29 Aralık 2015 Salı

Yine Güneydoğu

"35 yılı aşkındır Güneydoğu Meselesi var ve hep aynı yöntemle çözüm aranıyor ama sonuç? " cümlesi, bağlamı ihmal ederek aynı sebeplerle aynı sonuçlara varılacağını ifade ediyor. Bu iki nedenle yanlış: Birinci neden, sonucu bilen kibirli bir edası var. Bu tavır, süreci yönetenlerin emeğini küçümsüyor, ne kadar emek verseler, boş işlerle ve zulümle uğraştıklarını ima ve iddia ediyor. İkinci neden, bu defa izlenen yöntemin daha öncekilerden farklı olduğu, devlet personeli kaynaklı muhtemel sivil kayıplarının önüne geçebilmek için "bir cerrah titizliğinde" çalışan personelin tarama yaparak ev ev arama yaptıklarını ve sonuç aldıklarını görmemizi ihmal etmesidir. Bunun sonucu, daha önce tecrübe edilmediğinden test edilmedikçe öngörülemez. Bağlam değişimleri, göz ardı edilirse tarih de tekerrür etmez, bir şey yapmanıza gerek kalmaz. Ancak koşulların (zamani, mekan, imkan) değiştiğini gözlemleyenler, verdikleri enerjinin kaldıraç etkisi uyandırdığını görebilirler.

İkinci vurgulayacağım husus, bizim bize ait olanı korumak sorumluluğumuzdur. Evine giren hırsız, yalnız hiç kullanmadığın, işine yaramayan şeyleri çalsa hırsızlık yapmamış mı olur? Burada bölgenin tarihine dair bir parantez de açmayacağım. Bölge insanının yaşadıkları, özel şeyler değildir. Memleketin tümünde yaşanmıştır. Yaraya odaklandıkça hayatı ve çözümü ıskaladığımız da ortadadır. Üretilecek çözümlerin bölge insanını ayrılmamaya ikna etme amacı taşımasının yararsız, olmayan fikri ürettiğini, uyuyan fitneyi uyandırma amaçlı olacağını düşünüyorum. Kaldı ki, bunlar orta ve uzun vadeli projelerdir. Evdeki yangını söndürmeye çalışan kamu görevlilerine yardımcı olmalı ve enerjiyi bu aşama ile sınırlı tutmalıyız. Yangını söndüremezsen, zihinsel dönüşüm dediğin -ki buna da katılmam mümkün değil- işlem için harcayabileceğin (kamu desteği) enerjiyi de sınırın o yanında kalmayacaksan otomatik olarak boşa harcamış olacaksın. Öncelik yangındadır!

Demirtaş'ın geleceği

Demirtaş, son günlerdeki eylem ve söylemleriyle ar perdesini yırtmış, kıyıdan açılmış, meşruiyetin sınırlarını geçmiştir. Kalan enerjisi ile geri dönmekten çok, karşı kıyıya doğru devam edecek bir strateji izlemesi kendince makul görünmektedir. Yani çıkışlarına kendi meşrebince devam edecek, Mandela olabilmek için dokunulmazlığına dokundukları gün, -muhtemelen- ülkeyi terk edecektir. Buradan böyle görünüyor.

28 Aralık 2015 Pazartesi

2016 yılına girerken Türkiye'nin terör sorununa yeni çözümler

Davutoğlu'nun, "siyasi olgunluktan uzak, gönlü geniş Anadolu insanıyla gönül bağını kesen, çatışma ve gerilimden medet uman, sığ ve üslupsuz bir yaklaşım sergileyen HDP ile aynı masaya oturmanın anlamı kalmadığını" bildirerek, "anayasa değişikliği" kapsamındaki randevusunu iptal etmesinin önemli bir aşama olduğu kanaatindeyim.

Terör Örgütünün aklını ve dengesini yitirerek dağılma sürecine girebilmesi, teröristlerinin tek tek ortadan kaldırılması suretiyle değil, hiyerarşisindeki görece yüksek kadroların tasfiye edilmesiyle mümkün olacaktır. Fiili olarak bu aşamanın hayata geçirilmesi, buna paralel legal yapıda bir partinin olması/kurulması hallerinde; kısa sürede Türkiye, iç barışını tesis edecektir.

HDP, kendisini terör örgütünün zombisi haline getiren yöneticilerinden (MKYK'sından) tümüyle ayıklanmadıkça seçimler yolu ile aldığı vekalet sosyolojisini temsil edemeyecektir.

HDP ya da benzer bir adlandırma yolu ile kurulacak terör örgütünün iştiraki siyasi bir partinin, ana sermayesini oluşturan (terör örgütü) yapı ile karşılıklı etkileşim içinde olması, kendi içinde anlaşılabilir ve kanaatimce gerekli bir husustur. Demirtaş tecrübesi, tek yönlü emir almanın, Türkiye açısından sorunun çözümünde yararı olmadığı halde zararının (insan, zaman ve sermaye kaybının) çok olduğunu ortaya koymuştur.






27 Aralık 2015 Pazar

Terörle mücadeleye uzman desteği

Son birkaç gündür operasyon yapılan bölgelerde bulunan çocukların, silah seslerinden olumsuz etkilenmeleri, dışarıya çıkıp oyun oynayamamaları gibi nedenlerle travmatize olduklarını ve gelecekte bu travmanın etkilerinin bu çocuklar üzerinde yine terör vb gibi görüleceğini söyleyen uzman ve gazeteciler peydah oldu. Bu söylem, bugünkü teröristlerin geçmişin travmatik çocukları olduğunu kabul etmek açısından önemlidir ve kanaatimce bu insanların, yeniden topluma kazandırılması, bırakın kısa vadeyi orta vadede bile mümkün değildir. Belki de terör örgütüne eleman sağladığı için geçmişin ortamlarına ses çıkarmayan uzmanların, sonuca bu kadar yaklaşmışken bir cerrah titizliğinde operasyon yapan güvenlik görevlilerine uyarılarda bulunmasının, samimiyetten uzak ve içten pazarlıklı bir tutum olduğu kanaatindeyim.

Sina Akşin'in 'Yorumsuz' İbretlik Yorumları

Şerif Mardin'le ilgili değerlendirme;
"...O (merkez çevre) kuram bence çok da dahiyane bir şey sayılmaz. Neyse, o teorinin temsilcisi gibi  göründü fakat sonra ideolojik bir savrulmaya uğradı galiba, nasıl olduysa, Amerika'ya gitti, orada uzun yıllar oturdu ve işte Said-i Nursi hakkında, onu öven İngilizce bir kitap yazdı. Hayır, Said-i Nursi şüphesiz incelenebilir, hatta kitap da yazılabilir ama onu öven bir kitap bir bilim adamına yakışmaz. İşte böyle ikinci cumhuriyetçilerin gülü oldu adeta Şerif Mardin. Bir on yıl önce Ankara'ya bir gelişi vardı, Tübitak'ta bir konuşma yaptı. Günler öncesinden aslan medyamız onu duyurdu ve o konferansta yerler olduğu gibi, koridorlar falan da doldu, insanlar yerlere oturdu. Gençler bilhassa, hayranlıkla dinlediler. Yani tabii bunları söylemek bana ızdırap veriyor, çünkü benim bir süre birlikte çalıştığım bir insan, çok beğendiğim bir insandı, yakınlığımız olmuştu. Fakat böyle tuhaf bir duruma düştü. Karşıt kamplara düştük bir başka deyişle. Tabii karşıt kampa insan bir başkasıyla düşebilir ama o bunu biraz bilim adamlığından ödünler vererek yapmış oldu. Çünkü Said-i Nursi, az önce dediğim gibi incelenebilir ama onu övmek, onun propagandasını yapmak bilim adamına yakışacak bir şey değil." (sh.90)

Köy Enstitüleri
"... Yine de Köy Enstiüleri 1950'ye kadar 25 bin öğretmen falan yetiştirmiş oluyor. Köy Enstitüleri olmasaydı, Türkiye bugün çok daha geri bir durumda olacaktı ama tabii karşı devrim çok bilinçli, yani ne yapacağını çok iyi biliyor: Köy Enstitülerini kapatıyor, imam hatip okulu açıyor, öğretmenliği ikinci sınıf meslek haline getiriyor. Eskiden öğretmenler toplumun en itibarlı insanları arasındaydı, daha sonra ikinci sınıf meslek oldu. Karşıdevrim mühendisleri patlattı. Zaten karşı devrimin simgesi üç tane mühendis; inşaat mühendisi Süleyman Demirel, elektrik mühendisi Turgut Özal ve makine mühendisi Necmettin Erbakan'dı. Bunların hepsi sınıf arkadaşı ya da yakın sınıftan gençler." (sh.99)

Hrant Dink Cinayeti
"... İkinci Cumhuriyetçiler, Malatya'ya o misyonerlerin öldürülmesini, Hrant Dink'in öldürülmesini "milliyetçiler yaptı" diyorlar. Halbuki bu yalan, onu yapanlar esas şeriatçılardır. Zaten faillerin bir partiyle bir takım ilişkileri olduğundan söz ediyorlar. Eh, herhalde o parti de şeriatçı bir parti sayılmalıdır." (sh.119) -Sina Akşin, akademik hayatını tarihçi olarak tamamladı. Bu yorumlar, bir tarihçiye ait olamaz. H.K.-

Sanat-Bilim
"... zaten karşıdevrim sanata, bilime, kültüre düşman; ayıp olmasın diye tahammül ediyorlar. Yoksa Tayyip Bey'in, Necmettin Bey'in bilime saygıları olduğunu sanmıyorum. Bilim deyince onlar için Kur'anla ilgili bilimler vardır belki. İşte hadis, kelam, eski medrese konularını ilim olarak düşünüyorlardır. "Kur'anda bütün bilgiler var" gibi bir anlayışa sahipler...
....
Ama sonuç ne? Seçimi kim kazanıyor? Seçimi abuk sabuk adamlar kazanıyorsa, bunun demokratik bir tarafı olamaz, yani demokrasi olması için o sandıktan demokrasiye hizmet edecek, eşitlik ve özgürlüğe hizmet edecek insanların çıkması lazım. Hitler de serbest seçimlerle iktidara gelmiş bir adam. Onun için bir bilinç yükselmesi var Türkiye'de."
...
-82 Anayasası çağdaş bir anayasa olmadığı için bu seçim sisteminin de sorumlusu.
-Kötü bir anayasa ama şimdi ona sarılıyoruz, çünkü bu adamlar daha da fecisini getirmek istiyorlar.

Madımak
"... Dediğiniz gibi o (Madımak) da bir karşıdevrim olayı idi. "Cumhuriyet burada kuruldu, burada sönecek" diyorlardı. İşte Türkiye'de bu Ortaçağ'ın azması olayı, 31 Mart Olayı'nda, Menemen Olayı'nda ve Madımak'ta yaşandı. Son olarak da Danıştay saldırısında yaşandı."
-Hocam sizi dinlerken ilginç bir çağrışım oldu. 31 Mart, Menemen, Madımak: Üçü de "M" harfinde buluşuyor.
- Üçü de "M", evet. Ve ortaçağ zihniyetinin bunu çok daha geniş çapta tekrar yapmaya hazır olduğundan korkuyorum." (sh. 129-130)

Musiki
"- Düşman oldukları için mi o (bilim, sanat) alanlara yoğunlaşamıyorlar?
- Öyle bence. Tiyatro düşmanı, klasik müzik düşmanı... Biliyorsunuz bunlar alaturka müzikten de nefret ederler. Suudi Arabistan'da hiç müzik yok, müzik günah çünkü. Şimdi AKP'nin milletvekili olan bir eski diplomat söylemişti; Suudi Arabistan'da müezzin olmak için sesinizin çatal, çirkin olması gerekiyor, yani ezan okurken bir müzik şüphesinin olmaması lazım. Onun için en çatlak sesli adamlar ezan okuyor. Bunu kısmen Osmanlı'da da görüyoruz." (sh.136)

Kadınlar
"... Tabii ortaçağın başlıca hedefi kadının kamu hayatından ayağını kesmek, kadınları, kızları kontrol altına almaktır. Yani ortaçağda maalesef kadın baş kurban. Fakat bana sorarsanız, bu erkeklerin de hayatını berbat ediyor. Çünkü kapatılan kadın, okutulmayan kadın kötü bir anne oluyor. Çünkü çocukların eğitiminin en önemli aşaması belki de dilin öğrenilmesidir. Dili de annelerimizden öğreniyoruz... Bizim ortaçağ da öyle, yani "kadınların cennette yeri var mı yok mu" diye tartışılıyor. şimdi tabii şeriatçılar bunu reddederler, "bize göre kadın çok saygındır" falan derler ama asıl düşünceleri "kadının saçı uzun aklı kısa " olduğudur ve cennette de yeri olduğunu düşündüklerini sanmıyorum doğrusu" (sh.237)

Darbeler
"... (ne darbe ne şeriat" bence yanlış bir slogandı... Yani askeri darbeleri ele alırsak, mesela Türkiye'de dört askeri darbe yaşandı 1960'tan beri, ikisi kötüdür, ikisi de çok iyidir bence. Onun için ne şeriat ne darbe bence yanlış bir slogandır. Şeriat mutlaka çok kötüdür.
- Hepsi darbe değil mi?
- Tabii, darbedir. İkinci cumhuriyetçiler hepsini lanetliyorlar. Diyorlar ki, "27 Mayıs'ta ne güzxel bir anayasa çıktı, özgürlükler genişledi, yeni kurumlar yaratıldı diyorsunuz ama o çok kötü bir şey oldu, çünkü ondan sonraki darbelere model oldu". Tabii böyle bir laf hiç tatmin edici değil.
-Darbeler ülkeyi sürekli geriye götürüyor.
- Olur mu? 27 Mayıs olmasaydı bizim Nazım Hikmet diye bir şairimiz yoktu. (sh.239)
....İşte 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri güya komünizme karşı yapılmıştır, bu komünizm bir heyuladır. Türkiye'de komünizm yoktur. Türkiye'de iki şey vardır; bir tanesi Atatürk devrimi öbürü de karşıdevrim., hatta onu şeriatçılığa da indirgeyebilirsiniz. Biliyorsunuz, siyasette ana çelişkiyi yakalamak çok önemlidir. Mao Zedung da "Bir şeyi inceleyeceğiniz zaman ana çelişkiyi yakalayın" diyor. Yoksa oyalanırsınız, yanlış nedenler, yanlış tahliller yaparsınız. Türkiye'de ana çelişki Atatürk devrimi ile karşıdevrim arasındadır." (sh.241)

Geri kalmışlığımız
"... Peki biz niye diz çöktük? İki nedenler; bir tanesi karşıdevrimcilerin Türkiye'yi "borçkolik" yapması; ikincisi, Avrupa Birliği üyesi olacağız tutkusu.
Nedir borçkolik? Borçkolik, bir borç daha alamazsam ölürüm diye korkan ülkedir. Biz o kadar borçkolik olduk ki, Kemal Derviş 20 milyar dolar borç getirdi diye hemen bakan yaptık. Bir ulusal kahraman oldu. İşte bu kadar borçkoliğiz biz.
Diğeri de, "aman bizi Avrupa Birliği'ne alın" sevdasıdır. Şimdilerde bu zayıflamaya başladı ama mesela beş-on yıl önce emekli generaller, diplomatlar, televizyona kim çıkarsa "Mahvolduk, Avrupa Birliği'ne girmezsek ortada kalırız, Kuzey Kore oluruz, Küba oluruz" diye abuk subuk şeyler söylüyorlardı...
-Ermeni dostlarınız var mı?
- Tabi, okul arkadaşlarım vardı. (sh.247) (Tevellüt, 1937; mülakat, 2008 de yapılıyor)

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları Kitabından.

Sina Akşin'in Çokpartili Sistem Hakkındaki Görüşleri

Çokpartili sistem maalesef çok kötü sınav veriyor. bakın nasıl gelişti Küba, Çin nasıl bu hale geldi? Tek parti sistemi ile geldi. Atatürk zamanında devrimler tek parti ile yapılmadı mı? Ve Atatürk dönemi bir aydınlanma dönemi değil miydi? Ve o kadar parlak bir görüntüsü vardı ki, Atatürk döneminin Hitler zulmünden kaçan yığınla profesör çalışmak için Türkiye'ye geldiler, burada yıllarca çalıştılar. Dünya Savaşının sonuna kadar. O tek parti ile. Bunu daha önce de söyledim, bu çokpartili sistemle demokrasi aynı şey değil... Çok partili sistem bir mekanizma, bu mekanizma demokrasiye hizmet edebilir de, etmeyebilir de; sandıktan çıkan sonuca bağlı. Sandıktan yanlış şeyler çıkarsa, demokrasiye bir hizmet olmaz. Çünkü demokrasi çok yüce bir şeydir. Demokrasi, bir toplumdaki toplam eşitlik ve özgürlüklerin ortaya koyduğu tablodur." (sh.185)
"... Türkiye'nin bu (Atatürk devrinde Halkevleri gibi geliştirilen kurumların ortadan kaldırılması) hali bütün Atatürkçüaydınlar için sürekli bir üzüntü kaynağı. Biliyorsunuz, 1950'den beri bütün seçimleri karşıdevrim kazanıyor. Bu karşıdevrim Türkiye için vahim bir şey. Bunu konuşmuştuk galiba, değil mi?" (sh. 233)
"... (Özal ailesi için) Ailede şeriatçılık var ama onlar esas itibariyle kısmi karşıdevrimcidir. Şimdi tam karşıdevrimciler çıktı. Necmettin Erbakan ve takipçileri. Bunların yaptığı her şeyden şüphelenmek gerekiyor. Çünkü bunlar şeriat diktatörlüğü getirmek istiyorlar. Ötekiler, Atatürk devrimini durdurmakla, dondurmakla yetiniyorlardı. Halbuki bu imam hatip takımı devrimleri durdurmakla yetinmiyorlar, bir karşıdevrim hazırlığındalar. Bunlar genellikle imam hatip mezunu oluyor. Biliyorsunuz Necmettin Erbakan'da imam hatip okulları için "Bunlar arka bahçemiz" demişti. Tam karşıdevrimcilerin yaptıkları hiçbir şeyden hayır gelmez. Bu sıralarda kalkıp da herhangi bir alanda "reform yapalım" diye çıkanlar, tam bir gaflet içindeler. Çünkü yapılacak her reform, tam da karşıdevrimin değirmenine su taşıyacaktır. Türkiye maalesef böyle bir uçurumun kenarındadır.
... Maalesef hep karşıdevrimin gölgesinde yaşıyoruz. Belki daha önce de söyledim; biz 1950'den beri aslında bir karşıdevrim diktatörlüğü altında yaşıyoruz. Her seçimi bunlar kazandığına göre bu bir diktatörlüktür. Yani isimler değişebilir, partiler değişebilir ama hepsi aynı kapıya, karşıdevrime çıkıyor.
-Bakış değişmiyor.
-Bakış değişmiyor. 1950'den beri biraz 27 Mayıs'ta ferahladık. Önce İsmat İnönü'nün, daha sonra Bülent Ecevit'in başbakanlıklarında bir miktar ferahladık, 28 Şubat'ta hafifçe nefes aldık ama hep aynı şey, her seferinde bunlar kazanıyor, olacak iş değil."

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları (sh.234)

İnsan zihninde yaşar. Hayalleri, korku ve endişeleri vb tüm duyguları zihinde yaşatılır, hissedilir. Gerçekle algının karıştırılması sistematik hale gelince tıbbi destek almak gerekir. İşte dil üzerinden  içindekini dışarı vurarak aslında yardıma ihtiyacı olduğu mesajını vererek imdat çağrısı yapan zihinlerin çağrısını duyalım, şifa dileyelim, lütfen.

24 Aralık 2015 Perşembe

Sina Akşin'den "İlginç bir hikaye"

"...Size ilginç bir hikaye anlatayım. UNESCO'nun İnsanlık Tarihi adlı kültür ve bilim odaklı, yedi ciltlik büyük bir çalışması var. Halil İnalcık Türkiye'yi temsil etmiş. O bana devretti görevi. Çıkacak olan konuları bana gönderiyorlardı, ben de bakıyordum. Türk tarihçisi olarak, yanlış ve haksız olan ve bilhassa Türkiye bakımından sakıncalı olabilecek şeylere bakıyordum. Dışişleri Bakanlığı bana "20.yüzyılla ilgili yedinci cilt basılacak, bir kez daha bakar mısınız? dedi. Bakayım dedim. Bir de baktım ki, Türkiye yazısını Paris'te Doğu Dilleri okulunda çalışan Suriye kökenli bir kişi yazmış. Türkçe de biliyor. Timour Muhidine adlı bir kişi. O da Atatürksüz bir Türkiye tarihi yazmış. 20.yüzyıl Türkiye'sinin kültür ve bilim tarihi ama Atatürk yok. Bu yazıyı okuyunca ben "olmaz" dedim. Çünkü Sovyet Devriminden söz etmeden nasıl 20.yüzyıl Rusya tarihi yazılamazsa Atatürk'ten söz etmeden Türkiye'nin bilim ve kültür tarihi yazılamaz. Ama dediler "Sen o yazıyı onaylamış, imzalamışsın." Hakikaten ben boş bulunmuşum ve imzalamışım. Onun üzerine "imzalamış olabilirim ama yanlış yanlıştır ve UNESCO için bir ayıptır"dedim. Tabii, ortalık birbirine girdi. Dışişleri Bakanlığı'na, "Ben en kısa zamanda uygun bir yazı yazabilirim" dedim. Yazdım yazıyı. UNESCO'daki editörler Muhidine'nin yazısını kaldırmamışlar, benimkini onun yanına koymuşlar. Tabii bu olay Atatürk ve devrimine karşı düşmanlığın hangi ölçülere vardığını ve ne denli yayılmış olduğunu gösteren ilginç bir olay bence. Onlara bir ders oldu."

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları, sh.290

22 Aralık 2015 Salı

Bahçeli ve MHP Başkanlık Yarışı

Bahçeli'nin, MHP'de başkanlık seçimlerini; parti içi talep ve bu talebin samimiyetine rağmen umursar görünmemesini, Bahçeli'nin kişisel iktidar hırsı ile izah edemeyeceğimiz kanaatindeyim.
Bahçeli, pozisyonunu devredebileceği, kendi kriterlerine uygun bir aday tespit edene kadar görevi uhdesinde taşımaya devam edecektir. Bebeğini teslim edeceği "uygun bir baba" arayan, ancak bir kaosa neden olmamak için bu devir düşüncesini sır gibi saklayan, yüksek sorumluluk duygusu taşıyan biri olduğu kanaatindeyim, Bahçeli'nin.
Bahçeli, kanaatimce "Toyu toplamayı" bile adayların kır'atlarını ortaya koymaları açısından bir imkan olarak değerlendirmekte ve süreci yokuşa sürerek gerilimi arttırmayı, aday eğitim ve test işinin bir parçası olarak kullanmaktadır.

Ne mutlu Türk'üm diyene

Ne mutlu Türk'üm ifadesi, sanıldığının aksine Türk etnisitesine gönderme yapmaz.
Türkiye coğrafyasında yaşayan tüm etnik unsurlar, anayasaya uygun olarak "Türk" üst kimliği altında toplanır. Bu sözün kapsama alanındaki mutlu Türk, anayasal anlamı itibariyle üst kimlik olarak belirlenmiş Türk'tür.
Devlet Türk Devleti olduğuna ve bunda bir tereddüt/tartışma olmadığına göre bu anayasal tasarrufun makul görülmesi gerekir. "Yok hayır, bu makul değil" diyen varsa, bu ve devamında yapacakları da kendi bileceği kapsamında olacaktır. Kendisi gibi olanlarla kimlik geliştirsin. Merhametten maraz doğar sözü, bir Türk atasözüdür.
Hadiseyi daha kapsamlı incelemek isteyenler, 'anlatı/algı vizörünü', hiç olmazsa 1900'lerin başlarına kadar çevirip olan biteni analize dahil etmelidir.


19 Aralık 2015 Cumartesi

Sina Akşin'den Nurettin Topçu Yorumu

"... Mustafa Girgin diye bir sınıf arkadaşım vardı. O da entellektüel bir insandı. Muğla'nın Pisi köyündendi. Pisi herhalde Rumca bir isimdi. Mustafa Girgin çok esaslı bir öğrenciydi ve sınıf birinciliği için onunla yarışırdık. Sonra Amerikaya gitti. Yale Üniversitesinde felsefe bölümünü bitirdi.
-Hocam o yıllarda birinciye ne ödül verirlerdi?
- Birinciye bir burs verirlerdi. Okuma parası vermezdi, o bursu kazanan. O bursu ben kazanmıştım. Tabi yurt için yeme, yatma, içme için para verilirdi de okuma parası verilmezdi.
-Mustafa Girgin diyorsunuz...
- Mustafa Girgin, dediğim gibi Yale'yi bitirdi. Amerikalı çok genç bir kızla evlendi ve beklenirdi ki, üniversite hocası olsun falan, böyle yeteneği, böyle kafası olan bir çocuk, üstelik Amerikada felsefeyi bitirmiş, hayatını üniversitede sürdürmesi beklenirdi. Halbuki o gitti, kendi köyüne yerleşti. Sonra Marmaris'te oturdu galiba ve MHP'nin il başkanı oldu. Alparslan Türkeş Muğla'ya geldiğinde onda misafir kalırmış, diye duyardık. Sanıyorum onun MHP'li olmasının bir nedeni de bizim tarih hocalarımızdan biriydi. Lise 2 veya 3'teyken, bir yıl bize tarih hocası olarak Nurettin Topçu geldi. Nurettin Topçu, biliyorsunuz tarikatçı falan, felsefeci, Fransa'da felsefe doktorası yapmış birisi.
-Robert Kolej'e mi girdi?
-Evet, tarih hocamız oldu. Nurettin Topçu'nun iki yönü var; bir kere tarikatçı, bir de nasyonal sosyalizm hayranı. Çalışma odasında Hitler'in resmi varmış. Sonradan işittik, Mustafa Girgin onun evine gidermiş ve hoca ona Hitler'in plaklarını dinletirmiş. Yani oradan bir etkilenme var. MHP ile ilişkisi oradan kaynaklanıyor. Mustafa Girgin, Amerika dönüşü İspanya'da kaldı bir süre, yanılmıyorsam. Faşizmin başarılı önderi Franco'dur. Adolf Hitler ile Mussolini rezil oldular; biri intihar etti, öbürü idam edildi ama Franco işini yürüttü. Onun için faşistlerin modeli, İspanya'dır. Nitekim MHP ismi de İspanya'daki partinin ismidir, Franco'nun partisinin ismidir."

Tarihin Deltasına Yolculuk, "Sina Akşin Kitabı", İş Bankası Yayınları, sh. 40-41-42

Bir tarihçi olarak Nurettin Topçu hakkında anlattıklarından Sina Hoca'nın kendi yaşadıklarına duyarsız kaldığı, gözlemlerinin takibini yapacak merak duygusuna yeterince sahip olmadığı, bir anlamda yaşamının bu dönemine yabancılaştığı kanaatine ulaştım. Nurettin Topçu, kabaca Türk Sağı denilecek geniş bir yelpaze tarafından işine, ilmine ve insana ciddi baktığı düşünülen ve saygı ile anılan bir "hareket adamı" olarak algılanmaktadır.
Topçu hakkında Süleyman Seyfi Öğün'ün bir yazısını önemine binaen buradan paylaşmak istiyorum. http://www.haksozhaber.net/nurettin-topcu-sasirtiyor-10434yy.htm
Hocanın Hitler'de kitleleri etkileme anlamında bie cevher keşfettiği açık ama Hitler deyince akla gelen başka konulardaki olası tüm yorumlardan münezzeh biri Topçu. Buna dikkat etmek gerekmez mi? Sözün gidebileceği yerler açısından manipülasyona açık bir alanın kalması doğru mu?
Bir öğrencisini odasında kabul edip ona hem de Hitler'in sesini -Almancayı nereye koyacağımızı Sina Akşin düşünmüş olmalıdır- dinlettiği iddiasını, ben inandırıcı bulmuyorum. Acı bulduğum, Akşin'in aktardığı bilgiyi test etmeye değer bulmadığı, kendisi de bir hoca olmak hasebiyle hocası ile empati ilişkisi geliştirip anlattığı bu olayı, tarihçi olması bakımından mesleki reflekslerin de etkisiyle apaçık kılacak bir performans sergilemiş olması gerekirken bunun yapmamış olmasıdır.

MHP ile ilgili ifadelerinin de MHP taraftarlarınca ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini, Hocanın bu hususta özgün bir düşünce üretemediğini düşünüyorum.

Akşin'i kaynak kitap bağlamında kendi ifadelerinden tanımaya devam edeceğiz...

15 Aralık 2015 Salı

Terör Örgütü neden başarılı olamaz?

Terör örgütüne sempati besleyenlerin sosyal medyada yaptıkları yorumları okuyunca şu iki hususu ihmal etmelerinden dolayı kendilerini tarihin dışında konumlandırdıklarını (çöp oldukları, biçiminde de okunabilir) ve asla başarıya ulaşamayacaklarını görüyorum:

Birincisi, devletin AkPartili yıllarında yaşadığı dönüşümü, vatandaşını hiçbir kimlik dayatmasına gitmeden olduğu gibi kabul ettiği gerçeğini görmezden geliyorlar. Bu anlamda Kürt sorunu, sosyolojik bir sorun olmaktan çıkmış; üretilmiş, kurgulanmış ve köpürtülmüş bir söylenceye dönüşmüştür.
İkincisi, keskin nişancı suikastleri, araç yakma, hendek kazma, mayın döşeme gibi teröristik faaliyetlerden bir kahramanlık öyküsü çıkmaz. Bunların herbiri, bir başkasına 'ben bunları yaptım'diye anlatıldığında insanın yüzünü kızartacak, insan içine çıkmasını imkansız kılacak, utanç verici eylemler.

Hikayesinden gurur duyulmayan bir faaliyet, cebir dayattığı gücü bittiğinde; ortadan kalkacaktır.

11 Aralık 2015 Cuma

İşgal ne zaman başladı?

HDP ve Terör Örgütü taraftarları, halen ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunun Türkler tarafından işgal edildiği iddiasını seslendiriyorlar. Tarihi bilgi ve temelden yoksun, laf olsun, çarpıcı bir şey söylemiş olalım telaşında bir iddia !
İşgalin başlama tarihini sorduğunuzda somut bir cevap verememelerinden anlamaları gerek dolmuşa getirildiklerini, oysa.
Anadolu, 11.yydan bu yana kurumsal anlamda Türk toprağıdır ve Kürtler, bu coğrafyaya Zagroslardan gelmişler ve  süreç içinde dağınık bir yoğunlukta kırdan kente taşınmaktadırlar.
Bitlis, Diyarbakır, 120 yıl önce Türklerin yoğunlukta bulunduğu kentler iken sanayileşme, köydekini kente, kenttekini de ülkenin batısına göç ettirerek sosyolojiyi bugünkü kıvamına getirmektedir. Bu oluş, devam etmektedir.

Eleştiri Tekniği ve Gelişim

İnsanlar, başkalarını yazdıkları üzerinden aşamalı giderek (teknik düzeyde) eleştirmek yerine hiçbir detay vermeden (büyük resim okuması da diyebileceğimiz)sonuç cümleleri kurarak eleştirmeye bayılıyorlar. Bu tarz genellemeci eleştirilerin geliştirici olmadığı, muhataba bir katkı sunmadığı dolayısı ile tartışmaya bereketli bir zemin sağlamadığı ortada. Buradan ilim de bilim de çıkmaz, çıkamaz.

Yazı, prensip olarak yayınlandıktan sonra yazarın inisiyatifinden çıkar, kamunun malı olur. Zaman, en büyük müfessir olarak yeni dönemin algılarını yeni filtrelerle güncellerken yazar da bundan etkilenip görüşünde meydana gelecek değişikliklerle geçmişte yazdığı metinlere ilave şerhler, reddiyeler, notlar ekleyebilir.

Olumlamalar

SEVGİ VE SEVGİ İLİŞKİLERİ
1. Ben kendimi ve çevremde olan herkesi seviyorum.
2. Ben herkese sevgi gönderiyorum.
3. Başkaları hakkında negatif düşünce ve yargılarımı serbest bıraktım...
4. Her gün yaşantıma sevgi katıyorum, Yaşamın bana sunduğu tüm güzellikleri seviyorum
5. Ben diğer insanların güzel yönlerini görüyorum.
6. Ben başkalarını suçlama duygularımı serbest bıraktım
7. Ben başkalarının yanında mutlu ve huzurluyum
8. Ben sevgiyle görüyorum, sevgiyle işitiyorum, sevgiyle paylaşıyorum
9. Yaşamın bana sunduğu tüm güzellikleri seviyorum
10. Ben SEVGİ Gücüyüm
11. Ben seviyor, ben seviliyorum
12. Ben hayat arkadaşımla sevgiyi paylaşıyorum

TIKANIKLARI TEMİZLEME” DOĞRULAMALARI
1. Ben kararlarımı kolay alırım.
2. Ben kazanacak çözüm yolu bulurum.
3. Ben deneyimlerime açıklık getiririm
4. Ben kendimi suçlama ve acıma duygularımdan serbest bıraktım. Ben gerçekten yaratabileceğimi biliyorum.
5. Ben yaratıcı olduğumu kabul ediyorum.
6. Ben yaşantımdan sorumlu olduğumu biliyorum



Yaşama bakışınız her zaman olumlu, berrak olsun. Gelecek her zaman güzellikleri ve dilediklerinizi de beraberinde getirsin sevgili okurlar. Sağlıklı, mutlu ve hep umutlu kalınız.-Alıntıdır.-

Ankara Garı Katliamı

Önce katliam mekanını ziyaret eden "olay yeri inceleme" ekiplerinin beden dillerine dikkat edelim.
 


Travmatik bir olay meydana geldiğinde insan zihni, bu olayı mekan, ışık, renk, saat, ses vb olayla ilgili olay yerinde bulunan bir çok faktörle birlikte hafızada tutar. Bunların her biri zihnin atfettiği önem derecesine göre tetik işlevi görerek hatırayı ilk günkü tazeliğinde yeniden hatırlamamıza neden olur.
 

 
Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığımız, anlam veremediğiniz her türlü psikolojik etkiye travma diyoruz. Bu olay yalnız maruz kalanlar açısından değil genel toplum kesimi açısından da büyük bir travmadır. Olay yerinde travma tüm çıplaklığı ile insan bedenine yansır. Çünkü çok sayıda uyaranın ortasına düşmüşsünüzdür. Orada gülmek isteseniz de gülemezsiniz.

 
 

Gülüyorsanız, travma sizi teğet geçmiş demektir. Kimseyi kandırmayın bedenen orada ancak zihnen bambaşka yerlerdesiniz; disasosiye olmuş, olaya yabancılaşmış, kurbanlarla empati kuramıyorsunuz demektir. Yetiştiniz artık, "siyasetçinin esnafı" olmuşsunuz demektir.

Sözün Büyüsü - 4

Söz, muhatabınca algılandığında; zihindeki altyapı ile bir araya gelir; öfkeden, şehvete kadar geniş bir yelpazede, çeşitli duygu durumlarından biri ile adlandıracağımız hislerimize kaynaklık teşkil eden hormonları salgılatarak vücut kimyamızı değiştirir.

Söylemin bizatihi kendisi, bir enerji kaynağı olmamakla birlikte bedeni, hormonal değişimi tetiklemesi nedeniyle harekete geçirme kabiliyetindedir.

10 Aralık 2015 Perşembe

Borç Senedi

Arminius Vambery'nin 1862 yılında Ortaasya'ya yaptığı gezisini anlattığı "Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi" isimli kitabı, sayfa 110;

Buralarda yaşayan göçebeler, büyük bir kalabalık halinde kervanımızı seyretmeye geldiler. Bunlarla arkadaşlarımız arasında, havale ve veresiye yoluyla ufak tefek bazı alışverişler yapıldığını gördüm. Aralarında yazıp düzenledikleri poliçe türünden bir takım borç senetlerini alacaklılara verecek yerde, borçluların bunları ceplerine koyduklarını görünce çok şaşırdım. Meğer bütün ülkede borç alış verişi bu şekilde yapılıyormuş.

Bir alacaklıdan bunun nedenini sordum. " Bu senedi ben niçin saklayayım, ne işime yarar? Aksine arada sırada bakarak ödeyeceği meblağın miktarını ve ödeme zamanını hatırlaması için borçluya gereklidir." cevabını verdi.

5 Aralık 2015 Cumartesi

Tarih Şuuru - I

Kanaatimce bizi yöneten AkParti kadrolarının da tarih şuuru, yeni yeni oturuyor. Bir anlamda öğrenen organizasyon sürecini tecrube ediyoruz. Tayyip Beyin konuşmalarını dinlerken vizyoner anlamda geliştiğini görebiliyorum.
Miras aldığımız yakın geçmişin bizzat kendisi, 1908'den bu yana en ağır travmalardan geçerek geldiğinden bize ancak elinde avucunda kalanı, yani kimlik kodlarımızı miras bıraktı. 1930'lardan sonra doğanlar, kendi kimliğini inşa etmek hususunda Türklere özgü, tekil çabalar verdiler. Bu anlamda Hükümeti oluşturan AkParti kadrolarının bir telafi gayreti içinde olduğunu görüyorum.
2002 sonrası içine girdiğimiz süreçte olan bitenin de toplumun şuurlanmasında önemli etkileri var.
Gelecekte, tüm dünyada adalet arayan insanların Türkiye Cumhuriyetinden bir beklentisi olacaksa bütün bunları, bizim şimdiden konuşmak, müzakere etmek ve olgunlaştırmak

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...