26 Ekim 2016 Çarşamba

Fetöyü kim korudu, kolladı?

Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonunun çalışmaları, yakın tarihimizin gri ve karanlık alanlarını aydınlatmakta ve ülkemizin iç politik gündeminde "kim ne kadar sorumlu/suçlu" gibi bugüne aitliği kuşkulu tartışmalara kaynaklık etmekte, veri sağlamaktadır.
Sonuç itibariyle "Fetö'yü kim korudu, kolladı", 15 Temmuzun faturasını başka hangi adrese, bürokratlara kilitleyebiliriz ve en nihayetinde Hükümete nasıl çakarız? 

"Kimseyi ateşten korumaz kelimelerim"
Hükümet yetkilileri ve AkParti seçmeni, Gülen Cemaatinin, 2010'dan itibaren Fetö'ye dönüşmeye başladığını 17 Aralık 2013 tarihindeki meş'um darbe girişimiyle fark etmeye başladı. 7 Şubat 2012 tarihinde Hakan Fidan'in ifade vermek üzere savcılığa çağrılması ve bu surette Tayyip Bey'in hasta yatağında tutuklanarak tasfiye edilmek istenmesi, bilinen ilk Fetö girişimi oldu ise de bu durum, Gülen cemaatine kaynak (para, insan, pozisyon) temin eden genel dindar kitlenin karşısındaki benzerine empati yapmaya eğilimli olduğundan (onun kendisine benzer olduğunu sandığından) döneminde hakkıyla ve yeterince değerlendirilmedi. Tayyip Bey bile Ekrem Dumanlı'dan aldığı "o savcılar bizden değil" ifadesi ile yetindi, olayı takip etmedi. MİT'in bu olaya bir ekip tahsis ederek neler olduğunu anlamaya çalışması, ilk bakışta görev alanına girer gibi görünse de savcıların HSYK yerine istihbaratçılar tarafından soruşturulması, demokratik hukuk devleti teamülleri bakımından kabul edilebilir değildir. 
Bugünkü bilgilerimizle 2010-2012 döneminde cemaatten Fetö'ye dönüşümün tamamlandığı ve 2012'den itibaren yoğun bir şekilde Fetöcü yeni vizyon, misyon ve stratejilerin uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Fetö medyası, hukuk zemininde yaşanan skandal, sahte delil ve iftiraları örtmekte başarılı bir performans sergiledi. Fetö'nün kendi varlığını korumak ve bulundukları kadroları ele geçirmek için başkalarını hiçbir ilkeye dayanmaksızın tasfiye etme stratejileri, dönemin bulanık ortamında yeterince görülemedi. Bütün bu değerlendirmeleri yaparken ülkenin nasıl bir siyasal zemin üzerinde olduğunu hatırlamakta yarar var. O çatışmacı zemin, Türkiye'de vesayet rejimini ayakta tutmaya çalışanların emeklerinin bir sonucu olarak Türkiye'ye zaman ve enerji kaybettirmiş, koca bir ülkeyi, etkisiz eleman gibi küvezde tutarak etrafında olan bitene bigane kalmasına yol açmıştır. Malum olduğu üzere bir sisteme müdehale edildiği aşamanın koşullarına göre sonuç alınır.
Başlangıç sorusuna geri dönelim: Fetöyü kim korudu, kolladı? Fetöyü fetöcüler dışında kimse koruyup kollamaz. Bu yapının, ülkenin geneli göz önünde bulundurulduğunda cemaat diye nitelenmesi, 17 Aralık 2013'e kadar geliyor. Demek ki, bu tarihten önce yapılmış her türlü kaynak transferleri, Fetöye değil Gülen Cemaati olarak adlandırılan yapıya açılmış avanslardır. "Ne istediniz de vermedik" söylemi, kendisine benzediğini sandığı için empati kurduğu ve dolayısı ile kolaylık sağladığı bir topluluğa yöneltilmiş bir ihanet suçlamasından başka nedir?



21 Ekim 2016 Cuma

Bahçeli ve Başkanlık Sistemi-2

Türkiye Gazetesi yazarı Fuat Uğur, 21.10.2016 tarihli yazısında Bahçeli'nin Başkanlık Stratejisine ilişkin bir değerlendirme yapıyor. Buna göre Fetönün MHP'nin ele geçirilmesi için bir milyar USD bütçe ayırdığı, Akşener'in geri dönmek için hukuki girişimlerine başlayacağını ilan ettiğine vurgu yapıyor.
2015 yılından bu yana parti içinde kadrolaşan Fetönün bir hayli yol aldığı ve tasfiyesinin seri, acısız ve gürültüsüz olmasının mümkün görülmediği de ortada. Uğur, Bahçeli'nin Başkanlık ...rejimi gelmesi halinde Meclis'in yasama fonksiyonu ile sınırlı işlev göreceği, bu cazibe önleyici durumun da partisinin ele geçirmek isteyenlerde motivasyon düşüşüne yol açacağı beklentisinde/stratejisinde olduğunu ifade ediyor.
Bahçeli, Fetönün MHP'yi ele geçirme tehdidini savuşturduktan sonra eskiden beri tanıdığımız yaralı parmakla işi olmayan geleneksel formatına, kendi şahsi fabrika ayarlarına geri dönecektir.
Bahçeli'nin Başkanlık Sistemi ile ilgili yeni geliştirdiği strateji, yukarıdaki açıklamalar ışığında kanaatimce Bahçeli'nin zeka ve vizyonuna yakışır, anlamlı bir yere oturmaktadır.


http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/593755.aspx


Tecrube

Hayat, bir tecrübe alanı ise her yaşadığımızdan sonuçlar çıkarmak suretiyle olan biteni yokluğa terk etmemek hem kendimiz hem de başkaları yararına; bundan ne öğrendiğimizi ortaya koymak yararlı olacaktır:
Askerliğimi kısa dönem levazım çavuşu olarak yaptım. Tugayın fırını ve yemekhanesi de bölüğümüze bağlıydı. Hizmet alan sayısı çok olunca yemekhanenin kapasitesi de büyük oluyor, dolayısı ile levazım bölüğünün kadrosu yetersiz kalıyor; bu durumda da yemekhane bölümünde işl...eri kesintisiz ve sorunsuz sürdürebilmek için tugayın diğer bölüklerinden geçici görevlendirme ile er temin ediliyordu.
Askerliğini yapanlar bilir, bölük dışı görevlendirme seçimi, ilgili komuta kademesi tarafından sür'atle fırsata dönüştürülür ve genel olarak kendi bölüğünde sosyal uyum sorunları çeken, psikopat, madde bağımlısı kişilere öncelik verilerek bölük dışı görevlendirme listesi oluşturulur. Arada birkaç düzgün insan evladının bulunması, kendi şiddetini kendisi üreten bu hababam kabusunu sona erdirmez. Bu duruma nezaret eden subay, astsubay ne yapsın? Daha psikopat birkaç çavuş bularak bu başıbozuk kitlenin uyum sorunları ile baş etmesini sağlamaya; taburun geneli için kabul edilebilir ve sürdürülebilir bir hizmet üretmeye çalışırlar.

Batsın bu dünya

Orhan Gencebay'ın Batsın bu dünya isimli ünlü şarkısı, depresyon halini, belirtilerini ustaca sayıp döken ancak bunu sözleri ile azami derecede uyumlu, içe dönük, insanın yüreğine dokunan bir melodi ile yapan, estetik değeri yüksek bir sanatsal çalışma. Artık klasik olmuş, zamanı aşan popülerliğinin gücünü de bu sahicilikten alıyor olmalı.
Halkın şarkıyı kabulü, bir şekilde kendi duygularına sözcülük yapması nedeniyle uyum ve özdeşleşme hususu, kanaatimce ancak 80'li yılları...n ortasına kadar çalışmış olabilir. 85'lerden sonra hele doksanlarda şarkının artık bir klasik olarak görünmesi nedeniyle olabilir: dinleyici nezdinde söz-müzik bağlantısının koptuğunu ve nostaljik değerinin öne çıktığını, geçmişinde depresyon yaşasın yaşamasın yaşı müsait dinleyicinin bu şarkı üzerinden kendi kişisel tarihine ve geçmiş duygularına erişim sağladığını düşünüyorum.

Ergenekon Madurunun bitmeyen öfkesi

NTV'deki bir tartışma programı vesilesiyle Ergenekon Davasında yargılandığı için uzun süre tutuklu kalmış bir Mağdurun, "Sizler Tayyip Bey'in 17/25 Aralık sonrası tepkileri sonucunda yaşanan gelişmeler üzerine bu cemaatin baskısından kurtuldunuz, bugünkü özgürlüğünüzü bir bakıma Tayyip Beye borçlusunuz" biçimindeki söylem karşısında şiddetle öfkelendiğini; beden dilinin de bu freni patlamış hale eşlik ettiğini gözlemledim.
Bu olay, bir kez daha aynı objeye bakıp farklı şeyler gördüğümüzü ortaya koydu. Mağdur, Tayyip Beyi, Ergenekon Savcılarına sahip çıkmakla ve "ne istediniz de vermedik" söylemi gibi çok anlaşılabilir, zayıf bir zemin üzerinden eleştiriyor. Fetöcü ekibin savcı, polis, asker görünümlü teröristlerini, kendine Tayyip Beyden daha yakın bulduğunu ima ediyor.
Belli ki, darmadağın olmamak, kendi psikolojik bütünlüğünü muhafaza etmek için konfor alanını, penceresini terk etmeye niyeti yok. Özgürlüğünü "düşman"ına borçlu olmak duygusunun ne kadar rahatsız edici olduğunun farkındayım. Ayrıca öyledir; empati bozar, haklılık peşindeki insanı. Bırakalım, bir ömrü, haklı olma takıntısıyla onay peşinde koşarak geçirsin, tarih dışı kalsın. Bu da O'nun seçimi.
Bu tekil gözlemden bir sosyoloji çıkar mı, emin değilim ancak öyle olduğunu sanıyorum. Algıyı pekiştirecek gelişmeler olduğunda; onu da paylaşırız. Ancak bu tip esnekliğini kaybetmiş bireylerin kendi psikolojik dengesini takıntılı bir şekilde olumsuzda kurmasından dolayı toplum geleceğine olumlu bir katkı sunması mümkün değildir.
O zaman "kime ve neden" ekran görünürlüğü sağlıyorsunuz?

Efruz Bey-1

Her şeyi bildiğini sanan yönetici ve hısımlarla çalışmak zordur. Bildiğinde ısrar eder çünkü; haklı olduğunun kabul edilmesini, egosuna pay çıkarılmasını ister. "Ulu Efendi" olduğu kanaatindedir ancak bu durumun mütevazı oluşu(!) gereği doğrudan telaffuz edilmesini istemez.
İçten içe etki alanındaki herkesin her şart altında otoritesine gönüllü bir katılım/destek verdiğini ya da vermediğini, boyun eğdiğini ya da eğmediğini bilmek ister.
Her aykırı düşüncenin kendisine yönelik bir meydan okuma, bir tehdit olduğu kanaatindedir. Direnme ve püskürtme gücünüz olmadan özgürce fikrinizi söylemeniz, güçlü tarafından sistemden tasfiyenizi gerektirir.
Bu gibi kendine hayran, narsist yöneticilerin çalışanlarında aradığı birincil yetenekler, hem iç hem de dış işlerinde hiçbir inisiyatif kullanmadan yöneticilerine bağımlı olmaları, harfiyen emirlerine uymaları, mutlak bir itaat içinde bulunmaları ve bütün bunları yaparken hiç bu kadar mutlu olmadıklarına dair ikna edici bir algıyı etraflarına yansıtabilmeleridir.
Efruz Bey adındaki bu yönetici tipin davranış biçimlerine değinmeye devam edeceğiz.

Karatay'ın başına gelenler

Geçen hafta Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Dr. Canan Karatay'ı hedef alan açıklamalar yaptı: Karatay'ın hamilelere yapılan diyabet testini (şeker yüklemesini) eleştirmesini yanlış bulmuş, ayrıca Karatay'ın ceviz yetiştiriciliği ile iştigal ettiği iddia ederek halkı ceviz tüketmeye davet etmesini etik dışı olarak nitelemişti.
Canan Hoca, şeker yüklemesi ile diyabetin tetiklendiğini dolayısı ile işlemin yarardan çok zarara yol açtığını ifade etmişti. Ceviz yetiştiriciliği konusunda... da böyle bir girişimi olmadığını beyan ederek iddiayı yalanlamıştı.
AkParti'nin ilk iki döneminde yaşanan sağlık devrimine kılavuzluk eden Recep Akdağ'ın, halk sağlığı ile ilgili konularda devasa ilaç sektörünü karşısına almaktan kaçınmayan ve doğru bildiklerini doğrudan; sözünü eğip bükmeden ifade eden bilge bir insanı, hedef alan suçlamalarına ne anlam vermek gerekir? Bilen biri yazarsa öğrenmiş oluruz. Yoksa izlemeye devam edeceğiz. Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğunu biliyoruz.
Bir de genetiği değiştirilmiş buğdaydan üretilen ekmek dahil her türlü unlu mamulün, insan bağırsağında yapısal deformasyona yol açan gluten intoleransına (allerjisi) yol açtığına dair söylemin bu çıkışlarla akamete uğratıldığını hatırlatalım.

İstanbul'un işgal tehditi

I. Dünya Savaşında, Müttefik gemileri Çanakkale'ye dayanınca, İstanbul'da bir telaş başlar. İttihat ve Terakki Partisi liderliği, şehirdeki tüm kamu ve hükümet binalarına, limanlara, istasyonlara, camii ve kiliselere patlayıcılar yerleştirirler. Şehir düşerse bunları havaya uçuracaklardır. ABD Sefiri Morgenthau, Talat Paşa'ya, "bari, Ayasofya'yı patlatmayın." deyince Talat Paşa, "ittihat ve Terakki Komitesi, içinde eski şeylere ehemmiyet veren insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bizler, 'yeni' şeylerden hoşlanırız" demişti.
(Kuzu Postuna Bürünmüş Kurtlar, sh.112)
Bu anekdotla Talat Bey'i, psikopatın önde gideni olarak tasnif etmek mümkün gibi görünse de; kanaatimce devletin, bizzat kendisini 'kurtaranlar' tarafından içinden çıkılmaz, geri dönüşsüz bir yola sokularak parçalandığını bilen ve gören bir yöneticinin, mesaj vermek istediği kitleye (ittifak Devletlerine) ciddiyeti ve yol açacakları sonuçlar hakkında bir meydan okuması olarak da görülebilir. Ya da iki durum, aynı anda doğru da olabilir.

Bahçeli ve Başkanlık Sistemi-1

Devlet Bahçeli'nin başkanlık sistemine ilişkin yapıcı bir tutum geliştirmesi, AkPartili seçmen ve her dereceden AkPartili yetkili nezdinde Bahçeli imgesine ölçüsüz/gerçeklerle bağdaşmayan bir sempati duygusunun oluşmasına yol açtı.
- Bahçeli'nin 17/25 Aralık Fetö operasyonlarına ilgi duyarak bu malzemeyi siyasetinde kullanması,
- Fetö tandanslı uydurulmuş delilleri her türlü karşı çıkışa rağmen sahiplenmesi,
- Dönemin Başbakanı, Tayyip Beyi idam ipiyle tehdit etmesi,
- Tay...yip Bey'in Fetö'ye karşı yürüttüğü mücadeleye hiçbir şekilde destek olmaması,
- Tüm anayasa değişikliği taleplerine olumsuz yaklaşması,
- Cumhurbaşkanı seçiminde Ekmelettin Bey'in bizzat Bahçeli tarafından öne sürülerek yekpare bir karşıt cephe oluşturulması,
- 7 Haziran seçimleri sonrası oluşan kırık seçim tablosunun tek parti iktidarına izin vermemesi nedeniyle Davutoğlu'nu CHP ile koalisyona icbar edip sonradan MHP'ye gelmesini umduğu küskün bir AkPartili seçmen kitlesi oluşturma çabaları vb.
olaylar, anladığım kadarıyla unutulmuş; hatta yer yer farklı bir okuma yapılarak müspet hareketlermiş gibi yansıtılıyor.
Ismet Özel, "her şeyi gördüm, içim rahat" diyordu. Ben de gördüm ve yazdım, "bu da geçti polis kayıtlarına"
Bahçeli, öncesinde olduğu gibi 7 Haziran sonrasında da nasıl bir usta stratejist olduğunu gösterdi. Aldığı kararlarda devleti ebet müddetin bekasından çok, tabanı eriyen partisini baraj altında kalmaktan kurtarmaya çalışan bir motivasyon vardı ve kanaatimce bu strateji, demokratik sistem çerçevesinde meşru ve anlaşılabilir bir hareket tarzıdır.


6 Ekim 2016 Perşembe

Rüzgar Çetin'in yol açtığı mağduriyet

Nerede duracağını bilmek, bir yetişkin olma kriteridir. Ancak çocukların bilme iştahıdır ki, tüm sorularına cevap ister.
Ünlü yönetmen Sinan Çetin'in oğlu Rüzgar Çetin, alkollü bir şekilde kullandığı aracının kontrolünü yitirince aracını, görevini yapmakta olan bir polisimize çarparak ölümüne neden oluyor.
Mahkeme sürecinden anlaşıldığına göre Sinan Çetin, iki çocuk annesi, şehit polis eşini, kan parası ve belki başka vaadler konusunda ikna ediyor. Kadın, şehit eşinin geri ...gelmeyeceğini bilmenin acısıyla belli ki tazminatı alarak kendisi ve çocukları için makul bir gelecek inşa edecek. Zaten tazminat, yoksun kalınan fırsatları karşılamak üzere mağdur tarafın aldığı bir bedeldir, yoksa ödül ya da kaybın tam bir karşılığı olmadığı çok açık... Ancak tazminat karşılığı mağdurun da davadaki haklarından vaz geçmesi, anlaşmayı dengeleyen bir başka uygulamadır.
Şehidin eşi, şüphesiz bir seçenek olarak davada ısrar edebilir, katilin en ağır cezayı alması için elinden geleni yapabilirdi.
İşte bir yetişkin olarak burada durmamız, mağdureyi savunmaya itecek sorulardan kaçınmamız ve zaten kendi ailesi için çok ağır bir karar vermiş olan şehit eşinin kararına saygı duymamız, O'nu yargılamamamız gerekiyor.
Bu kardeş, bir de toplum olarak bizim beklentilerimizi karşılamak zorunda değil.

5 Ekim 2016 Çarşamba

Bazı güncel gelişmeler, bağlantılar

Toplumsal işbölümü çerçevesinde toplumun güvenliği, istihbarat, polis ve jandarmaya tevdi edilmiş durumda. Bu sektörler, tehdit taramasını işlerinin bir parçası olarak her gün düzenli bir şekilde yapmak durumundalar. Misyonları bunu gerektiriyor yani. Halk, 15 Temmuz gibi özel ve şok edici, sistemi yöneten zihni ve organlarını kilitleyen tehditi gördüğünde sezgisel dürtülerini harekete geçirerek "bu kalkışmanın halli ile görevli insanlar istihdam ediyoruz, bana ne, onlar çözerler dememiş" inisiyatifi ele almış, şahsını riske etmiş ve yıllar boyu anlatılacak olan topu kale çizgisinden çıkaran o meşhur refleksi geliştirmiştir.
Muhtemel bir ikinci kalkışma durumunda da benzer bir süreç işleyecektir. Halkın psikolojisini, "ne zaman yeniden gelecekler?" biçiminde korku, kaygı zemininde bırakmak ancak halkı, yormak ve direncini kırmak isteyen darbeseverlerin isteyebileceği bir iş olabilir. Halk, yine büyük bir tehdit gördüğünde, sokağa inebileceği gibi seçim zamanı sandığa iradesini yansıtarak kendi kaderine sahip çıktığını ve çıkacağını gösterecektir. 
15 Temmuz'u izleyen günlerde halkın demokrasi nöbetlerine yoğun oranda katılım göstermesi, Türkiye toplumunun self (kendilik) imajında çok önemli değişimlerin yaşanmasına vesile oldu. Halk, tarihin aynasında kendini bizzat tarihi yazan bir özne olarak gördü. Ülkedeki hemen herkesin bildiği büyük bir olayın içinde kendisini görmek, kendi öyküsünü yazmak, hayatın rutinini aşan ve tek tek halka, neler yapabileceğini gösteren bir özgüven inşasına neden oldu. Bu davranış kalıbının bir aya yakın bir süre tekrar edilmesi, 'demokrasiyi koruyan, kollayan' demokrat kimliğinin gelişmesine ve içselleştirilmesine neden oldu. Katılımcıların eylemlerde gördükleri insanlarla benzerlik algısı taşıması, bir gruba ait olma ihtiyacını karşıladığı gibi ortak gelecek tasavvuru açısından da ümitli olmamızı sağlıyor.
Bütün enerjisini 15Temmuzda harcamış olan Fetönün, o tarihten bu yana hayatın pek çok alanında ortaya çıkan kirli çamaşırlarının toplumsal tabanda meydana getirdiği ayıltıcı, göz kamaştırıcı aydınlanma etkisi nedeniyle ülkemizde bir tehdit olarak bundan böyle varlığını sürdürebilmesi, kanaatimce mümkün olmaktan çıkmıştır. Hala tespit edilememiş olası kripto (gizli) Fetöcülerin birincil ve temel amacı, bulundukları kamusal ya da özel  pozisyonlarda kişisel varlıklarını korumak, tasfiye edilmemek olabilir. Bunun Fetö açısından yeniden kullanılma imkanı/riski doğurduğu açık olmakla birlikte kriptonun ana motivasyonu, örgütten farklı olarak o güne değin elde ettiği kazanımları korumak olacaktır. Bu durumda tüm vadelerde Fetö'nün ikinci kalkışmanın ana dinamosu olamayacağı aşikardır. ABD, Kasım ayında yaşayacağı seçimlerden sonra da Fetöyü kendi (ABD) küresel hegemonyasını sorunsuz bir şekilde işletebilme yeteneğine haiz olması nedeniyle istihdam etmeye devam edecek gibi görünüyor. Fetö networkü, kolayca bypass yapılacak, yerine başkalarının monte edilebileceği bir yapı değil çünkü. Kaldı ki, Fetö, ABD derin devletinin kendisine cephe alma riskine karşılık  ABD içinde bir B planı yaptığını düşünüyor da olabilir. 
Komplocu bir yaklaşım olarak Bülent Ecevit'in Başbakanlığı döneminde olmayan sağlık sorunları nedeniyle görevinden azil aşamasına geldiği hatırlanırsa Hillary Clinton'un seçimlere kısa bir süre kala ciddi sağlık sorunlarına sahip olduğu izleniminin kamuoyuna görüntüleriyle birlikte servis edilmesi arasındaki benzerliğin bir Fetö marifeti olup olmadığı tartışmalıdır. Bu senaryo, Fetö'nün uyum kabiliyetindeki başarısından ilham almaktadır ve doğruluğu çok mümkündür.
Bundan böyle, Fetö'nün geleceği, ABD'nin kendi iç sorununa dönüşmüştür. Ne yapacaklarını biraz da onlar düşünsün, öyle değil mi?
Ikinci kalkışma, kurgu sahibi Albayın ifade ettiği gibi Türkiye'yi parçalamak isteyen Batılı güçlerin ülke içinde 'bir başka gelecek tasavvuruna' sahip küskün bir sosyolojiyi motive edebilecekleri bilgisine, senaryosuna itibar ediyor. Ancak teorik de olsa bu tanıma uyan, "Kürt Aşiretler" dışında işçi sınıfı da dahil olmak üzere ikinci bir toplum kesiminin mevcut olmadığı görülüyorğ. Kürt Aşiretleri, gerek bu vesile ile yaptıkları devlete bağlılık açıklamaları, gerekse terör örgütünün aşiret yapısına yönelik saldırıları karşısında örgütle işbirliğine gitmelerinin intihar etmekten farksız olması nedeniyle iddia edilenin aksine sağlam durdukları ve duracakları açıktır.
Küresel ölçekte yaşanmakta olan ekonomik krizlerin etkilerinin yanısıra özellikle  uluslararası derecelendirme kuruluşlarının, Türkiye Ekonomisinin olumsuz  etkilenmesi amacıyla mesleki itibarlarını riske eden kararlar alıp açıklamalar yapmaları, içinden geçtiğimiz sürecin önemini ve kırılganlığını ortaya koyuyor. ABD'nin Suudi Arabistan'ın ülkesindeki varlıklarına terör mağdurlarını bahane ederek el koymaya hazırlandığı bu günlerde ekonomimiz için ihtiyaç duyacağımız uzun vadeli kaynakları nereden geleceği konusu da aydınlanmış oldu. 
Insanımızın, tepkisellikten, intikam duygusundan uzak, şükürden ve sabırdan beslenen bir ruh haline girmesi, en büyük temennimiz. Biz, değiştirebileceğimize odaklanıp korku ve kaygı zeminine yoğunlaşmamızı isteyenlerin beklentilerini boşa çıkardığımız oranda Güçlü Türkiye'yi inşa etmiş olacağız.

İş (Yeri) Tecrübeleri : 2001-2002


İşin dinamik doğasına "sistemik projeksiyon" ile bakmayı öğrendim. Burada bir şey yapmakla gerçekte sisteme ne katkı verdiğimizi, büyük resmin önemini burada kavradım.
Önemli bir eylem kararını, ikincil ve -her ne kadar imkansız olsa da- üçüncül etkilerini göz önünde bulundurarak almam gerektiğini öğrendim.
Et ve Süt sektörleri için satış bütçesi temelli fizibilite çalışmaları yaptım. (Evet, excel; gerçek hayatı, mevzuatı simule ettim.)
Mesleki anlamda ustalık eserimdi. Benzer tasarımda bir format ve çalışmanın varlığını duydum ama görmedim.
İşyerimin tahsis ettiği kaynaklarla tarafımca hazırlanmış olduğundan çalışmayı, bir kaç dost ile ana fikri dışında paylaşmak mümkün olmadı.
Bu konudan bahsetmek beni hala heyecanlandırır. Tipik bir doruk deneyimiydi.
Sonuç odaklı olanların anlayabileceği bir durum değil bu.

1 Ekim 2016 Cumartesi

İş (Yeri) Tecrübeleri : 1996-2001


İşin iktidar araçlarından biri olduğunu keşfettim. İş hayatında networkun önemini kavradım.
Takımı, ortak değerler etrafında toplamak, ortak hedeflere yönlendirmek önemli. Yoksa her grup aynı çerçeveyi daha alt düzeyde kurup iktidar mücadelesi yapabiliyor. Bu tür mücadeleleri, iş tanımı açısından anlamsız ve çocuksu; şirketin hedefleri açısından da tehlikeli buluyorum.
Yöneticilik tecrübemi burada kurumsallaştırdım. 30 yaşın, operasyonda...n yöneticiliğe geçmek için kritik eşik olduğunu gecikmeler halinde iyi bir yönetici olunamadığını fark ettim.
Bilgiyi paylaşmaya özen gösterdim.
Poula Coelho'nun cümlesinden "Bir yerde huzurunu ve mutluluğunu yitirdiğinde orayı terk etmenin aksi halde Tanrı tarafından doğru yola döndürülme tehlikesi ile karşı karşıya kalacağımı" anladım, çabaladım, olmadı. Özlük hakları, narkoz etkisi yapmıştı.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...