17 Temmuz 2017 Pazartesi

Hımbıl Enteller

İster kamu, isterse özel sektör okullarından hizmet alsınlar; öğrenciler, devletin imkanları, dolayısı ile toplumun kaynakları ile eğitim görürler. Eğitim seviyesi yükseldikçe kişinin topluma olan borcu da aynı oranda artar.
Eğitim bürokrasisinin bir şekilde çıktısı olan mezunların bir kısmı, paradoksal bir şekilde - ellerindeki diplomaları nedeniyle - kendilerini toplumun üzerinde görürler. Akıl ile zekanın aynı anlama gelmediğini hatırlayalım.
Genellikle çocukluk döneminde edinilmiş yanlış kabul ve öğrenmeler, kişilerin diploma sahibi olmak hasebiyle sınıf atladıkları kanaatini beslemekte; taze birer elit olarak içinden çıktıkları topluma, tahakküm etmeye hak kazandıkları ve en yalın biçimiyle "sıranın" kendilerine geldiği kanaatini pekiştirmektedir.
Seçimlerini, sınıfsallaşmayı sürdürecek şekilde; toplumun değer ve genel kabullerine karşıt; kendini, kendine benzerlerle aynı kılacak şekilde yaparlar. Bu sürecin yalın bir adlandırması olan yabancılaşma, dilimizde Mankurtlaşma ile aynı anlama gelir...

Kılıçdaroğlu'nın 15 Temmuz Fotografı üzerine

Ekranda olayları takip için "Askeri darbe girişimi" KJ'si ile yayın yapan CNN Türk kanalının seçilmiş olduğu görülüyor.
Ne kadar objektif ve her türlü kanaat-taraf gözetmekten uzak bir KJ, değil mi? Kazanana tabi olacaklar, yani. "Kral öldü, yaşasın yeni kral." Ortada mayalanmış demokratik bir değer görmek isteyen gözlerini kapasın, yok çünkü. Medyanın gerçeği bu; güçlü olanın yanında yer alma, tahkim ve destekleme, ondan arta kalan ya da pas ettiği kıym...etlerin sindirim sistemine kazandırılması. Bu anlatım bile bugünkü medya iktidar ilişkilerini açıklamakta son derece önemli.
Medya, doğal olarak yayınlarında algıda seçicilik yapıyor. Dolayısı ile iktidarın iyi çalışmayan uzuvları, hatta yargının 15 Temmuz 'a ilişkin görev yapan bir kısmı, mahşeri vicdanı yaralayacak şekilde "masumsa zaten çıkar" diyerek tuttuğunu sistem dışına (bir kısmını da hapishaneye) atarak toplumun kanayan yaralarına duyarsız, kayıtsız hatta hoyratça davranmayı sürdürebiliyor.
İktidar karşıtı medya ise müteakip seçime kadar bulabildiği tüm eleştirel haberleri, gerçeğinden on kat büyük vererek toplumda infialin artmasına yardım ediyor. Bu medya, her türlü demokratik tecrübeye rağmen mevcut iktidarın gücüne inanmıyor. Bunu arızi, geçici bir durum olarak görüyor. Kültür alanında iktidarla benzer değerleri paylaşanların oluşturduğu bir üretim tüketim ilişkisinin olmaması, bu alanı, iktidar öncesi eski Türkiyenin sol geleneğinin hegomonyasında bıraktı. Muhalif Medyayı da bu havuzdaki kokmuş, oksijensiz, hastalıklı birikim besliyor. Ancak bu insanlar da yoruldular artık. Ondört yıl bitti, bunca zaman huzursuz, anxiyete (endişe, kaygı, korku) ve depresyon zemininde yaşamak kolay değil elbet. Şimdi bir darbe fırsatı çıkıyor. Bektaşinin daha kötüsü olmaz dediğine benzer bir durum, ancak kanaatinizi erkenden belli eder de sabırsız davranırsanız evdeki bulgurdan da olabilirsiniz. O nedenle ancak tarafsız görünen bir KJ, sizi güvenle karşı kıyıya ulaştırabilir.
Aynı durum, Kılıçdaroğlu için de geçerli. O da her an dışarı çıkabilir, kazanan ya da kazanması beklenen taraf için yapılacak kutlamalara iştirak edebilir, görüntülü beyanat verebilirim diye sıkıntılı ruh hallerinde sıkça yaptığımız gömleğin üst düğmesini açıp kravatını gevşetme imkanlarını kullanmayıp kendince tam teçhizat durmayı daha yararlı buluyor.

Herkes için Adalet? Sen deme bari...

Kendi siyasi ikbalini garanti altına almak için her şeyi yapabilecek biri olduğunu, Ankara-İstanbul yürüyüşü ile bir kez daha ortaya koyan Kılıçdaroğlu, en sonunda adalet gibi yeryüzündeki en önemli olan bir değeri, kişisel amaçlarını gerçekleştirmek için görünür bir araç olarak kullanmaktan da kaçınmadı.
Aşağıdaki fotograf, bu yürüyüşün final mitinginde çekildi.
Mitingde herkes için adalet ifadesinin kullanımı, eylem-söylem uyuşmazlığının had safhaya vardığı bir dünyada şovun ironi ihtiyacına hitap eden bir unsur olmuş. Dudağımın kenarında' tebessüm-ü elem' (acı bir gülüş)
"justice for all"(herkes için adalet), müesses hukuk nizamını en insani bir biçimde eleştiren başrolünü Al Picano 'nun oynadığı, 1979 yılı yapımı bir ABD filmi.
Kimseye haksız övgü yok.

Şayet bu pankart, tesadüfen seçilmiş ise bir sözüm yok. Ancak bir yerlerde filmin taşıdığı mesaj ile mitingin muhtemel etki alanı arasında analoji (benzerlik) kuran bir zeka varsa insanlığa saygı adına saklandığı delikten çıkmasın, sesini de çıkarmasın lütfen.

Öngörüsü olan Vizyonsuz Yöneticiler

İsmet inönü'nün gençlik dönemi ağabeyi, (Korgeneral) Ali Fuat Erden, 1952 yılında yayınladığı İsmet İnönü isimli kitabında İnönü' nün kendisine 1906 yılında "Memleket, bundan daha büyük hızla yıkılmaya gider mi?" diye sorduğunu aktardıktan sonra yorum olarak (1952 yılı zekasıyla) şu cevabı veriyor: "evet, Osmanlı Devleti, daha büyük bir hızla, yok olmaya ve yıkılmaya gidemezdi..."
Algıları yönlendirilmiş, endişe içindeki bir zihin için makul ancak masum olmayan (meslek hasta...lığı) bir soru; aradan geçen ve tüm olup bitene bizzat şahit olan biri için de fevkalade bir yalan ve şerefsiz bir cevap...
Aynı kaynak, Kurmay adayı okulundan devre arkadaşı Ali Fethi'nin bir gün kendisine Yıldız yönünü göstererek "Abdülhamit yönetimi vatanı felakete, yok olmaya doğru götürüyor. Bu yönetimi yıkmalı! Yok etmeli! Bu görev bize, genç Kurmaylara düşer. Eğer görevimizi yapmazsak gelecek kuşaklar bize lanet edeceklerdir." dediğini aktarıyor.
Asiye nasıl kurtulur'u dert edinenler, Asiye'nin baba vesayetinden kurtarılıp ormana götürülerek paramparça edilmesine nezaret etmişlerdir.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...