17 Aralık 2016 Cumartesi

Haklı olmak, güçlü olmak

Tarih boyunca haklı olandan çok, güçlü olanın kazandığı görülüyor.
Ancak böyle diye, hakkımızı yahut da gücümüzü kullanmaktan vaz mı geçeceğiz?
Haklı ve güçlü olmak, birbirini ikame eden karşıt önermeler değiller, aslında.
Yani yalnızca (haklı ve güçsüz) ile (haksız ve güçlü) durumlarıyla karşılaşmıyoruz: (haklı ve güçlü) ve (haksız ve güçsüz) durumları da var, mümkün görülen.
Bir seçim imkanımız olsaydı eğer; süreç odaklı olanlar, haklı olmayı, sonuç odaklı olanlar da güçlü olmayı seçerlerdi, çoğunlukla.
Süreççiler, kişisel olarak kaybetseler bile "haklı davalarının" bitmeyeceğini, zamanı ve zemini aşıp muzaffer olanı huzursuz edecek, gece rüyalarını kabusa çevirecek bir hareketin başlayacağını, uzun vadede kazanacaklarını, en azından gündemde kalacaklarını bilirler. 
Sonuççular ise kısa mesafe koşucularıdır. Orta ve uzun vadede hepimiz ölmüş olacağımızdan haksız olmanın pratik bir mahsuru olmadığını düşünürler. Zaman, yalnızca içinde bulunulan an'dır. Daha akıllı sonuççular, hazır ellerinde güç varken ortamda bulunan bütün delil ve şahitleri kaldırmayı; böylelikle gelecek nesillerin kendilerini suçlayamayacağını garanti altına almak isterler.
-----------------------
Güçlü ya da güçsüz olmak zeminle, potansiyelle ilgili bir durum.
Haklı ya da haksız olmak ise o zemin içinde -anlık bir başka durum konumlanması.
Güçlü, potansiyelini/enerjisini kullanarak haksızlığına rağmen isteğini hayata geçiriyor.
Oysa kaotik bir evrende yaşıyor, seçimler yapıyoruz.
Aslında bütün yaptığımız, birinci aşamada irade koymak/açıklamak, bunun daha sonra neden sonuç ilişkisi çerçevesinde nereye evrileceği konusu, çoğunlukla irademiz dışında gelişiyor.
Çünkü gelecek, özellikle ilk hareketten sonra doğrusal çalışmıyor, böyle bir zorunluluk yok, çoğu zaman sarmal/dairesel bir yol izliyor ve o kadar çok değişken var ki harekete geçen biri değişse sonuç doğrudan etkileniyor: -bkz. bulut atlası ve kelebek etkisi filmleri
Yani evet örneğin şehit olanlar, yaralananlar oluyor, acı çekiyorsunuz.
Ancak bu tarihi bilgi, insanlar tarafından biliniyor ve kültüre kaydedilebiliyorsa o kayıplar, örneğin ilgili toprağı vatan yapıyor, aidiyeti perçinliyor, vs... Evrende hiç bir şey kaybolmuyor yani.
-----------------------------
Lao Tsu'nun meşhur "Yaşlı Adam ve Beyaz At" öyküsünü burada hatırlamak güzel olacak:
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. ”Sadece at kayıp” deyin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler. Babalık demişler, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.

“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu adamın akli dengesi yerinde değil” diye alay etmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başka kimsen de yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. ”O kadar acele etmeyin, oğlum bacağını kırdı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size bildirilmez.”

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almış. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama, hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla geri dönyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar, “oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah bilir.” Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp, tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.” (Lao Tzu)

http://www.infethiye.net/turkish/notlar/lao-tzu-bir-hikaye.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...