6 Aralık 2020 Pazar

Dostluk

Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu da dostluğun sırrının arkadaşına pekey demekle mümkün olduğunu söylermiş. Haklısın ve peki ifadeleri muhatabın önündeki söylem engellerini ortadan kaldırır, çatışma yaşayabileceğine dair öngördüğü blokajı yerle bir eder. Güvenli sularda olduğunu zanneden bilinç, akmaya başlar. Bu aynı zamanda düşüncenin test edilmesi aşamasıdır ve fakat akışa destek niteliğindeki (haklısın, peki, hı hı vb) ifadelerinin düşünce teyidi olarak algılanması da mümkündür. Yanlış bir geri bildirim olmanın ötesinde bunun anlatıcıya zararı nedir? Anlatmak iyidir, anlatanı iyileştirir, geri bildirimlerden yararlanır, kendini geliştirir, özgüveni pekişir, muhataplarına bilgi, duygu transferi yaptığından fayda sağlamış olur.

Kadınların erkeklere göre daha uzun yaşamalarının sırrını görece daha fazla konuşmakta bulanlar, önemli bir gerçeğe işaret ediyorlar. Konuşmak, anlatmak, bedende sıkışıp kalmış olan travma enerjisinin serbest kalmasını sağlarken anlatıcı insanı da iyileştirmiş hatta bir anlamda özgürleştirmiş olur.

Ezberden Kurtulmak

 Türkiyenin iha ve siha teknolojileri ile yakaladığı teknolojik üstünlüğü, Batı Anadolu adalarını ele geçirmek için kullanacağını iddia ederek prim yapmaya kalkan Yunanlı, kurdun aklına kuzuyu düşürerek ne yapmak istiyor?

Bizim bütçe gelirimiz giderimize yetmiyor. Stratejik adalardaki haklarımızı tesis etmek bize yeter. Var mı içimizde adalarda yaşamak isteyen kimse? Olsa Kıbrısa giderlerdi. Adalar için bu ülkenin bütçe ayırmasını beklemek ancak bir Yunanlı çakala yakışır. Uyanıklar. Yalvarsalar gitmeyiz. Maişet problemini çözmede Allah herkese yeter. Bizi tarih boyunca yemekten usanmadılar.
Biz velev ki davet üzerine en ufak bir toprak kazanımında bulunalım dünyanın güçlü devletleri üstümüze çöker.
Tarihi doğru okumak gerek. Fetih eskiden bizzat giderek oluyordu. Şimdi kültürel olarak, artan etkinlikle sağlanıyor. Amaç yeryüzünde adaleti tesis etmekse bunun yolu iletişimden ve güzel örnek olmaktan geçiyor, başkalarının toprakları uğruna savaşmaktan değil.
Hatice Ekşi Acar, Hakkı Erçetin ve 24 diğer kişi

Egosuz Olmaz

Günlük hayatta Ego'yu olumsuz anlamda kullanıyoruz ancak aslında bu bir anlam yükleme hatası.
Zira mütevazılığın karşıtı ego değil, belki kibir, belki hırs vb.
Çünkü ego bir kimlik, bir davranış biçimi değil.
Egosuz olmaz.
Ego bizi dik tutar.
En büyük kimliğimiz egodur.
Egonun makul bir sınırda, yaygın tabirle boyumuz kadar olması gerekir, daha yüksek ya da alçak değil.
Kibir'se zayıf egonun saldırıdan, yargılanmaktan korunmak tercih ettiği savunma maskesi (taktiği), davranış biçimidir.

Pandemi

Whatsupp'ta bir arkadaşım bir mesaj paylaştı. Buna göre Tütkiye'nin iktidarı, korona illetinden kurtulmak üzere iki plan geliştirmiş, yazıda bunların ikisinin de detayları verilmiş. Arkadaş, teyiden soruyor: bu işin aslını bilen var mı?

Gün içerisinde Emniyet Genel Müdürlüğünün "bu tip yayınlar asılsızdır" şeklinde bir basın açıklaması oldu. Mevzu şimdi arkadaşımın yeni geliştirdiği "bu ve benzeri “aslı olmayan genelgeler” toplumu alıştırma, ısındırma gibi geliyor bana" ifadesine bağlanmış durumda.
İçinde yaşadığımız dönemde sıkça karşılaşılan bir yalan türü ve biçimi bu, yalan bilgilendirme işi.
Yalanın temeli, bilginin güç olduğu ilkesine dayanıyor. Yalanı özellikle üretenler; kendilerini, toplumun kontolünü sağlayan odaklardan (devlet ve kurumlarından) bilgi çalıp topluma taşıyarak soylu bir iş yaptıklarını, bunun için 'iyi' kimseler olarak en az iktidar kadar güçlü olduklarının kabul edilmesini bekliyorlar. Kendileri; seçim, darbe ya da uygun görülecek bir başka yöntemle bilginin, gücün, kudretin resmi efendisi olacakları güne kadar toplumdan ilgi, saygı ve ihtimam görmek istiyorlar.
Özünde bu grupla bağlantısı olmadığı ve mesajın arkasında ne/kim var bilmedikleri halde halkaya katılmak suretiyle yalanın toplumsallaşmasına katkı sağlayan (yalanı yayan) kişiler de 'resmi güçle mesafeli ancak gelişen alternatif gücün bir parçası, karanlıkları aydınlatan bir şovalye, etkin bir karakter olarak' kendilerinin ilgi, saygı ve ihtimama layık, sıradışı yetenek sahibi birer kahraman olduklarını ilan ediyor.
Şimdi zorunlu korona kısıtlamasına geri dönelim. İktidar, salgını önlemek için zaten bir dizi kararlar almıştı. Toplum belki rutin dışı olan bu kararlardan haz etmiyor ancak riayet konusunda büyük bir uyum sergilediği de çok açık. Önümüzdeki hafta bu tedbirlerin sonuçlarını göreceğiz. Şayet gidişatta önemli bir düzelme görülmezse ilave tedbirler alınabilir. Doğmamış bebeğe don biçme alışkanlığı bizi yukarıdaki saiklerle spekülasyonun bir parçası yapabilir. Kim, uyuşturucu gibi salak işler yapmadan düşük bir performansla daha iyi hissetmek istemez ki? Aralık ayının ikinci yarısında önemli ölçüde mal sattığımız Batı pazarlarının tatile girecek olması nedeniyle iktidar, biz de bu dönemde koronayı çözmek için daha büyük bir tedbiri harekete geçirelim fikrini geliştirirse bunu topluma alıştırarak mı yoksa alıştırmadan, doğrudan mı söyler?
Toplumda örneğin 10 günlük bir sokağa çıkma yasağına uyum sağlayamayacak toplumsal kesimler var. Bunlar, ülke bugünkü kalkınma düzeyinin on katına çıksa da (belki daha az sayıda ama) kesinlikle varlığını sürdürecek kesimler olacak. Sosyal devlet anlayışı bu toplumsal kesimlerin insani şartlarını tesis etmek için geliştirildi. Devlet, bu kesimlere nasıl erişeceğini biliyor, o erişim kanallarının varlığı ayrıca devletin varlığının da bir teyidi olacak. Burada titiz bir çalışma yürütüldükten sonra neyi problem edeceğiz, önceliğimiz salgınla mücadele. Kanaatimce ortada alıştıra alıştıra verilecek bir bilgi türü yok.

Efsane

 Şu efsanenin güzelliğine bakar mısınız.

‘Driyope ve İyole, iki kız kardeştir. Driyope, evlidir. Birgün ikisi birlikte bir pınar kıyısına giderler. Çiçek açmış bir mersin ağacı, Driyope’nin ilgisini çeker ve bir dal koparır. Dal, kırıldığı yerden kanamaya başlar. Driyope, istemeden bir bitkinin ölümüne yol açmıştır.’ Evli kadın kaçarken dehşet içinde ayaklarının hareket etmediğini, vücudunun ağaçlaşmaya başladığını hisseder Ayakları kök olmuş, bedeni ağaçlaşmaya başlamıştır. İyole, kardeşini kurtarmaya çalışır. Fakat yararı olmaz. Tam bu sırada Driyope’nin babasıyla kocası görünür. Kucaklarında da Driyope’nin oğlu yatmaktadır. Onların da elinden bir şey gelmez. Driyope, çocuğunu bağrına basıp emzirmeye çalışır. Fakat göğsü de ağaçlaşmaya başlamıştır. Driyope, çocuğundan ayrılmak istemez ve onun da ağaç olması için çocuğuna sımsıkı sarılır. Boşunadır… Yalnızca kendisi ağaçlaşmaktadır. Umutsuzluk içinde şöyle bağırır: ‘Hiç günahım yok! Cezayı gerektirecek bir şey yapmadım. Yaptımsa, yapraklarım dökülsün. Çocuğumu sütanneye verin. Oğlumu dallarımın altında emzirsin. Büyüyünce de benim dallarımın gölgesinde oynasın, bana ‘Anne!’ diye seslensin. Ama söyleyin ona, sakın dal koparmasın hiçbir ağaçtan!’ der ve susar. O, artık görkemli bir ağaca dönüşmüştür.’

Seçmen Davranışı

 Seçimlerde oy verme işleminin duygusal bir davranış biçimi olarak bilgiden muaf, inadi olabileceğini görmek lazım. İnsanlar akıl dışı hareket etmeyi severler. Bu davranış türü, onların ortalamadan farklı olduğunu gösterebileceği gibi çeşitli nedenlerle maruz kaldıklarını düşündükleri 'görünmez insan' muamelesine (saygı beklentisinin karşılanmaması algısına) güçlü bir tepki vermelerine neden olur, boyundan büyük işlere kalkışmış egonun rövansişt duygular geliştirerek tatmin olmasını sağlar. Amorti piyango bileti almak gibidir, oy vermek. İyi çıkarsa ödülden yararlanır, zaferi paylaşırsın; kötü çıkarsa kaybettiği küçük paradan kimseye bahsetmez, çekilişle bir ilgin yok gibi davranırsın. Ama çekiliş gününe kadar yaşayacağı heyecan, kendisine en yasak meyvede dahi olmayan ince bir haz yaşatır. Üstelik bu duygu o kadar çekicidir ki yeniden ve sonra yeniden yaşanmak ister, kişi bağımlı olur. Bunlara müzmin muhalif diyoruz. O yüzden iki seçim arası normal dönemde bile sosyal medya gibi imkan bulunan her ortam, tartışma zemini olarak rağbet bulur.

Şöyle diyelim, değerlerimizle (kendimizle) çatışma içine girecek bir karar almanız gerekse süperego da denilen vicdanımızı susturmak, baskılamak için ihtiyacımız olan en kritik unsur, 'teskin edici' bir algıdır. Böylece vicdan, ağrı kesici işlevi görecek bu algıya, bilgi mumelesi yapar. Bu mekanizmayı bilen Halkla ilişkiler (PR) uzmanları, zan (algı) ile bilginin yer değiştirerek kullanılması halinde manipülasyon (yönlendirme) yapabildiklerini bildiklerinden slogan ve manşet üretimlerine özel bir önem verirler. Örneğin;
Her şey çok güzel olacak demek, "korkma, sorun çıkmayacak. Seçmediklerin bile yapacağın bu seçimden dolayı yarar sağlayacak. Herkes mutlu, mesut olacak. Hele bir şans verilmesine imkan sağla, gör bak ne güzel işler olacak? Kanıt? Kanıt yok. Kanıt, az önce seni gevşeten, iyi geldiğini zannettiğin sözler. Bunlar olmayacak olsa biz bu kadar insan hiç bir araya gelip bu kurt masalını uydurur muyduk? Bize güven çünkü değiştik biz. Daha da değişmeye, daha iyi olmaya söz veren Kaf Dağının ardında seçim sonuçlarını bekleyen hizmet(!) için yanıp tutuşan bir kadromuz var."
"E bu kadro içinde sorunlu insanlar var."
"Gözden kaçanlar olabilir. Sen bize güven, sakıncalı olanları hallederiz biz"
Yani seçmen olarak oyunu peşin verirsin, hizmeti, memnuniyeti, vadeli alırsın; bir garantisi de yok bu tutumun.
Oyunun iddet süresi, beş yıl.

Mustafa Öztürk

 İlahiyatçı, Tefsir hocası Mustafa Öztürk'ün uzun bir süre önce çekilmiş olduğu halde bu hafta içinde sosyal medyaya servis edilen korsan videosu ve sonuçları hakkında kısa bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Videonun servis edilme biçimi Fetocu çalışma tarzına uygundur. Daha önce Deniz Baykal ve Mhp'li vekillerin de benzer bir taktikle itibarsızlaştırıldığını biliyoruz. Bu servis işi de kanaatimce Fetöcülerin marifetidir. Bu bir.
Biz yetmişli yılların çocuklarıyız. Din alanında öyle yüzlerce yıllık olduğu söylenen 'çözülmemiş problemleri' duymazdan gelir, bunların aşikar olmasını da hoş görmeyiz. Başta Kuran mahluk mudur tartışması olmak üzere ki pek çok alime dünyayı dar etmiştir; cennet bu dünyada mıdır türünden üretim dışı kalmış zihinlerin aylaklığını meşrulaştırmak üzere ortaya attığı ve sırf biz müdahale etmeyelim de işsizliklerine devam edebilsinler diye adına dini tartışma dedikleri, toplumu zerre miktarınca bağlamayan safsatalara tolerans gösterecek durumda değiliz. Maalesef Mustafa Öztürk, son dönemde gazetesindeki köşe yazılarında hep bu minval üzere yazarak abesle iştigali uğraş haline getirmişti. Bu kendisi için ciddi bir tükenmişlik belirtisidir. Ancak ilgili videodaki söylemleri, ne yazık ki elfazı küfür kapsamındaki ifadelerdir. Öztürk'ün burada öne sürdüğü vizyon kendisine yakışmamıştır. Demek kul tarafından Allah'a ilişkin kurulan sevgi ilişkisi koşullu olursa dur durak bilmiyor, kişinin yeni bir düşünce aşamasına geçmesiyle birlikte mutasyona uğrayabiliyor.
Kimse Öztürk'ün bu son fotografına bakıp sevinmesin. Allah, hepimize hidayet nasip etsin, bizi doğru yoldan ayırmasın. Kalbimizden hasedi söküp alsın.
İlim yolu, tehlikelerle doludur; zikzaklar olur. Unutmayalım ki, Fahrettin Razi ki, kim olduğunu bilmeyenlerin zaten konu ile ilgili cümle kurması açık söylüyorum vebaldir; ölüm döşeğinde iken ilim yolunda bir ömür harcamış olmasına rağmen kocakarı itikadıyla vefat etmek istediğini söyler.
Demem o ki, Öztürk büyük bir kriz yaşamış ve videonun servis edilmesiyle aşikar olan durum karşısında vazifesinden istifa ederek devre dışı kalmıştır. Kendisi bu noktaya maddi bir menfaat sonucu gelmemiştir. Süregelen tefekkür sürecinde, - buna içine yeni girdiği inziva süreci de diyebiliriz- inşallah kendisini toparlayıp yeniden tevhidin temiz sularına gelmesini temenni ediyoruz.

İBB tahvil metro

 İbb yönetimi, İstanbul metrosunun finansmanı için almış olduğu uzun vadeli proje kredilerini, borçlu olduğu halde muhatap almadığı eski asvalt müteahhidine haciz yolu ile kaptırmış olduğundan duran metro yatırımlarında kullanmak üzere uzun vadeli olduğunu sandığım bir tahvil satışı yaparak kaynak ürettiğini söylüyor ve kutsadığı her hareketi gibi bunu kamuoyuna başarı olarak yansıtıyor.

Doğru düzgün bir metin göremediğim için borçlanmanın vade ve 'bugünkü iskontolu hacmi' hakkında bilgi sahibi değilim. Zaten bu siyasi kadro ve hempalarına göre şeffaflık, sadece Ankara Hükümetine yakışan.(!) bir değerdir. Kendilerinin kerameti(!), kendilerinden menkul. Goy goyla, parasıyla algı yönetip geçen günü kardan sayıyorlar.

Ancak hemen belirtmeliyim ki; bu kredi, metro yatırımları için elzemdi. Yönetimin bu kredi nedeniyle bizi borçlandırıyor diye kınanması prensip olarak doğru değil.
Seçildiği günden bu yana reel bir iş yapmayan İbb yönetiminin bir anlamda hatasını telafi babında görülecek bu borçlanmayı yapmasını olumlu bir gelişme olarak görsek dahi kaygılarımızın ortadan kalktığını söylemek mümkün değil. Her fırsatta iktidarın güven tesis edemediği yalanından siyasi rant elde etmeye çalışan bir siyasi kadroya biz neden güven duyalım mı? Bu tahvil işleminden elde edilecek olan gelirin, koşullu alınmış (önceki proje) kredisi gibi denetimsiz harcanabilecek olması ihtimali, hiç de öyle sanıldığı gibi sıfır değil. Bu kadro, emanete sahiplik konusunda geçmişte iyi bir sınav veremedi.
Kaygılarımız, hukukun teminatı altındadır.
Kredi faizinin yüksek olmasını, içinde bulunduğumuz koşullar altında bir eleştiri konusu yapmayı doğru bulmuyorum.
Ancak tahvil ihalesine; projelerin gidişatına, paranın kullanılma zamanına göre iki hatta üç aşamalı çıkılabilseydi, faiz yükünde de bir avantaj sağlanabilirdi. Kamuoyuna bu hususla ilgili bilgi verilmesi yerinde olur. Muhtemelen Meclisten alınan yetki, belki bir daha verilmez diye bir kerede kullanılmış olabilir. Kim soracak ki hesabını?
İnşallah, metro yatırımları hızlanarak devam eder.

4 Ağustos 2020 Salı

Toplumsal Cinsiyet

Bugünlerde hakkında çokça spekülasyon yapılan toplumsal cinsiyet kavramı ve dolayımı hakkında bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Cinsiyet kavramının, kadın ve erkek diye tasnif ettiğimiz biyolojiye bakan bir yüzü olduğu gibi toplumsal hayata yine kadın ve erkek rolleri, alışkanlıkları diye bilinen bir başka yüzü daha bulunmaktadır.
Biyolojik cinsiyet, doğuştan gelir. Birilerinin kendi cinsiyetlerini tercihe dönüştürüp kimlik kazanma gayreti içine girmeleri, ideolojik temelli yönelimlerdir. Bu ideoloji, kendi mevcut durumlarına toplumsal meşruiyet kazandırmak amacını taşır. Ülkemizde terör örgütünün %10 seçim barajını aşmak için bu yaralı bilinçle seçim işbirliği yapmak suretiyle seçim barajını aştığını hatırlatmak isterim.
Feminist hareket, cinsiyet ayrımcılığının önündeki biyolojik engelleri doğrudan aşamayınca önce fraksiyonel dediğimiz sapkın cinsel yönelişlere kucak açmış, böylece toplumsal tabanını genişletmiştir. Ancak genel kitlenin feminizmi, kadın haklarını savunan bir ideoloji olarak görmekten öte, kadın hegamonyasını kurmak üzere çalışan erkek karşıtı bir hareket olarak adlandırması üzerine resmi olarak bu ismi terk etmiş ve 80'lerin başından itibaren kadın çalışmaları, toplumsal cinsiyet başlığı altında çalışılır olmuştu.

Adını toplumsal cinsiyet çalışmaları olarak değiştiren Feministtik ahali, kendini özellikle akademi çevrelerinde istihdam etti ve neredeyse tüm sosyal bilimlerin gelişmesinin durduğu bir zamanda kadın çalışmaları yaparak bazı prestijli kazanımlar elde etti.
Grup literatürü, on yıl önce yapılmış bir tespit olarak antropoloji biliminin toplumsal cinsiyet bakış açısıyla sterilize edildiğinden söz etmektedir.
Bu görüşe göre tarihi yazanlar, iktisadın teorisini kuranlar, genellikle erkekler olup gücü ve iktidarı merkezine alan klasik 'ataerkil' bakış açılarıyla eksik, yerine göre hatalı olabilecek bir yaklaşımla konularına eğilmektedirler.
İktisadın homo ekonomikus dediği ekonomik insanının cinsiyeti nedir? Ne fark eder sorusu, kadın ve erkek bakış açısının özdeş olduğu varsayımına dayanır ki, bu durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Zira erkek ve kadının hemen her konuda hayata aynı pencereden bakmadıkları, toplum içinde yaşayan hemen herkesin ortak kanaatidir. Homo ekonomikus, şayet kadın olsaydı, rasyonellik varsayımı, duygusallık ile yer değiştirir, bambaşka bir iktisat kuramı inşa edilirdi, denmektedir.
Artık toplumsal cinsiyet kavramına daha yakından bakabiliriz.

Türkiye Siyaset Dinamiğinin Bileşenleri

1- Kılıçdaroğlu, başkanlık seçiminde başarı kazanmak için resmi işbirliklerine gitmek istedi ancak bu aşamada ittifak sağlanamadı. AkParti, şartlarını zorlamasa da Bahçeli'nin ön alması ile Cumhur ittifakını oluşturdu. Başkanlık seçim raundunun kazananı, Cumhur ittifakı oldu.
2- Yerel seçimlerde ittifak ve işbirlikleri ihdas edildi. Bir çok büyükşehirde Millet ittifakı bu yarıştan kazançlı çıktı. AkParti seçmeninin bir kısmı medya, sosyal medya ve muhalefet propagandasından olumsuz etkilenerek CHP'ye oy verdi ya da seçime katılmadı. MHP seçmeninin önemli bir kısmı, Bahçeli'nin AkParti'ye endeksli stratejisini doğru okuyamadı ve kendi zekasını Bahçeli'nin stratejisinden üstün gördüğü için ittifaka göre değil kafasına göre takıldı.
3- HDP'nin Millet İttifakına destek vermesine rağmen müttefik çevrelerden saygı görme çabası olumsuz sonuçlandı. Başta İP olmak üzere CHP yönetimi de HDP'nin 'bizim oylarımızla oradasınız' şeklinde formüle edilen iddiasına kamuoyu önünde yeterli kurumsal saygıyı göstermedi.

4- HDP, Erdoğan'ın terör örgütünü ortadan kaldırmaya yönelik, Türkiye'yi güçlendiren ülke içi ve dışı tüm politikalarından son derece rahatsız. Erdoğan'ı iktidardan indirmek isteyen bir vizyona sahip her türlü oluşumla işbirliği yapmak için motive olmuş durumda. Bu nedenle saygı görmese de Millet ittifakını dışarıdan desteklemeye devam edecek.
5- Eski Başbakan Davutoğlu, partisindeki Başbakanlık görevinden Tayyip Bey öyle istiyor diye istifa etti. Ancak görevden ayrılma sürecinde yaşananlar, Davutoğlu'nun itibarını zedeleyen ve ayrılmayı bir gereklilik olarak yansıtan kimi girişimler nedeniyle yeterince barışçıl olamadı. Davutoğlu, samimiyetini ortaya koyan açıklamalar yapmasına karşın Tayyip Beyden emekleri karşılığı bir teşekkür dahi alamadı. Başbakan iken 'asıl olan Başbakanlık geçici hocalık baki' demesine rağmen Davutoğlu, akademiye dönmek yerine kamuoyunda giderek olumsuzlanan kişisel algısını kurtarmak ve intikam almak suretiyle Erdoğan'a zarar verebilmek için bir siyasi parti kurdu.
6- Ali Babacan, siyasi geçmişi AkParti ile başlamış bir siyasetçi. Ağır ol molla desinler stratejisi ile bir kaç perde gerisinden ülkenin mali politikalarını başarı ile yönetti. İnsanlığın kültürel müktesebatından ne şekilde yararlandığı, seçmene nerde, nasıl dokunduğu bilinmiyor. Nihat Ergun gibi gençliğinden bu yana düzgün siyaset yapan ancak Tayyip Beyin vitrin vermemesi, mikrofon uzatmaması, kendilerini dinlememesi sonucu siyasetten uzaklaştırılan kimselerin de katılımı ile sosyolojik bir talep olmamasına rağmen lideri göründüğü bir parti kurdu.

7-'Ağır Abi, Bilge İnsan' (!) Abdullah Gül'ü de güncel siyasetimizin oyun kurucuları arasında anmak gerekir. Gül, siyasi kariyerini Cumhurbaşkanı olarak erken bir dönemde bitirmiş oldu. Ancak Kılıçdaroğlu tarafından Başkanlık teklifi almasına karşın aklı havada olan muhaliflerin ayak diremesi sonucu yeterli desteği alamadığını görmüş ve kazanamayacağı bir savaşa girmekten kaçınmıştır. Kendisi uygun bir fırsat çıkarsa mutlu emeklilik günlerini, Tayyip Beyi indirerek ülkenin ali menfaatlerini sağlayacağına inanan muhalifler için sonlandırmakta bir an bile tereddüt göstermeyecektir.
8- Başta CHP olmak üzere Tayyip Erdoğan'ın kişisel düşmanları; Davutoğlu, Babacan ve Gül'ün AkParti'den seçmen transfer etmesini, oy almasını ümit ediyor. 5,6 ve 7. maddelerdeki bileşenlere muhalifler tarafından gösterilen PR, emek, saygı vb. söylem güzelliğinden değil, Erdoğan'ı devirme amacına ulaşmak içindir.
Faust'ta olduğu gibi Mefisto (şeytan) ile muhalefetin yaptığı anlaşma; ruhunu kendisine satmak karşılığında Erdoğan'ın düştüğünü görmek olduğu garip ama çok açıktır.
9- Muharrem İnce, CHP'li yöneticiler tarafından parti iktidarına doğal aday görülmesi nedeniyle tehdit olarak algılanıyor ve partinin içinde istenmiyor. Son genel kurulda kendisi görmezden gelindi. O da genel kurulda yapacağım dediği açıklamaları yapmadı. İnce, parti kurar ya da bir başka siyasi oluşum için CHP'den ayrılırsa Millet İttifakı kan kaybeder.

Kılıçdaroğlu'nun İnce'yi partide ve kontrol altında nasıl ve ne kadar süre ile tutacağını hep birlikte göreceğiz.


(Notlar)
1- Türkiye'nin Yargısı, tarihi boyunca iktidarlarla uyumlu giden bir aygıt olmuştur. Bugün AkParti'ye yargıyı manipüle ettiği suçlamasıyla yöneltilen eleştirilerin özel olarak kıymeti harbiyesi yoktur. Zira yargının ergime derecesi, gözlemlediğimiz kadarıyla yürütmenin ergime derecesinden genellikle düşük olmuş dolayısı ile yargı, son kertede iktidarların taleplerine, ülkenin çıkarlarına uygun kararlar almıştır.
Beğenelim, beğenmeyelim; Yargının davranış biçimi yapısaldır.
2- İçinde bulunduğumuz Başkanlık sistemi kuralları gereği Tayyip Beyle ayrılık yaşayan kişilerin AkPartiye oy kaybettirme dışında, bir başka nedenle parti kurma motivasyonlarını anlamakta güçlük çekiyorum. Bütün bu kırık kalpler kulübü üyeleri, Tayyip Beyin zamanında bir teşekkürü esirgemesi üzerine darılmış olabilir ancak evine dönmek ya da kurulu bir partiye geçmek yerine parti kurup gündemde kalmak için kendi değerlerini Ayasofya örneğinde görüldüğü gibi yokmuş gibi çiğnemeye başlamalarını, çıktıkları yolda dönüşüme uğramak olarak adlandırabiliriz.

1 Temmuz 2020 Çarşamba

İstanbul'a ilave taksi plakası

İstanbul'a bir Zihni Sinir projesi olarak lanse edilen ilave 5 bin ticari taksi ihalesi/tahsisi hakkında Mimarlar Odası ve Şehir Planlamacıları Odasının değerlendirmeleri oldu mu? Ben duymadım. Konu, temelde bu meslek gruplarının profesyonel ilgi alanı olduğundan muhakkak surette görüş bildirmeleri gerekiyor. Kanaatleri, müspet olsaydı; İmamoğlu'na destek için çoktan seslerini yükseltmişlerdi. Muhtemelen karşıt görüşte oldukları için sesleri çıkmıyor.
Metro, tramvay ve deniz taşıtları gibi alternatif ulaşım yollarında çok önemli mesafeler alındığı ve son bir yıl içinde şehrin karasal ulaşım kapasitesinde bir genişleme yapılmadığından dolayı trafikte seyredecek araç sayısını mutlak anlamda arttıracak bu yatırım ile şehrin trafik yoğunluğunun da artacağı kesindir. Nitekim Topbaş döneminde ilave taksi plakası verilmemesinin temel nedeni de budur. Odalar, konu ile ilgili benzer gerekçelerle görüşler öne sürmüşlerdi.
İktidara yakın medyanın bu meslek örgütlerine mikrofon uzatması lazım.

Teşhir

İçinde Suriyeli sığınmacıların bulunduğu botları, ellerindeki bıçak, kama ve benzeri kesici aletlerle patlatıp sığınmacıları denize döktükten sonra olay yerinden hızla uzaklaşan güvenlik görevliler ile;
Tayyip Bey'in üniversite sınavı çağındaki gençlerle sosyal medya üzerinden yaptığı canlı yayına dislike vererek Başkanı ve Başkanı sevenleri incitmeyi görev bilen her yaş grubundan kişiler ve
Askere uğurlama törenlerinde daha önce ellibin kez söylendiği halde ısrarla havaya ateş eden, hareket halindeki aracından sarkan, drift çeken, halaya adam toplayan ve trafiği keserek belasını arayan müspet bir tane sıfatı olmayan kişiler...
Hangi dil, hangi din, hangi yaş düzeyinde olursa olsunlar, aynı pisliğin suyudurlar.

6 Haziran 2020 Cumartesi

Yabancı fonların kazıktan hoşlanması hakkında

Bakış açımızı değiştirelim: Parasını nemalandırmak üzere ülkemize gelen fonların çektiği nedir? Normal koşullara endeksli normak zamanların devlet tahvili, hazine bonosu, hisse senedinde makul kar beklentileriyle değerlendirilip tam biraz para yapmışken fırlayan kurun etkisiyle öncelikle karını, hatta belki daha fazlasını eritip kaybediyor ve anapara (döviz) cinsinden zarar yazmasına neden oluyor.
Ekonomi yönetiminin spekülasyon yapılamasın diye aldığı kararlar, yatırımcının hedge yapma mitini önlüyor; kim bilir belki yabancı yatırımcının ürkmesine (ne demekse artık) yol açıyor.
Türkiye son yedi yılda bu tip atakları nerdeyse her yıl yaşıyor. Bir yıl zarar yazan yabancı fon temsilcisi ertesi yıl hiç bir şey olmamış gibi güle oynaya zarar gördüğü piyasaya yeniden geliyor. Bu durumda ya her yıl yönettiği, tacize uğramamış farklı bir fonu cebren Türkiye'ye sokup görev ifa ediyor ya da zarar edenin malını satın alan ile satan arasında organik bir bağ var. Yoksa bu zararı bir profesyonel nasıl izah edebilir?

11 Nisan 2020 Cumartesi

Salgında Ekonomi

İktisatta Fisher tarafından geliştirilmiş paranın miktar teorisine göre piyasadaki para miktarında yapılacak artışlar, benzer oranda fiyatlar genel seviyesinde (enflasyonda) artışa neden olur.
Fisher denklemi, bugünkü gibi krizlerde geçerli midir peki? Daron Acemoğlu, bunu da kitap konusu yapmadan; piyasadaki övgüleri almak üzere mütevazı Facebook köşemde konuyu meşhur fıkra ile aydınlatmaya başlayayım:
Mevsim yaz, aylardan ağustos...
Deniz kıyısında küçük bir kasaba. Yaz sezonu, ancak yağmur yağıyor ve kasaba bomboş. Herkesin birbirine borcu var ve kredi ile yaşıyorlar. Otele zengin bir Rus geliyor ve resepsiyona 100 dolar bırakıyor. Ancak odayı beğenmezse parasını alıp gideceğini söylüyor ve odaya bakmaya çıkıyor. Otel sahibi parayı alır almaz kasaba olan borcunu ödüyor. Kasap, 100 doları hemen alarak toptancıya olan borcunu vermeye gidiyor. Toptancı büyük bir sevinçle parayı alıp, kriz nedeniyle borçlandığı banka kredi hesabını ödüyor. Banka müdürü de parayı alıp aynı otele giderek oraya olan borcunu kapatıyor. Az sonra Rus müşteri odadan geri dönüyor, odayı beğenmediğini söyleyip 100 dolarını geri istiyor. Parasını geri alan Rus müşteri, kasabayı terk ediyor. Rus müşterinin bu ziyaretinden somut olarak hiç para kazanan olmuyor. Ancak kasaba, borç stresinden kurtuluyor.
Bu fıkra, Fisher'in denkleminde en önemli konu olan paranın dolaşım hızı hakkında bilgi veriyor. Fisher'in denklemi, paranın herkesin kendisinden kaçmak istediği 'kötü para' niteliğinde olması (kuyumcuların ve dövizcilerin akşamı, altın ve döviz ile kapatmaları) halinde; diğer bir deyişle paranın dolaşım hızının arttığı dönemlerde geçerli. Yaşı müsait olanlar 90'lı yıllar boyunca imkanı olan hemen herkesin döviz alıp TL'den kaçtığını çeşitli defalar gözlemlemişlerdir.
Bugün durum nedir? Bugün mal, hizmet ve para akışını sağlayan kanallar kuruduğu için paranın dolaşma hızından bahsetmek mümkün değil. Dolayısı ile dolanmayan paranın enflasyonist etkisi de olmaz. Para, özellikle harcama imkanı olmayan kesimlere transfer edilip harcamaya sevk edilebilirse ekonomik kanallara kan verilmiş olur. Finansal döngü, üretimi motive eder.
Ortam düzelince bankalarda birikecek olan bu para miktarının tahvil takası ile buharlaşması, mümkün seçeneklerden en gözde olanı, olacak.

İmamoğlunun tehdidi

Ekrem İmamoğlu, elektronik posta üzerinden bir tehdit almış.
Tehdit eden, ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla psikopat birisi. Bu durum elbette "vah vah adam hastaymış" duygusu uyandırmıyor. Kurban'a empati yapıyoruz doğal olarak.
Artan çeşitliliğiyle yabancı dizilerin yerli izleyiciler tarafından rağbet görmeye başlaması, potansiyelinde sıkıntı olan insanlarımızın suç işleme biçimleri hakkında ufuklarının açılmasına, yeni tehdit biçimlerini ekran üzerinden de olsa tecrübe etmelerine yol açıyor. Yerli psikopat, İmamoğlu'na gönderdiği tehdit mesajını "öldüreceğim kişiye önceden haber veririm" cümlesiyle bitiriyor. Ne kadar sinematografik değil mi? İlkelerim var diyor, manyak. Bu ifade bütün kurgunun öğrenilmiş olduğunu ortaya koyuyor.
İmamoğlu, haklı olarak avukatları aracılığı ile Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuyor. Böyle mesajları, önemsememek, görmezden gelmek doğru olmazdı.
Buradan bir süre sonra Müşteki avukatları, "12 gündür herhangi bir işlem yapılmadı" açıklaması yapıyor. Bunun üzerine Cumhuriyet Savcılığı da durumun öyle olmadığını; "acele iş" başlığı ile Emniyete, şüphelinin tespit edilip yakalanması talimatını verdiklerini açıklıyor.
Ankara'da yaşadığı tespit edilen T.G. gözaltına alınıyor. Bazı kaynaklarda T.G.'nin Meclis'teki azınlık bir partinin aktif üyesi olduğu bilgisi yer alıyor. (Olay netleştikçe işaret zamirleri, yerlerini isimlere terk eder elbet. Acelemiz ne?)
Eğer avukatların çıkışı olmasaydı bu yakalama işi bir süre daha sürüncemede(!) kalır mıydı? O süreç ima edildiği gibi sürünceme midir?
Neden avukatlar, hukuk sistemi içinde cevap aramak yerine araya medyayı koyarak Savcılığı açıklama yapmaya zorladılar?
Sistemin aktörleri arasında garip bir uyumsuzluk var.
İktidar, her ne olursa olsun kendi tarafını sağlama almakla mükellef. Ancak elbette maksadını aşan açıklamalar olduğunda sayın Bakan nezdinde sistemi koruyacak müdahaleler yapılmalı: Bir dönem kamu görevi yapan Fetöcülere ilişkin, "bunlar dindar insanlar, bunlardan kötülük gelmez" algısıyla hareket edip bir çok problemi görmezden geldiğimiz bilgisini öğrenmeye dönüştürerek etrafta (avukatlar dahil) maksadını aşan herkesi test etmek görevimizin bir parçası olmalı.

Salgında Dost Ateşi

Cuma gecesi saat 10 civarında açıklanan haftasonu sokağa çıkma yasağı kararı; çok sayıda insanın oruç bozup sokağa inmelerine, salgın kurallarına riayet etmeden market alışverişi yapmaları sonucuna vesile oldu.
Şimdi ertesi günün öğlen saatlerindeyiz. Bireysel olarak bütün o fütursuz davranışlara neden olan korku duygusu, yerini sağduyumuzun insafsız yargılamalarına terk etmiş durumda. (Id'den süperegoya) Şimdi sokağa çıkan herkes; kendisine, dün gece yaşadığının ne olduğu ve neden böyle davrandığını soruyor (ego anlam arıyor, karar açıklayacak) Ama tecrübemizle kabul edelim ki çok az sayıdaki insan, yanlış da olsa, öyle ya da böyle (korku, sürü psikolojisi vb.) bir karar verdiğini (tercih yaptığını) ve hatasını kabul ederek kendi sorumluluğunu aldığını ifade edecektir. Kitlenin önemli bir kısmı ise 'suçluyu' kendisi dışında arayacaktır. 'Bütün hata kızda, O kız öyle kısa giyinmeseydi, ona tecavüz eder miydim?' mantığının tekrarı. Bu söylem üzerinden yeniden aynaya baktığında gördüğünden utanç duymamak, yaptığını savunmak mümkün. Gerçekleri çarpıtarak, asıl mağdurun kendisi olduğunu ilan ederek yani.
İnsan, nasıl biri olduğunu extrem (uçlardaki) davranışları üzerinden anlayabilir. Bilinçaltının insanı hayatta tutma misyonu, ortama bağlı olarak kimi değerlerinde esneme ya da ihlallere göz yummasına neden olabilir. Korku, bilinci kapamış; tehlike geçince yapılan hata ortaya çıkmıştır.
Sosyal medya üzerinden kanaat belirten çok sayıda insan, kararın daha erken saatlerde duyurulması halinde bu paniğin yaşanmayacağını ifade ederek devlet aklını bunu öngörememekle suçladı.
Bu, erken saatte duyuru işinin mümkün olduğu ancak beklenti iddianın doğru olmadığı kanaatindeyim. Mevzu bu olmadığı için buradan devam etmek yerine; aynada kendi görüntüsünü seyretmeyi mümkün kılmak (yüzüne bakmaya yüzü kalsın) isteyen Ego'nun 'devlet daha erken söyleseydi, ben bu hatayı yapmazdım' gerekçesine sarılarak kendi dışında aradığı suçluyu bulduğu ve o yüzden korku duygusunun yerini pişmanlığa bıraktığı bu saatlerde kendi yaptıklarından dolayı nedamet getirmek yerine hala dışarıdaki birilerini suçlayanların neden pozisyon ve söylem değiştirmediklerini izah edebildiğimi umuyorum

31 Mart 2020 Salı

Dötü Kalkanlar

Birini tanıyorum: Yirmi sekiz Şubat sürecinde eğitim imkanları kısıtlandığı için yurt dışında eğitim görmesi gerekmiş. Mezuniyet sonrasını çalışma hayatı da izlediğinden uzun bir dönem orada kalmış.
Türkiye'ye kesin dönüş yapmasının nedenlerini kendisi, samimi olarak açıklayamıyor. Yorgunluk, yenilgi, özlem...?
Gidiş nedenleri farklı olan ve çocukları(nı kaybetmemek) için dönmek isteyen bir başka arkadaşım, istemesine rağmen dönmedi, orada kaldı. O da benim sessiz okuyucularımdan. Belki gaza gelir de yazar, dönmeme kararında neyin etkili olduğunu...
Ama bu ilk paragraftaki arkadaş, vaktinde döndü. Yaşı gençti, yani. Hemen paraşütle bir kamu kurumunda uyum sağlama süreci başladı. Tabi yönetici olarak. Başka türlüsü Yaradanın gücüne gider diye düşünülmüş olmalı. Kimse arabayla tuvalete gittiğini rapor etmedi ama o kadar uzun bir süre yurttan ayrı kalmış, kültürel açıdan öyle soğumuştu ki toplumla gerçek bir uyumundan söz edemeyeceğimiz vakaları oldu...Kişisel bir tecrübe olarak sonradan hayalinde kendisi gibi yurt dışına gitmeyen herkesi Yirmisekiz Şubatçılarla işbirlikçi gördüğü kanaatine vardım.
Akpartili bürokratların çeşitli muhitlerde yabancılaşmasından, 1984 romanındaki insana dönüşen domuzlara benzemesinden ben şahsen; yurt dışı tecrübesine haiz bu kadronun kamu bürokrasisinde istihdam edilen kısmının sorumlu olduğu kanaatindeyim.

29 Mart 2020 Pazar

Mizahın Gücü

Kısa bir süre önce 'Dingin Savaşçı' isimli ilham verici bir filmden kısa bir fragman paylaşmıştım. Bu sahnede usta, talebesine mizah duygusunu korumasını, mizahın tüm ölçülerin ötesinde büyük bir silah olduğunu söylüyordu.
Bütün silahlar, prensipte aynı işlevi görür. Bıçaksa keser, tabancaysa kurşun atar, top ise gülle fırlatır vb. Bu yapılanın iyi mi kötü mü olduğunu belirleyen kriter, çoğunlukla o silahı kullanan yeterlilik sahibi kişinin maksadıdır.
Tarih boyunca mizahın yıkıcı yönüne ilişkin çeşitli örnekler görmek mümkünse de yakın dönem kendi geçmişimizden; Özal'ın itibarsızlaştırılma sürecinde kullanılan abartılar, Akbulut fıkraları, Erbakan'a atfedilen hayalperestlik, takunyacılık küçümsemeleri, Demirel'in, saf değiştirinceye kadar Çoban Sülü vb. ifadeleriyle aşağılanması, Tayyip Beyin isminin ünvan kullanılmadan çemkirilerek asker arkadaşı tadında söylenir, yazılır olması vb. örnekler ilk elde hatırıma gelenler.
Kabaca on seneyi bulan denetimsiz sosyal medya uygulamaları, mizahın kötü bir silah olarak kullanımının örneklerini gözler önüne seriyor. Başkasının üzüntüsünden sevinç devşiren, bir türlü mutlu olamayan, huzursuz, ümitsiz hastalıklı bir ruh durumuna sahip insanlar, herkesin eşitlenip sınıfsal engellerin kalktığı internet düzleminde fark edilmek, dikkat çekmek için harekete geçiyorlar. Aslında boşuna yaşamaklarını, işe yaradıklarını ve iyi ki var olduklarını duymak istiyorlar. Oysa hedefiyle aralarında yeterli mesafe bırakmadıklarından manevra kabiliyetlerini yitiriyor ve çatışmaların kaynağı ya da konusu haline geliyorlar. Küfür edip övgü beklerken tatminsizlik doğuran cevaplar alıyorlar.
Twitterda, günlük hayattaki kuralların aksine sanki herkesin elinde aynı kutupların çektiği, zıt kutupların ittiği bir mıknatıs var. Sürekli bir kavga hali. Hormonların savaşı. Nefret te güçlü bir duygu durumu sağladığından bu gün kaybettiysek yarın kazanırız diyen kumarbazın davranış biçimine benzer bir motivasyon, bu programın sürekli açık olmasını sağlıyor.
Geçen gün Mevlüt Bayraktaroğlu söylüyordu. Artık nasıl bir kimlik krizine girmişse ekonomi yönetiminden küresel salgının idare biçimine kadar herkese ve herşeye ayar veren bir kardeşimizin mesajlarının altına 'hemen yapılsın, baş üstüne, ne duruyorlar' gibi yorumlar yazarak inceden ayna tutuyormuş, ayılsın diye.
Olmuyor ama... Hormonlar, algıyı baskılayıp anlamadaki intikal sürecini geciktiriyor.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...