25 Şubat 2018 Pazar

Yıldız Holding'in Çağrısı

Ocak ayı sonunda aralarında Godiva, United Biscuit ve Ülker markalarının da bulunduğu çok sayıda ticari ürünün imtiyaz sahibi olan Yıldız Holding, yaşadığı finansal darboğaza bir çözüm bulmak üzere bankalara bir davet mektubu gönderdi.
Holding, karizmatik bir lider olan Murat Ülker ve bir dizi profesyonel yönetici tarafından yönetiliyor. Bu yönetici kadro çeşitli yönlerden eleştirilebilir ancak haklarında iş bilirlikleri konusunda olumsuz bir tereddüt bulunmamaktadır.
Bankalara gönderilen davet yazısı, bu kadronun United Biscuit'i 3,3 milyar USD'ye satın alırken kısa vadeli kredi kullandığını, ancak bu yükü taşımakta zorlandığını ima ediyor ve yine dolaylı olarak yerli bankalara "ben batarsam siz de ayakta kalamazsınız" imasında bulunuyor.
Dünyada hala ciddi bir para arzı fazlalığı var. Faizler düşük. Şirketinin merkezini Londra'ya taşımış bir holdingin, nakit darboğazını aşmak için yurt dışı imkanları pas geçerek Türkiye'nin zaten düşük olan tasarruf gücüne yaslanmak ve buradan fonlanmak istemesini doğal ve mantıklı bulmak olası değil.
O zaman, ne yapılmak isteniyor?
Kontrollü, yerli ve milli bir ekonomik krizin çıkması mı öngörülüyor ya da garip gelecek ama birilerinin kayyum atamaları konusunda bir endişesi mi var?

II. Süleyman ve Thamara -3

Mektuplaşma:
Gürcü kaynağı Brosset, Süleymanşah’ın Gürcistan seferine çıktıktan sonra kraliçeye gönderdiği tehditlerle dolu mektubunda şöyle dediğini naklediyor: “ Gök kubbe altında bulunan hükümdarların en büyüğü, Allah’ın peygamberinin yardımcısı ben Süleymanşah, Gürcüler’in kraliçesi sen Thamara’ya bildiririm ki, sen Gürcüler’in eline kılıç verip Allah’ın sevgili kulları olan Müslümanları öldürmelerini emrettin. Benim hür milletimi tabiyet vergisi vermeye zorladın. Şimdi bizzat ben sana ve milletine İslamın adaletini göstermek ve Allah’ın bizim ellerimize emanet olarak verdiği kılıcı, sizin bir daha kullanmamanız gerektiğini öğretmek amacıyla geliyorum. Gelişimde ancak otağımın önünde diz çöken, Muhammed’in peygamberliğini kabul edip dinini bırakan, boşuna ümit bağladığınız haçı huzurumda kıran kimseleri mükâfatlandıracağım. Bununla beraber kimseyi din değiştirmeye zorlamayacak ve halka zarar vermeyeceğim ve tâbiiyetimi kabul edenlerden başkasının yaşamasına müsaade etmeyeceğim.” Bu mektubu ileten Türk elçisinin “Eğer kraliçe dininden dönerse, Sultan Süleymanşah onu nikâhına alacak aksi taktirde cariye yapacaktır” demesi üzerine Gürcü komutanı Zakaria’nın elçiyi tokatladığı da ifade edilmektedir.
Kraliçe Thamara’nın, Süleymanşah’dan aşağı kalmayan mağrurane cevabı da şöyledir: “Ey Süleymanşah! Biz Allah’ın kudretine ve Meryem’e güveniyoruz. Bizim umudumuz mukaddes haçtadır. Gökleri hiddetlendiren mektubunu okudum ve Allah’ın, küstahlığından dolayı seni cezalandıracağının işaretlerini gördüm. Sen askerlerine güveniyorsun, nefretinden dolayı böyle yapıyor ve ganimet için savaşıyorsun. Ben ise ne zenginliğime, ne askerlerimin miktarına, ne de insanlara güveniyorum. Ben sadece Allah’a (oğluna), ve senin hakaret ettiğin salibe (haça) güveniyorum ve Meryem’e dua ediyorum. Sana İsa’nın askerlerini gönderiyorum. Bu askerler sana hürmet göstermeye değil, gururunu kırmak için geliyor. Senin değil Allah’ın irade ve adaleti tecelli edecek ve bir daha Allah’ın adına hakaret etmemeyi öğreneceksin. Tam zamanında yetiştirmek gayesiyle adamlarından birisini sana gönderiyorum ki tedbirini alasın. Askerlerim de artık sana doğru hareket etmiştir”

II. Süleyman ve Thamara -2

ll. Kılıçarslan’ın on bir oğlu vardı. Babasının vefatından kısa bir süre sonra tahta geçen Süleymanşah, önce kardeşleri arasında bütünlüğü sağladı. Ardından Anadolu Beylikleri ile olan ilişkileri normalleştirdi. Son olarak ta Bizans ve Adana bölgesi Ermenilerini vergiye bağladı. Şimdi sıra, Gürcistan’ın fethindeydi.
Süleymanşah, Gürcü Kraliçesi Thamara’ya tehditkar ifadeler içeren bir mektup gönderdi ve karşılığında da çok ağır cevap aldı. Bu mektuplaşmayı da ayrıca yayınlamak istiyorum.
Thamara, Süleymanşah’ın mektubunu doğru bir biçimde; savaş ilanı olarak algıladı ve ordusunu hazırlayarak süratle Kars üzerinden Erzurum’a doğru harekete geçti. İki ordu, Pasinler-Sarıkamış arasında bulunan Micingerd kalesi önünde karşılaştılar.
Selçukluların çok basit, hatta aptalca nedenlerle aldıkları dört mağlubiyetin ikincisi bu savaş olacaktır:
Kaynaklara göre Gürcü Ordusunun neredeyse yenilmekte olduğu bir anda Çetr denen ve saltanat alameti olan özel bir şemsiyeyi dış mekanda sultanın başının üzerinde gölgelik gibi tutan çetrdarın atının tökezlemesi ile aniden düşmesi üzerine Sultanın büyük bir felakete uğradığı zannedildi. (Savaşlarda Sultanın bulunduğu yer ve daha önemlisi, Sultanın hayatta olduğu çetrden anlaşılırdı.) Bunun üzerine Selçuklu ordusu telâş içerisinde dağılmaya başladı. Bizzat Sultan komutanlarına isimleriyle seslenip, hayatta olduğunu duyurmaya çalıştıysa da orduyu tekrar toplamak mümkün olamadı. Çok sayıda ölü ve esir veren Süleymanşah, ordusunun kalanlarıyla, fakat ağırlıklarını savaş meydanında bırakarak Erzurum’a doğru çekilmek zorunda kaldı (1202). Bununla birlikte Thamara, Selçuklular kadar olmasa da büyük kayıplar verdiğinden savaştan sonra Selçuklu topraklarını işgale tevessül edemedi. Dolayısıyla bu yenilgi Süleymanşah’ın iktidarını sarsacak bir etki de yaratmadı. Ancak Süleymanşah’ın bu savaştan iki yıl sonra vefat etmesinde uğradığı bozgunun psikolojik izlerinin de etkili olduğu yorumları da yapılmıştır.
Rahmetli, dindarlık kisvesi altında kibrinin sonuçlarını yaşadı. Allah rahmet etsin.

II. Süleyman Thamara Mücadelesi -1

“…Tahtına bir varis bırakmak için evlenmek isteyen Gürcü Kraliçesi Thamara, çok sayıda oğlu olduğunu duyduğu Kılıç Arslan’ın ülkesine bir nakkaş(ressam) gönderdi. Nakkaş, sultanın on bir oğlunun suretlerini çizdi ve kraliçeye götürdü. Thamara içlerinde hafif dağınık, saçları etkileyici bakışları ve selvi gibi boyuyla çok yakışıklı bulduğu Şehzâde Süleymanşah’ı beğendi; hatta beğenmekle kalmayıp suretine aşık oldu. II. Kılıç Arslan’a bir elçi gönderip, adı geçen Şehzâdeyle evlenmesine izin verilmesini, inanç farkına rağmen onun Gürcistan’da hükümdar olmasının önünde hiç bir engel bulunmadığını bildirdi. Kılıç Arslan, Süleymanşah’ı huzuruna çağırıp, Thamara’nın teklifini onun kendisine gönderdiği kıymetli hediyelerle birlikte iletti. Fakat bu öneriye çok öfkelenen Süleymanşah, hükümdarlık için küffar memleketine gitmeyi zillet sayacağını; ancak sultan emir buyurursa, kâfirleri hak yoluna sokmak ve Gürcistan’ı ülkesinin topraklarına katmak üzere sefer yapabileceğini söyledi…”
Selçuklu devri kaynağı İbn-i Bîbî, Süleymanşah'ın Gürcistan seferinin sebebine dair bu anekdotu aktarır.

Kim korkar hain kurttan?


Hollanda, Türkiye'ye karşı giriştiği kavgada en son söyleyebileceği bir sözü, geçmiş gün itibariyle ifade etmiş oldu. Halen yaşayan kimsenin görmediği, o günleri görenlerin dahi kalmadığı, yalanlarla kurgulanmış bir tarihsel iddiayı meclisinden geçirdi. Bunu bizi incitmek için yaptığını biliyoruz ancak böylelikle elinde aleyhimize karşı kullanabileceği başka kurşun da kalmamış oldu.
Türkiye, yanlış bir şekilde Aile Bakanı Fatma Betül Sayan'ın Hollanda'da uğradığı diplomatik skandalla ilgili Hollanda Devleti ve kamu görevlilerini dava etmedi. AİHM'e de müracaat etmedi. Ülkemizin haklarını böyle mi savunuyor, Dış işleri?
Hollanda Devleti, emperyal, sömürgeci bir devlettir. Yüz yıllarca Guyana, Surinam gibi Güney Amerika ülkelerinin yanısıra Endonezya'yı doyumsuzca sömürmüş ancak Allah'ın bir takdiri olarak dünya savaşlarından olumsuz etkilenerek tarih boyunca elde ettiği sömürgeci kazanımların hepsini kaybetmiştir. Hollanda'nın küresel şirketlere dayanan ekonomik bir gücü olsa da bunun siyasi bir karşılığının bulunmadığını biliyoruz.
Hollanda, tarihsel olarak İngiltere'nin etkisinde kalmış ancak günümüzde sosyolojik olarak Almanya'ya yakın bir ülke. Hollanda'nın, Yunanistan gibi ülkemize karşı gösterdiği davranış bozukluğunu Almanya'nın stratejisi olarak okumak doğru olur.
Almanya'yı nereye koyacağız? Bizi ötekileştirerek kendi küresel kimliğini imal etmeye çalışanların yanına tabii... Boşa kaynak israfı yapıyorlar ama yedi yaşından küçük, bilinci henüz gelişmemiş çocuklar gibi duyarak değil tecrübe ederek öğreniyorlar. Ne yapalım, maliyetine katlanacaklar.
(Resme dair: Avusturalya, 1600'lerden 1828 yılına kadar Yeni Hollanda adıyla Hollanda yönetiminde kaldı. Yeni Zelanda adının nereden geldiği de tahmin edilebilir, sanırım. )

Futbolda Paradigma Değişikliği ve Başarısızlıklar

Trabzonspor'un birinci lig macerasını bilenler, bu takımın defansa (savunmaya, gol yememeye) ağırlık veren bir anlayış üzere top oynadığını, forvete koyduğu fırsatçı isimlerle de gol arayışına girdiğini ifade ederler. Yani öncelik, mağlup olmamak, mümkünse galip gelmektir. Son lig şampiyonluklarından birinde, ligin ikinci yarısındaki maçların neredeyse tamamını beraberlikle bitiren sonuçlar almışlar, ancak diğer takımların kargaşa yaşamaları nedeniyle yine şampiyon olmuşlardı.
Sonra "takımlarımız gol üretmiyor, galibiyeti yeterince teşvik edemiyoruz" vb. gerekçelerle galibiyete üç puan veren bürokratik düzenleme geldi; kısa zamanda futbol yönetiminin stratejik bakış açısı değişti. Hatırladığım kadarıyla Kocaeli takımı, bu yeni düzenin öncüsü olmuştu. Asla savunmaya ağırlık vermiyor, sürekli gol atmaya çalışıyorlardı. Çok gol yediler tabi. Çok gol de attılar ama şampiyon olamadılar. Şimdilerde savunmayı öne çıkarmak, bir strateji olarak savunma ağırlıklı kapalı oynamak, ayıp bir tarz, hatta futbol dışı bir anlayış olarak görülüp neredeyse kullanılmaz oldu.
Bir de rakibi yüceltme konusu var. "Biz sizin gibi ova takımına yenilmedik, biz bir dünya devine, Bayern Münih'e yenildik."
Bir taraftarın ağzından dökülebilecek bu gibi söylemleri önemsemiyoruz. Onlar, duygusal işler yapıyorlar, devam etsinler tabii.
Ancak takımı yönetenlerin bu gibi beyanlarını çok önemsemeli...Böyle insanların acilen yönetimden uzaklaştırılmalarının gerekir. Zira gerçek hayatta, doğada, korku diye bir duygu yoktur. Korku, öğrenilen, insandan insana aktarılan, yerine göre çok değerli bir duygudur. Hayatta kalmamızı sağlar. Bir futbol karşılaşmasında eşit şartlar altında karşı takımdan korkmak, yenmek motivasyonunu kıran, tümüyle algısal, öğrenilmiş hatta empoze edilmiş (aşılanmış) çok yanlış ve tehlikeli bir tutumdur. Ülkece spor müsabakalarındaki yenilgilermizin çok anlaşılabilir mağlubiyetler olduğunu makul bulup kabul edebileceğimiz günler geride kalmış olmalı.
Kendini iyi hissetmiyorsan, üstünde kırgınlık varsa savunma yap. Dünya devi deyip şişirdiğin takım, senden sonra kendi liginde küme tehlikesi geçiren, uyduruk bir takımdan fark yiyebilir. Kime ne anlatıyorsun? Gerekçe dinlemek değil sonuç görmek istiyoruz.

Abdülhamit ve Tayyip Erdoğan

Abdülhamit dönemi uzmanı bir tarihçi, "Cumhurbaşkanı ile Abdülhamit arasında benzerlik kurulması, zorlama bir ilişki, dönemin koşulları başka" diyor.
Abdülhamit ile mücadele eden yerli unsurlar, devletin dönemsel problemlerinin anayasanın kabulü ile düzeleceğine samimi olarak iman etmiş, büyük resimdeki parçalanma tehditlerini göz ardı edip anayasanın dokunduğu her şey gibi ona da şifa olacağını savunuyorlardı.
"Tayyip gitsin de ne olursa olsun" ile "Anayasa gelince her şey daha güzel olacak" söylemleri arasındaki analoji (benzerlik), ilave bir izahtan varestedir.
Hoca, uzmanlık alanında olmasına rağmen iki dönem ve iki şahıs arasındaki benzerliklerin üzerinde durulmasını ideolojik buluyor. Ancak Hocanın soyutlama yeteneği, benzerliği kavrayamıyor diye aklımızı inkar edecek değiliz.
Daha bugün gördüm; Avrupa menşeili sıradan bir web sitesinde Afşin harekatı, "Kasımpaşalı bir adamın kişisel tercihi" olarak yansıtılıyor. Neyi konuşuyoruz?
Hoca ve onun gibilerin akademik camia ile olan uyumlanma süreci, üniversitelerdeki hegamonik tahakkümü ortaya koyması bakımından ayrıca anlamlı.

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...