25 Aralık 2018 Salı

Yeni asgari ücret

2019 yılında geçerli olacak asgari ücret tarifesi açıklandı. Buna göre yeni asgari ücret, %26 oranında bir artışla 2020 TL oldu.
Emekçiler, neden fiyat artışları alır? Bunun iki temel sebebi var: büyümeden pay almak ve fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen artışların alım gücünde yol açtığı daralmayı ortadan kaldırmak.
Uzunca bir zamandır, çalışanlara asgari ücret üzerinden büyüme payı ödemesi yapılmıyor. Varsa yoksa enflasyon etkisi... Tabi bu da önemli bir şeydir.
Bu yılki asgari ücret artışının enflasyonun %4-5 puan üzerinde olacağı anlaşılıyor.
Asgari ücretin neredeyse tamamı, ülke içi tüketim harcamalarında kullanılıyor. Dolayısı ile asgari ücrette yapılacak artışlar önemli çünkü doğrudan büyümeyi teşvik ediyor.
Bir husus ta bu yılki asgari ücret artışının, enflasyonu artıracağı kaygısında olan hazirun için eklemek gerek: temmuz ayında yaşadığımız ekonomik anafor, emek dışındaki bütün üretim faktörlerinin, malların fiyatlarını arttırmak için gerekçe oluşturdu. Klasik bir iktisat kanunu, fiyatların geriye esnek olmadığını söyler. Bunun anlamı, fiyatların düşme özelliği olmadığıdır. Nitekim enflasyonun temel artış gerekçesi olan döviz fiyatlarındaki tırmanış, ekimden sonra yerini düşüşe bırakmasına rağmen önceden artmış olan fiyatlar, kurala uyarak geriye gelemedi.
Şimdi artık genel ekonomik düzeyde emek fiyatlarında asgari ücrete yapılan artış oranlarında güncelleştirmeler yapma zamanı. Bu artışlar, büyük oranda enflasyona neden olmayacak zira işletmelerin bu artışları karşılayacak bir fiyat artışına gittiklerini ve bu fiyat seviyesini de koruduklarını biliyoruz. Kamu, ücret artışlarını bahane edip enflasyona yol açmak isteyecek girişimcilerle özel olarak ilgileneceği kanaatindeyim.

23 Aralık 2018 Pazar

Yıldönümleri

2018 yılı çıkıyor. Malumunuz, 2018 yılı, 1918 yılının yüzüncü yıl dönümü.
100 yıl, 500 yıl, 1000 yıl gibi dönüm günleri, anılacak olayın önemine göre çeşitli toplantı ve etkinlikler yolu ile toplum gündemine getirilir ki, geçmişin hatırası, olayın günümüze etkileri vb konularında toplumsal mutabakat sağlansın, kolektif bilinç (toplumsal hafıza) beslensin.
Bu yıl, 1908'den 1918'e kadar toplumsal hafızamızı ilgilendiren en az sekiz farklı önemli tarihi hadisenin 100. seneyi devriyelerini doldurmuş olduk. Zengin babanın züğürt oğlu gibi neredeyse dedelerimizin doğrudan yaşadığı bu hadiselere neden bu kadar yabancılaştığımız, sanki bütün o yaşananlar olmuş bitmiş, bugüne etkisi olmayan, hatta bizimle ilgisi bile olmayan 'başkalarının hikayeleridir.'
Mart 2019'da İstanbul'un işgalinin yıldönümünü idrak edeceğiz. Bu olmaz dediğimiz ne varsa olmuş, yoklukla imtihan edilmişiz.
Sonra Mayıs 1919'da, direnişin başlangıç yıl dönümü ve diğerleri. Hepsinin bir mesajı var.
Toplumun yetkinliği, geleceğimizin teminatıdır. Hafızası olmayan toplumlar, milletten çok kitleyi oluşturur.

Sarıkamış Harekatı

Türkiye, dünyanın ortasında ama kabul edelim ki bu durum; Türkiye, herşeyin merkezinde demek değil.
Sözlü ve yazılı medya üzerinden akan haberler, aklımıza gelebilecek her kategoride bir Türk ya da Türkiye vurgusu olduğunu ispat için algı üretmeye çalışıyor: "En uzun yaşayan bizde; bu olay başka yerde olmaz; burası Türkiye!; yine dünya şampiyonu oldular... " vs.
Sarıkamış harekatı, yıldönümü hatırlanan ve hatırası yürüyüşlerle taze tutulan ender bir olay... Ancak kanaatimce ilginç bir şekilde Sarıkamış Harekatında ne oldu, bugüne mesajı nedir konuları es geçilerek bilgiden öğrenmeye geçmek, kitlesel anlamda mümkün olmadı.
Dikkatinizi çekmiştir; Sarıkamış'taki şehit sayısı, iç kamuoyundaki kullanımlarda garip bir şekilde yüksek gösterilir. Şehit sayısının çokluğu ile övünmek de neyin nesi? Neyse o olmalı, öyle değil mi?
Sarıkamış, Almanya'nın Batı cephesinde siperlere çakılı kaldığı; dolayısıyla doğudan kendi üzerine
gelecek Rus tehdidini bertaraf etmek için Osmanlıyı, siyasi baskılarla önce savaşa sokup sonra da Rusları meşgul etmek üzere Kafkaslara yönlendirdiği öncü bir harekattır. Büyük resim okuması, en yalın biçimde budur.
Enver Paşa, Erzurum'daki ordu merkezi ile sürekli haberleşme halindedir. Askerin ihtiyaçları ve hava durumu hakkında sürekli anlık telgraf bilgileri alır. Görev yeri Erzurum olan ve sonradan harekatta şehit düşecek olan Hafız Hakkı, Genelkurmay'da Enver Paşa'yla yakın çalışmış, onu tanıyan bir subaydır ve her iki konuda da bardağın dolu tarafını gören yanıltıcı bilgilerle Paşa'yı yanlış yönlendirir. Enver Paşa, harekatın olumlu geçeceğinden o kadar emindir ki zafere sahip çıkmak için bölgeye gider, denetlemeler yapar, harekatı başlatır.
Daha önce bir benzerini Balkan Savaşı sırasında yaşadığımız lojistik (levazım) sorunları, Sarıkamış Harekatının da sonucunu belirleyen en önemli nedenlerdir. Denetlemeye girecek ordu komutanları, ihtiyaçlarını merkeze bildirmek yerine geçici olarak denetlemeye girmeyecek olan başka birliklerden temin etmişler ve eksiğin var mı sorusuna hayır demişlerdir.
Bürokrasi, ne kadar ihtiyaç içinde olursa olsun dışarıya karşı kendini güçlü göstermek ister. Aksi durum genellikle bir yöneticilik zafiyeti olarak algılanır. Yönetici, üstü yöneticiden azar işitmemek, kariyerinde olumsuz bir kaydın yer almasını önlemek için durumu idare edebilir. Sarıkamış'ta bu olmuş, bunun sonuçları acı vermiştir.
Allah, şehitlerimize rahmet etsin.

17 Kasım 2018 Cumartesi

Ermeniler

Anadolu'da, İran'da, Kafkasya'da; dağınık ve düşük yoğunluklu bir nüfusla yaşayıp giderlerken; 19.yüzyılın ikinci yarısı boyunca Rusya, İran ve İngiltere'nin zoru ile 400 yılı aşkındır Türk yurdu olarak bilinen bölgeye toplanan bir etnisite: Ermeniler
Sorsan, tarihten önce de vardık diyecekler. Sorsan, çok daha fazlasını da söylerler... O yüzden sorma, boş ver. Bunlar yüzyıllardır bizim insan kardeşimiz olarak korumamız altında yaşamış, zanaatte ustalaşmış, kaygısızca çoğalmış bir insan topluluğudur. İğfal edilerek bin bir vaad ile baştan çıkarılmıştır. Fitnenin kaynağı kendileri değildir; bizim gibi fitneye maruz kalmışlardır.
Galiba bu biraz da bizim kaderimiz. Yunan'ı, Ermeni'si, Bulgar'ı, Sırp'ı, garibi gurebası, devlet kurmak, toprağını büyütmek, aynı dili konuşan insanlarını kendi etrafında birleştirmek bahanesi ile vergi toplamak ve tarihten kendine bir kimlik edinmek için Türkleri kestirir gözüne. Öyle ya düşman güçlü olacak ki, milli kimlik te ona nispetle özgüven kazansın. Ne yapalım, bütün bunlar, bizim seçimimiz değil...
Tehcire maruz kalanlar, ölçülü konuşurken onların çocuk ve torunları, mazoşistik bir sevinçle köpürterek tehcir hakkında yalanlar ürettiler, ballandıra ballandıra kin ve nefret suçu işlediler, yüz yıl boyunca... Kitlesel bir depresyonu, kalıcı kılmak için ne gerekiyorsa yaptılar: heykeller, müzeler, şarkılar, filmler...
Biz kendi var olma mücadelemizi kazanıp yeni cumhuriyetimizi kurduğumuzda on yıldan fazla sürmüş olan bir savaş serisinden çıkıyorduk. Türkiye' de hakkında dedikodu yapmak için kim ne yapsın Ermenileri? Tarihin hangi devrinde bir düşman ihtiyacı içinde olmuş ki bu toplum, şimdi olsun?
Yokluk yılları, ll. Dünya Savaşı sürecinde de devam edecektir. Anadolu'da sessizce konuşulan, nasıl katliam yaptığımız değil nasıl katliama uğradığımızdır. Dış İşleri mensubu şehitlerimiz de oldu; genç nesle kimsenin "bunları unutmayın, bunlar da oldu..." dediği de yok bu arada. Ermeni düşmanlığı tesis etmeden tarih şuuru vermek lazım o gençlere. Ama devletin başka türlü bir yoğunluğu var. Yetişemiyor...
Kendilerini iyi hissettikleri ilk fırsatta Karabağ'ı işgal ettiler. Göç geldikleri yerin sahibi olmak için sivil, genç, yaşlı demeden karşılaştıkları Azerileri katlettiler, Karabağ' da. (Ermeni) Haklarını korusun diye 25 yıldır çözümü tıkayan Minsk grubunu kurdu, Batılılar.
Ermenistan Ermenilerini, o coğrafyada kaldıkları müddetçe zihnen kurtarabilmenin mümkünatı yok, depresyon, yoksunluk ve saldırganlık çukurundan kurtulamayacaklar.
Türkiye Ermenileri, zaten vatanlarında yaşıyor, dedik ya insan ve kültür kardeşlerimiz onlar bizim.
Karabağ'a ne olacak, peki? Azeriler, tıpkı Ermenistan Ermenileri gibi günü geldiğine inandıklarında harekete geçecekler. Bir şeyler bildiğimden değil; savaş, savaşı çeker, çünkü.

24 Ekim 2018 Çarşamba

Algının değişimi

Amerikanın sesi (VOA), Uluslararası Ekonomi Peterson Enstitüsü uzmanlarından Jacob Kirkegaard ile kısa bir söyleşi yapıp yayınlamış. Uzman, misyon sahibi tüm kaçamak severler gibi arkası boş bir büyük resim okuması yapıyor. İsminin önünde yer alan uzmanlık titri, titrememizi sağlayacak kadar güçlü değil. IMF'yi adres gösterip ekonomik krizin başında olduğumuzu müjdeliyor.(!)
Kirkegaard, söylemlerinde haklı çıksa ünlü biri olur mu, sanmıyorum. Ancak gerek kimliğinin Türkiye toplumu için önemsizliği, gerekse söylemi, zaten haklı çıkmaması halinde büyük bir bedel ödemesini gerektirmeyecek.
Bu ara kerameti kendinden menkul çok uzman göreceğiz, benzer ağız kullanan. Medya bunları karamsar bir algı tasarımı için görünür kılıyor olmalı... Zira iş yapmak istese Berat Albayrak'tan randevu alır. Haber yapıyor ki dezenformasyon olsun, senin benim algım değişsin.
Yakup kardeşin "Allah, bir" beyanına dahi ihtiyacımız yok. İşimize, gücümüze bakalım.
Yalancı kahinleri; ihbar halinde polis, toplayıp savcıya götürüyor. Bkz. Aydınlı cinci hoca (!) Mehmet Pala. 36 yaşında hayatın festivalden ibaret olmadığını gösteren süreçle tanıştı.
Umarım Uzman Yakup ta gün gelir, emeğinin karşılığını alır.

İnşaat Sektörü Tercihi

Bir konuyu kayda geçirmeyi, unutulmasına tercih ediyorum: Bir takım akıl sahipleri, Türkiye'nin yurt dışından borçlanma yolu ile temin ettiği fonları, inşaat sektörü gibi verimsiz alanlarda değerlendirdiğini, sırf bunun için bile olsa cezalandırılması gerektiği görüşündeler.
Büyük resim anlatıları böyle olur. Detayları olabildiğince sadeleştirir, görüneni anlatırsınız. O zaman problem nerede?
Türkiye, liberal demokrasi rejimini tercih etmiş bir ülke. Burada devlet ekonomik planlar yapar, kendi kamusal hedeflerine uygun yatırım yapan girişimcileri, vergi almayarak, kredi tesis ederek vb. yöntemlerle destekler, yönlendirir teşvik eder. Hiç bir yöne icbar etmez.
Girişimci, inşaat yapmak istiyorsa kaynağını bulur, yapar. Devletin Toki dışında inşaat yatırımı yok. Toki de bildiğim kadarıyla yurt dışından kredi almıyor. Ancak bankalar, üretilen konutların finansmanı için ihtiyaç duydukları fonları, yurt dışından temin ediyorlar, edebilirler.
Etrafımızdan biliyoruz, imkanı olan pek çok girişimci gerek fırsat gerekse imkanları elvermesi nedeniyle konut yapmaya yöneldi. Görünür konut stokunda bir arz fazlası var. Durumu gören yeni girişimci, piyasanın doyduğunu anlıyor, yeni pozisyon açmıyor.
Büyük resim anlatısında kullanılan ete kemiğe bürünmüş Türkiye somutlamasının fiziki karşılığı, bankalar ve çeşitli proje sahibi müteahhitler. Devletin özellikle müteahhitlerin batmaması için özen gösterdiğini, kampanyalar yaptığını da gördük. Zira inşaat sektörünün çok fazla sektör ve kesimle ticari bağları var ve sektörel bir batış, ekonominin bütününde onarılmaz hasarlara neden olabilir.
Türkiye'yi ve Türk Devleti'ni şamar oğlanı gibi gören anlayışın detayda devletle birebir karşılığı olmayan büyük resim beyanlarında bulunması ve bu kapsamda kendi gibi olanla girdiği karşılıklı onay mekanizmasını "değil mi Muhittin?" anekdotuyla bağlamak üzere insafınıza terk ediyorum.

Değil mi Muhittin?

Erzurum Atatürk Üniversitesi kurulduğunda öğretim kadrosu akademik ihtiyaçtan dolayı biraz hızlı ünvan almış. İşletme dersleri hocası Aydın Türkbal da çok erken bir yaşta profesör ünvan almış, daha sonra asistanı Muhittin Hoca ile birlikte ders verir olmuştu. 90 öncesi üniversitelerde genel olarak Hoca-Asistan ilişkisi, tam bir üstad-çömez ilişkisi gibidir. Asistan, Hocanın mutlak surette emir ve kontrolündedir.
Muhittin Hoca'nın her zamanki gibi öğrencilerin arasında oturduğu bir gün Aydın Hoca, bir hatırasından bahseder: "... İlaç şirketinden geldiler. Yeni bir ilaç geliştirmişler. Benden denememi ve ilacın bağımlılık yapmadığına dair bir rapor vermemi istediler. Muhittin biliyor, değil mi Muhittin?"
Muhittin Hoca, tastik eder: "tabi hocam..."
"... Aradan şimdi hatırlamıyorum, 20 günden fazla geçmiş olmalı, ben ilacı denedim ancak bağımlılık yaptığını görmedim. Hemen raporumu yazdım gönderdim... Değil mi Muhittin?"
- Tabi Hocam...
- O hafta sonu, Kocaeli'nde bir sempozyum vardı. Muhittin'le beraber gittik. Hatırladın değil mi Muhittin?
- Evet Hocam...
- Gittik ama ben otobüste fenalaştım. Meğer, ilaç bağımlılık yapıyormuş. Kendimi otogardan eczaneye zor attım. Değil mi Muhittin?
- Evet, Hocam.
- Eczacıya ilacı sorduysamda "... Maalesef, hiç kalmadığı şeklinde bir cevap aldım. Yıkılmıştım. Eczacı, halimden müteessir olmuştu.
- Ne oldu diye sordu.
- Şey... Galiba ilacın bağımlısı oldum dedim...
- Nasıl olur, mümkün değil; bakın, ünlü profesör Aydın Türkbal'ın raporu var, bu ilaç bağımlılık yapmaz!
Çok bitkin bir şekilde gösterdiği yere baktım. Cam tezgaha alttan raporumun bir fotokopisini yapıştırmış, ona işaret ediyordu. Başımı iki yana sallayıp;
- Üzgünüm, Aydın Türkbal benim. Maalesef erken karar vermişim. İlaç, bağımlılık yapıyor dedim. Değil mi Muhittin?
- Tabi, Hocam...
- O zaman eczacı, elini ağzına götürüp "öyle mi?" dedi... Eğilip masasının çekmecelerinin birinden ilacı çıkarıp uzattı:
- Buyurun, Hocam; alın kullanın. Çok az sayıda kaldı. Yok satıyor, ilaç. Dostlar için bir kaç kutu ayırdık. Alın lütfen kullanın.
Çok teşekkür edip hemen bir tane kullandık oradan sempozyuma geçtik, değil mi Muhittin?
- tabi, Hocam...
Rahmetli Aydın Hocanın buna benzer başka hikayeleri de var. Mekanı cennet olsun. (Muhittin Hocanın bu kadar ezilmişlikten sonra ne kadar sert bir Hocalık yaptığını tahmin etmişsinizdir.)

Faiz Bülteni

Faiz oranının büyüklüğünü gelecek beklentisi belirler. Halen yıllık faizler, %25 civarında.
Şimdi kendimize soralım, bir ay ya da onbeş gün önceki 'Türkiye’nin geleceği' algısı ile şimdinin algısı aynı mı? Değil. O zaman faiz beklentisi neden aynı kalsın? Merkez, Trump'ın hamlesini beklediğimiz gibi okuduysa pas geçme hakkını bile kullanmaz, doğrudan faiz düşürür. Trump'ın desteği olmadan sivil inisiyatiflerin Türkiye'yi kaosa sokma güç ve imkanı bulunmuyor. Hele alınan bunca tedbirden sonra...
Berat Albayrak, yakın zamanda kullandığı 'en kötüsünü geride bıraktık' söylemiyle biri yabancı, diğer ikisi doğan görünümlü şahin olan bazı kişilerden tepki mesajları almış ancak kur'un gerilemesiyle Bakanı madara etme coşkusu, sessizliğe bürünmüştü.
'İlkesiz durumsallık' (duruma göre taktik geliştirme), müzmin muhalefet için uygun bir strateji olabilir. Hatta bu kişiler bir araya gelip blumberg adında bir TV kanalı da kurabilirler. Etkileri, kendilerine kulak veren seyircilerin motivasyonundan ibaret kalacaktır. Şimdi burada ATEŞ ya da KAÇIN diye bağırmamın, sizde meydana getireceği tehdidin(!) gücü gibi yani.
Akıllı ve sabırlı olalım yeter.

Türk'üm ama Türkçü değilim

"Türk'üm ama Türkçü değilim"
Türkçü nasıl olunuyor usta, bir anlatsan da öğrensek.
Türk alıp satana mı Türkçü deniyor. Hangi tarihsel tecrube, hangi itikat seni konuşturuyor? Mesela Türk olmanın pratik anlamı hakkında bana üç tane cümle kurar mısın? Bu bir etiket midir yalnızca, yoksa kimlik midir; siz, sen benua'da mı okudunuz, Fransızca mı konuşuyor, rüya görüyorsunuz; İngilizlere neden güvenmezsiniz, Alman ya da Fin olsaydınız yine böyle mi düşünürdünüz, bir fikretseniz rica etsem.
Antep'te fıstık zamanı tüccar satıcıya sorarmış, "sen mi yetiştirdin yoksa miras mı?" Zahmetli işlerin bedeli pahalı olur, ver kurtul yapmazsın emeğin görürsen...

30 Eylül 2018 Pazar

Ekonomik Büyüme

Orta vadeli plan açıklandı. Bir süredir kimi çevrelerce vebalı muamelesi gören büyüme rakamları, OVP kapsamında küçültüldü; yerli, yabancı ekonomik çevrelerin beklentilerine uygun hale getirildi. Peki, bu oranlar tahakkuk etmek için yeterince gerçekçi mi?
On yıldan fazla bir süredir Türkiye'de ekonomi, devlet politikalarından bağımsız hale gelmişti. Son iki yılın özelliği şirketlere KGF üzerinden nakit girdisi sağlamak ve bu yolla finansal döngü çarklarının durmasını önlemek olmuştur.
Kişisel gözlemlerime göre Türkiye'nin içinde bulunduğu ölçek ekonomisi nedeniyle 'spontan' (dış müdehale olmadan, kendi kendine) gerçekleştireceği büyüme oranı, %5'in altına düşmez. Bunun altında belirlenmiş oranların tahakkuku için vergilerin yükseltilmesi, iç tüketimin abartılı bir şekilde düşmesi, %30'ların üzerinde enflasyon gibi fiili fren etkilerine ihtiyaç var. Bu frenin tutamayacağın kanaatindeyim.

Midas'ın Kulakları öyküsüne çağdaş yorumlar

Anadoluya Balkanlardan gelen ve tarihe dönemin teknoloji harikası 'çengelli iğnenin' mucidi olarak geçen Frigler, bugünkü Eskişehir'in yakınında kurdukları Gordion namıyla maruf yerleşim yerini başkent edinmişlerdi. Friglerin meşhur Kralı olan Midas'a ilişkin bir kaç hikaye günümüze kadar gelmeyi başarmıştır:
Midas'ın berberinin sır ölümünden sonra kentin traşıyla ünlü bir başka berberi, Kralın hizmetine atanmış.
İlk traş sırasında da tuhaf bir şeyler olduğunu kavramış Berberimiz. Nitekim Midas'ın saçlarının kısaltmasıyla birlikte kulaklarının şekli ortaya çıkmaya başlamış. Uzun eşek kulakları imiş bunlar. Görmezden gelmiş, akıllı adam. Yanlış olur diye bir şey de sormamış. İşi bitince sıhhatler olsun demiş, ayrılmış saraydan. Sonrası malum karın ağrıları... Kimselere bir şey diyememiş ta ki ikinci kez traş için saraya çağrılana dek. Merakı katmerlenmiş ama yine kendiliğinden bir bilgi akışı olmamış; kocaman uzamış kulaklar, oldukları yerde duruyorlarmış. İçinden gelen kıkırdama hissini bastırmış ama Kral Midas'ın kuşku dolu bakışlarını da üzerinde hissediyormuş.
Neyse ikinci ayın bitiminde sahip olduğu bu sırrın meslek etiğine aykırı olduğunu fark etmiş. Bir berberin ortamı, aynı zamanda çevresel bilgilerin toplandığı ve bir mantık dahilinde kamu yararına yeniden yorumlanarak servis edildiği bir mekandır. Berber, Midas'ın sırrını toplumla doğrudan paylaşamayacağını biliyormuş ama bu sırrı bir kuyuda seslendirmesinde bir mahsur bulunmayacağını düşünerek kuru incir aldığı dükkandan çıkıp şehir dışındaki kuyulardan birinin başına gelmiş. Bedenini kuyuya sarkıtıp elleriyle dengesini sağlamış ve vaktinden önce öldüğü kanaatinde olduğu meslektaşını aklına getirerek olanca gücüyle haykırmış: "Doğal kurumuş incirin kilosu 70 liraaa!, Doğal kurumuş incirin kilosu 70 liraaa... "

13 Ağustos 2018 Pazartesi

Hırsızın hiç mi kabahati yok?

Hasta, koluna serum takılmış vaziyette sedyede uzanmış yatıyor. Bir enfeksiyon hastası, bu. Hastaneye bir nedenle gelmiş ancak koluna takılan serumun bozuk olmasından dolayı enfeksiyon ve yüksek ateş başlamış.
Bir doktor topluluğu, hastanın başında konsültasyon yapıyor.
- Evet, nedenini bilmiyoruz ancak hastanın ateşi 40 dereceyi buldu. Bu arada fark ettim ki tansiyonu da yüksek hastanın. Tuzsuz beslenmeli.
- Kalp atışlarında tespit ettiğim ritim bozukluğu, kalp kaslarının zayıflığını ortaya koyuyor.
- Şekeri de yüksek...
- Kabızlık problemi de var görünüyor.
Öyle anlaşılıyor ki doktorlardan her birinin söylediği doğru olabilir ancak bu teşhisler, hastanın derdine, önceliğine çare değil. Bu doktorlar, o hastayı tedavi edemezler. Ateşi düşürüp enfeksiyonun kaynağını kesecek ve enfeksiyondsn etkilenen yerlere uygun antibiyotik tedavisine başlayacak olan doktorun hizmeti, hastaya sağlığına kavuşturacak.

Döviz Operasyonu

Osmanlı, altın para rejiminden kağıt para düzenine geçmek için çok uzun bir zaman uğraş verdi. İlk denemeleri öyle acemiceydi ki amatör kalpazanların bile harekete geçmelerine neden olmuştu. Bu topraklar, ekonomik savaşı böyle tecrübe etti, ilkin...
24 Ocak kararlarıyla döviz cinsi paraların yurt içinde kullanımı, bulundurulması, alınıp satılması serbest oldu. Gelişen zaman içinde Türkiye'nin uzun yıllar sürecek olan yapısal enflasyonu, bir yanda TL'yi günlük değer kaybına uğratıp eritirken diğer yanda dövizi, atıl kalacak paranın değerini koruması için günlük hayatta kullanılan bir yatırım aracı konumuna soktu. Bunun sonucunda TL, Türkiye'deki egemenliğini döviz cinsinden paralarla bölüşmek, onlara istemeden de olsa yer açmak zorunda kaldı. Bu durum, son dönemdeki ekonomik bağışıklığımızı zedeleyen en önemli unsurdur.
Bugün ekonomide yaşadıklarımız, Türkiye'nin ekonomideki yapısal sorunlarıyla ilgisi olmayan açık bir finansal operasyon. "Ben demiştim..." ifadesiyle başlayan sözlerin operasyon çekenleri meşrulaştırma gibi işbirlikçi bir sonuç taşıdığı, mağdurla empati kurmaktan çok faile destek verdiği de açık... (Gözü kesmediği için tacizciye had bildirmek üzere sesini çıkartmak yerine, tarafsız görünüp tacize uğrayan mağdur kıza "sen de öyle giyinmeseydin, suç sende" diyen alçaklardan olmayalım.)
Son bir söz de ekonomik anlamda ülkenin silahlı kuvvetleri olması gereken Merkez Bankası, BDDK, Hazine ve Maliye'ye... Kur oyunu oynayan finansal kuruluşları tespit etmekten aciz oldukları, hatta belki bu misyonu edinmeyle ilgili bir farkındalık taşımadıkları şimdi net bir biçimde ortaya çıktı.
Siyasiler? Şu kadar söyleyeyim: Tayyip Beyin pozisyonundan kaynaklanan bu işle ilgili sorumlulukları var. Bunların gereği için aktif bir öğrenme ve çalışma gayreti içinde olacak.
Sorumluluklarının neler olduğunu, O biliyor...

Dövizden para kazanmak mı?

İnsan, değerleriyle çıkarları arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığında anlar, nasıl biri olduğunu...
Evet döviz artmaya devam edecek; kendisine yetki verdiğimiz siyasetçi ve bürokratların bu operasyonu önleyecek yetenek, görgü ve tecrübeleri yok çünkü. Bu süreç içinde eğlenceye katılıp fırsattan istifade etmek, döviz satın alarak para kazanmak isteyenler için bu imkan pratikte mevcut.
Ancak -özellikle- parası olmasına rağmen "ülkemi, insanımı seviyorum, kendi menfaatime sonuç doğuracak olsa da başkasının aczinden yararlanmayacağım" gibi kendi benimsediği değerleri ile uyumlu davranmak suretiyle "hayır, ülkeme operasyon çekenlerin ekmeğine yağ sürmeyeceğim, onlarla aynı safa geçemem, bunu yapmaya gücüm de yeter ancak bunu yapmayı reddediyorum" kararını almak da mümkün.
Bir karar aldığımızda kendi irademizi belirlemiş, ilk hamleyi yapmış oluruz. Bunun sonuca etki gücü çok sınırlı da olabilir. Hayatta önemli olan kendi iç tutarlılığımızdır. Kazanç ve kayıp, taktiksel (kısa dönemli, anlık) olabilir, bu kısım sürecin ancak bir parçasına tekabül eder. "Herşey" sonuç için değildir. Biz yalnızca emek verir, taraf oluruz; sonucu Allah belirler.

Canlılar, Kurban ve başka şeyler

Canlılarla (İnsan, hayvan ya da bitkilerle) ilgili aldığımız kararlar, yalnız karşıda bir etkiye neden olmaz, kararı vereni de etkiler, değiştirir, dönüştürür.
Hayvan severler, şiddet, dokunma, sevme ve bunların etkisini görme duygularının insanı nasıl da dönüştürdüğünü iyi bilirler. Unutmayalım, Küçük Prens'i de sıradan bir çiçek evcilleştirmişti.
İhtiyaç sahibi biriyle girilen yardım ilişkisi, yardım edeni de iyileştirir, onun da yaralarını sarar. İşe yaramak, kuşatıcı, doyum veren ve hayata anlam katan güçlü bir duygudur.
İçinden geçilen her Kurban Bayramı, hayatın ne de kolay kaybedilebilen bir değer olduğunu gösterir bize. Besin zincirinin tepesinde olduğumuzun gizli şükrünü tadar her ölümlü...

Enflasyon

Enflasyon, piyasada işlem gören mal ve hizmetlerin fiyatlarında ani ve sürekli artış olması hali demektir.
Satıcıların, fiyat artışını gerçekleştirmek için neden(ler)e ihtiyaçları vardır: Akaryakıt ve döviz fiyatlarında meydana gelen artışlar, girdi yönü itibariyle en sık görülen maliyet artış gerekçeleridir.
Bu gerekçelerin sahici olabilmesi için piyasanın büyük çoğunluğunun yeni kurdan fiili ithalat yapması ya da içinde yeni kurlardan ithalatı yapılmış ürünlerin olduğu malları satın alması gereklidir. Aksi taktirde arızi olarak meydana gelebilecek kur değişimlerinin fiyatlara yansıtılması mümkün ancak etik ve pratik değildir.
Enflasyon, temelde bir servet transferidir. Bu durum, fiyatlara etki etmeyi becerenin beceremeyene göre daha çok kazanması, zenginleşmesi anlamına gelir. Piyasadaki bütün mal ve hizmetler, teorik olarak her an fiyat arttırabilirken neredeyse tüm malların maliyeti içinde yer alan emek geliri, istisnai haller dışında yılda bir kez kendi fiyatını güncelleyebilir. Dolayısı ile enflasyon, en çok emek geliri elde eden toplum kesimleri üzerinde (sömürücü) etkisini gösterir.
ABD'nin yürüttüğü kur operasyonunun, gerek döviz fiyatları gerekse ülke genelindeki ticareti durdurucu nitelikte olduğu ve bu denli yıkıcı etki gösterdiği bir zamanda hızlı hareket edip yeni fiyat oluşumlarının önüne geçmek kamusal bir görevdir.
Temel iktisat kurallarından biri, fiyatların geriye esnekliğinin olmayışıdır. Diğer bir deyişle artan fiyat, geriye gelmez. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, bu bakımdan kritik bir öneme sahiptir.
ABD tarafı, kur düzeyindeki gelişmelerin fiyatlara yansıtılması ile ilgili teşvik edici bir politika geliştirmiş olmalıdır. Bunun başarısız kılınması için Devletin çeşitli alanlarda faaliyet gösteren "piyasaları gözetim ve denetleme kurulları" ile Merkez Bankası'nın fiyat artışı konusuna her zamankinden daha çok önem vermesi gerekir.

28 Haziran 2018 Perşembe

24 Haziran Seçimi Çeşitlemeleri 2

Ne garip seçim analizleri yapılıyor?
Diyorlar ki oy oranları, geçmiş seçimler itibariyle bir eğilim analizi çerçevesinde yorumlanır. Buna göre önceki seçimde %41, sonrakinde %49, şimdi de %42 oy aldıysanız seçimin kaybedeni olmuşsunuz demektir. Seçimin kaybedeni ama Türkiye'nin en yüksek oy alan partisi aynı zamanda. Ne tutarsız, şizofren bir mantık?
Bu sihirli ayna, delirtir vallahi. Sorduğunuzda en güzelin siz olduğunu söyler ama diğer taraftan da bunun tadını çıkarmanıza izin vermez. Pamuk Prenses'in sizden bir tık daha güzel olduğunu ilave eder. Normalde bu durumda elinizdeki kumanda ile başka bir kanalı açmanız gerekir ama heyhat. Orada da aynı sudan içmiş bir başka uzman, benzer teraneleri seslendiriyordur. Kitle eğitimi, böyle sersem yapar insanı...
Oy vermek, seçim günü itibariyle bir karar vermek, partiler arasında bir seçim yapmaktır. Bir önceki seçimde ne yaptığınız, kime oy verdiğiniz yalnız kendinizin bildiği ancak sizi - oy vereni- bile bağlamayan bir bilgidir. Kimse "ulan geçen seçimde A partisine oy vermiştim, şimdi B'ye versem tutarsızlık olur. İnsanlar benim için yatırım yapmıştır, yazık..... onları yarı yolda bırakmış olurum, en iyisi yine gidip A partisine vereyim" demez.
%42 içinde bir sıralama önceliği yok. Yani oy vermiş seçmenin, ben bu %42'nin neresindeyim? İlk %5 içinde mi, %11 ila %24 arasında mı? gibi düşünceleri, anlamsızdır. Bu anlamsızlık, %42'nin kümülatif (birikimli) bir değer olmadığını gösterir. Yani yan yana dizilmiş 100 seçmen düşünün. %42'lik oy, bu yan yana dizilmiş 100 kişiden 42'sinin bir adım öne çıkması demektir. Evvelce öne çıkan 7 kişi bu dalgada 42 kişi ile birlikte hareket etmemiştir ancak bu defa öne çıkan 42 kişinin daha önce öne çıkan 42 kişi ile aynı kişiler olduğu iddiası da ancak bir safsatadan ibarettir. Bu 7 kişinin 42 kişiye borcu olmadığı gibi alacağı da yoktur. Fotografta ya varsınızdır ya da yok. %42, orijinal bir bileşimdir.
Ancak parti demokratik yarışın maksimalist yapısı gereği, "neden daha önce seçmenin %40'ının oyunu alırken sonra %49'unun oyunu aldım? Bu teveccühün sebebi nedir? Neden şimdi %42 aldım? Bu kayıp neden?" sorularını sorabilir, telafi politikaları izleyebilir.
Kolektif bir şuurla %42'yi bir araya getiren seçmenler, kimsenin sofrasında meze değildir. Tercihleri, öyle ya da böyle AkParti'yi ülkenin en müteveccih partisi yapmıştır: Memleketin en rağbet edileni. Bu seçmenin, tercihinden dolayı kimseye özür borcu yoktur. Tercihine en başta AkParti'nin sahip çıkması gerekir.
Şu sonuç odaklı maskülen tavırdan çok rahatsızım. Hiç ölmeyecekmiş gibi sürecin tadını sabote etmek, kendini ve çevresini mutsuz kılmak için elinden geleni yapıyor. Bizden, semtimizden uzak durasıcalar...

İnce ince Yasemince

Muharrem İnce, aldığı oy oranına işaret ederek muhalefetin yeni lideri olduğu izlenimi vermeye çalışıyor. Bu olgu ile destekli sosyolojik bir zaruret mi; artık vekil olmadığından kendine iş çıkarma gayreti mi, yoksa İnce, gerçekten seçimden başarı ile mi çıktı?
Seçimden başarı ile çıktığını sanmıyorum. İzah edeyim. Tayyip Bey'in karşısında kabaca üç aday vardı: İnce, Akşener, Demirtaş.
Muhalif bir seçmen olduğunuzu düşünün. Bu üç isimden hangisine oy verirdiniz? Milli değerlerimize o kışkırtıcı, tahkir edici, nezaketsiz üslubu ile alçakça ve defalarca saldıran ve bu nedenle önümüzdeki beş-on yılı demir parmaklıklar arkasında geçirecek olan birine mi oy verirdiniz, yoksa hakkında kendi vehimlerimizden, algılarımızdan başka bir hüküm sahibi olamadığımız, ne dediği, ne istediği belirsiz, Akşener'e mi? Netice olarak her ikisi de düşük tercih oranları ile tarihteki yerlerini aldılar.
Ancak bütün bunlara rağmen Muharrem İnce'nin en büyük kozu, Tayyip Bey'in kendisini muhatap rakip almasıdır. Tayyip Bey, Muharrem İnce'yi değil de bir başka adayı muhatap alsaydı, bütün eksikliklerine rağmen o adayın yıldızı parlayacaktı. Bu işler böyledir: lider kimi muhatap alırsa o öne çıkar,diğerleri tali konuma düşer.
Bütün bunlardan sonra İnce, %30'u aşmış, aman ne büyük olay! Doğrudan pazarlamaya hep itici bulmuşumdur.

24 Haziran Seçimi çeşitlemeleri 2

Şaka gibi ama öyle sıradan bir şaka değil, eşek şakası gibi.
Yurt dışında yaşayan orta yaşı geçkin üç kadınla yapılmış bir ropörtaj videosundan bahsediyorum. HDP iktidara gelirse akan kanın duracağını söylüyor, ablalar. Bunun için de acil bir HDP iktidarı talepleri var. Bunlar hesap insanı değiller, muhtemelen öyle inanıyorlar. İflah olmaları, hadiseye başka, hele de bizim penceremizden bakmaları mümkün görülmüyor. Zaten sınırlı bir kelime dağarcığı ile konuşuyorlar, bu düşüncelerinin de sınırlı olduğu konusunda fikir veriyor.
Peki gerçekten, terör örgütünün legal siyaset alanındaki iştiraki olan HDP'nin iktidara gelme ihtimali var mı, böyle bir gelişme olsa akan kan durur mu? HDP, sürekli baraj sorunu yaşayan bir parti. İktidar olmasını bırakın, meclise girmesi için her seferinde CHP'nin himmeti gerekiyor. Hoş CHP yönetimi ile seçmeninin bundan muzdarip olduğunu söyleyemeyeceğim. Mustafa Kemal'in askerleri olduğunu söyleyen güruh, Aponun askerlerini meclise sokuyor. Olacak iş değil ama durum bu.
Algısal olanın olgusal olanla test edilmesi gerekiyor ki zannın gerçekliği sınansın.
Kadınların "kan durur" dediği, demokratik yollardan gerçekleşecek bir teslim alma halidir. Kanlı bir terör örgütünün kurduğu parti, ilkesel olarak barışçıl olamaz. Dilde olan, kalbe inmeyen söylemlerle ancak müsait olanları kandırabilirler. Uzlaşma ancak buna gerçekten niyetli olanlarla yapılır. Türk Devleti, Habur'la başlayan, çözüm süreciyle devam eden, sonunda çukur çatışmalarıyla varlığına kasteden örgütü tasfiye etmeden rahat bir nefes alamayacağını öğrendi. Hoş, bir süredir terör örgütü, uluslararası güçlerin nam ve hesabına hareket eden daha da bir garip bir hale dönüştü ya...
Dünyada petrol çıkarma işlemi ne zaman bitecek? Petrol fiziki olarak bitince mi? Tabi ki, hayır. Petrol çıkarma maliyetleri, petrolün fiyatını geçtiğinde kimse petrol çıkarma işi ile uğraşmayacak. İşte bu örnekteki gibi terör örgütü, tek tek her bir militanı öldürüldüğü için bitmeyecek. Sağ kalan militanlar gittikleri yolun yol olmadığını anlayıp teslim olmaya başladıklarında terör örgütü de bitmiş olacak. Buna demokratik zemindeki parti ve onun silahsız adamlarını da eklemek gerek.

24 Haziran seçimi üzerine çeşitlemeler

Valla, kanaatimce mevzu Kürt olmak ya da olmamak değil. Terör örgütü ve terörün partisi, kendine meşru bir sosyolojik zemin bulmak için Kürtlüğü kullanıyor ve maalesef pek çok Kürt insanı da "bu bizi temsil ediyor" kolaycılığı ile gönüllü olarak gidip bunlara vekalet veriyor.
Terörist eğitimlerinde Marksist-Leninist bir dünya görüşünü empoze eden örgüt, küresel emperyalizmin finanse etmesiyle siyasi oluşumlara girmek istiyor. Akıllarınca vergileri bundan sonra elektrik direğine bağladıkları masum insanı vahşice öldüren şerefsizler toplayacak. Devlet, bölgedeki üretimi ve istihdamı arttırmak için bütçesinden ilave fonlar tahsis ederken bunlar, höt diyerek bölgeye refah getireceklerini mi sanıyor?
Önünde sonunda devletimiz, terörün ve teröristin kökünü kazıyacak. Demirtaş, devletin askerini polisini "kimi süpürüyorlar ancak kanalizasyon temizlerler" kusmuğuyla itham ederken devletin atadığı kayyumların hizmet götürdüğü vatandaşlar, hizmet misyonuna prim vermediklerini Kürtçü kimlik siyasetine vekalet vererek göstermiş oldular. Tabi, aksi olsa ezdirmiş olacaklardı kendilerini(!)… Herkes kendinde eksik olanı tamamlama derdinde.
Ağzından çıkanı kulağı duymayan elbette hukuk önünde hesabını verecek. Onun dışındakiler, hizmet vermiyormuş, işini yapmıyormuş...
Bırakınız seçsinler, bırakınız sorumluluklarını alsınlar.
Sisteme dışarıdan ikide bir müdahale ederseniz, kendiliğinden dengeye gelmesini de önlemiş olursunuz. Zorakilikten denge çıkmaz.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...