27 Haziran 2016 Pazartesi

Terör Örgütü konusunda neredeyiz?

Terör Örgütü, bir yıl öncesine kadar kendini Kürt Kimliğinin savunusu üzerinden ifade ediyor ve bu tutumu da -devletin açık bıraktığı alanları doldurarak "sistem güçlüden yana çalışır" kuralı gereği, bölge sosyolojisinde kendince bir karşılık buluyordu.
Devlet, bu bir yıl boyunca hatasını telafi edip aynı sistem kuralının yeniden çalışmasına ortam hazırladığı Bölgeyi, teröristlerden temizleyerek hizmetin halka ulaşmasını dolayısı ile halkın rızasını sağlamış oldu.
Terör örgütünün kentlerdeki varlığı tasfiye edildi, kırsaldaki varlığı ile de mücadele ediliyor.
Terör örgütünün; bölgeden insan, para, lojistik -kaynak- temin etmede kullandığı Kürtlük söylemi, açığa çıkarılmış; yapılmış bulunan hukuksal düzenlemelerle devletin teminatı altına alınmıştır.
Geçmişte olmadığı kadar terörün tasfiyesi ortak hedefi için kendi iç bütünlüğünü sağlamış devletin, coğrafya ve iklim koşullarının uygunluğu nispetinde; -küresel güçlerin lojistik yardımı yapmasına rağmen- makul bir süre içerisinde sonuç alacağı beklentisindeyiz.

Bir Amerikan Kolluk Kuvveti olarak Terör Örgütü

Terör örgütü, son bir yıldan bu yana küresel güçlerin ama özellikle ABD'nin Suriye zeminindeki faaliyetlerinde kullandığı "özelleştirilmiş silahlı unsuru" olmak hasebiyle tetikçilik-taşeronluk yapmakta ve sürecin sonunda hamisinin gölgesinde bir devlet sahibi olmayı ummaktadır.
Kimse küresel güçlerin oyuncağı olmayı seçmiş bir terör örgütüne onun istediği şekilde "halkın temsilcisi" muamelesi yapmasın. Son bir yıldır bu yapı, elinde güç olanın siparişle iş yaptırdığı bir işletme gibi faaliyet göstermektedir. Dolayısı ile yapı ölçek değiştirmiş olduğundan kendisine dönük davranışın da değişmesi gerekir.
Zaman zaman bir yıl ve daha öncesine ait fotografların kullanılarak bu "Amerikan kolluk kuvvetine" övgüler yapıldığına şahit oluyorum. Bu okuma biçimi, tarih dışı, romantik ve Türkiye açısından kötü niyetlidir.

22 Haziran 2016 Çarşamba

Maçoluğun Sonu


 Yolun sonuna geldin; artık, devam edebilmek için anlatmak değil göstermek zorundasın.
Rakiplerine gönderme yaptığın “Güçlü Takım” abartılarını dinlemekten bıktık. Güçlü Takımlığın nesilden nesile aktarılan bir efsane olmadığı, her defasında kendini sahada yeniden ortaya koyan bir performans olduğunu, bizzat senin anlaman gerekiyor.
Neden her seferinde “olası yenilgini” meşrulaştıracak bir çeşit “Öğrenilmiş Çaresizlik” hikayesi olan “Güçlü Rakip Takım” efsanesi...
ne ihtiyaç duyuyorsun? Takımı motive etmenin başka bir yolu yok mu? Bu takımın İspanyol takımından farkı ne? Futboldan anlamadığını düşündüğün “ev kadınına” anlatır gibi anlat: Bizimkiler de İspanyollar gibi benzer fizik özellikleri olan seçilmiş, yetenekli futbolcular değil mi? Kim bunların zihinlerinde kendisine özgüvensizlik, rakibine korku aşılayıp takımın basiretini bağlıyor?
Yeşil sahada, birlikte top oynarken eğlenen on bir kişinin oluşturduğu bütün takımlar, “Güçlü Takım”lardır.
Eski Türk savaş taktiği olan “ortada olanın geri çekiliyor algısı verip kanatlardan rakibi kuşatma” stratejisi, bilinçaltımıza öyle bir kazınmış ki Milli Takımımızın, futbol aritmetiğinde benzer bir strateji izlemesi ve işi kolayken tamamlamayıp “acıklı bir hikayeyi mutlu sonla bitirme” çabasındaki asalete(!) aldanıp üç kuruşluk keyfimizin içine etmesini yadırgamıyoruz bile.
Başrolünü kör bir pilotun oynadığı fıkradaki uçağın yolcularına benziyoruz. Malumunuz Kör Pilot, uçağı havalandıracak kolu çekmek için yolcuların çığlıklarına ihtiyaç duyar.
Ya da başı sonu belli bir koşu için yarışan tavşan ile kaplumbağa hikayesinde tavşanı tutmaktan dolayı gerilen bir başka topluluk var mıdır, acaba?
Nihayet Türk Milli Futbol Takımı, ihtiyaç duyduğu “acıklı hikayeyi” bizzat yazarak “ağzında kürdan, aklı bir karış havada ve hovarda” bir hava ile oynadığı maçları kaybetti. Şimdi kim takımı buradan alıp yukarılara çıkarırsa, kralın kızını alacak, yazacağı bu efsane ile "en kahraman Rıdvan" olacak.
Bütün bu sözlerden sonra Takımın, üzerindeki stresten dolayı “ilk gölü yiyerek motive olma” kuralını bu seferlik uygulamayacağını ancak gerilimi son dakikalara kadar yaymak konusunda içinden gelen o çocuksu/tarihsel isteğe engel olamayacağı kanaatindeyim. Şayet gerilimin yükünü taşımaktan yorulup da “hain ve taraflı” hakemin gazabıyla kırmızı kart görerek oyun dışı kalan bir ya da birkaç futbolcumuz çıkmazsa öyle görünüyor ki, gecenin sonunda Çeklerin de anlatacağı hüzünlü bir hikayesi olacak.

Suriye zemininde Türk-Rus ilişkilerinin geleceği ve bir çözüm önerisi

2015 yılının Eylül ayında Suriye'de konuşlanma çalışmalarını bitiren Rusya, ay sonuna doğru rejim muhaliflerine yönelik saldırılarına başladı. "İşid'e zarar vermek ve terörle mücadele etmek" gerekçelerini öne çıkardığı davet mektubunda Esad, Rusya'dan yardım istiyor, o zamana kadar Akdeniz'de mütevazı bir üsse sahip olan Rusya'yı, "hemen, şimdi gelmesi" halinde yeni bir hava üssü ile ödüllendireceğini beyan ediyordu.
 
Rusya'nın denkleme girmesi ile zaman içinde Türkiye'nin doğal müttefikine dönüşmüş olan muhalifler, mevzi kaybederlerken; bölgelerini terk etmemiş bulunan siviller de Rusya'nın bu ağır bombardımanlarından olumsuz etkilenerek ağır kayıplar verdiler. Türkiye, Rusya'nın girişi ile kötüleşen tabloya kayıtsız kalmadı; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı nezdinde ulusal ve uluslararası tüm toplantılarda konuyu sürekli gündemde tuttu, açıklamalarda bulunmak suretiyle Rus Yönetimini rahatsız ve huzursuz etti.
 
Emperyal büyümenin büyüleyici ve iştah arttırıcı etkisinin yanında aşağıda belirteceğim Ukrayna-Kırım krizi bağlamında karşıt pozisyonda bulunulan kesimlerle; Suriye'de aynı cephede 'silah kardeşliği yapılmasından' dolayı oluşacak hukuk, sağlanacak iyileşmelerin, Kırım Krizine transfer edilebilmesi imkanı ile birarada düşünüldüğünde Esad lehine pozisyon almak makul gelmişti, Putin'e. Ancak Türkiye'nin uluslararası camiada muhaliflerin sözcülüğünü yapmak suretiyle Rusya'nın faaliyetlerini (insan hakkı ihlallerini) şikayet konusu yapmaya devam etmesi, Türkiye ile Rusya'yı çok yakında olası bir sıcak çatışmanın eşiğine getirebilirdi. Bunu önlemek için kontrollü bir kurgusal olayla Türkiye'nin Suriye'ye müdehalesi önlenmeli, böylece Rusya'nın bölgede rahat hareket edebilmesinin önü açılmalıydı.
 
Türkiye'yi oyundan düşürecek hamlenin, Antalya'da 15-16 Kasım 2015'te yapılan G20 zirvesinde Erdoğan-Putin görüşmesi gündeminden ilhamla ortaya çıkarıldığını düşünüyorum. O toplantıda Türk yetkili makamları tarafından daha önce beş kez Rus muhataplarına iletilen "Rus uçaklarının Türk havasahasını ihlal etmeleri" meselesinin aramızda ciddi bir sorun olarak telakki edildiği konusu, bu kez bizzat Erdoğan tarafından Putin'e ifade edildi. Bu ısrarın, Ruslara aradıkları gerekçeyi buldurduğu ve bu bilgiyi kullanarak kendi uçaklarını yem etmek suretiyle yapılacak bir hamlenin onulmaz sonuçlara yol açacağıöngörüldü ve bunda da görece başarıya ulaştığı anlaşılmaktadır.
 
24 Kasım günü, Türk Genelkurmayınca verilen bilgilere göre, Suriye sınırındaki Türk havasahasında milliyeti belirlenemeyen bir uçak, on kez sesli ikazla uyarılmasına rağmen ihlal yapmayı sürdürmüş ve bir Türk savaş uçağı tarafından gönderilen füze ile düşürülmüştü. Daha sonra Rusya'ya ait olduğu açıklanan uçağın pilotları, kendi tuzak senaryolarındaki yönergelere uygun olarak uçaklarını zamanında terk etmişlerdi. Pilotların bundan sonraki akıbetleri, arazi şartlarına bağlı olarak gerçekleşmiş ve yardımcı pilot sağ kurtulurken, kaptan pilot beklenmedik bir şekilde paraşütüyle atlayışını bitirmeden havada vurularak öldürülmüştü.
 
Türk tarafı, olaya teknik açıdan yaklaşıp uçağa gönderilen uyarı mesajları, radar iz analizleri ve uçuşa ilişkin üçüncü taraf gözlemci belgelerini ortaya koyarak haklı olduğunu savunurken; Rus tarafı, öncelikle uçaklarının yerden atılan bir füze ile düşürüldüğünü iddia etmişler ardından yine ellerinde savlarını tevsik edecek bir delil olmaksızın, olayın Suriye havasahasında gerçekleştiğini, hiçbir uyarı yapılmadığını, herşeyin karakutu deşifre edilince ortaya çıkacağını iddia ederek -Türkiye'nin kötüler kategorisinde yer aldığı imasında bulunmak için- "zaten/ayrıca" Türkiye'nin terör örgütü İşid'e lojistik destek verdiğini de ifade etmişti. Karakutunun bulunması üzerine yapıldığı iddia edilen testlerden hiçbir sonuç elde edilememiş, dolayısı ile günümüz itibariyle de Rus tezlerini destekleyecek, Türk tezlerini yanlışlayacak yeni bir bilgiye ulaşılamamıştır.
 
Düşen uçağın sağ kalan pilotu ile karakutunun incelenmesinde görev alan Rus ve Batılı uzmanların tanıklıklarının, ilerleyen zaman diliminde konuyu aydınlatacağı kanaatindeyim. Tabii bu bilgiler, mevcut Rus yönetimini zor durumda bırakacağından belirttiğim şahısların ardışık bir dizi doğal ölüm(!) ile ölmeleri halinde bu mümkün olmayacaktır. Uzun yaşarlar inşallah.
 
Rusya, uçaklarının Türk tarafınca düşürülmesinde sonra ülkemize karşı bir dizi ekonomik yaptırım kararı almıştır. Bunlar, nereye gideceği hesaplanmamış duygusal nitelikli kararlar olup 'tarihin hiçbir döneminde dost olmadığımız' Rusya Devleti ile son on beş yılda gelişme göstermiş iyi ilişkilerimizin orta ve uzun vadede, ciddi, olumsuz, artçı sonuçlar doğuracak, tek taraflı "hadi vaz geçtim, yeniden eskisi gibi olalım" denmesi ile tekrar eski pozisyonlara dönmeyi mümkün kılmayacak kararlardır.
 
18.yüzyılın başından bu yana Türkiye'den toprak alarak büyümüş ve Türk etki alanındaki tüm kardeş uluslara (Kırım, Kafkas ve Ortaasya halkları, Ahıska Türkleri, Azeriler, Gürcüler) göç, katliam, kültürel emperyalizm, hristiyanlaştırma, kendi kimliğini unutturma, ruslaştırma gibi politikalar uygulayagelmiş olan Rus Devleti, Türk Devletinin hele de bugünden sonra asla sırtını dönebileceği bir yapı değildir.
 
Yeri gelmişken bakış açımızın, Rusya ile Rus Halkını eşdeğer gören anlayışın karşısında,her ikisini birbirinden tefrik eden bir yapıda olduğunu ifade edeyim. Kanaatimce Rus Halkı, kendi devletini yöneten gruba amaçlarını gerçekleştirebilmesi için ihtiyaç duyduğu askeri ve vergisel hammaddeyi (mali kaynakları) temin eden kurban durumundadır. Benzer bir söylemi Türk Devleti ve Türkler açısından iddia etmek, Türk Devleti'nin geçmişte olduğu gibi bugün de amaçları itibariyle emperyal (sömürü) bir vizyon taşıyor olmamasından dolayı mümkün değildir, bu söylemin analojik bir değeri yoktur.
 
Türkiye- Rusya ilişkileri, 90'lı yıllar boyunca ekonomik bir çerçevede gelişti: Doğalgaz boru hatlarının Türkiye içi ve Batıya aktarımı projeleri, bavul ticareti, Türk Girişimcilerinin Rus pazarında ticaretle başlayıp üretim ve inşaat/müteahhitlik faaliyetleri.
 
Putin'e, Rus Toplumunun sempatisini kazandıran olay, Çeçen direnişini kırması, bu savaş ile savaşın getirdiği başarısızlık kompleksini ortadan kaldırmasıydı. (2000) Bu dönemde etki sahasında olmasına rağmen Türk Devletinin de Çeçenlere destek olmaktan kaçınarak Putin'e dolaylı yoldan yardımcı olduğu anlaşılmaktadır.
 
Ardından gelen AkParti iktidarları döneminde Erdoğan ile Putin arasında iyi giden ikili ilişkiler, iki ülkenin ekonomik anlamda ciddi bir işbirliği kurmasına yol açmıştır. Putin'in doğalgaz ve petrol üzerinden "enerji satışı" ile elde ettiği kolay para, emperyal vizyonunu finanse etme gücünden mahrumdur. Küresel siyasette yalnızlaşmasını Şangay Beşlisi ile aşmak isteyen Rusya, Avrupa Birliği'nin Ukrayna'yı tampon ülke statüsünden çıkararak doğrudan kendi paydaşı yapmak istemesi üzerine Karadeniz'i kaybetmek endişesiyle tarihi emperyal tehdit algısına/vizyonuna uygun bir hamle yaparak Kırım'ı işgal etti.
 
Rusya, Kırım’ı işgal etmesi üzerine Avrupa Birliği ve ABD tarafından ekonomik ambargo ile karşılaştı. Gerilen ilişkiler, işgali tanıyan Esad rejimi Suriye’sinin Rusya’ya ilave askeri üs verme ve içindeki karışıklıktan dolayı yardım istemesiüzerine Rusya’nın bölgeye dönük ABD ve AB ile (“düşmanlarıyla”) işbirliği yapma ve buradaki dayanışma yolu ile Kırım işgalini meşrulaştırma, durumu de facto kabul ettirme imkanları doğmuş oldu.
 
Rusya, uçağının düşürülmesini müteakip günlerde Türkiye'nin canını yakmak için bir süredir küresel güçlerin çözüm ortağı olarak hareket eden PKK terör örgütüne cömert bir biçimde silah yardımlarında bulunurkenörgütün Moskova'da temsilcilik açmasını sağladı.
Ayrıca Rusya'nın Suriye'deki varlığı, İşid'e dönük bir tehdit ve faaliyet içermezken muhalifleri geriletmiş, sivil kayıpları arttırmıştır. Öte yandan misilleme yapacağı beklentisi, Türkiye'nin bölgeye askeri anlamda müdehale yapmasını da önlemiştir.
 
ABD, kendi silahlı gücü olarak gördüğünü ifade etmekten çekinmediği PYD'nin Türkiye'nin güneyinde bağımsızlık hayalleriyle açmakta olduğu koridorun oluşumunda da Rusya'nın dolaylı etkisi, yardımı vardır.
 
ÇÖZÜM ÇALIŞMALARI
Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, "Rus uçağı düşürülmesi krizinden" sonra bulunduğu her uluslararası platformda Türk mevkiidaşı Mevlüt Çavuşoğlu'na "Türkiye İşid'e yardım ediyor" iftirasını söyleyegelmiş ancak muhatabından "seni Antalya'da misafir edeyim" gibi bu ülkenin hak ve menfaatlerini gözetmeyen gayriciddi cevaplar almış, dolayısı ile bir bakıma teşvik görmüştür. Çavuşoğlu, dış politikadaki temsil yetersizliğini ortaya koymasına rağmen son Bakanlar Kurulu değişikliğinde görevden alınmamış, koltuğunu korumayı başarmıştır.
 
Binali Yıldırım’ın göreve başlarken ifade ettiği, “düşmanlarımızın sayısını azaltıp, dostlarımızın sayısını çoğaltacağız” söylemi çerçevesinde Rusya ile beklenen yakınlaşma, Rusya’nın Mavi Marmara Gemisine İsrail’in yaptığı saldırı ile ilgili olarak Türkiye’nin öne sürdüğü koşullara benzer, “özür, tazminat ve sorumluların cezalandırılması” şartlarını öne sürmesine yol açtı. Hükümet ve Hükümet yanlısı medyada da örneklerini gördüğümüz yeni bir bakış açısına göre Türkiyebölgesel yalnızlığını gidermenin bir aracı olarak esneklik geliştirmeli, gerekirse Rusya'dan özür dilemelidir.
 
Oysa Rusya ile ilişkilerin gerilmesi, Rus coğrafyasında Rusya aleyhine sonuçlar doğurmaktadır. Ucuz tatil ve ucuz zırai ürün ithalatı, Rus Halkının yöneticilerine olan “rıza”sını pekiştirmekte, bunlardan yoksun kalmak ise hırçınlığa, yönetimden destek çekmeye yol açmaktadır.
 
Öte yandan aksine hiçbir delil olmadığı halde sırf barışmak için Rus tezlerine hak vermek ve kendi tezleri hakkında şüpheye düşmek, bundan sonraki ulusal ve uluslararası konularda Türk Devletinin savunma söylemine temkinle yaklaşılmasına yol açacaktır. Fethullahçı ve PKK Terör Örgütlerinin yurt dışında devletimiz aleyhine yaptıkları yalan propaganda (PR) ile mücadelede pek etkili olduklarını söyleyemediğimiz Dışişleri Personelinin uçak düşürme olayında -bir çeşit kolaya kaçma çözümü olarak gördüğüm- geri adım atılması halinde bundan sonra dış kamuoyuna hem motivasyon hem de içerik olarak söyleyecek sözlerinin hiçbir etki değeri kalmayacaktır.
 
Buna rağmen bir Ferdi Özbeğen şarkısında söylendiği gibi “ Şefkatse bardaki sarışın kız” tipi, istediği şefkati/barışı (parasıyla) kendisi tesis eden bir ülke olarak devam etmek istiyorsak Rusya ile uçak krizini çözmede Rusların istediğine benzer ancak farklı bir başka yöntem önermek istiyorum:
Bütün delillerin de tevsik ettiği gibi Rus uçağının Türk hava sahasında müteaddit uyarılar yapılmasına rağmen cevap vermeyerek şüpheli duruma düşmesi üzerine vurulduğunun beyan edilerek iyi niyetimizin bir sonucu olarak oluşan uçak hasar bedeli ile ölen pilotun ailesine tazminat ödenmesi talepleri kabul edilebilir. Olay, ülke güvenliği kapsamında gerçekleştirildiği için “Sorumluların cezalandırılması” gibi bir hususun tatbiki mümkün değildir. Zira sorumlu, tetiği çeken el değil, tetiği çek diyen yetkilidir.
 
Bu önerinin, her iki tarafın yöneticilerinin kendi halkları nezdindeki saygınlıklarını pekiştireceği kanaatindeyim. Ancak bu durumda Rusya, yakın vadeli geçmişte Türkiye'ye vermiş olduğu hasarları tazmin etmiş olmuyor, yanlızca bundan sonraki zarar verme potansiyelinden vaz geçmiş oluyor. Diğer bir deyişle Türkiye, hayali bir tehditi etkisiz hale getirmiş oluyor. Rusya'nın kazanımları ise fiziki ve gerçek kazanımlar. Son tahlilde mevcut Rus yönetiminin petrol fiyatlarındaki düşüşle ortaya çıkan ekonomik hasarın Rus Halkında kendi yönetime karşı peydah olan memnuniyetsizliği telafi etmesi, "rıza"yı yenidentesis edip demokratik yollarla iktidarda kalmalarını sağlayan bir sonuç doğuracak.
 
Bu anlaşmanın Rus tarafını rahatlatma ve meşrulaştırma dışında Türkiye açısından kazançlı, akılcı ve adil olmadığı ortada. O zaman Rusya ile barış isteyenler, gerçekte neyi istediklerinin farkında mı? Bu kadar açıklamadan sonra sormak istiyorum: Dış politikada yalnız kalmamak için "şefkatse bardaki sarışın kız" deyip bedelini ödeyerek karşıt bloktan ayrılmasını temin ettiğimiz aktörlerle bu surette kan kardeşi olmuyoruz'u anlamak için başımıza daha ne gelmesi lazım?

15 Haziran 2016 Çarşamba

Aynada Suriye'yi görmek

Suriye'de Arapların yoğun olarak yaşadığı bir şehir olan Münbiç, basında yer alan haberlere göre terör örgütünün Suriye iştiraki olarak bilinen PYD'nin ABD özel kuvvetlerinin desteği ile ele geçirilmiş olup kentte etnik temizliği izleyen günlerde -tarz itibariyle- Işid benzeri bir devletin kurulacağı ifade edilmektedir.
İki yılı aşkın bir süredir bölgede faaliyet gösteren Işid terör örgütü, kerameti kendinden menkul bir kararla adının sonuna Devlet kelimesini ilave ederek te...rör örgütü kategorisinden sıyrılacağını, devlet muamelesi göreceğini sanmış olmalı
Işid ve PYD stratejisini çizen zekanın kısa vadeli hedeflere ulaşmada "daha esnek olanın belirleyici hale geldiği" sistem kuralını işlettiği ve kısmen başarılı olduğu ancak sosyolojik ve tarihsel altyapısı olmayan bu nevi dayatmacı kararların orta vadede denize yapılan dolgular gibi bölgenin sahici güçleri tarafından ortadan kaldırılacağı açıktır.
Terör örgütü ve onun bileşenlerini, egosal bir illüzyon olarak Kürtlükle bağlantılı gören akıl sahiplerine feraset temenni ediyor, temsil işinin gönüllü bir katılım olması hasebiyle kimi kendilerine vekil tayin ettiklerine dikkat etmeleri gerektiği kanaatindeyim. (Grimm Kardeşlerin ünlü masalından hatırlanacağı gibi Hansel'e sürekli çikolata veren cadının amacı, Hansel'i eğlendirmek değil, bir an önce şişmanlatmaktı. Neden acaba? )
"Cehennemde ateş yoktur, herkes kendi ateşini kendi götürür."
Kendisine kaynak (para, silah, mühimmat, asker) transfer eden güçlerin nam ve hesabına çalışan terör örgütlerinin çekirdeğini/tohumunu oluşturduğu devlet yapılanmaları, öncelikle kendisini kuranların oyuncağı, onların hedeflerini gerçekleştirmede kullanacakları bir araç olacak şekilde tasarlanmışlardır.
Türkiye'nin bu oluşuma müdehalesi de Türkçeden başka dil bilmez örgütçülerin taşıdıkları Kürt etnik kimlikleri nedeniyle olmayacaktır. Bu örgüt-Truva Atı'nın ortadan kaldırılması, terör örgütünün tasfiyesi, tarih boyunca bölgeye huzursuzluk ve savaş getiren Batı'nın operasyon imkanlarının budanması bakımlarından Türkiye'nin tarihsel sorumluluğudur. Türkiye bunu yaparken tepkisel davranmamalı, teenni ile hareket etmeyi sürdürmelidir.
Türkiye kamuoyunda Bölgede yeni gelişen bu duruma tepkisel, sabırsız, kışkırtıcı ve işi zora sokacak beyanlarda bulunacaklara özellikle dikkat etmek gerekiyor. İşbirlikçilerin önemli bir kısmını aynı resim çerçevesinde görebileceğimiz bir döneme doğru ilerliyoruz.
Son olarak vaktin daraldığını düşünenleri rahatlatmak amacıyla sormak istiyorum: terör örgütü yöneticileri, bir devlet ilan ettiklerinde saklandıkları deliklerden çıkacaklarını, görünür olmak zorunda kalacaklarını, bunun ne anlama geldiğini bilmiyorlar mı?

5 Haziran 2016 Pazar

Tayyip Bey'in söylemi

(Alman Meclisinde Ermeni Tehcirine ilişkin Türkiye'yi suçlayan kararın geçmesi üzerine Tayyip Bey'in, "...delikanlı olsunlar, ciğerimizi yesinler" söylemi üzerine devam;)
 Tayyip Bey'in hücumu defanstan başlatan bu meydan okuma biçimine bir son vermesi gerekli.
Lavrov'un, 'Türkiye, Işide yardım ediyor' iftirasına Mevlüt Çavuşoğlu'nun 'ispat edersen istifa ederim' -bunun bir anlamı da "yapılmışsa benim haberim olmadan yapılmıştır, Bakanın haberi olmadan böyle bir şeyin yapılması istifamı gerektirir demektir"- demesi ile özünde bir fark görmüyorum.
Bunlar, muhatabı referans alan savunmacı söylemler, karşıya hesap soran ve b...edel isteyen söylemler değil.
Batılının dediği doğru olsa bizimki ya ciğerini verecek ya da istifa edecek. Ancak her durumda Batılının herhangi bir bedel ödemediğine, ödemesinin teklif dahi edilmediğine dikkatinizi çekerim.
Bu söylem kalitesiyle muhatabı geriletmek, sonuç almak mümkün değil. Tamamen iç kamuoyuna verilmiş, toplumumuza zaman kaybettiren bir mesaj olarak görüyorum.

Devlet kötü mü?

Değer verdiğim felsefeci dindar bir arkadaş, yayımladığı bir facebook mesajında okuyanlarına kitap önerisinde bulunarak "İyinin de, kötünün de kökü devlettir" saptamasında bulunuyor.
Normalde iletisinin altına yorum yazacağım ancak meydan okuma gibi duracak, şık olmayacak. Hep iyilik isteyip kötülük yapanlardan -tipik haklı olma sendromu- olacağım. Yazmasam da olmaz artık; ben de düşüncemi burada ifade etmek istedim:
Kötülüğün kaynağı olarak gördüğü için her türlü otoriteye ...karşı çıkmak anlamında anarşizm, 20'li yaşlarındaki insan için bir ihtiyacı karşılıyor, tekabül ettiği bir duygu hali var. Buna karşılık 40'ından sonra aynı duyguyu ve çözümü sürdürüyor olmanın patalojik -hastalıklı- bir hal olduğu kanaatindeyim.
"İyinin de, kötünün de kökü devlettir" kategorik ifadesi, Batılılaşmış bilginin ışığında Batı tarihinin emperyal geçmişinin sanki evrensel ve insanlığın ilerlerken geçmek zorunda olduğu bir aşama gibi yansıtan Antropoloji Biliminin ortaya koyduğu bir kendini kurban gösterme ifadesidir. Dünyanın geri kalanını neden bağlasın?
Bize bakalım: Dönemsel/verili bir coğrafyada 1774'den bu yana her fırsatta taciz ve tecavüz edilmiş, gagalanmış, bir çok cephede birden savaşmak zorunda bırakılmış bu devletin(*); göç etmiş, göç ettiği yerde kök salamadan yeniden, daha içe, içlere göç etmek zorunda kalmış insan varlığının, bütün bu serencamı bir şekilde hiç düşmeyen bir tempo ile cepheye asker, mühimmat, teçhizat, gıda ve gerekli tüm maddeleri göndererek sürdürdüklerini; dolayısı ile bütün bu süreç içinde kültürlerini değil ancak fiziki varlıklarını ileriye taşıyabilmiş olduklarını görmeden, bilmeden bu devlet hakkında ileri geri konuşamayız.
Bu devletin de geçirdiği aşamalar var. Bunları anlamadan fikir yürütmek, büyük resimde yanlış okumalara neden olacaktır.

-----------------
(*) Osmanlıyı da kurban olarak göstermek istemiyorum. Bağışıklık sistemi sorunlu bir devlet. Tedbir almaya çalışıyor ancak kendisine sürekli savaş açılmasından gerekli onarımları yapmak için fırsat bulamıyor vs.

3 Haziran 2016 Cuma

Almanya'yla Gerilim

Türkiye'nin Almanya ile olan ilişkilerini, Cem Özdemir'in başrolünü oynadığı bir operasyon nedeniyle gergin bir boyuta taşımasını, Türkiye'ye bu aşamada ekonomik olarak daha büyük bir zarar vereceği kanaatindeyim. Ayrıca bu olayda Almanya'nın zemin olarak kullanılması, bir Alman tercihi olmanın ötesinde Özdemir'in mahareti ve siyasi zekasının bir ürünü olduğu da açıktır.
Türk Dışişleri yetkililerinin istişare amaçlı geri çağırdıkları Büyükelçimizi, en kısa sürede şu açıklama...yı yaparak tekrar Almanya'ya göndermelerini temenni ediyorum:
"Biz, asıl problemi (Cem Özdemir'i) zaten vaktiyle ihraç etmiş, bir bakıma skor yapmasına engel olmuş, kurtulmuşuz. Sorun sizin kendi sorununuz ve bu şahsın bizimle aynı dili konuşuyor olmasının bir tek anlamı var: gündeminize bizimle ilgili "sorunlar" taşıması ve bu faaliyetlerine devam edecek olması. Şahsın, ekoloji de dahil olmak üzere kamuoyu gündemine getirebileceği başkaca özgül bir sermayesi de bulunmadığından bugün devletimizle ilgili menfi tutumların odağı olmayı seçmiş olması, yarın bir başka vesile ile Alman Devletine de ihanet eden beyan ve eylemlerde bulunacağını mümkün ve muhtemel kılmaktadır."

Neler Oluyor?

Suriye ve Irak sınırımızda; başat gücünü, Terör örgütünün iştiraki PYD'nin oluşturduğu, kalanını operasyon yapamadığı zamanlarda kendini depresyonda hisseden ABD'nin algılarımızı dumura uğratmak için utanmazca ve dahi sorumsuzca 'Suriye Demokratik Güçleri adını verdiği bir dizi çakıl taşından oluşan dolgu malzemesi Korosu'nun oluşturduğu konsilinde yapının, Amerikan mühimmat ve askeriyle destekli bir halde İşid'e karşı yürüttüğü saldırı tüm sıcaklığı ile devam ederken Tayyip Beyin Afrika'da, Binali Beyin de Kıbrıs'ta olması, olan bitenin bizim gördüğümüz dışında bir başka yönünün ve bir başka hikayesinin daha olduğunu gösteriyor.
Askeri harekat, kısa bir süreliğine ertelenmiş görünüyor. Tayyip Bey, sabırsızlanmıyorsa merak etmesin, biz hiç sabırsızlanmayacağız. Ama bu merak etmemize engel değil

Cem Özdemir

Alman vatandaşı ve milletvekili, ayrıca Çerkes asıllı, dolayısı ile ataları itibariyle varlığını Anadolu insanının merhametine borçlu bir mülteci torunu olan Cem Özdemir, sırf kendi kariyerini sürdürebilmek için Türkçede bizim haramzadelik dediğimiz bir çıkış yaparak küçükten büyüğe her sınıftan insanımızın nefretini kazandı.
Mevzu, görünürde ve sonuçları itibariyle Ermeni Tehciridir. Alman Meclisi de Cem Özdemir'in üyesi olmaklığı dolayısı ile bu işte kullanılmıştır.
Sevgi..., hele de karşılıksız sevgi, bir insanın hayatında en çok ihtiyaç duyduğu, bazen bir ömür aradığı, uğruna pek çok şeyi feda edebileceği varoluşşal önemde bir duygu olduğuna göre insanın sevgi yokluğu/yoksunluğu hallerinde ihtiyaç giderip yaşamına devam edebilmesi için şeytanla bile işbirliği yapabileceğinin örnek haberlerini okuyoruz hergün, gazetelerin üçüncü sayfalarında..
Cem Özdemir'in çocukluğuna dair internette yaptığım gezinti, Hürriyet'in Avrupa baskısında yer alan ve Özdemir'in kendisi hakkında mutlu bir çocukluk geçirdiği algısını uyandırmaya matuf -sezgilerime göre kurgusal, kendi imalatı olabilecek- bir anı metni dışında fiyaskoyla neticelendi. Dolayısı ile bu aşamada kişisel olarak daha ileriye gidecek, köşeli yargı taşıyan bir yorumda bulunmadan; cinayetlerini söylem üzerinden ortaya döken Özdemir'in psikanalizini yapacak yetkinlikteki uzmanların değerlendirmelerini merakla beklediğimi ifade edeyim.

Siyasal Motivasyon Örnekleri

Türkiye'den kopardığı -Kırım, Kafkas, Doğu Anadolu gibi- her vatan toprağına, Orta Anadolu ve güneyde meskun Osmanlı vatandaşı Ermenileri yerleştiren Rusya, 1876 itibariyle bu kardeş halkın zihnini bin yıl sonra yeniden devlet olma fikri ile başlarından almayı başarmıştı. Bu Rusça beyana göre artık onlar da ödedikleri verginin tahsilatını yapabileceklerdi.
Bu tip; zihin bulandırıp iştah açan söylemlerden daha tanıdık geleni; hatırlayacaksınız, İngilizce söylenmiş, Yunanca al...gılanmıştı. Böylelikle Anadoluyu da topraklarına katıp 2500 yıl önceki gibi büyük bir devlet kurmak hayali peşinde büyük kayıplar verilmiş, güçsüz bir ulus olmalarına rağmen böyle büyük bir kredinin neden kendilerine açıldığını sorgulamamışlardı.
İngiliz toplumunda değişim son kerteye varmıştı; ölmek ve öldürmekten yorulmuş, savaşı ve daha fazla savaşmayı istemiyorlardı. "Cellat", infazı bitirip öyle eve dönmek istiyordu ama bunu yapmaya ne doğrudan imkanı ne de mecali vardı. Atina, böyle bir ortamda kendisine yol verildiğini, eve dönebildiklerinin yaralarını sarmaya başlayınca öğrenecekti.

1 Haziran 2016 Çarşamba

Dış Politika Paradigması Hakkında

Türkiye'yi dış politika anlamında Tayyip Beyin 'tek başına' yönettiği, Davutoğlu'nun istifası ile belirgin hale geldi. Bir önceki Bakanlar Kurulunda dış politika yapıcıları olması gereken Volkan Bozkır ile Mevlüt Çavuşoğlu, Tayyip Bey'in beyanlarını esas alan açıklamaları tekrarlıyor, dış politikada izlenmesi gereken esneklik ilkesine uygun çözümler konusunda Davutoğlu ile Tayyip Beyi karşı karşıya bırakıyorlardı.
Evvelce iyi polis, kötü polis rol dağılımında batı nezdinde görece 'iyiyi' temsil eden Davutoğlu, ajandasına not aldığı her bir konu için azimle mümkün bütün senaryolar üzerinde çalışıyor, ciddi bir zaman ve enerji harcıyordu. O'nun bu tavrı, samimiyetini görünür kılıyor, öte yandan strateji geliştiren akademik tarafını ortaya çıkarıyordu.
Bu çalışma biçimi, çok yönlü düşünmeyi (olayın artçı etkilerini de kontrol etmeye matuf çözümler öngörmeyi) gerektiriyor, dolayısı ile bir yandan hızlı karar alınmasını önlüyor öte yandan Türk tarafının yumuşak, söz geçirilebilecek, aşırı esnek bir yapıda algılanmasına neden oluyordu. Merkel'in Davutoğlu ile pek de alışık olmadığımız görüşme trafiği, Almanlarda süreç uzadıkça Türk tarafının taviz vereceği beklentisini beslediğini düşünüyorum. Terör örgütü ve bileşenleri ile Avrupa Birliği yetkililerinin, Davutoğlu'na ilişkin çözümlemelerinde aynı davranışı zaaf olarak gördükleri ve yapıcı bir işbirliğinden uzak durarak zaman kazanmak amacıyla tarihi fırsatları ıskaladıklarını düşünüyorum.
Tayyip Beyin sezgileri çok güçlü. An'da verdiği kararların bir çoğunda kendisi ve ülkemizin çıkarları ile uyumlu ve tutarlı olduğunu görüyorum. Ancak örneğin Afrika seyahati öncesi havaalanında kendisine Putin'in ılımlı açıklamalarıyla ilgili ne düşündüğü sorusuna verdiği, "...Biz Rusya ile münasebetlerimizi geliştirmek istiyoruz..." cevabından sonra bütün inisiyatifi Rus tarafına verdiğini de maalesef görüyoruz. Tek oyun kurucunun olduğu ortamlarda bu tarz sonradan düzeltilmeye muhtaç beyanlarda bulunulması, muhatabın iştahını arttıran, memlekete zaman kaybettiren sonuçlar doğurmaktadır.
Tarih şuuru, kendi ve öteki ülkelerin günlük stok enerji ve pozisyonları değerlendirmede; değiştirmede, velhasıl dış politika yapımında kullanılan en önemli projektördür. Devleti yönetenlerin bu perspektifi yitirmeden gelişmelere yön vermeleri beklenir. Bu konuda her geçen gün mesafe aldığımız kanaatindeyim.

Etnik Kimlik-2

Bu etnik kimlik meselesini toprağı bol olsun, Stalin de hiç sevmezdi. İtikatınca; "aman canım ne fark eder, insan değil miyiz hepimiz sonuçta" diyerek bedel ödemeden sahibi olduğu; Allah'ın ayeti/yaratımı olan kimliğini, ayran gönüllü bir tavır ile hemen oracıkta yoklukla takas edip çıplak kalan insanlardan oluşturulacak bir kitle ile ancak sosyalizm gibi 'kutsal davalar' hayat bulabilecekti.
Stalin, 30 yıllık iktidarı boyunca "düşmanla işbirliği yaptığı" suçlaması getirerek ...Volga Almanlarını, Kalmukları, Kırım Tatarlarını, Kırım'da yaşayan Ermeni ve Yunanlıları, Kafkas Halkları, Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş, Gürcistan'daki Ahıska Türklerini, Sibirya ve Ortaasyaya sürerek hem bu toplulukları kırıma uğrattı hem de büyük kısmının kimliklerini kaybetmelerine neden oldu.
Sosyalizmin, kitleleri fakirlikte, kimliksizlikte eşitlemesi ne kadar da romantik görünüyor, öyle değil mi?
Aytmatov'un Mankurt öyküsü boşuna Kırgızistan zemininde neşvü nema bulmadı. Bu geçirdiği operasyonlardan sonra kimliksiz kalan genç bir adamın annesini öldürme öyküsüdür. Kim olduğunu kendisiyle başlatmanın, en değerli varlığı, annesini bile riske ettiğinden haberi olmadığını gösteren güzel bir öyküdür.

Etnik Kimlik-1

Günümüzün moda söylemleri arasında "bir Türk/Türkmen olarak ..... (birşeyler) oluncaya kadar Ermeniyim, Kürdüm, (Türk dışı bir kimliğim)" gibi beyanların görünürlüğü artmaya başladı.
2016 yılı itibariyle kimlik meselesinde bir arpa boyu yol gidemediğimiz gibi var olan kafası karışık kitleye şimdi de görece muhafazakar grupların katıldığını gözlemliyorum.
"Biz Anadoluyuz, kürdüz, türkmeniz, lazız, cerkeziz, boşnakız, arabız, biz Anadoluyuz..." türü romantik söylemleri nasıl d...eğerlendireceğiz? Biz ifadesi, her seferinde bir etnisite ile kapsanır, karşılanır oluyorsa her etnisite değiştirmede diğerleri yok sayılıyor, her seferinde biz olarak homojen bir grubun varlığı ilan ediliyor demektir.
Aynı anda aynı alanda bir insan bedeninde iki-üç kimliğin birlikte var olabileceğini düşünmek mümkün ise de bunun sağlıksız (şizofrenik) bir yapıya işaret ettiği de açıktır.
Sloganda ifade edildiği gibi sürekli kimlik değiştiren ya da aynı anda birden fazla etnik kimlikle kendini ifade eden bir toplum kesiminin varlığı, gerçek olmadığına göre hangi iyi niyetle ifade edilmek istenirse istensin; kimlikleri kendi özelinde habire değiştirdiğini beyan ederek onları değersizleştiren tavır, ya içi boş jenerik bir söylem olduğunu ya da yönetmeninin kendisinin olmadığı bir sosyal mühendislik projesinde gönüllü çalıştığını bilmelidir.
Türklerin zaten zayıf olduğunu düşündüğüm kimlik aidiyetlerini itibarsızlaştıran bu yaklaşım, 'sözde' sahip çıktığı diğer kimlikler için de güvenlikli bir kabul zemini sağlamamaktadır. Hangi Arap, hangi Kürt, Türk olmasına rağmen kendi etnik kimliğini inkar edip Arap ya da Kürt olduğunu ilan eden birini etnik anlamda Arap ya da Kürt sayabilir? Onun iktidarında ya da vereceği destekle kendini güvende hissedebilir?
Etnik kimlik, her ne kadar fiziken kişinin isteminden bağımsız, doğuştan gelen genetik özellikleri gibi algılanıyorsa da kişi, sosyolojik olarak bu kimlikle birlikte otomatikmen dil, tarih, vatan, devlet gibi kazanımları tevarüs eder. Tıpkı aynı şekilde doğduğu aile içinde -bonus olarak mı?- anne, baba, kardeşler, diğer geniş aile bireyleri, komşular, miras ve çevre gibi başka kazanımların sahibi olması gibi.
Tarih, devleti ve vatanı; dostu ve düşmanı, dünü ve bugünü anlamamızı, dolayısı ile geleceği projekte etmemizi sağlayan çok önemli bir kaynaktır. Tarihini bilmeyen bireylerden oluşan toplumlar, hafızasız; dolayısı ile kimlikleri yaralı kitlelerdir. Pekala, düşmanıyla işbirliği yapıp kendini ve toplumunu uçurumdan aşağıya atabilir.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...