı sorduğunda Yusuf:

-Rosina! Bana doğruyu söyle. Arkadaşım Cibran hakkında ne düşünüyorsun?

-Cibran, hoş, asil bir prens. Ondan yakışıksız tek bir kelime bile duymadım. Her zaman bütün söylediklerini anlayamazdım. Ben sezgilerimle; onun söylediklerinin normal konuşma düzeyinin üstünde, güzel ve faydalı şeyler olduğunu hissederdim.  Bir keresinde neredeyse Cibran’ı tanıyan bir arkadaşımla bozuşuyorduk, ona göre Cibran da diğer bütün erkekler gibiymiş. Bir gün arkadaşımı yemeğe davet etmiş, bu arada iki kadını sevdiğini söylemiş, bunlardan biri Beatrice, diğeri Messaline…

Yusuf, kendini tutamaz, güler:

Cibran kendini ifade edecek kadar Fransızca bilmiyor. Şu Beatrice ve Messaline de sembolik birer isim.

-Evet, ben de arkadaşıma onların bizim gibi yiyip içmediğini söyledim ama O, ben rumuzlardan anlamam, sadece kokuyu koklarım dedi. Ama ben arkadaşımın iyi koku almadığına Cibran’ın gerçekten de asil ve nazik bir prens olduğuna inanıyorum.

Vakit gelince, istasyona doğru yola çıkarlar. Yusuf, Rosina için hem yolluk-yiyecek bir şeyler hem de ayakkabı, elbise ve manto alır, ikinci mevki bilet aldığına üzülür ancak artan tüm parayı kızın bütün itirazlarına rağmen mantonun cebine koyar, kıza veda eder. Rosina, pencereden bakıp bir eliyle el sallamakta, diğer eliyle de gözyaşlarını silmektedir.

Yusuf, bölümü ve kitabını şu cümle ile bitirir: Kardeşim Cibran… Botticelli’nin ruhunun yoldaşı altın saçlı kız ile işte buraya kadar geldim.

Yusuf El-Huveyyik’in Kaknüs Yayınlarından çıkan Halil Cibran’la anılarım isimli kitabının sayfalarında yayılı bulunan bu öyküyü, neden bu blog için özetleyip yazdım, yayınladım? İçinde çok fazla sayıda ibret alınacak öge var ama ben favorimi yazayım: İnsanlık. Okuyucuyu da kendi iç alemi ile başbaşa bırakmak en doğrusu olacak. 

17 Nisan 2014 Perşembe

Ali Ünal yazısına küçük bir ek

Ali Ünal'ın bir tv konuşmasından küçük bir bölüm izledim, internet üzerinde... Bölümün küçüklüğü benim tercihim değil, videonun tamamının, 2 dakika olmasından. Ali Ünal gibi alim bir adama, 3 katlı integral sorusunun dini versiyonu sorulur normalde. Böylesi yakışır olmalı. Yoksa Ali Ünal'a rüsvetle ilgili, cevabını yoldan geçen neredeyse herkesin bilebileceği şeyleri söylettiren sorular sorulmaz elbet, ama maalesef bu oluyor ve Ali Ünal, cevaplarıyla yeni bir şey söylemediği gibi yeni bir ifade gücüyle / söylemle de söylemiyor söylediklerini. İlmini ve kendini bu kavgada bir araç olarak kullandırmış oluyor bu durumda. Bunu da görmek varmış...

http://hamdikeles.blogspot.com.tr/2014/03/benim-baks-acmdan-ali-unal.html

5 Nisan 2014 Cumartesi

Sıfır Hata Üzerine

Yıldız Holding ya da daha tanınan adıyla Ülker'in günümüzdeki sahibi Murat Ülker, nezaket etmiş facebookta sayfa açmış, bazı haberleri kamuoyu ile paylaşıyor, arkadaş edindiği takipçilerinden de bazı iletiler alıyor. İletilerin bir kısmı hakikaten pek zavallıca:

-Yoksulluk nedir bilir misin?
-Bir gün tesislerini ziyarete giderken beni de alsana yanına…
-SSK mı yatır, bütün gün sana burada yalakalık yapayım, işsizim…

Bu tarz asidik anlam yüklü mesajların normalde yayımlanmaması gerekir ama artık ortamın teknik özelliği midir, yoksa Murat Bey'in hoşgörüsü müdür, bilmem, bu iş böyle devam ediyor.

Mart ayı sonlarında Murat Bey, bir kalite belgesi aldıklarını mesaj metnine konu ederek : "Kalite dersimden mezun oldum. Başarı sıfır hatadan geçiyor. 70 yıldan beri sürekli kendimizi geliştiren bir ekibiz!" şeklinde bir yorum yaptı. Daha sonraki mesajlarında da bu "sıfır hata" ifadesini motto düzeyine taşıdığını gördüğümden blogumda bu kaydı düşmeyi uygun buldum:

 Yukarıda tırnak içine aldığım ifadenin yayınlandığı gün, ben de "Başarı sıfır hatadan geçmez, optimum hatadan geçer. Optimum hata, sizin belirlediğiniz tolerans eşiğidir. Hatayı sıfırlamak isterseniz, çok ağır bedeller ödeyebilirsiniz. -pire için yorgan yakmak gibi- Buna başarı demek de mümkün olmaz. Murat Bey'in söylemini bir retorik olarak kendi bağlamında değerlendirmek gerekir, ancak bağlam bilgisinden yoksun olduğumuz için selam göndermekle yetiniyorum: Herkese selamlar."

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...