Salih Gürdal ismini, Beyan Yayınlarına ait eskilerin risale dedikleri,
iki küçük kitapçık üzerinde gördüm ilkin. 1985 ya da 86 olmalı. Birinin adı, “Tevhit
ve Şirk”, diğerinin adı da “Din Nedir”di. Her ikisi de fiziksel boyutları ile
ters orantılı olarak hem yazım üslubu hem de içerik bakımından etkileyici
eserlerdi. Defalarca okuduğumu, eşe dosta önerdiğimi hatırlıyorum. Şimdi bile
bu satırları yazarken, o gençlik yıllarındaki hissiyatım geri geliyor, yazarına
teşekkür ediyorum. Yine o günlerde olmalı; Ali Ünal, Pınar Yayınlarından, Mekke
Rasullerin Yolu’nu çıkardı. Basit bir kapak tasarımının ardında inanılmaz güzellikte,
akıcı bir Türkçe ile yazılmış Siyer’in Mekke dönemi anlatısı... Dönem
ayetleriyle bezeli bir çalışma. Uzun bir şiir gibi. Sözün büyü olmasını, bu
kitapta tecrube ettim demeliyim... Ardından dönemin ruhuna uygun bir gelişme
oldu: Mekke Resullerin Yolu çalışması, radyo tiyatrosu formatında kaset olarak
yayımlandı. Hatırladığım kadarıyla, rahmetli Agah Hun ve yine rahmetli Sadettin
Erbil’in de içinde bulunduğu profesyonel bir kadro tarafından seslendirilen
metin, Kitaro’nun müzikleriyle zenginleşmiş ve ortaya çok iyi bir ürün
çıkmıştı. Sadettin Erbil’in, “Tat bakalım azabı!” ayetini seslendirmesindeki
tını hala kulaklarımda. Allah rahmet etsin. Emeği geçenlere de teşekkür ederim.
Sonra bir başka gün, bir arkadaşım, Salih Gürdal’ın Ali Ünal
olduğunu söyledi. Ne kadar sevinmiştim. Ali Ünal, gelecek vaad eden güzel bir
insandı. Ama bir terslikle birlikte geldi bu bilgi. Yanlış hatırlamıyorsam, Tevhit
ve Şirk’te, Allah’ın adı anıldığında titreyen, dağlardan yuvarlanan taşların
varlığını yazan Ali Ünal, sonradan bu görüşünü sakıncalı bulmuş ve kitabın
yeniden basımını istememiş. Doğru mu yanlış mı bilmiyorum, Hatırladığım bu.
İzleyen dönemde Ali Ünal’ın İngiliz Dili ve Edebiyatı ya da Öğretmenliği gibi
bir üniversite bölümünden mezun olduğunu duydum. Algıda seçicilikti benimki. Ali
Ünal bilgileri geldikçe topluyordum.
Sonra Ubeyd Küçüker ismiyle Nebevi Tebliğ isminde bir başka
çalışması yayınlandı, Ali Ünal’ın. Yine muhteşem bir dili vardı kitabın. Belki
de bu yüzden Ubeyd Küçüker’in, Ali Ünal’ın müstear adı olduğunu öğrendiğimde
hiç şaşırmamıştım. Tabii, neden müstear isimle yayınlıyor, neden buna gerek
duyuyor, bilmiyor ama sormuyordum da.
Biz, yeni kitap çalışmalarını beklerken, Ali Ünal’ın Mekke
Resullerin Yolu kitabının yeniden basımını da istemediği bilgisi geldi bu sefer.
Gerekçeyi bilmemekle birlikte kitabın uzun bir süre basılmadığını sanıyorum. Ancak
2000’li yıllarda birkaç kez bu kitabı, tıpkı Küçük Prens’e yaptığım gibi,
internet üzerinden satın aldım, eşe dosta özellikle okumalarını tavsiye ederek
hediye ettim. Bu çok damar bir kitaptır, imanlı ve hisseden, canlı bir kalbin yazdığına
şehadet ederim. Bir de Beyan yayınlarından çıkan “Kur’anda Temel Kavramlar”
isimli çalışması vardı. Etkileyici ve akademik bir kitaptı bu. Kitapları
arasında belki de en önemlisi olabilecekken bendeki etkisi nedense daha az
olmuştur. Bu kusur, dönemle ilgili ilgimin değişmesinden ötürü bana aittir.
Doksanlı yıllara girmeden, 88 ya da 89 yılı olabilir, Ali
Ünal’ın yazma işlerinden çekildiğini ve Fethullah Gülen’e intisap ettiğini
öğrendim. O dönemde vaazlarında ilimden ziyade yoğun bir duygusallık ve bunun
sonucu olarak ağlayarak hem kendisinin hem de dinleyenlerin rahatlamasını,
gevşemesini sağlayacak bir enerji boşalması ile işbirlikçi hayırseverlerin başlattığı
ölçüsüz bağışlardaki tiyatro havası, Hoca’ya karşı antipati duymama yol açtı. Hocadaki
karamsar, depresiv tavrı anlamlandıramıyordum. Bana sağlıklı bir insan tavrı
olarak gelmez bu. Sonradan kendisinin insülin kullanan bir şeker hastası
olduğunu duyduğumda şaşırmadım. Düşünce-beden ilişkisi hakkında bir şeyler
bilen biri olarak önce kaygı, endişe zemininde başlayan vaazların psikolojiyi iç
enerjinin tükenmesiyle depresyona çektiğini bunun da bedende alerji, şeker gibi
rahatsızlıklara uygun bir beden yapısı sağlayacağı ortadaydı.
Sonra uzun
bir dönem gazetede yazdı ama gazetenin sürekli okuyucusu değildim. Etkilendiğim, bende hatırlamaya vesile olacak bir duygu geliştirmedi okuduğum yazıları.
Kendi penceremden Ali Ünal’ı anlattım sizlere. Aslında kendimi de anlatmış oldum. Ali Ünal
biyografisi yazmak değildi amacım, yanlışlarım olabilir, eksiklerime girmiyorum
bile. Ali Ünal’ın, sahibi olduğu Gülen cemaati kimliği, kabul etmeliyim ki tüm sosyolojik aidiyetler gibi öyle
bir çırpıda kaldırıp atılacak bir yapıda değil. Daha doğrusu, uzun süre üstünde taşıdığında deri'ne yapışır kimlik. Onca emek, insan bir çırpıda vaz geçemiyor elbet. Kimse bunu Müslümanlıkla izah etmeye kalkmasın, dinden, imandan değil, sosyolojiden, psikolojiden bahsediyorum. Kritersiz yola çıktığını ne zaman anlayacak insan? Yoldan çıktığını nasıl anlayacak? Daha ne olması gerek çığlık atmak için? Kimle konuşuyorum, bir çamaşır makinasıyla mı? Tevil et, yola devam et. Allah hepimizi hidayetine erdirsin. Amin.
http://hamdikeles.blogspot.com.tr/2014/04/ali-unal-yazsna-kucuk-bir-ek.html
http://hamdikeles.blogspot.com.tr/2014/04/ali-unal-yazsna-kucuk-bir-ek.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder