28 Mart 2014 Cuma

Benim bakış açımdan Ali Ünal

Salih Gürdal ismini, Beyan Yayınlarına ait eskilerin risale dedikleri, iki küçük kitapçık üzerinde gördüm ilkin. 1985 ya da 86 olmalı. Birinin adı, “Tevhit ve Şirk”, diğerinin adı da “Din Nedir”di. Her ikisi de fiziksel boyutları ile ters orantılı olarak hem yazım üslubu hem de içerik bakımından etkileyici eserlerdi. Defalarca okuduğumu, eşe dosta önerdiğimi hatırlıyorum. Şimdi bile bu satırları yazarken, o gençlik yıllarındaki hissiyatım geri geliyor, yazarına teşekkür ediyorum.  Yine o günlerde  olmalı; Ali Ünal, Pınar Yayınlarından, Mekke Rasullerin Yolu’nu çıkardı. Basit bir kapak tasarımının ardında inanılmaz güzellikte, akıcı bir Türkçe ile yazılmış Siyer’in Mekke dönemi anlatısı... Dönem ayetleriyle bezeli bir çalışma. Uzun bir şiir gibi. Sözün büyü olmasını, bu kitapta tecrube ettim demeliyim... Ardından dönemin ruhuna uygun bir gelişme oldu: Mekke Resullerin Yolu çalışması, radyo tiyatrosu formatında kaset olarak yayımlandı. Hatırladığım kadarıyla, rahmetli Agah Hun ve yine rahmetli Sadettin Erbil’in de içinde bulunduğu profesyonel bir kadro tarafından seslendirilen metin, Kitaro’nun müzikleriyle zenginleşmiş ve ortaya çok iyi bir ürün çıkmıştı. Sadettin Erbil’in, “Tat bakalım azabı!” ayetini seslendirmesindeki tını hala kulaklarımda. Allah rahmet etsin. Emeği geçenlere de teşekkür ederim.

Sonra bir başka gün, bir arkadaşım, Salih Gürdal’ın Ali Ünal olduğunu söyledi. Ne kadar sevinmiştim. Ali Ünal, gelecek vaad eden güzel bir insandı. Ama bir terslikle birlikte geldi bu bilgi. Yanlış hatırlamıyorsam, Tevhit ve Şirk’te, Allah’ın adı anıldığında titreyen, dağlardan yuvarlanan taşların varlığını yazan Ali Ünal, sonradan bu görüşünü sakıncalı bulmuş ve kitabın yeniden basımını istememiş. Doğru mu yanlış mı bilmiyorum, Hatırladığım bu. İzleyen dönemde Ali Ünal’ın İngiliz Dili ve Edebiyatı ya da Öğretmenliği gibi bir üniversite bölümünden mezun olduğunu duydum. Algıda seçicilikti benimki. Ali Ünal bilgileri geldikçe topluyordum.

Sonra Ubeyd Küçüker ismiyle Nebevi Tebliğ isminde bir başka çalışması yayınlandı, Ali Ünal’ın. Yine muhteşem bir dili vardı kitabın. Belki de bu yüzden Ubeyd Küçüker’in, Ali Ünal’ın müstear adı olduğunu öğrendiğimde hiç şaşırmamıştım. Tabii, neden müstear isimle yayınlıyor, neden buna gerek duyuyor, bilmiyor ama sormuyordum da.

Biz, yeni kitap çalışmalarını beklerken, Ali Ünal’ın Mekke Resullerin Yolu kitabının yeniden basımını da istemediği bilgisi geldi bu sefer. Gerekçeyi bilmemekle birlikte kitabın uzun bir süre basılmadığını sanıyorum. Ancak 2000’li yıllarda birkaç kez bu kitabı, tıpkı Küçük Prens’e yaptığım gibi, internet üzerinden satın aldım, eşe dosta özellikle okumalarını tavsiye ederek hediye ettim. Bu çok damar bir kitaptır, imanlı ve hisseden, canlı bir kalbin yazdığına şehadet ederim. Bir de Beyan yayınlarından çıkan “Kur’anda Temel Kavramlar” isimli çalışması vardı. Etkileyici ve akademik bir kitaptı bu. Kitapları arasında belki de en önemlisi olabilecekken bendeki etkisi nedense daha az olmuştur. Bu kusur, dönemle ilgili ilgimin değişmesinden ötürü bana aittir.

Doksanlı yıllara girmeden, 88 ya da 89 yılı olabilir, Ali Ünal’ın yazma işlerinden çekildiğini ve Fethullah Gülen’e intisap ettiğini öğrendim. O dönemde vaazlarında ilimden ziyade yoğun bir duygusallık ve bunun sonucu olarak ağlayarak hem kendisinin hem de dinleyenlerin rahatlamasını, gevşemesini sağlayacak bir enerji boşalması ile işbirlikçi hayırseverlerin başlattığı ölçüsüz bağışlardaki tiyatro havası, Hoca’ya karşı antipati duymama yol açtı. Hocadaki karamsar, depresiv tavrı anlamlandıramıyordum. Bana sağlıklı bir insan tavrı olarak gelmez bu. Sonradan kendisinin insülin kullanan bir şeker hastası olduğunu duyduğumda şaşırmadım. Düşünce-beden ilişkisi hakkında bir şeyler bilen biri olarak önce kaygı, endişe zemininde başlayan vaazların psikolojiyi iç enerjinin tükenmesiyle depresyona çektiğini bunun da bedende alerji, şeker gibi rahatsızlıklara uygun bir beden yapısı sağlayacağı ortadaydı.

Sonra uzun bir dönem gazetede yazdı ama gazetenin sürekli okuyucusu değildim. Etkilendiğim, bende hatırlamaya vesile olacak bir duygu geliştirmedi okuduğum yazıları.

Kendi penceremden Ali Ünal’ı anlattım sizlere.  Aslında kendimi de anlatmış oldum. Ali Ünal biyografisi yazmak değildi amacım, yanlışlarım olabilir, eksiklerime girmiyorum bile. Ali Ünal’ın, sahibi olduğu Gülen cemaati kimliği, kabul etmeliyim ki tüm sosyolojik aidiyetler gibi öyle bir çırpıda kaldırıp atılacak bir yapıda değil. Daha doğrusu, uzun süre üstünde taşıdığında deri'ne yapışır kimlik. Onca emek, insan bir çırpıda vaz geçemiyor elbet. Kimse bunu Müslümanlıkla izah etmeye kalkmasın, dinden, imandan değil, sosyolojiden, psikolojiden bahsediyorum. Kritersiz yola çıktığını ne zaman anlayacak insan? Yoldan çıktığını nasıl anlayacak? Daha ne olması gerek çığlık atmak için? Kimle konuşuyorum, bir çamaşır makinasıyla mı? Tevil et, yola devam et. Allah hepimizi hidayetine erdirsin. Amin.

http://hamdikeles.blogspot.com.tr/2014/04/ali-unal-yazsna-kucuk-bir-ek.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...