27 Şubat 2014 Perşembe

Türkiye'de Kamuoyunun Tarihselliği-Alıntı

Belki başlangıçta Balkan Savaşı'nın önünü almak mümkündü. Fakat, Girit ve Trablus'un kaybı gibi felaketlere sebep olan işlerin etkisiyle acımasız bir el, devleti girdaba çekip sürükledi. "Ya Girit ya ölüm! Ya Trablus ya ölüm" diye bağırıp mitingler yapmayı adet edinenler, bu kez halka: "Ya Sofya ya ölüm!" yazılı külahlar giydirdiler ve: "Gazi olacağız!" diye bağırttılar. Oysa, ne Girit kaldı ne Trablus. O yaygarayı koparanların Sofya'ya girmeleri şöyle dursun, devlet egemenliğinin yerleşmiş olduğu bütün Rumeli elimizden gitti. O adamlara ise hiçbir şey olmadı.

(Gösteriler ve gösterilerde kullanılan dil tanıdık geldi mi? Sorumsuzca ve duygusal istekler. Her türlü gerçeklikten uzak...H.K.)

Cenab-ı Hak, kibir ve gururu sevmez. Biz bu yüzden gazaba uğradık. Meşrutiyet'in başlarında Avrupa'nın gösterdiği yakınlığı, kazanılmış hak saydık. Bunun, sadece bir umut ışığı sayılan Meşrutiyet inkılabının uyandırdığı takdir duygusundan ibaret olduğunu anlayamadık. İstibdatın kalkmasıyla elde edilecek bolluk ve güç hemen gerçekleşmiş gibi kendimizi büyük devletlerden saydık ve dünyaya meydan okuduk. Gazetelerde hakaret etmedik devlet bırakmadık. İkide birde, kesin bir sayıymış gibi, mevcut olmayan 30 milyon Osmanlılık'la öğündük. Ne yazık ki, üç yüzyıldır yaşanan çeşitli bozgun, acıklı durumlar ve cehaletimizi gösteren bir ayna olan tarih levhalarımıza bakmadan, sürekli altı yüz yıllık şan ve şereften dem vurduk. Yüksekten uçarak kendimizi aldatmaktan bir an geri durmadık. Bilim, sanayi, ticaretten yoksun, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezilen ve millet sözünün dayandırılacağı temel şartlardan uzak çeşitli unsurlar topluluğundan oluşmuş, siyasi varlığını sürdürmesi diğer devletlerin birbiriyle olan rekabetine bağlı, arazisi büyük, fakat kuvveti küçük bir devletçikten başka bir şey olmadığımızı görmek istemedik. Gerek bu durumlar ve gerekse her şeyden önce iç düzeni ve asayişi sağlaması gereken ordunun, ihtilalciler elinde oyuncak olması ve bir takım subayların kendi görevlerinden başka her şeyle meşgul olmalar, Avrupa tarafından hakkımızda beslenen bütün umutları söndürdü, her türlü sevgiyi yok ederek nefret uyandırdı. İşte başımıza gelenler, bütün bu durumların hak ettiğimiz sonuçlarıdır!"

II. Abdülhamit'in Şeyhülislamı Cemalettin Efendi, Siyasi Hatıralarım, Nehir Yayınları, sh.70-71

26 Şubat 2014 Çarşamba

Masum olduğunu ispatla

Ofli Hoca duyarki etrafta bir hemşehrisinin kızı hakkında “kız olmadığına” dair spekülasyon yapılmaktadır. Zaten kendisinin duyması da bu dedikodunun bir sonucudur. Kızın babası, kızı çeke çek zorla götürürken yolda, Ofli ile karşılaşır. “Hayirdur” der Ofli. “Nereye böyle? Bu şekil?” Adam mahcup, hükümet doktoruna gittiğini, kızına “kız olduğuna dair” rapor alacağını söyler. “Ula” der Ofli, “milletun ağzi ile hareket edup maskara mi olacaksun? Bugün sana inanmayan, yarun elinde raporla gelduğunde habu rapori almak için doktora kaç para yedurduğuni konişmayacak mi? Dön evune, dön !”

Süreci bir kere başlatırsan, onun parçası olursun. 

Beraati zimmet asıldır. 




19 Şubat 2014 Çarşamba

Asala Nasri

Arapça popun güçlü sesi, Suriyeli ünlü sanatçı, Asala NASRI' yi dinlediniz mi? 








4 Şubat 2014 Salı

Oryantalist bir Pakistanlı'ya cevap

Dr. Faruk Saleem isimli ve Pakistanlı olduğunu sandığım bir yazardan Hasan Arpacı Bey'in facebook'ta yaptığı geniş alıntıya kayıtsız kalamadım ve kendi düşüncelerimi yazmak istedim. İlgili yazı, arama motorlarında yazarın adı arattırılarak kolayca bulunabilir. Eleştrisi yapılabilecek ancak bu bloga alınacak kalitede bir yazı değil bu:

Yazının tümü değerlendirildiğinde (dinsel anlamda) Müslümanların özgüvenlerine yönelik edepsiz bir saldırı görüyorum. Bu bana 90’lı yıllarda tanıştığım Cezayir asıllı bir Müslüman gencinin “keşke siz de sömürge olsaydınız, hiç olmazsa bizim gibi bir dil daha öğrenirdiniz” deme koftiliğini hatırlattı. Cesarete bak!
Yazarın kullandığı Müslümanlık ve Yahudilik kavramları, hem sosyolojik olarak bir kimliğe tekabül eder, hem de bir dinin müntesibini tanımlar, bir başka kimliktir bu da. İki kimlik aynı değildir. Yani bir insan Müslüman coğrafyasında yaşadığından dolayı Müslümanlar kümesinde yer alırken  inanç olarak ateist, yahudi, agnostik ya da hristiyan olabilir. Yahudi kavramının ayrıca etnisiteyi tanımladığını da ilave edelim.
Yazarın küresel çapta başarı diye lanse ettiği Yahudi kültür dairesine mensup insanların kaç tanesi ilhamını Yahudi dininden almıştır, kaçı dinini önemsediğini ifade etmiştir. Başarı, diğer her şey sabitken Yahudi dininden gelen olumlu etkilerden dolayı mı sağlanmıştır? Burada vurgunun en fazla Yahudi kültürüne mensup bireylerin başarılarında kalması gerekirken yazar, kimlikleri karıştırmış ve başarılı insanların yahudi dinine mensup olmalarını öne çıkarılmıştır: Yazar, aşağılık kompleksi içinde Yahudiliği övmekte Müslümanlığı yermektedir.
Güç eksenli sorular (Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?; Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?) gramatik açıdan birer soru cümlesi olsa da anlam itibariyle içerikten yoksundur. Belki tercüme hatasıdır, yorum yapmak istemiyorum. Ama güç üzerinden tanımlanan şey açık değildir ve getirilecek her tahmin denemesi yorum olmanın ötesine geçmez. (Güç, başlı başına olumlu bir niteleme de değildir.)
Bu edepsiz yazar, Müslüman dünyasının bilgi üretememesinden hareketle bilgiyi yayamadığı ve uygulayamadığını ifade etmektedir. Okur yazar ve bilim adamı sayılarını arttırır, arge yatırımlarının GSMH’ya  oranını yükseltebilirsek bilgi üretebilecek kapasiteye belki ulaşabilirmişiz.
İslam dünyası, ortalama 200 yılı bulan ciddi bir sömürgeci tecrübe yaşadı.  Bu gün sosyolojik olarak Müslüman dünyasında gördüğümüz problemlerin önemli bir kısmı, sömürgeci  mirasın günlük hayatın siyasi, ekonomik, kültürel, dini alanlarında yarattığı tahribatta aranmalıdır. Bu nedenle de sosyolojik ve dinsel anlamda Müslümanları, sorguya çekemezsiniz. Hani Napolyon’a ukalalık yapmak isteyen aristokrat, kendi soyunu sopunu saydıktan sonra sormuş: sizin soyunuz? Napolyon, gülmüş, “benim soyum benle başlıyor demiş.” Sosyolojik anlamda Müslümanlar, daha yeni yeni kendine geliyor,  sahaya yeni çıkıyor. Çok şükür sömürge tecrübesi yaşamamış ülkemiz bile 1980’den bu yana canlanmaya, 2000’lerden bu yana da yürümeye başlamadı mı?
Eğitim olayına hiç girmiyorum. Meraklıları, İvan İllich’e havale edeyim. Her şey göründüğü kadar masum olmayabilir.
Kendi ülkesine ve İslam dünyasına, bir yabancı gözü ile bakmak, oryantalizmden başka nedir ki?



Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...