5 Eylül 2019 Perşembe

Tepkisel Olmak

Tepkisel olmak, genellikle kendini haklı görmenin zehirlediği duygusal bir atmosfer içinde hareket ederek hitap ya da davranışının yol açacağı artçı sonuçlar üstünde düşünmeden karar almak demektir. Bir düşünce kalıbıdır. Aktif bir tehdit altında kaçma, saldırma, savunma gibi hayatta kalma reflekslerini çalıştıracağı için değerlidir. Ancak bu ifade ve davranış biçiminin belirtilen alan dışında özellikle de toplum içindeki iletişimde kullanımı, çeşitli yanlış anlama ve çatışmalara vesile olduğundan doğru değildir.
Haklı olmanın her şeyi meşrulaştırmayacağı, sonsuz davranış serbestisi vermeyeceği tefekkür edilmelidir. Allah rızası için bir tefekkür çağrısı. O kadar zor mu ya :)

Yurt Hizmeti ve İslami Vakıflar

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bütçesinden kaynak sağladığı vakıflarla olan protokollerini iptal etti.
Vakıfların özel projeler dışında gelirleri kadar harcama yapmaları esas olmalıyken; onlar, 'kendilerine sempatiyle bakan belediye yönetimlerine öyle ya da böyle siyasi baskı yaparak' sağladıkları kaynaklarla ölçeklerinin çok üstünde hizmet vermek yoluna gittiler.
Bütün organizasyonlarda kural olarak büyüme, her ekosistemde kolay iken küçültmek zordur.
Devasa bir yurt binası. Yurdum çocukları cüzi ücretlerle veya tamamen ücretsiz, buralarda hem bir kaç öğün yemek yiyecekler, hem de yatacaklar. Yurdun temizliği, güvenliği, elektriği, İnternet hizmeti ve su masrafları da vakıf bütçesinden... Var mı vakfın bu harcamayı karşılayacak gücü, akarı? Yok. O zaman belediye devreye girsin...
Bu model, sürdürülebilir değil. Bedelini ödemediğinz hiç bir şeye saygı da duymazsınız, hele de içinde bulunduğumuz zaman diliminde...
Dolayısı ile modelin sosyolojiyi bozan, toplumsal kolektif iradeyi sakatlayan bir tarafı var.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetiminin bu kararı; toplumun, memleketin ali menfaatleri için almadığına eminim. Onlar şimdilik bütçelerini rahatlatmak, vakıflar üzerinden yürüyen bu hizmetleri engellemek ve bu vakıf yönetimlerini toplum nazarında iktidarsızlaştırmak suretiyle rezil etmek istiyorlar.
Muhtemelen Eylül ayı içinde yurt kayıtları alınmaya başlarken bu konu bütün görkemiyle gündeme gelecek, zira hizmetten yararlanan öğrenciler, vakıfların da yönlendirmesiyle önemli protesto gösterilerinde bulunacaklardır. İBB yönetiminin karar alırken, bundan mağdur olacak öğrenci kitlesine alternatif oluşturmamak suretiyle bir ay sonrasında ortaya çıkacak gerçek problemleri görememe ve analitik düşünmeme basiretsizliğini de yakından müşehade edeceğiz. Demedi demeyin.

Yurt işleten İslami Vakıfları ötekileştirme

Üzerinden saatler geçtikçe öğrencilere hizmet eden vakıflarla ilgili belge ve bilgiler kamuoyunun takdirine sunuluyor.
Anlaşılan kedi olalı bir fare tutmaya niyetlenmiş olan İBB yönetimi, aldığı bu kararın toplumsal sonuçlarını öngöremeyip ideolojik davranma cüretinde bulunduğu için baltayı fena halde taşa vurmuş görünüyor.
Ömründe yurt işletmemiş İBB yönetimi, vakıflara gönderdiği tahliye yazısında binanın tefrişi ile birlikte kendisine devrini istiyor. Yeni öğrenim yılının açılmasına bir ay, yurt kayıtlarının başlamasına da sayılı günler kala, şu yapılana bakın. Allah'tan mı, maalesef mi, okuyan takdir etsin; beceriksiz başkanların yerine kayyum atanmıyor. Yoksa bu toplumsal barışı zorlayan sorumsuz şahsı, görevinde bir gün tutmamak lazım.
Bu tasarruf, geri dönüşsüz bir gerilimin kaynağı olacaktır. Vakıflar, bir şekilde küçültüp faaliyetlerine devam edecek. Ya vakıflardan hizmet alan öğrenciler?
Şimdi hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye hazır ol, Kılıçdaroğlu. Bu karar senden habersiz alınmış olamaz.

Zalimi Kandırmak

28 Ağustosta Tayyip Bey ile Trump arasında geçen telefon görüşmesinde iki ülke arasındaki ortak ticaret hacminin 100 milyar USD'ye yükseltilmesi konusunda mutabık kalındığı haberi kamuoyuna duyuruldu.
Türkiye'nin ABD baskısı karşısında Rusya ile yakınlaştığı, Suriye'de terör örgütlerini destekleyen ABD ile kerhen bir şeyler yapılmaya başlandığı bir dönemde bu haberin kıymeti harbiyesi nedir? İnsana demezler mi, etraf pislik içinde, siz neden bahsediyorsunuz, ne ticareti?
Böyle diyenler, Batılı düşünceyi anlamamışlar, Batılıları motive eden (harekete geçiren), iyi hissettiren konuları bilmiyorlar demektir.
Tayyip Bey, 1001 gece masallarının Şehrazatı gibi, sabah olduğunda kendisini cellada gönderecek olan Sultanın ilgisini çeken öyle güzel hikayeler anlatıyor ve öykünün iç ritmini öyle bir ayarlıyor ki, sabah olmasına rağmen Sultan, adeti olduğu zulmü, öykünün devamını merak ettiği için yapamayıp ertesi gece olmasını bekliyor. Ticaret hacmi vaadi, Trump'ın ilgisini çekip öfkesini ertelemeye matuf, tatlı bir hayaldir.
Batının, Batılı siyasilerin hayatta anladığı, önem verdiği en önemli değer, para ve sömürüdür.
Enteresan gelebilir, hükümleri uygulanma imkanı olsaydı; Türklere, çeşitli işgal ve tahsislerden dolayı kolu kanadı kırılarak küçücük bir coğrafyada yaşama hakkı veren Sevr Anlaşmasının maddelerinden biri, Ittihat ve Terakki'nin 1.Dünya Savaşına girerken tek taraflı olarak kaldırdığı kapitülasyonları yeniden ihdas etmekteydi.
Topraklarımızı parçalayıp, bize kuş kadar bir alan bırakmış olmaları yetmiyormuş gibi akılları fikirleri, kapitülasyon ilan edip sömürülerine devam etmekte kalmış. Bunu görmemiz, bilmemiz lazım ki tarih okumanın bir anlamı olsun.
"Ey Türk, uyan dedim de ben şiirimde,
Uzun uzun esnemekten gayri cevap vermedin..."
Bir ikinci husus, Ankara Hükümeti, Lozan'da müzakereleri yürüten ekibi iki konuda katiyetle sınırlandırmıştı: Ermenilere hiçbir konuda taviz verilmemesi ve kapitülasyonların asla yeniden ihdas edilmemesi. Bu da Türk tarafının kapitülasyonlar üzerinden Batılı bakış açısını bildiği ve ne pahasına olursa olsun aynı hatayı bir kez daha yapmayacağı konusundaki tutumunu ortaya koyuyor.

Yine idam meselesi

Rusya ziyareti sonrası Türkiye'ye dönerken gazetecilerin sorularını yanıtlayan Tayyip Beyin, kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda "Açık ve net söylüyorum, benim gönlüm idamdan yanadır" dediği ve konunun öncelikle Meclis'in inisiyatifinde olduğunu ifade etmiş.
İktidarda olan birine genel olarak popülizm yakışabilir ama kritik konulardaki açıklamaların aynı dozu taşması doğru değil.
Tayyip Beyin açıklaması idamın yalnızca kadın cinayetleriyle sınırlı olup olmadığı açık değil. Bu kapı aralandığında terör suçlarına ilişkin talepler de o kapıdan içeri girmeye çalışacaktır.
Bir haber alma sorunu olduğu anlaşılıyor, yurttaşımızın. İdam konusunun küresel ölçekte neden kaldırılma yönlü taleplerin rağbet gördüğünü anlamıyor mesela. Gerçekleştirilen idamların %40'ının sonradan yanlış karar olduğu yönünde istatistikler var. Yıllar sonra gelen bir itiraf, teknolojinin imkanları ile ortaya çıkan yeni deliller vs. zamanında toplumun ikna olmayı bırakın, cinayetin vahşiliğine paralel bir iştiyakla en kısa zamanda infazını istediği idam kararlarının %40 gibi ihmal edemeyeceğimiz bir kısmının yanlış olduğu ortaya çıktı. "Ben masumum" söylemiyle idama giderken kimsenin ciddiye almadığı şahsın haklı çıkmış olması, idam cezalarının ceza infaz sisteminden kaldırılmasına yol açtı.
Elinde bıçakla suçüstü yakalanan ile kanıt ve şahitliklerin yol göstermesi sonucu sokakta elleri cebinde gezerken tutuklanan kişi hakkında yargılama yapılıp suçlu olup olmadığına karar veriliyor. Kararı veren yargıç, elinde bıçakla yakalanan ve delillerle suçlu olduğu ortaya konan kişi hakkında insan öldürmekten suçludur ifadesini kullanırken aynı ifadeyi suçüstü bir durum olmadığı halde kahir ekseriyetle (yeter çoğunlukla) şahit ve delillerin yön göstermesi sonucu kanaatle 'suçludur' ifadesini kullandığında "%100 ihtimalle bu kişi, cinayeti işleyendir" demiş olmaktadır. Ama ya %100 değilse...
Yargıcın kararları, üst mahkeme yolu ile sorgulanabiliyor ancak istatistiklerdeki hata payı zaten bir kaç elekten geçerek infaz edilmiş olayları kapsıyor.
Toplumun işi kolay. Sesini yükseltiyor, suçlu zannettiğinin idamını istiyor. Yargıcın işi zor. Ya o kişi, aradığı suçlu değilse. %40 hata azımsanacak bir oran değil.
Suç üstü yapılmış tecavüz ve kadın cinayetleri ile terör örgütü liderleri için kolektif vicdanı rahatlatacak bir çözüm üretilebilir. Bunun ülkenin dahil olduğu uluslararası işbirlikleri açısından olumsuz siyasi sonuçları da olabilir.
Cani de olsa insanın infazı hakkında bir karar alırken maç taraftarı havasıyla hareket etmemiz düşünülemez.
Tayyip Bey, "açık ve net söylüyorum, benim gönlüm idamdan yanadır" gibi genel konuşmak yerine ağyarına mani, etrafına cami (sınırları belirli) bir tutumla hareket etmeli, sorumluluk üstlenerek ya süreci yönetmeli ya da topluma bu işin adresi olarak Meclis'i gösterme hatasından vaz geçmelidir.
Alakası olmadığı halde yöneticisini ya da komşusunu Fetöcü ilan edip masumsa mahkemede aklanır zaten mantığını kullanan kişilerin olduğu bir vasat yaşadığımızı unutmadan oluşturalım kanaatlerimizi.

Yurt Hizmeti veren islami vakıflar

30 Ağustos akşamı İsmail Saymaz isimli gazeteciyi, İBB bütçesinden vakıf harcamalarına ilişkin bilgi verirken bir miktar dinleme imkanım oldu.
İfade ediş biçimi son derece hatalı ancak bunun masumane bir hata olduğunu düşünmek için bir nedenimiz yok. Bütçe rakamlarının vakfa aktarıldığı algısı doğuracak ifadeler kullanıyor.
Bu rakamların bir kısmı yatırım, bir kısmı da yurtta kalanların istifadesine sunulmuş hizmetler. Vakıfların hesaplarına aktarılan bir kaynak yok. O zaman neyi konuşuyoruz?
Pandoranın kutusu açıldı bir kere. Bu, kötülüklerin etrafa saçılması demek. Artık çok isteseler de hiç bir şey olmamış gibi başlangıç koşullarına dönmek mümkün olmayacak. Önümüzdeki günler kavga yön değiştirecek. Hizmet alanlar (öğrenciler), yurt kaydı yaptırmak üzere geldiklerinde bu imkanlardan mahrum kaldıklarını görecekler. Ciddi bir yurt kapasitesi kaybı yaşanacak ve bu çocukları, kimin nerede barındırabileceği hususunda kimse bir şey bilmiyor. Başkan, kaosa hizmetin ödülünü muhakkak alacaktır, bu onun en tabii hakkıdır.

İBB Başkanına övgü

İstanbullular açısından Başkanın kalan süresi nasıl geçecek? Standartlar alt üst oldu. Hizmet alımı konusunda sürekliliği sağlayabilirlerse bu bile başarı olacak. .
Vizyonları yok diyordum, iki uygulama duyuyoruz. Birini başlattı, diğeri başlayacak: iktidarın seçmenini yetiştirdiğine vehmettiği, yurt hizmeti veren vakıflara düşmanlık ile 24saat kesintisiz kent ulaşım hizmeti.
İlkinden öğrenci mağduriyetleri doğacak, onun başka sonuçları da olacak, bunu yeri geldiğinde ifade ediyoruz.
Kesintisiz ulaşım hizmeti nedir, kentte yaşayanların 'Belediye bunu rutin hizmetleri arasına soksun' denebilecek geceden sabaha kadar olan zaman dilimi için mevcut olana ilave bir ulaşım ihtiyacı mı varmış da, bunu görmüşler? Fiyatların o saatler için artması maliyeti artışını karşılayamaz ki...
Bu uygulama, ancak eğlence sektörüne zaman ayırıp harcama yapmak isteyen alt ve orta sınıf erkeklerin ihtiyaçlarını karşılayıp sektöre yönelik talebi teşvik de edebilir.
Amaç, gerçekten bunlar olabilir mi? Mantıklı tarafım, olmaz derken duygusal tarafım, 'geçmişte yenmiş kazıkların bileşkesi' olarak bunlardan her şey beklenir diyor. Bir de 'hani bir fikri olarak denedik, tutmadığında, iptal ederiz' ihtimali var.
Tabi canım, sen ortak akıl diye ortaya çık ama kendi aklını topluma dayat ve kimseye ne düşündüğünü sorma...
Biz Başkanı muhatap alıyoruz, elbette sonuçlarından başkan etkilenecek ama sanıyorum genel sekreterlik makamında (icranın başı) tehlikeli biri oturmuş, deneme yanılma yolu ile icraat yapıyor.

Tarih şuuru verirken ayıp(!) etmek

30 Ağustos vesilesiyle bugün yaşayan, çağdaşımız Rum vatandaşlarımızı inciten ya da incitebilecek sözlerden kaçınmak gerektiğini yazmış bir dost...
Böyle sözlerin neler olduğunu, olabileceğini bilmiyorum. Duymadım, hatırlayamadım ben. Ermeniler hakkında üretilmiş, nefret suçu işleyen, olumsuz anlamda sözler var. Kem söz sahibine aittir. Belirli bir tarih ve mekana ilişkin kötülükten söz edilebilir. Ancak bunu o millete, bunlar hep böyle diye yapıştırmak doğru değil.
İstanbul'un, işgal edilmiş bir başkent olduğunu biliyoruz. Süleyman Nazif'e Mütarekede 'Kara Bir Gün' yazısını yazdıran hadiseler bu Rum kardeşlerin dedeleri tarafından yapılmıştı. Ya da Ahmet Ağaoğlu'nun Mütareke ve Sürgün Hatıralarında Azerbaycan'dan Paris Konferansına giderken uğradığı İstanbul'da; ev yolunda şahit olduğu panoramayı anlattığı satırlar...
Ya bugünkü Rum nesiller, bu satırlardan da incinirlerse?..
Ben, kiminle empati kuracaklarını insanların kendisi seçerler diyorum. Zalim de olsa benim kanımı taşıyan biriyle özdeşlik kurmanın ataerkil (müşrik) bir davranış olma dışında ne müslümanca, ne de ortodoksça bir tarafı olabileceği kanaatindeyim.
1953'te, fethin 500. Yıl kutlamaları, Yunanlı dostları üzmemek için pek sönük geçmişti derler.
Aman kimse kırılmasın duyarlılığı ile kendi çocuklarımıza tarih şuurunu nasıl vereceğiz?
Kategorik olarak Rumluğu kötüleyen beyanları onaylayamayız; zaten böyle sözler duymuyoruz, çok şükür.
Asıl İngiliz politikalarını anlatan, eleştiren sözler duymak istiyorum, böylesi milli bayram günlerinde. Çünkü Osmanlı Devletini süreçte ve sonuçta onlar yıktı, Rumlar, Ermenilere, Yunanlılar değil.

Bayrak Şiirine şerh

Arif Nihat Asya merhumun ölümsüz bayrak şiirinden:
"Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter..."
Son iki mısra, Cumhuriyetin kuruluşundan Demokrat Partinin iktidarına kadar olan tarihsel kesitte (1923-50) aynıyla tahakkuk etti.
Bu sabahın olmadığı, günlerin doğmadığı karanlık günler, büyük oranda küresel gelişmelerin üzerimizdeki etkisinin bir neticesidir. Aynı nedenler, içine kapanmış bir Türkiye'nin kültürel dönüşüm maliyetlerini de halının altına süpürmüştür.
İnönü, Şeyh Sait isyanı ile başlayan dönemde; elinde çekiç, gördüğü her problemi çivi çakmakla çözeceğine inanan sert askeri ve devletçi politikalar izlerken, 1945'ten sonra dünyayı doğru gözlemleyerek sivilleşmeye çalışmış ve çok partili hayatın önünü açmıştır.

Ne diyelim bunlara?

Muhalif, şirin ve ciddi bir kimlik. Erdoğan karşıtlarını muhalif sıfatıyla adlandırmak istemiyorum. İltifat gibi duruyor çünkü. Evet, muhalifler ama tıpkı çoğu karşıtları gibi duygusal oldukları için öyleler, rasyonel değiller. Erdoğan muhibbinin duygusal olmasında bir sakınca yok. Erdoğan otoriteyi temsil ediyor. Otoritenin değişimini talep edenlerin duygusal olması tehlikeli. Başımıza her türlü belayı musallat edebilirler çünkü. Daha şimdiden kurumsal siyaset olarak terör örgütünü meşrulaştırıp seçim ve zor gün işbirlikleri yapar hale geldiler.
Hukuksuzluk yapmak için hiçbir nedeni olmayan iktidar, terör örgütüyle irtisaklı olduğunu sağır sultanın bile duyduğu, bildiği belediye başkanları hakkında kanunları uygulayınca örgütle yandaş yorum ve destekleri geliyor bu gruplarda da... Neymiş mahkeme kararı değilmiş, uzaklaştırma kararı....
Kadın cinayetlerinin bir kısmının, gözü dönmüş kocanın kanunu uygulayacaklar tarafından kadından yeterince uzak tutulmaması sayesinde işlendiğini gözden kaçırmamak gerek. Burada mağdur kadının yanında olacaksın, makamın imkanlarını örgüte aktarmasın diye hapse atılmayıp görevden alanın (mağdur kadının) karşısında yer alacaksın.
Örnek üstüne örnekler... akılcı ispatların anlamı yok. Doğru yola döndürmek için çırpınmanın da... Cehennemde ateş yoktur, herkes kendi ateşini kendi götürür.
Sahi, bu Erdoğan düşmanlığından gözü dönmüş, şeytanla bile işbirliği yapacak kıvama gelmiş gruplara hitap etmede kullanabileceğimiz uygun sıfat neler olabilir?

Türkiyeli Yahdilerin Görünür Erdoğan Antipatisi

Sinagogta orkestra eşliğinde coşku ile söylenen İzmir Marşı görüntüleri, çok da farkında olmadığımız bir başka gerçekliğin usul usul bir kenarda çalıştığını gösterdi. Neden usul usul, çünkü etkileri çok olabilir ama sayıları az, bu topluluğun. Sınıfsal ve kendilerine ait başka nedenlerle görünür değiller. Dolayısı ile çoğu zaman doğrudan gözlemleme imkanımız bulunmuyor. Ancak içlerinden çıkacak birilerinin beyanı, maksadı belirsiz görüntü paylaşımları üzerinden haklarında kanaat oluşturuyoruz. Şimdi de öyle oldu.
Dini bir mekanda toplanmış cemaatin, alkış tutmaya varan bir coşku ile İzmir Marşını söylemesi, siyasi bir tercihin dışa vurumunu gösteriyor. Onlar da sosyoloji olarak dini günler, evlenme ve cenaze merasimlerinde bir araya gelebiliyorlar ve şimdi bu video da gösteriyor ki, AkParti ve sembolize ettiği değerlere 'karşıtlık', bu insanlar arasında hakim eğilim haline gelmiş.
Tabi bu türden cemaatlerin aidiyet açısından kendilerini öncelikle bu topraklardaki devlete mi, yoksa yurt dışında benzer inançtaki insanların devletine mi sadık hissettikleri, önemli bir çalışma alanı.
Son yirmi yılda Türk Devleti, İsrail Devleti ile çok defa soğuk bir çatışma içine girdiğinden dolayı ülkemizde yaşayan, vatandaşımız olan Yahudiler, İsrail'in herhangi bir davranış değişikliğine gitmeden Türk Devletinin bir iktidar değişikliği yolu ile tutumunu değiştirerek çatışmacı politikaların tarafı olmaktan vaz geçmesi beklentisinde olabilirler. Hatta bu video, bu gösterinin tam da bu tezi kanıtladığını ortaya koyuyor. Yoksa tuzu kuru Yahudilerin, bu videoda; AkParti iktidarının uyguladığı ekonomik politikalar nedeniyle yoksullaşmalarını ya da uğradıkları ayrımcığı(!) ortaya koymak için karşıt olduklarının bilinmesine yönelik bir duruş geliştirdiklerini iddia etmek, heyecan verici gibi görünse de doğru olmaz.

Doğalgaz Zammı ve seçim vaadleri

Epdk'nın doğal gaz zammını anlamak mümkün değil çünkü daha bir ay önce, bir bu kadar daha fiyat artışı yapmıştı. Tayyip Beyden; Eski Merkez Bankası Başkanı hakkında kullandığı 'aldığı kararlar siyasi olarak beni, iktidarımızı olumsuz etkiliyor, uyumlu çalışamıyoruz' söyleminin bir benzerini EPDK başkanı hakkında da kullanmasını bekliyoruz. Tabi, siyasaten olumsuz etkileniyor, ayın giriş ve çıkışında iki kez zam yapacak bir basireti(!) gösterdiği için uyumlu çalışmadığı kanaatindeyse...
Kamuoyunda; seçim vaadlerinde dile getirdiklerini yapmadığı halde akaryakıt fiyatları üzerinden taksi ve servis ücretlerine yapılan zammı onaylayan İBB Başkanı haklı olarak eleştirilirken doğal gaza gelen bu zam, Başkanı savunmadaki taraftar grubunun karşı taarruza geçmesine neden oldu. Niye bir şey demiyorlar diye? Diğer bir deyişle 'tutarsızsınız' demek istiyorlar.
Niye demesinler, bunlar tüketici değil mi?
Diyelim, itiraz edelim, karşı çıkalım ama bu iki zammın aynı nitelikte olmadığını da tespit edelim.
Epdk'nın açıkladığı zam kararı, iktidarın seçim vaadlerinin bir parçası değildir. Başkanınki, vaadler orta yerde dururken yapılan ve vaadlerle çelişen bir gelişmedir. Belediye zamları, Başkanın popülist söylemler, yalan vaadlerle inşa ettiği ve oy aldığı iktidarına ciddi hiçbir hazırlık yapmadan geldiğini, olayı anlamaya çalışan herkese bir kez daha gösterdi. Bir süredir, gözü olduğu halde görmeyenlerin, kulağı olduğu halde duymayanların çoğaldığını gözlemliyorduk. Bu görme ve duyma ile ilgili cam tavan ve bölmeler, taraftar kimliğine adalet bulaşmasını engelleyen bir işlev görüyor.
Yoksa ukm'nin her yıl servis ücretlerini açıkladığını ve akaryakıta mütemadiyen zam geldiğini bilmeyen mi var bu ülkede? Niye bu itiraz o zaman? İktidar oluncaya kadar söylenen ve yalan olduğunu bildiğimiz vaadlere kanan seçmene aynı tutarlılık hatırlatmasıdır, bu itirazlar.

İBB Başkanının Diyarbakır ziyareti

İBB Başkanının, seçimde kendisine destek olduklarını bildiği, terör örgütüyle irtisaklı partiye, 16 milyon İstanbullu adına taziyelerini sunması karşısında İstanbullu ne düşünüyor?
Başkan, seçmenin çoğunluk oyunu aldı, kentteki tüm yaşayanları temsil ediyor, tamam; ancak kendi kişisel tercihlerini, rol ve mecburiyetlerini, çok rahat bir şekilde toplumun tümünün görüşü, katılımı gibi yansıtıyor olması, palavra konusunda deneyimli olduğunu ortaya koyuyor.
Peki bu söylemin kendisi açısından hakkındaki algıyı güçlendirmek dışında pratik bir etkisi olabilir mi? Palavra, sürdürülebilir bir söylem ve iletişim malzemesi değildir.
İstanbulluların, terör örgütüne yardım konusunda inkar gayreti içinde bile olmayan bu başkanlara nasıl, hangi mantıkla selam söylediği düşünülebilir ki?
Kerameti kendinden menkul bir, körler sağırlar birbirini ağırlar önermesi... Biz İstanbulluları karıştırmadan devam etseniz... Ama yok. Güçsüz görünür, tadı çıkmaz, di mi?
Başkanın söylem tarzı; köpüklü, azı çok gösteren pazarlamacı bir dile sahip. Takdir edersiniz ki, kendisini üçten fazla dinlediğinizde; eylemle örtüşmeyen, 'ben demedim, parti dedi', 'yakışıyor haspaya' örnekleriyle kendini duyulur kılan bu tarz, dinleyeni rahatsız ediyor, zihinde alerjiye yol açıyor.
Not: yazıda kullandığım taziye kelimesini bilinçli seçtim. Taziye, burada Ahmet Kaya merhumun 'Müjganla biz ağlaşırız' dediği bir durumu ifade etmektedir.

Parti kurmak Şart mı?

Mahkeme, kadıya mülk değil, eyvallah. Dolayısı ile Tayyip Erdoğan - AkParti ilişkisinin de üstünden geçelim, ama sonra yapalım bunu müsadenizle...
Şimdi Babacan, Davutoğlu, Gül ve partiden istifa eden diğer siyasileri konuşmanın zamanı çünkü...
"Ananızın karnından siyasetçi doğmadığınız gibi teklif almadan önce siyasetçi olmayı bile düşünmüyordunuz belki. Ama oldu. Bir dönem memlekete hizmet etme imkanınız oldu. Bu emekle itibar da sağladınız. Özgüveniniz pekişti.
Sonra pasif görev ve zaman içinde bulunduğunuz yerden çok şey duydunuz, çok şey gördünüz ve bunlar sizi rahatsız etti. Kuzey Irak'tan tankerle petrol taşımacılığı yapan şirket, ekonomiye nezaret eden kişininmiş, filanca silah ithalatından başka biri komisyon alıyormuş, memleketin neresinden biriyle konuşsanız ailenin arsa alımı suretiyle fiyatları yükselttiğinden söz ediyor, vb. Muhalif medyanın bile belgeleyip yazmadığı dedikodulara, ya çokça anlatıldığından ya da anlatana duyulan sempati nedeniyle inandınız."
Kim ki yüksek siyaseti para için yapar, o gerçekten kalıbının insanı değildir. (Bu vesile ile tarafımızı göstermek bakımından 'veyl olsun bunu yapanlara, cehenneme odun olsunlar' şeklindeki temennimiz kayda geçirmiş olalım.) BasİT biridir, o kişi. Kişisel açıdan yüksek siyaset, güç için yapılır. Güç, insanlara istemedikleri şeyleri (bile) yaptırma kudretidir. Bunu ailelerde, işletmelerde, çeşitli organizasyonlarda ve devlette yöneticiler üzerinden görürüz.
Başkanlık sistemi, ittifakları zorunlu kılıyor. Yüzdeye giren seçmenler üzerinden partiler, siyasi pazarlıklar yapabiliyorlar. Zira kazanmak yahut kaybetmek, küçük farklarla oluyor, olmaya da devam edecek.
AkPartiden siyasi bir gelecek ümidiyle kopan arkadaşlar, kendilerine itibar edecek olan seçmen kitlesi ile ne yapmayı hedefliyorlar? Bu sosyolojinin iktidar adayı olma şansı var mı? Bu gün için yok. Yarın için var mı? Olması için bir neden göremiyorum. Ama bu gelişme, AkParti'nin oy potansiyelinde bir düşüşe yol açarsa; bu sonuç, karşı tarafın başarı elde etmesine yarar.
İş hayatımız boyunca bir çok işyeri tecrübemiz oldu. Gün geldi, birinden çıktık, diğerine girdik. Sağlıklı psikolojik zemini olan bir insan, problemli bile ayrılsa, eski işyeri hakkında etrafta olumsuz beyanda bulunup onun müşteri kaybetmesi için bir çabanın içine girer mi? Bu olduğunda, 'sistem güçlüden yana çalışır' sistem kuralı işler ve seçmenler nezdinde AkParti bir miktar yıpransa da asıl bu arkadaşların oluşumu prestij kaybeder. Seçmen, geçmişinde kapanmamış yaralar taşıyan partilere kitle halinde oy vermez.
AkParti içinde kalmaya 'dayanamayan' arkadaşların önlerinde, siyaseti bırakmak gibi soylu bir seçenek daha var(dı). Tabi bu, işler bu noktaya gelmeden evvel mümkündü. Kamuya açıklama yapmamış siyasetçiler için hala geçerli bir seçenek bu. Zira siyasete bir başka partide devam etme kararının sonucu, Millet İttifakıyla işbirliği yapmak ve acı gününde terörle irtisaklı belediye başkanlarını teselli etmek gibi görünüyor.

Medyanın Çalışma Sistemi

HaberTürk'te yayınlanan fragmana göre salı günü yayınlanacak olan Teke Tek programına Kemal Kılıçdaroğlu konuk olacak. Şimdiden kendisine tevdi edileceği anlaşılan pek çok soru da kısa spotlarla vurgulanıyor.
Soruların niteliğini görünce bir kez daha modern zamanlarda medyanın ana işlevinin aydınlatmak, hakikati açığa çıkarmaktan çok; istediğini meşrulaştırmak, karıştırmak, kavga ettirmek, gayrimeşru (terör örgütüne) olana PR fırsatı tanımak, etrafı pislik götürürken lümpen tavırlarla arızayı çoğaltmak olduğunu teyit ediyorum.
TV, temelde bir eğlence aracı. Yayıncılar, fikirlerin çarpışmasını, hakikatin ortaya çıkmasını istemiyorlar. Onlara her gece kavga edecek, uzlaşmayacak aktörler lazım.
Mesela HDPli siyasetçilere açıktan mikrofon uzatılmıyor. Onlar, kendi gruplarına anladıkları dilden militan mesajlar verip mutlu mesut geçinip gidiyorlar.
Küçük Prens ten örnek verelim. Uğradığı yerlerden biri de 'makul bir kralın' yaşadığı bir gezegendir. Kral, Küçük Prens gitmek isteyince kendisine adalet bakanlığı görevini önerir. "-Gezegenimin bir yerlerinde yaşlı bir farenin var olduğu konusunda kuşkularım var. Geceleri sesini duyuyorum. Onu yargılayabilirsin. Zaman zaman ona ölüm cezası verirsin. Böylece yaşaması sana bağlı olur. Ama onu hep bağışlarsın. Tutumlu davranmalıyız, çünkü elimizde başkası yok."
HDPliler, hatta terör örgütü, kendini alemin kralı sanan ulusal medyanın, istediğinde kendisinden haber çıkarttığı, oynaştığı fareye benziyor. Fare ölürse önemli bir kaos (haber) kaynağı da gider.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...