28 Aralık 2013 Cumartesi

Alıntılar

Dostoyevski'nin ilginç bir duası vardır: "Allah'ım bana baş edemeyeceğim bir şey vermeyeceğini biliyorum. Sadece bana bu kadar güvenmeseydin diyorum." Baş edip edememe gücüne dair kaygı değil de maliyetine, ancak böylesi güzel vurgu yapılırdı. 

Şeref Oğuz, Sabah Gazetesi, 23.12.2013


Biraz İnsan Ol Diyeceğim Ama Seni Zor Durumda Bırakmaktan Korkuyorum

‘İnsanlar Şiddete Bayılır. Trafik Kazası Gördüklerinde Enkazdaki Cesetleri Görmek İçin Dururlar. Ama Aynı İnsanlar Boksun Sevilmesinden Şikayet Ederler. Ne Olduğu Hakkında Fikirleri Yoktur. Boks Saygıyla Alakalıdır.. ‘

24 Aralık 2013 Salı

Hayattan Damıtılan


1. Bir okul bir insanı mezuniyetini müteakip en fazla 10 yıl taşır. 30’undan sonra sorulmadıkça ya da gerekmedikçe mezun olduğu okulun adını seslendirerek itibar sağlamak isteyen insanların geçmişi, sakladıkları başarısızlık hikayeleri ile doludur. 


2. Banka ile müşterinin kredi ilişkisinde; insanlar geçmişlerini satarlar, bankalar insanların geleceklerini satın alırlar.


3. Sevgi testi: Sizi seven, sizin sevdiğiniz şeyleri de sever.  Çocuğunuzun başını okşamayan, çantanıza hor davranan, araba lastiğinize tekme atanların dilinde sevgi kelimeleri de yer alsa bir anlamı yoktur. 

23 Kasım 2013 Cumartesi

Sözün Büyüsü - 3

Söz büyüdür. Bu nedenle kullandığınız her sözcüğün niyetinizle, varmak istediğiniz noktayla ilgili olmasına özen gösterin. Ağzımızdan çıkan en küçük bir söz bile tüm vücudumuza, tüm evrene yaydığımız bir emirdir. Dolayısıyla odaklandığımız düşünceler ve sıkça ağzımızdan çıkan sözler bir süre sonra bizim gerçekliğimiz olmaya başlar.
Bugüne kadar kim bilir size neler söylendi? Sadece öyle söylendi d...iye hiç denemeden, farkında bile olmadan kabul ettiğiniz kim bilir neler var? Ancak bunların artık önemi yok. Önemli olan nasıl bir "siz" yaratmak istediğiniz. Hayal ettiğiniz yeni sizi yaratırken, kelimelerin, hedefinize uygun olumlama cümlelerinin gücünü unutmayın. Bu cümleleri boş kaldığınızda, araba kullanırken, uykuya dalmadan önce, sabah kalkar kalkmaz aynaya bakarak sık sık yüksek sesle tekrar edin. Ödev verilmiş bir ilkokul çocuğu gibi sayfalar dolusu yazın. Yazı evrenle yaptığınız bir sözleşmedir.
Sitedeki olumlama cümleleri her gün artacağından, her seferinde karşınıza yepyeni cümleler gelecek. Bu cümlelerden faydalanabilirsiniz. Ancak kendi olumlama cümlelerinizi yazmak isterseniz dikkat etmeniz gereken birkaç nokta var:
1. Olumlama cümleniz olumlu olsun! Yani Hasta olmak istemiyorum yerine Sağlıklıyım gibi tamamen olumlu kelimelerden seçilmiş kalıplar kullanın.
2. İstiyorum ifadesinden kaçının. Mutlu bir hayat istiyorum demek yerine Mutlu bir hayata sahibim deyin. Evren onaylayandır. İstiyorum dedikçe istemekle kalırsınız. Sahibim dediğinizde tüm hücreleriniz o andan itibaren mutlu bir hayata sahip olduğu komutunu alır ve size bunu yaşatmaya başlar.
3. Cümleler hedefinizi net içersin. Zayıflıyorum gibi sonunun nereye gittiği belli olmayan cümleler kullanmayın. Eğer muhakkak zayıflamakla ilgili bir cümle kurmak istiyorsanız, varmak istediğiniz hedef kiloyu da içine koyarak 55 kilodayım, hatta 55 kiloda olduğum için şükürler olsun deyin.
4. Belirsiz ifadelerden kaçının. Kurduğunuz cümle herkes tarafından anlaşılabilecek basitlikte olsun.
5. Cümlelerinizi gelecek zaman yerine şimdiki zaman veya geniş zaman kipinde kurun. Çok mutlu olacağım demek yerine Çok mutluyum deyin. Gelecek zaman kipi yaşamak istediğiniz durumu her zaman daha ileri bir zamana öteler. Böylece hiçbir zaman o durumun içinde olamazsınız.
6. Olumlamalarınız başka insanlar hakkında değil kendiniz hakkında olsun. Bana saygı göstersin demek yerine, saygı görmeyi hak ediyorum deyin.
7. Cümlelerinizi yumuşatabilirsiniz. Kendimi olduğum gibi kabul ediyorum şeklinde ilk başta ikna olmakta zorluk çektiğiniz cümleleri kendimi olduğum gibi kabul etmeye niyet ediyorum/ hazırım/ başlıyorum, kendimi olduğum gibi kabul etmeyi öğreniyorum şeklinde yumuşatın. Zamanla bu cümleleri kabul ediyorum şeklinde değiştirirsiniz.
Japon Dr. Masaru Emoto suyun, söylenen sözlere, hissedilen duygulara, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre nasıl bir değişim gösterdiğini birbirinden muhteşem su kristali fotoğraflarıyla gözler önüne seriyor. Vücudumuzun 4'te 3'ünün su olduğunu düşünürseniz, ağzınızdan çıkan her sözle önce kendinize sonra çevrenize neler yaptığınızı daha iyi anlayabilirsiniz.
Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız mutlaka kullandığınız cümleleri de değiştirin ve olumlama cümlelerini bol bol kullanarak ruh halinizi daha olumluya çekin.
Olumsuz cümleleri şimdiki zaman kipinde değil, geçmiş zaman kipinde söyleyin: İlişkilerim kısa sürüyor yerine Bugüne kadar ilişkilerim hep kısa sürdü deyin. Böylece kendinizi bütün yeni ihtimallere açarsınız.
Olumlama cümlelerini kullanırken, aynı zamanda harekete de geçin: Artık her gün "zenginim" diyorum, yakında zengin olurum. Bu yanılgıya düşmeyin.Sadece zihininizi yeniden programlamanız yetmez. Hedeflediğiniz duruma doğru adım da atmalısınız. Bir aksiyon planı oluşturmalı ve harekete geçmelisiniz. Bu süreçte bir yaşam koçundan da destek alabilirsiniz.


Bu yazı, önemli olduğu için buraya alındı ve Kişisel Gelişim Uzmanı Ayşegül Ekti tarafından yazıldı. 

Gülümsedin, Söyleştin

Gülümsedin, söyleştin

Gülümsedin, konuştun, ben hepsine inandım;
Senden gelen her söze, her gülücüğe kandım.
Başka bir erkek olsa umut duymazdı belki,
Tüm inandıklarıma ben de inanmazdım ki..
Ama, bu son dileğim, umarım boşa gitmez;
Sen aldat beni, aldat, beni aldat son bir kez!

WALTER SAVAGE LANDOR
Çev. Talat Sait Halman


Şiiri paylaşan Kenan KOCAMAN dostuma teşekkür ediyorum. Talat Halman'a da saygılar. Ancak gerçek bir şair, başka dilde yazılmış bir söz güzelliğini, Türkçede de temaşa etmemize izin verebilir. Teşekkürler.


You smiled, you spoke, and I believed
You smiled, you spoke, and I believed,
By every word and smile deceived.
Another man would hope no more;
Nor hope I what I hoped before:
But let not this last wish be vain;
Deceive, deceive me once again! 

11 Kasım 2013 Pazartesi

Girişimcilik Üzerine - 2


İstatistiklerin yalancısı olarak diyoruz ki, yeni kurulan işletmelerin %80’i, kuruluşunu izleyen birkaç yılda ekonomik hayattan çekilmekte. Nedenlerine ilişkin bir dizi gerekçe söylemek mümkünse de temelde iki nedenden söz etmek gerekli: Satışla ilgili problemler ve kurumsallaşma ile ilgili problemler...

Finansçılar, satışı işletmenin kalbine benzetirler. Kan oradan bütün vücuda pompalanır. Bütçe çalışmalarında da satış bütçesi en önce hazırlanır. Satış o kadar önemli bir faaliyettir ki, yoğun olarak devam ettiği sürece belki de işletmede var olan pek çok gider ya da maliyet esaslı problem, fark edilmek için kriz gibi daha dingin(!) zamanları bekler.

Üretim sektörü için ticari faaliyet döngüsü, hammadde alımı, üretim süreci, ürün satışı ve tahsilat olarak şekillenir. Sermaye, kısmen mal alımlarında, kısmen de faaliyet esnasında ortaya çıkan giderlerin finansmanında kullanılır. Ancak yeterince güven verdiğinizde –bankayı hatırladınız mı?- anlayışlı bir tarzı olan ticari hayat, bir taraftan girdi niteliğindeki mallarınızı vadeli almanıza imkan tanır, öte yandan sizden de aynı şekilde ürün satışlarınızı -alışlarınıza göre- daha uzun vadelerle satmanız için anlayış bekler: 45 gün vade ile al, 10 günde üret, 60 gün vade ile sat. 45.gün geldiğinde ödemeyi yapmak için yeterli kaynağınızın olduğunu umuyoruz. Zira geçmiş günler içinde kirayı, işçiliği, işçilerin sigortasını, muhtasarını, kestiğiniz faturanın tahsil etmediğiniz KDV’sinin karınıza tekabül eden kısmını, elektriği, … ödediniz. Liste uzun ama göründüğü kadar da ürkütücü değil, bilenler bilir. Ekonomik bir faaliyet içindeyiz, bunlar doğal etkinlikler. 70.gün geldiğinde müşterinizin ekonomik bir sorunu yoksa –basitleştirelim-satış gelirini tahsil edeceksiniz. Size güven telkin ettiği için kendisine vadeli mal satarak kredi açtığınız müşteriniz, iş ödemeye geldiğinde problem çıkarıyorsa, ciddi bir kalitesiz alacak stokunuz oluşuyor demektir. Böyle şeyler işin başlangıcında en azından istatistiksel olarak pek olmaz diye girişimci adayımızı rahatlatalım. Ama sermayenin önemine vurgu yapmak için verdiğimiz bu örnekten de görüleceği gibi her müşteriniz için belirlediğiniz bir kredi limiti olmalı ve bunu aşmamak için kendinizi dizginlemelisiniz. Genellikle tatlı karların önerildiği tekliflerde dile getirilmemiş riskler olur.

Sonuç olarak sermaye, bir işletme için iş fikrine yakın bir değerdedir. Sermayesiz iş olmaz mı? Olur tabii… Evrende neler olmuyor ki? Romantizm, 19. Yüzyılda doğmuş bir edebiyat akımı olarak günümüzde de anlamlı örnekler, beklentiler yaratıyor. Yukarıdaki paragraf, ısrarlı romantikleri, bir başka edebiyat akımı olan realizme döndürmek için kaleme alındı. Şimdi gerçekleri konuşalım: Sermayeniz değerli ve gereklidir. Asla herhangi bir nedenle zayi edilmemeli ve dahi etkin/verimli kullanılmalıdır.
Amaç sermayenin kıt bir kaynak oluşundan hareketle etkin kullanılması olunca yeni kurulan işletmenin sabit giderlerini daha başlangıçta makul tutması elzemdir. İşte bu noktada 1980’lerden bu yana dünyada yaygınlaşmaya başlayan, ülkemizde KOSGEB’in amiralliğini yürüttüğü İŞ GELİŞTİRME MERKEZİ uygulamalarından bahsetmemiz gerekiyor.

7 Kasım 2013 Perşembe

Girişimcilik Üzerine - 1


Yeni kurulan bir işletme sahibi, kredi talebinde bulunmak üzere bankaya gittiğinde toplantısı genellikle beş dakika sürer. Bu genellemenin istisnaları da vardır kuşkusuz: Birinci ve en iyi ihtimalde; yeni girişimci, istenilen likit teminatı karşılayacak güçtedir, dolayısı ile görüşmenin beşinci dakikası itibariyle toplantının derinleşerek sürdüğü tahmin edilebilir. Daha sık görülen ikinci ihtimalde ise girişimci, bardağındaki soğumuş çayın son yudumunu içmek yerine dalgın bir şekilde dairesel olarak bardağın içinde çevirmekte; böylece aslında bitmiş olan bir görüşme süresi için istisna oluşturmaktadır.

Genellemenin doğrulandığı ya da ikinci ihtimalin baskın geldiği durumlarda, girişimci için sonuç, tahmin edebileceğiniz gibi olumsuzdur. Ama neden temel amacı topladığı fonları, kredi olarak ekonomiye geri göndermek olan bir kurum, yeni girişimci tabiriyle kendilerine yardımcı olmuyor? Yaygın kanaatte göre “onlar zaten böyledir. Güneşli havalarda şemsiye verirler, yağmurlu havalarda şemsiyeni alırlar” Gerçekten böyle mi peki? Ezberi bozalım:

İstatistikler, işletmelerin kapanma riskinin; faaliyet gösterdikleri süre ile ters orantılı olduğunu ortaya koyuyor. Tersinden ifade edersek; yeni kurulan işletmelerin faaliyetlerine devam etme imkanı, kendisinden önce kurulan işletmelere göre daha az. Peki neden böyle?

Daha net bir ifade ile bunun temel nedeni, sabit maliyetler. Yeni kurulan işletmeler, işletme sermayesinin önemli bir kısmını, sabit maliyetlerini finanse etmek için kullanıyor. İşletmenin kuruluş masrafları, faaliyet gösterilecek mekanın kirası ve çalışmaya uygun hale getirilmesi için yapılan masraflar, elektrik, su, doğalgaz, telefon abonelikleri, bilgisayar, faks, projeksiyon makinası ve -olmuşken- perdesi gibi ofis ekipmanlarının temini, işletme sermayesinden birer birer düşülmek üzere sıraya giriyorlar.

Bir iş kurmakta en önemli faktör, pazarın mevcudiyeti olsa da bu bazen çok da sağlama alınmadan “nasılsa olur, biz bir başlayalım” denildiği için iş planları yapılmıyor, “hedef olmayınca nereye gittiğinin ne önemi var?” dolayısı ile ilk aylar, işletmeye nakdi taşıyacak ana faaliyet olan satış, çoğu zaman ekonomik bir etkinlik olarak ortada görülmüyor. Bu dönemde ortaya çıkan giderler, bizatihi sermaye tarafından karşılanıyor. Yani masal diliyle söyleyecek olursak, kral ayağımıza gelmiş, biz fani kullarına hal hatır sorup sırt okşuyor, ceplerimize bir şeyler sıkıştıryor. Bu doğal değil yani. Ters giden bir şeyler var. Kral gidici…

Banka, tam da bu istatistiksel nedenden ötürü, yeni girişimciye kredi veremiyor. Girişimci, ekonomik yolda biraz ilerlesin, kendini göstersin, en az bir yıl kralı üzmeden, azaltmadan kendi ticari döngüsünü kurarak faaliyette bulunsun; banka, açtığı krediyi tahsil edeceğine dair bir izlenim alacak kadar feraset sahibidir. Hem bu banka işini çok da abartmayalım. Kredi, bir itibar müessesi olduğu kadar işletmelerin özellikle büyüme dönemlerinde nakit darboğazlarını aşmak için kullanmaları gerekli emanet/katalizör bir kaynaktan başka nedir ki? Abartmamız gereken sorun, yeni kurulan işletmemizi nasıl ayakta tutacağımız ile ilgili alacağımız kararlardır.

24 Ekim 2013 Perşembe

Sarit Hadad

Sarit Hadad. İsrailli. 78 doğumlu. Saygılarımı sunuyorum.



Bu parça eski bir Yahudi şarkısı. Başka versiyonlarını da dinlemek mümkün. Ben bu yorumu sevdim. Umarım siz de seversiniz.

Nikos Vertis'le yaptığı düet muhteşem:



Aşağıda yine bize çok sıcak gelecek bir başka şarkı var: Bir konser görüntüsü eşliğinde, iyi eğlenceler.



Turkish (included Kurdish), Greek, Jewish, Armenian, Bulgarian, Arab, Serbian (included Bosnian) people look like each other. Our cultures are near. The problems which we though that have being, are fictional.

Küçük Prens - 3


ŞARKICI

Elindeki mikrofonu vucudunun uzantısı gibi taşıyan kadını görünce “deja vu” hissine kapıldı Küçük Prens.

 “Artık hazırım” dedi kadın. Derin bir nefes alarak şarkı söylemeye başladı. Sesinde hüzün vardı...

Gezegeni, yanardağları ve çiçeği aklına geldi, Küçük Prensin… 

Belli ki selamlamayı bitirmiş doğrulmakta olan kadın, Küçük Prens’in dalgın gözlerle kendisine baktığını görünce asabileşti:

“Ama alkış, sanatçıların gıdasıdır ve siz Küçük Bey, yalnızca sizin için söylemiş olmama rağmen beni takdir etmekten uzaksınız...”

 “Yine deja vu!” diye düşündü Küçük Prens. Evet, çiçeği ete kemiğe bürünmüş ve bu kadın suretinde ortaya çıkmıştı. Çabuk toparlandı ve alkışlamaya başladı.

“Özür dilerim... itiraf etmeliyim ki beni bir başka gezegene götürdünüz. Dönmem zaman aldı” dedi, Küçük Prens. Gülümsüyordu.

Kadın, bu nazik cevaptan memnun oldu.  “Demek, siz de hayran oldunuz sesime” dedi. “Beni daha gençken görecektiniz…”

“Ama ben sizin gençliğinizi görecek kadar yaşadım mı, emin değilim” dedi Küçük Prens. Kısa bir sessizlik oldu. Kırdığı potu fark ettiğinde Küçük Prens, kadının yüzü, üçüncü renk değişimini geçiriyordu.

“Özür dilerim, yaşınızı ima etmek istememiştim” dedi. “Hem aritmetikle aram o kadar da iyi değildir. Bana çok sevdiğim bir dostumu hatırlattınız…”

“Sahi mi? Kimmiş O?” dedi kadın. Sesinde hiddetten gücenmişliğe doğru bir geçiş vardı.

“Ben” dedi Küçük Prens, “buraya oldukça uzak bir gezegenden geliyorum. Orada dostum olan bir çiçek vardı, çok güzel bir çiçek”

“Çiçekleri severim” dedi kadın. “Takdir hissinin bir göstergesi olarak çokça çiçek verilmiştir bana.”

“İnsanlar çiçek yetiştiriyorlar, ama onların dilinden anlayan çok az “dedi Küçük Prens. “Ticaretin dili araya girdi mi ruh ölüyor. “

“Hımm...”dedi kadın.

“Küçük Prens’tir adım” dedi, Küçük Prens. “Sahi siz kimsiniz?”

“Ay!.. sen onu da mı bilmiyorsun” dedi kadın. “Yeniden tansiyonum çıkacak. Şu duvardaki resimlere bak bari…”

Duvarda kadını şarkı söylerken gösteren posterleri vardı.

“Oh! demek resim çektirip duvarlarınıza asmışsınız” dedi Küçük Prens.

“Bu kadarı da fazla” dedi kadın. “Ya sen ne dediğini bilmiyorsun ya da çok küstahsın!”

Köprüleri atmıştı kendine göre. Küçük Prens, bir yerlerde yanlış bir şeyler olduğunu seziyordu ama adını koyamamıştı.

“Lütfen” dedi. “Açıklayın bana. Yanlış bir şey mi söyledim?”

“Daha ne söyleyeceksin” dedi kadın. “Kim olduğumu bilmemene rağmen sana özel şarkı söylüyorum. Ama sen duvarlar dolusu posteri kendi kendime çektirdiğimi iddia ediyorsun… hiç utanman yok mu senin?”

“Çiçeğin gibi davran ona “dedi içindeki ses, Küçük Prens'e. Kelimelerini özenle seçmeliydi. Kelimelerin yanlış anlaşılma nedeni olduğunu öğrenmişti, Tilkisinden.

“Yine özür dilerim sizden” dedi. “Kabalık etmek istememiştim. Bilmiyorum gerçekten, açıklar mısınız? Bu resimleri kim çekti?”

“Ben gerçek bir sanatçıyım” dedi kadın. “Ama sen sanat nedir bilir misin?” Sesinde küçümseme vardı.

“Boş ver “dedi. “Ben şarkı söylerim. Daha ergen olduğum dönemden bu yana hep assolist olarak sahne aldım, hem de en önemli yerlerde. Kimlerin önünde söylemedim ki, devlet başkanları, iş adamları, yüksek bürokratlar... aklına kim gelirse beni dinlemiş ve hayranlığını dile getirmiştir."

"Hayranlığı dile getirmek de bir hünerdir...”

Küçük Prens, bunun kendisiyle ilgili bir ima olduğunun farkındaydı ama bilmediği ancak tetiklediği bir nedenden ötürü kadının bu dili kullandığını anlıyordu.

“Bunlar, benim sahne aldığım yerlerde kullanılan posterler” dedi kadın. “Sen poster nedir bilmez misin?”

“Siz anlattıkça anlıyorum” dedi Küçük Prens. “Ben daha önce hiç sanatçı görmedim.”

Kadın, bu sözde hayat buldu. Nihayet onu ölümsüz yapacak küçük fani çıkagelmişti.

“Anlamaya başlıyorsun” dedi. Gözleri gülüyordu.

Varlığını tanımıştı. "artık; meşruiyet krizi çıkarmaz” diye düşündü Küçük Prens. “Şu yetişkinler gerçekten tuhaf oluyorlar…”

“Biraz daha bahsetsenize kendinizden” dedi Küçük Prens.

“Ah küçüğüm nereden başlayayım. Yıllar yılı ismim süsledi ışıklı tabelaları. Standart oldum müzik camiasında ben. Sesin rengi kavramı benle birlikte girdi insanların dünyasına. Ama zaman değiştiriyor her şeyi: fiziği, algıyı, beğeniyi… Hep şaşırttım ben insanları. Şaşırtmaya çalıştım. istedimki alışmasınlar bana, sıradanlaşmamalıyım. Evet sevsinler ama alışmasınlar, şaşırtayım onları. Alışınca fark edemezsin çünkü. Sonra bir gün anladım ki onca çabaya rağmen insanlar alışmışlar bana. Özlesinler ve yokluğumu fark etsinler diye buraya, gençliğimde yazlık olarak kullandığım bu gezegene geldim. Ama pek gelip geçen yok burada. Unutuldum ben galiba…”

Ağlamaya başladı kadın...

Teselli etmek istedi kadını Küçük Prens. Ama nasıl davranacağı konusunda tereddütleri vardı. Ağlamak çocukların savunma araçlarının önde geleniydi. Yoksa yetişkinler, bu önemli silahın farkına mı varmışlardı ki kadın ağlıyordu?

“Siz” dedi Küçük Prens, umursamaz bir tavırla “ Siz, kim olduğunuz konusunda yeterince bilgilisiniz sanıyordum…”

“Ne demek şimdi bu?” dedi kadın. Bir yandan da gözyaşlarını siliyordu.

“Kendinizi başkalarının beğenilerine bırakmış olduğunuzu görüyorum” dedi Küçük Prens. “Gerçekten çok mu önemli bu?”

“Sanatımın takdir edildiğini göremezsem yaşayamam ben.”

“Ben sanatın ne olduğunu gerçekten bilmiyorum” dedi Küçük Prens. “Ama insanın ancak kendisi için bir şeyler yaptığında mutlu olduğunu biliyorum. Kendiniz için söyleseniz şarkılarınızı, bu yeterli olmaz mı?” dedi.

“Ama bu yalnızca eğlence değil benim için…” dedi kadın. “Ben geçimimi bu yolla sağlıyorum.”

“Sanat, geçimin bir yolu diyorsunuz yani. O zaman rekabeti de kabul etmek durumundasınız.”

“Sanırım evet, bu da şimdiki durumumu açıklıyor.”

“Sanatı kendiniz ya da çevrenizdeki insanlar için yapsaydınız geçiminizi sağladığınız bir başka işiniz olurdu. Örneğin toprakla uğraşıp ekin biçerdiniz ya da fabrikada tütün sarar veya bir ofiste görev yapardınız… Uğraşının uygun bir anında kendinizi için şarkılar söylerdiniz. Ama siz, işbölümünün kutsandığı bir toplumda kurgulanmış  bir mesleğe ömür verdiniz. Oluşturduğunuz standartlar gün geldi önünüze engel olarak çıktı. “

Kadın yeniden ağlamaya başladı.

“Ağlamayın…” dedi Küçük Prens. “Bunun size bir yararı olmaz. Siz kalbinizle olan bağı koparmışsınız. “

Kadının ağlaması hıçkırıklı bir hale dönüşmüştü.

“Bir yol daha var” dedi Küçük Prens.

“Belli ki dünyalısınız siz “dedi.

“İnin dünyaya. İnsanların sizi çağırmasını beklemeden karışın aralarına. İnsanlar yadırgamayacaklardır bunu. Onların çoğu yaşadıklarını bile unutmuşlardır. Farkınızı bilerek karışın aralarına. Yapacak bir şeyler mutlaka vardır. Bunu, o şeyi görünce içinizden gelecek şarkı söyleme hissinden anlayacaksınız…”

“Kimsin sen! “dedi kadın. Elleri şevkatle Küçük Prense doğru uzanmıştı.

“Ben bir çiçeğin gönlünden sürgün oldum ilkin” dedi Küçük Prens. Duygulanmıştı. Sevginin geleceğe bağlar kurmak anlamına geldiğini biliyordu.

“Sanırım bu karşılaşma ikimizi de biraz ehlileştirdi” dedi Küçük Prens.

“Şimdi gitmeliyim. Hoşça kal.”

14 Eylül 2013 Cumartesi

Sözün Büyüsü - 2

Söz/kelimeler, duyanı/okuyanı büyüler, elinden tutar başka mecralara götürür, devasa söylemler inşa ettirir, sonra o ifade gücünü hayranlıkla seyreder, egonuzun hakkını verirsiniz: Helal sana, ne de güzel ağzının payını verdim. Gerçekte hiçbir şey olmamıştır. Olan biten kağıt ya da ekran gibi bir yüzey üzerinde insanların ittifak ettikleri sembollerin seslendirilmesi sonucu beyinde oluşan/uyanan algıyla ilgili bir değişiklik/farklılıktır. İstediğiniz, beklediğiniz sonuçların yanısıra kasdetmediğiniz, beklemediğiniz sonuçlar da çıkar oradan... Anlamın bir kere var olduktan sonra hukuki sonuçlar dışında kendini üretenle olan bağı kopmuştur.

Küçük Prens - 2


Yetişkinler için Küçük Prens - Savcı

Küçük bir gezegendi. Yüzeyinde iki masa, masaların önünde ve arkasında birer sandalye ve bütün bunları çevreleyen L biçiminde büyük bir çekmeceli dolap vardı. Birinci masanın üzeri gazetelerden kesildiği anlaşılan küpürlerden dolayı dağınık görünüyordu. Masanın dışındaki sandalyenin üzerinde de henüz okunmamış ciddi bir gazete yığını istiflenmişti. Öteki masa da üst üste konmuş kitapların işgali altındaydı.

Adam, ayakta; hafif eğilmiş bir pozisyonda yeni bir gazete küpürü kesiyordu. Küçük Prens’in gezegene geldiğini fark etmişe benzemiyordu.

“Merhaba” dedi Küçük Prens. “Çok dikkatli biri olmalısınız.”

Adam hemen cevap vermedi bu ince sesli soruya, kafasını bile çevirmedi, kesime devam etti. Az sonra küpür elinde Küçük Prense döndü. “Evet” dedi, “hukuk dikkat ister.”

“Oh siz avukat olmalısınız” dedi Küçük Prens. “Daha önce hiç avukat tanımamıştım.”

“Yaklaş!..” dedi buyurgan bir sesle Adam. Amacı tahakküm kurmak değildi aslında ama mesleğini yaparken böyle davranmanın etkili olduğunu öğrenmişti. “Avukat değilim ben. Hukuk deyince aklına yalnızca avukatlar mı gelir senin?”

Kısıtlı düşündüğü için utandı Küçük Prens. “Yaşıma verin” dedi. “Avukat değilseniz kimsiniz siz?”

“Burada soruları ben sorarım” dedi Adam. Sesindeki hiddeti fark edince küçük bir çocuğu azarladığını anladı. Sesini yumuşatarak: “Sen” dedi. “Burada ne arıyorsun. Hem bu yaşta. Sahi yaşın kaç senin? Annen baban ya da senden sorumlu başka biri ile mi geldin? Söyle bakalım kimsin sen?”

“Ben Küçük Prensim” dedi, Küçük Prens. Seri sorulardan dolayı biraz korkmuş ve keyfi kaçmıştı. “Ben” dedi “buradan geçiyordum, sizi görünce konuşmak istedim. Gördüğüm kadariyle yalnızsınız…”

“Pöh!..” dedi Adam. “Ben gücün önemli  bir parçasıyım. Yalnızlığım güvenlik nedeniyledir. Kimseyle gereksiz yere dost olmam. Sonra adil davranamayacağımdan korkarım. Ben hukuk Adamıyım...”

“Evet” dedi Küçük Prens “…daha önce de söylemiştiniz bunu. Ama insan dostsuz nasıl yaşar?”

“Zordur elbette bu” dedi Adam. “Ama gerekçesini söyledim sana. Kutsal bir görevdir yaptığım. Hata kabul etmez. “

“Bir başka gezegende yaşayan kanun adamı olduğunu söyleyen biri ile tanışmıştım” dedi Küçük Prens. “Onunla tanışıyor musunuz? “

“Evet” dedi Adam. “Yargıçtır O. Ben Savcıyım.”

“Ooo…” dedi Küçük Prens, “…hukukçular sandığım kadar yalnız değillermiş, sevindim buna.”

“Sen…” dedi Savcı, “Küçük Prens’sen, krallığının sözleşmesinin bizde olması gerekir. Adını söyle bakalım krallığının kayıtlarımızı kontrol edelim hakkında hukuksal bir takip var mı ortaya çıksın. “

Sıkıldı Küçük Prens. “Yok” dedi. “Gerek yok buna.”

“Gerek olup olmadığını ben söylerim” dedi Savcı. “Hem bu gezegende iddia makamında son sözleri hep ben söylerim” dedi. “ama karar yetkisi yüce mahkemenindir, kurallar böyle…Gerçi adından da buluruz nasılsa...”

Bilgisayarının başına geçti Savcı.

“Hımm “dedi. “Bir kitap var seninle ilgili... Okumuş, notlar almışım... Senin krallığının kapatılmasına ilişkin dava hazırlığı yapmışız” dedi. “Ancak yaşın 18 den küçük olduğu için yargıca göndermemişiz iddianameyi. Sahi kaç yaşında oldun şimdi?”

“Aman Tanrım!..” dedi Küçük Prens. “Krallığımın kapatılması mı? Ne demek şimdi bu. Üç volkan, bir çiçek ve sürekli büyüyen boabob ağaçlarından başka bir şey yok ki benim gezegenimde.”

“Gezegenin kapatılmasını istemiyoruz ki iddianamede…” dedi Savcı. Sesi soğuktu. “Senin evrensel yasalara uymayan, sorumsuz beyan ve eylemlerini yazıp prensliğine son vermek talebini açmışız Yüce Mahkemeye. Nihai kararı onlar verir...”

“Ama benim sorumsuz beyan ve eylemlerim de ne demek? Tanrım neden bahsediyorsunuz siz? “

“Dur bakalım…” dedi Savcı. Hukuk söz konusu oluğunda kimseyi tanımazdı. Klasörlerin yer aldığı dolapların yanına gitti. Dolabın üstündeki fihristi aldı, masaya koydu.

“Küçük Prens…” diye mırıldanarak fihristin içinde K harfinin yer aldığı sayfayı açtı. Eliyle aşağıya doğru taradı. “11539. dosya…” dedi. Sonra dolapların kapaklarına baktı. Bir çekmeceyi açıp içinden bir dosya çıkardı.

“İşte iddianame…” dedi, dosyayı elinde sallıyordu. Masaya koydu. İçini açtı. “Bak!..” dedi “…okuyayım sana neler yapmışsın”:

“Gezegeninde bir çiçek bulduğunda ona sahip çıkmış ve onu rüzgardan korumak için bir kavanozdan yararlanmışsın…”

“Evet!.. ama ne var bunda” dedi Küçük Prens.

“Dur! daha bitmedi” dedi Savcı. “Hukuk adamıyım ben! Böyle ikide bir sözümü kesme, yargıdan mı kaçmak istiyorsun yoksa?” dedi. Yine hiddetlenmişti. Dosyaya döndü:

“Hesap yapmakta olan ciddi bir adamın yanlış toplama yapmasına neden olmuşsun.” dedi.

“Ayrıca bir sarhoşun yaşadığı gezegene uğramışsın… Hımm… Bu da yetmiyormuş gibi yaşlı kralın gezegenine de uğramışsın. Diğer ziyaretlerin, burada yaptığın konuşmalar ve dünyada yaptıkların da tek tek yazılı burada. Ne diyeceksin şimdi, söyle bakalım…”

“Ben bir şey anlamadım. Ne var bütün bunlarda, ben bir suçlama göremedim…” dedi Küçük Prens.

“Bir hukuk tekniğidir bu…” dedi Savcı “…ben delil toplar iddianameye yazarım. Kararı Yüce Mahkeme verir…”

“Tamam orasını anladım.” dedi Küçük Prens. “Kararı onlar verecek de siz neyle suçluyorsunuz beni.”

“Gezegenler arası bölücülük yapmak, laiklik ilkesini ihlal, ihaleye fesat karıştırmak ve yolsuzluk.”

“Ama ben bunların ne anlama geldiğini bile bilmiyorum. Yaptıklarımın bunlarla ne ilgisi var?”

“Ben iddianamede delil toplarım. Tek tek yaptıklarına anlam veremem. Dedim ya bir hukuk tekniğidir bu…Kararı Yüce Mahkeme verir.”

Sıkılmıştı Küçük Prens. “Siz dedi mesleğinizi ciddiye almıyorsunuz. Yaptıklarımın ne anlama geldiği konusunda bir iddianız bile yok ama bütün yaptıklarımı toplayıp önüne kocaman bir suçlama yazarak beni meşgul etmek istiyorsunuz. Oysa daha gezecek çok gezegen var.”

“Sakın ha!...” dedi Savcı. Daha fazla gezme ama biraz büyü de iddianameyi Yüce Mahkemeye sevk edebileyim. O kadar emek verdim…”

“Bak bunu öğrenmişsin…” dedi Küçük Prens. “Emek verdiğin şeyden sen sorumlusun.”

“evet emek verdiğim şeyden ben sorumluyum.”

“O zaman gerçekten iddian olan şeylerle ilgilenip emek versen de ortaya ciddi şeyler çıksa, bunu ben yaptım desen…”

“….hukuk adamıyım ben, kararı Yüce Mahkeme verir…”

“Ama bu halinle bir arşiv görevlisini andırıyorsun. Hayatın başkalarının yaptıklarını izlemekle geçiyor. Seçici olmazsan Yüce Mahkemeyi de boşuna meşgul edeceğini fark etmiyor musun?”

“…Kararı Yüce Mahkeme verir.”

İsmini yazınca Google ‘da yüzlerce sayfa gelsin istiyor bu diye düşündü Küçük Prens. “Yüce Mahkemede görüşürüz” dedi “…o zaman.”

12 Eylül 2013 Perşembe

Kumsal Nedir? Ne demektir?

Bu bloğun adı neden kumsal? Blog adı alırken neden bu metaforu kullandım? Belki başkası adlandırmadan bu konuda bir açıklama yapmam uygun olacak.

Kumsal, denizin karaya yani kıyıya vurduğu, kustuğu, içinden çıkarıp dışarı attığı nesnelerin birikme alanıdır. Evvelce denizde olduğundan biz karada yaşayanlarca bilinmeyen, keşfedilmeyen, farkında olunmayan tüm düşünce, bağlantı ve bağlantı ağının, kendi kumsalımıza vurmasıyla görünür kılındığı ve bunun diğer insanlarla paylaşıldığı bir ortamdır burası.

Tüm kıyı şeridi, kamusaldır, herkese açıktır. Ben, bunun farkında olarak zihnim, emeğim ve elimi, bir karşılık beklemeden açıyorum. Kabul buyurunuz.

İş Hakkında Düşünceler - ll

Sanıldığının aksine işimiz ve işyerindeki pozisyonumuz, çoğu zaman emeğimizin doğrudan bir sonucu değildir. Ama bu gerçek, öyle bir çırpıda görülebilenler sınıfında olmadığından çalışanlar üzerinde "benden bir şey olmaz"dan, "ben ne imişim be!" pozisyon kibirlenmelerine varan geniş bir yelpazede çeşitli etkiler bırakır.

Bu blogda yer alan Küçük Prens -1 adlı hikaye, bir işe kendini adayan uzmanlara ilişkin düşünceler içerir.

Sermayesi size ait olmayan bir işletmede çalışıyorsanız, size önerim: işinize hakkının verin. Daha azını ya da daha çoğunu değil...Zira hayat hakkınız, sınırlı süreli...Bir eylem alanına ilişkin tasarruf, bir başka alanın hakkından kısıntıyla karşılanıyorsa "bir hakkını verememe" sorunu ile karşı karşıyayızdır. Unutulmamalıdır ki, dengeyi bozan bu tür uygulamalar, er veya geç başka kalıcı ve majör problemlere yol açar.

Küçük Prens - 1


Yetişkinler için Küçük Prens - UZMAN
 
 “Merhaba’..” dedi adam, Küçük Prens’in iyice yaklaştığını görünce. Başında şapkası vardı.

“Merhaba…” dedi, Küçük Prens.

“Şapkanız başınızda ama sizi ışınlarıyla rahatsız edecek bir güneş göremiyorum.”

“İşim gereği takarım bu şapkayı…” dedi adam. “Şimdi de iş başındayım. Hatta işimin başındayım...”

“Sahi mi?” dedi Küçük Prens. “Siz hiç dinlenmez misiniz?”

“Dinlenirim tabii…” dedi adam. “Ama ben aktif dinlenme dediğim şeyi yaparım. Öyle miskinler gibi yatıp uzanmam dinlenirken. Uğraştığım işi bırakır bir başkasına geçerim. Uzmanım ben.”

Yine ömrünü heba eden şu tuhaf büyüklerden herhalde dedi, Küçük Prens içinden.

“Memnun oldum ama Uzman ne iş yapar bilmem ben…” dedi, Küçük Prens.

Büyüklerin bilmedikleri zaman yaptıkları gibi utanmış taklidi yapmadı. Bundan gücendi Uzman.

“Bilgi güçtür…”  dedi Küçük Prense. “Bilmen lazım. Bilmiyorsan öğrenmen lazım. Ama her şeyi bilemezsin. Öğrenmek için de yeterli vaktin yoktur çoğu zaman. O zaman da benim gibi bir bilene sorman lazım…”

“Oo..siz her şeyi biliyor musunuz” dedi Küçük Prens. Önemli biriyle karşı karşıya olmalıydı.

“Çoğu şeyi…” dedi Uzman. “Ama her şeyi değil. Haddimi bilirim ben. Sen dedi buraya bana danışmaya mı geldin. Uzmanların bir adı da danışmandır. Sor dilediğini bilemezsem yönlendiririm seni. Hem yaşın da küçük, para da almam senden, ama sebepsiz iyilik yapmam ben, ileride ödersin.. “

Küçüğün son söylediğini iyice anlamadığından kuşku duydu.

“Tecrubeme göre sebepsiz iyilik alan, bunun kıymetini bilmez dedi. Bilginin değerli olmasının bir boyutu da ona değeriyle orantılı bir bedel ödemendir.”

“Buraya özel bir nedenle gelmedim” dedi Küçük Prens. “Hele borçlanmaya hiç niyetim yok.”

“Böyle giderse sen de miskin olursun ama…” dedi Uzman. “Uğraştığın bir şeyler olmalı, hayatını anlamlandırmalısın…”

“Geziyorum ben…” dedi Küçük Prens. “Bu da bir uğraşıdır sanırım. Ama çözümünü bulamadığım bir sorunum yok.”

“Anlıyorum” dedi Uzman. “Sorumluluğun yok, tabii gezersin. Benim gezecek vaktim olmuyor. Gelişmeleri sıcağı sıcağına takip etmeli, kendimi güncel tutmalıyım. Müşterilerimi yanlış yönlendiririm yoksa. Sorumsuz biri değilim ben. “

Hesap yapmaktan etrafındaki yıldızların varlığını fark edememiş iş adamını aklına geldi Küçük Prensin. Sinirlendiği bir anda gıyabında Ona mantar demişti. Uzmanı bekleyen tehlikeyi gördü hemen…

“Siz kendiniz için bir şey yapmaz mısınız?”

“Bu işi kendim için yapıyorum” dedi Uzman. “Ücret alıyorum bunun için.”

“Yani iş dışında bir şey yapmaz mısınız” dedi Küçük Prens.

 “İş benim hayatım” dedi Uzman. “Sevdiğim bir şeyi yapıyorum.”

“O şapkayı hiç ters taktınız mı?”  diye sordu Küçük Prens.

“Hayır! ne münasebet, çözümün seramonik bir parçasıdır o. Aksesuarımdır benim. Neden ters takayım?” dedi Uzman.

“Rüzgarlı havalarda uçmasın diye…” dedi Küçük Prens. “Bütün çocuklar bilir bunu.”

“Çocukça işlerle ilgilenmem ben” dedi Uzman. “Bunu için pedagoji eğitimi almış başka Uzmanlar vardır. Onlar, çocukların bütün yaptıklarını bilirler dedi.”

“Çocuklar, hesaba sığmaz” dedi Küçük Prens. “Senin arkadaşların anlamaya çalışırlar belki ama asla tam olarak bilemezler.”

“Felsefe yapmaya çalışıyorsun” dedi Uzman. “Senin yaşına pek gitmez ama bu…”

“Bunu da nereden çıkarıyorsun?” dedi Küçük Prens.”Düşündüğümü söyledim yalnızca. İnsanlar hesaba sığar mı?”

“Tabi sığar…” dedi Uzman. “Hangi gezegende kaç kişi yaşıyor, ne ile beslenip hayatlarını sürdürüyorlar? Bütün bunlar hesap meselesidir.”

“Gezegende kaç çiçek olduğu da mı hesap meselesidir” dedi Küçük Prens.

“Elbette…” dedi Uzman. “Kaç çeşit çiçek vardır. Onları yiyen kaç cins hayvan vardır. Sayılar ve bağlantılar önemlidir.”

 “Kimse benim çiçeğim üzerinden hesap yapmaya kalkmasın” diye haykırdı, Küçük Prens.

Gezegeninde yalnız bıraktığı çiçeğinin bir an için bir tırtıl tarafından saldırıya uğramış olabileceği fikri gelmişti aklına. Hiddetini  bastırıp bu kötü düşünceyi uzaklaştırmalıydı aklından.

“Senin çiçeğinden kime ne?” dedi Uzman. “Çok nadir bulunan bir türden mi bahsediyorsun?”

Tipik bir yetişkin tavrıydı Uzmanın yaklaşımı.

“Benim çiçeğim…” dedi, “ dünyanın en güzel çiçeğidir. Onu ben suladım, rüzgara karşı korunsun diye onu ben kavanoz altına koydum. “

“Ne yaptığının ne önemi var küçük ?” dedi Uzman. “Bunlar, çiçekseverlerin yaptığı sıradan uygulamalardır. Çiçek bakımı ile ilgileniyorsan seni bir başka Uzmana yönlendireyim, benim ilgi alanıma girmiyor çünkü…”

“Çiçeklerin ruhundan anlar mı Uzmanınız?” dedi Küçük Prens.

“Çiçeklerin ruhu yoktur dedi Uzman. Ne tuhaf şeyler soruyorsun?”

“Hem çiçek Uzmanı  değilsiniz hem de çiçeklerin ruhu olmaz diyorsunuz. Meğer bilmediğiniz ne çok şey varmış? “

“Haddimi bilirim ben” dedi Uzman. “Daha önce de söylemiştim bunu. Ama her Uzman haddini bilmez. Ruh konusunu da bilmiyorum açıkçası. Aslında öyle sandığımı da belirtmeliydim. Özür dilerim bunun için. Raporlarımda özellikle seçici bir dil kullanırım…”

“Başkalarına bağımlı bir hayatınız var görünüyor. Sanki kendi hayatınız değil bu” dedi Küçük Prens.

“Evet başkalarının ihtiyaç duyduğu konularda çalışırım” dedi. “Ama bu Uzmanlara, serbest ve esnek bir çalışma zamanı bir  sağlar. Hem benim gibi kendi gezegeninde oturup iş yapmak imkanı kaç kişide var ki?”

“Ama siz meşgul iş adamları gibi etrafınızdaki yıldızların, batan güneşin, esmeyen rüzgarın bile farkında değilsiniz. Hep işinizin başındasınız. Bir hayatınız yok ki sizin serbest olasınız. Kendinizi güncel tutma adına hayatı ıskalamışsınız.”

“Bunu düşünmeliyim…” dedi Uzman.

“Bu kez kendiniz için bir çözüm üreteceksiniz gibi görünüyor…” dedi Küçük Prens. “Sanırım işleme değil değişime yönelik bir çalışma yapmanız gerekiyor.”

“Süreçleri atlayıp sonuca dair bir şey söylediğini fark ediyorum…” dedi Uzman. “Ama süreçler arasındaki ilişkilerin atlanmadan sonuca ulaşılmasının yararlı olduğunu, sonucun bu yönteme bağlı olarak kabullenildiğini söylerim hep müşterilerime. Buna benim de uymam gerek…”

Uzmanın kendisi ile ilgili olan konularda bile tarafsız kalmaya özen göstermesi hoşuna gitmişti Küçük Prensin.

“Sizi saygı ile selamlıyorum” dedi ayrılmadan önce. “Umarım kendiniz için en doğrusunu yaparsınız. Rüzgarlı havalarda şapkayı ters takmak çocuksulaştırır bütün yetişkinleri” dedi.

“Gidiyorsun sanırım” dedi Uzman. “Hoşça bak kendine.”

“Siz de hoşça kalın” dedi Küçük Prens.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Myriam Hernandez

Myriam Hernandez. Wonderful beauty, voice, comment, songs and a special woman. She is my favorite singer from The Latin World. Please listen and advice her. I hope to share some of her works with you ...

http://en.wikipedia.org/wiki/Myriam_Hern%C3%A1ndez

 




17 Temmuz 2013 Çarşamba

İYİDEKİ KÖTÜ (1)- PAUL WATZLAWICK – (*)


  1. Aniden öğrenme merakına tutulduğu şey, yaşamın biz insanlardan bağımsız olarak her şeyi düzenleyen kendi kurallarının olup olmadığıydı. Keşke bu hayırsız soruya hiç bulaşmasaydı -zira bu soru onun kendi halindeki mutlu yaşamına son vermişti. Adamın derdi, hamamböceğinin “nasıl bu kadar çok bacağı, böylesine bir zerafet ve kusursuz bir uyumla hareket ettirebiliyorsun?” sorusuyla karşılaşan kırkayağınkiyle aynıydı. Kırkayak saflıkla sorulmuş bu soru üzerine düşünmeye başladı ve o andan itibaren de yürüyemez oldu. (sh.15)
          
  1. Saygıdeğer baylar, sizi temin ederim, çok fazla bilmek gerçek bir hastalıktır. Zira bilginin doğrudan kaçınılmaz meyvesi atalettir, yani kollarını kavuşturup oturmaktır. (sh.16) 

  1. Daha önceleri doğal güvenle ve çocuksu saflıkla kendini yaşama adamışken, şimdi güven hastası olmuştu. Gerçi zaman zaman kendisine sormuyor değildi, nasıl olup ta güven ve kesinlik üzerine düşünmediğini onca zaman güvenle ve halinden memnun yaşayabildiğini; şimdi ise gittikçe daha sık gözlenebilir olan tehlikeleri önlemek için somut önlemlere başvurduğu halde giderek kendini daha az güvende hissettiğini. (sh.18) 

  1. Bir şeyin iki katı, her zaman iki kat daha iyisi değildir. Bir şeyin yüz katı, sadece matematikte onun yüz katı eder.  Burada gizlenen ve en beklenmedik anda büyük aksiliklere yol açan numaranın püf noktası, olayların kritik bir anda nicelikten niteliğe sıçrama yapması ve bu sıçramanın insanın sağduyusunu şaşırtmasıdır...Her Allahın günü pasta yersen bıkarsın. Nicelikteki artış nitelikte de aynı oranla bir iyileşme sağlamaz. Belli miktardaki petrolü iki ayrı tankerle taşımak, iki katı kapasitedeki tek tankerle taşımaktan daha ekonomiktir. Ancak büyük tankerin hareket esnasındaki davranış biçimi, küçük tankerlerin davranış tarzlarından çok farklıdır. Nicelikteki iki kat, nitelikte farklı bir değişime neden olmuştur.

  1. İdeolog, dünyaya kendi bakışının tek doğru olduğu güveni sarsılmaz biçimdedir. (sh. 29) 

  1. Terörizmin mantığı: İşin başında insanlığı iyiliğe çağıran kişi, düşünce yoluyla insanları uyandıramayacağını görüp, kendini, yardıma muhtaç ama kavramlarla bir yere varamayan insanlığa neşteri vurmak durumunda kalan cerrah rolünde hissedecektir. Eyleminin her nasılsa insanı mistikleştiren baskı düzenini sarsacağı yerde, kan gölünün yol açtığı dehşet ve öfke sonucu farklı görüşteki insanları yakınlaştırıp aynı düzenin daha çoğunu talep etmelerine yol açmasıydı. Doğaldır ki, bunun üzerine o da kendini, aynı çılgın eylemlerin daha çoğunu gerçekleştirmeye mecbur hissetmişti... Daha Heraklit bile aşırı tutumların karşı çıkılan şeyin aşılmasını sağlamak bir yana onu daha da güçlendirdiğine dikkat çekmişti... Meryem kültünün içindeki ve ortaçağın aşk şarkılarındaki dişi olanın abartık biçimde yüceltilmesi, şu işe bakın ki, cadı yakmayla kol kola gelişmiştir; sevgi dini yolunu şaşırıp engizisyona saplanmıştır; Fransız Devrimi'nin idealleri giyotinin kullanımını zorunlu kılmıştır, Şah'ı Humeyni izlemiştir; Somoza'yı Sandinistalar; ve Saygon'da insanlar herhalde çoktandır hangisinin daha kötü olduğuna cevap bulmakta zorlanıyorlardır: ABD'li kurtarıcıların mı, yoksa Hanoi'li kurtarıcıların mı.   (sh. 32-33) 

  1. Kötünün karşıtı ille de iyi değildir. Belki de daha kötüdür. Özgürlük iyiyle, doğruyla mükemmellikle özdeş tutulamaz. Özgürlüğün iyiyle ve mükemmellikle her karışımı ve özdeş tutulması bizzat özgürlüğün reddidir, şiddet ve baskı ilanıdır. Zora dayanan iyi artık iyi değildir, kötüye dönüşmüştür. (sh.34) 

  1. Majesteleri, mükemmellik peşinde olmak, insan ruhuna musallat olabilecek en tehlikeli hastalıklardan biridir. (sh. 34) 

  1. Her psikolojik aşırılık gizliden gizliye kendi karşıtını içinde taşır veya karşıtıyla yakın ve asli bir ilişki içindedir. Jung      (sh. 34) 

  1. Kim bütün iyi şeyleri isterse bütün kötü şeyleri harekete geçirir. En yüce iyiye hiçbir uzlaşma tanımadan yönelmek-konu ister güven olsun, ister vatan, barış, mutluluk ya da başka bir şey- bir nihai reçete çözümdür, ya da hep iyiyi isteyip kötüyü yaratan güçtür. (sh.35) 

  1. İkinci dünya savaşı yıllarında Viyana duvarlarına yapıştırılan “Nasyonal sosyalizm mi, yoksa Bolşeviklerin yaratacağı kaos mu?” afiş sloganına muzip bir vatandaş şunu karaladı: “Ayran mı, sulu yoğurt mu” Çoğu zaman çözüm için üçüncü bir yol vardır. (sh.40)
   

(*) İyideki Kötü, Paul WATZLAWICK, Ayrıntı Yayınları, 1996

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Bu da geçsin polis kayıtlarına

Al birini vur ötekine. Muhteşem bir şarkı ve iki dil, iki yorum.


- Önce, Nikos VERTİS

Ne oluyor bana, anlatmaya korkuyorum. Benim kalbim kırık. Gerçeği yaşamama izin ver... Gerçek bir aşk olması için Nedeni ve sonucu olması için. Baktığım bu gözler... Onlarda sevgiyi bulmak için. Eğer boş hayatımı aydınlatacak bir yıldızsan Asla sönme ve asla beni bırakma Bu aşk asla sönmeyecek Ama eğer bir rüya isen söndür ışıkları Böylece rüyalarda yaşayabileyim Asla şafak sökmesin, asla bitmesin İçimde kal ki seni sevebileyim




Benim yolumda
Her şey karanlıktı
Rüyalarım asla gerçek olmayacaktı
ama şimdi sen buradasın
ve ben yeniden doğdum
Sonum, başlangıcım,
Benim hayatım sensin..



- Sonra, Eyal GOLAN





Thanks to Nikos Vertis and Eyal Golan.


İş Hakkında Düşünceler - l

İş, zamanımızı ve birikimimizi verdiğimiz, karşılığında doyum ve gelir elde ettiğimiz ekonomik faaliyetlerdir.

Şüphesiz tanım, çeşitli ilavelerle geliştirilebilir ama işin asalda tekabül ettiği faktörler bunlardır: zaman, birikim (bilgi ve tecrübe), doyum ve gelir. Bu faktörlerin yoksunluğu, yoğunluğu oranında problem üretir. Ya siz işi değiştirirsiniz ya da iş sizi...

İnsan, kimlik kaybına uğradıkça dünyası küçülür. Bazı insanlar, iş kimliği dışındaki kimliklerini ihmal ederler. Bunlara işkolik diyoruz. Kendilerini iş üzerinden tanımlar; tatmini, sevgiyi, saygıyı iş dolayımındaki faaliyetlerinin direkt bir sonucu olarak elde etmek isterler. 45 numara ayak taşıyıp bir balet hassaslığında yere basmayı süreklilik haline getirmek... Tanrım, ne zor.

Tiyo: İş, zamanımızı ve birikimimizi daha az verdiğimiz halde aynı ya da daha çok doyum ve gelir elde ettiğimiz bir hale evrilebilir: Bu kurumsallaşma ve delegasyon ile olur.

Working is economic actions which we felt satisfaction and provide income although we spent our time and all experiences. If those 4 factors are not in your life/work at the same time either your work/job changes you or you change your work/job.

If you dont want/become to be workaholic, dont neglect your other identifies. Work life is only one identify of your all identifies like being father, spouse, friend, etc. Dont be more.

7 Temmuz 2013 Pazar

Gezi Parkında Eylem Yaparak Kendilerini Var Kılanlar İçin


(Gezi Parkında Eylem Yaparak Kendilerini İstihdam edenler İçin)

BİRİNCİ FIKRA

Joe, ayı avlamaya ormana gitmiş. Epey bir aramadan sonra bir ayı ile karşılaşmış. Tüfeğini doğrultup ateş edeceği sırada tüfek tutukluk yapmış. Çıkan gürültü, Joe'nun çabaları filan, ayının dikkatini çekmiş. Joe'nun peşine düşmüş. Kısa bir kovalamacanın ardından ayı, Joe'yu yakalamayı başarmış ve Joe'ya tecavüz etmiş. Joe, utanç içinde bir ay süre ile hastanede yatmış. Geçmiş olsuna gelenler de bıyık altından gülüp Joe'ya gaz vermiş. Artık Joe için o ayıyı öldürmek bir tercih olmaktan çıkmış bir zorunluluk haline gelmiş.

Hastaneden evine geldiği gün, duvardaki tüfeğini kapmış, ormana o ayıyı vurmaya gitmiş. Önceki olay yerine yakın bir alanda ayı ile yüzyüze gelmiş. Daha tüfeğine davranmaya fırsat bulamadan ayının saldırması ile savunmasız kalmış, ama daha kötüsü ayının yeni tecavüz girişimiymiş.

Joe'nun bu defaki hastane macerası, birincisinden zorlu geçmiş. Onuru ağır yara almış. İyileşip intikamını almak için sabırsızlıkla beklemiş. Hastaneden çıktığında kendisini bekleyen aracına atlamış doğru ormana, o ayıyı avlamaya gitmiş.

Bir kez olan bir daha olur, iki kez olanın bir daha olması daha kuvvetli ihtimaldir. Joe'nun bu defaki seferi de aynı hüsranla bitmiş. Artık hastanede ziyaretçi filan da kabul etmiyor, bir an önce çıkıp o ayıyı nasıl becereceğini tasarlıyormuş. Etraftan gelen yardım tekliflerini de geri çevirmiş, taburcu edilmesine bir gün kala hastanenin arka kapısından çıkmış, önceden ayarladığı araç ve av ekipmanıyla ormana doğru yola koyulmuş.

Kendisinde kötü anılara mekanlık yapan, ayının ekosistemi olan bölgeye geldiğinde, tüm özeni ile sessiz kalarak ayıyı aramaya başlamış. Çok geçmeden arkasından bir çift el kendisine sarılmış :

- "Joe.." demiş, "...itiraf et, sen buraya ayı avlamaya gelmiyorsun."

Çapulcu Fıkrası

ÇAPULCU SIFATINI İÇSELLEŞTİRENLER İÇİN AYILTICI BİR FIKRA

Çapulcu ifadesinden iltifat çıkaranlara ithaf olunur:

Rum kadını, bindiği sıkış tıkış otobüste taciz edilmiş. İyice bunalan kadın arkasını dönüp tacizciye okkalı bir "...hayvan!" patlatmış. Ama gelin görün ki, adam kaşarlı çıkmış, övüngen bir eda ile gülmeye başlamış. Kadın adamın patavatsızlığına da bozulmuş: "Hayvan diyorsam sandın kuş??? Oküz diyorum oküz."

29 Haziran 2013 Cumartesi

"Hikayelerini bilmediklerimizdir, en çok düşman olduklarımız." Yalın ifade etmiş, Slavoj Zizek. Hatta şairane...

Paul Watzlawick de "Bilginin doğrudan sonucu atalettir." diyor. Ne kadar doğru. Bu yaşasın cehalet demek değil elbet... Ama bilgi, durağanlaştırır; haklı adam...

Allah, "Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalp(gönül) yaptıklarından sorumlu tutulacaktır." diyor. Bir de "cevabından hoşlanmayacağın sorular sorma" diyor. -It is unnecessary to ask questions that might lead to answers you wouldn't like.-

Bunları bir yere bağlamayacağım. Okuyucunun ferasetine bırakıyorum.

"Edepli edebinden susar, edepsiz ben susturdum zanneder." Mevlana

27 Haziran 2013 Perşembe

Orospu Çocukları Hakkında

Orospu Çocuğu ifadesi, bugün yaygın olarak küfür maksatlı kullanılıyor: İtham edilen kişinin annesi, değersizleştirerek kişinin kendisinin de bundan dolayı değersiz olduğu ima ediliyor. Ne kadar yanlış ve hastalıklı bir düşünce.

Oysa gerçekte orospu çocuğu ifadesinde annenin pozisyonunu yargılamayıp aşan sosyolojik bir tespit/boyut var: Anne, eve ekmek getirmek için fuhuş yapıyor. Burada takılıp kalmak cidden psikolojik bir sorun. Kadından ne istiyorsun? Hayat zaten köşeye sıkıştırmış, belki başka seçenekler de var yapabileceği ama henüz kadın o aşamaya gelmemiş, bilmiyoruz. Bilsek de yargılamayacağız.

Tam bu sıra baba nerede? Toplum ortalamasında ataerkil özellikler devam etmekte olduğu için erkek (egemen) yargılanmaz, kadının üzerine gidilir: Ne adalet ve tutarlılık ama (!) Bu çelişkiyi görmeyen aklı kınıyorum.

O çocuk, yani annenin çocuğu, bildiğimiz anlamda aile terbiyesi alamaz. Sokakta büyür, hayatta kalmayı sağlayacak kodlar geliştirir. Aile terbiyesi sonucu edinilecek değerler ile sokağın çocuğa yüklediği değerler, hem farklı hem de -vektörel olarak- birbirine terstir. Sokağın yetiştirdiği çocukta hayatta kalma ve dolayısı ile kendi egosunu koruma eğilimleri öne çıkarken, aile terbiyesi alan bireyde kendini sınırlayan anlamda hak ve adalet kavramları öne çıkar.

Aile terbiyesi almamış, sınırlarını bilmeyen, sıraya girmeyen, trafikte kendisi yol vermediği halde başkasından olmadık konumlarda yol isteyen, başkasının hukukunu önemsemeyen herkes -annesini tenzih ederim-geniş/sosyolojik anlamda orospu çocuğudur.

----------------------------------------

Bu yazı yayımlandıktan uzun bir süre sonra 06.07.2014 tarihinde "siktir lan orospu çocuğu" ifadesinden ibaret bir "yorum" aldım. İçerik analizinden bağımsız olarak servis sağlayıcı bütün geri bildirimleri "yorum" olarak tasnif edip bildirdiğinden ben de teknik bir adlandırma ile "yorum" aldığımı beyan ediyorum. Yoksa biliyorsunuz, tam da anlattığım eylemin bir başka versiyonunu gerçekleştiren bir öznenin aile terbiyesi alamama sonucu orospu çocuğu konumuna düşmüş olması bana bir zarar vermiyor ama bir farkla: Bu şahsa hakkımı helal etmiyorum. Ahirete bu hakla da gideceğini bilsin.

20 Haziran 2013 Perşembe

Sözün Büyüsü - 1



Söz büyüdür. Söylenince hem muhatabı etkiler hem de -yeniden- söyleyeni. Kişinin kendi yalanına inanması bundandır. Bu büyü, kelime kurgusu, ses tonu, vurgular ve içerik yolu ile gerçekleşir. Bir çift söz, geride masalsı bir dünyadan kaotik bir kabusa kadar denetimsiz çeşitte algı yaratır. Hadiseyi içeriden yaşayanlar/özneler, genellikle oluşan algıların otomatik ve birebir olarak gerçeklik olduğunu düşünürler. Bu tespit içsel bir nitelik taşır: ancak farkındalığı yüksek bilge bireyler ile başkalarından uyarı alan özneler, varsayım kullandığını bilebilir. Algının gerçeklik sanılması, yeniden üretim/tekrar yolu ile pekişir, inanca dönüşür. İnançlarımızı sorgulayalım, ayıklayalım. Unutmayalım: La ilahe illallah.

Buna devam etmek istiyorum.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...