Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonunun çalışmaları, yakın tarihimizin gri ve karanlık alanlarını aydınlatmakta ve ülkemizin iç politik gündeminde "kim ne kadar sorumlu/suçlu" gibi bugüne aitliği kuşkulu tartışmalara kaynaklık etmekte, veri sağlamaktadır.
Sonuç itibariyle "Fetö'yü kim korudu, kolladı", 15 Temmuzun faturasını başka hangi adrese, bürokratlara kilitleyebiliriz ve en nihayetinde Hükümete nasıl çakarız?
"Kimseyi ateşten korumaz kelimelerim"
Hükümet yetkilileri ve AkParti seçmeni, Gülen Cemaatinin, 2010'dan itibaren Fetö'ye dönüşmeye başladığını 17 Aralık 2013 tarihindeki meş'um darbe girişimiyle fark etmeye başladı. 7 Şubat 2012 tarihinde Hakan Fidan'in ifade vermek üzere savcılığa çağrılması ve bu surette Tayyip Bey'in hasta yatağında tutuklanarak tasfiye edilmek istenmesi, bilinen ilk Fetö girişimi oldu ise de bu durum, Gülen cemaatine kaynak (para, insan, pozisyon) temin eden genel dindar kitlenin karşısındaki benzerine empati yapmaya eğilimli olduğundan (onun kendisine benzer olduğunu sandığından) döneminde hakkıyla ve yeterince değerlendirilmedi. Tayyip Bey bile Ekrem Dumanlı'dan aldığı "o savcılar bizden değil" ifadesi ile yetindi, olayı takip etmedi. MİT'in bu olaya bir ekip tahsis ederek neler olduğunu anlamaya çalışması, ilk bakışta görev alanına girer gibi görünse de savcıların HSYK yerine istihbaratçılar tarafından soruşturulması, demokratik hukuk devleti teamülleri bakımından kabul edilebilir değildir.
Bugünkü bilgilerimizle 2010-2012 döneminde cemaatten Fetö'ye dönüşümün tamamlandığı ve 2012'den itibaren yoğun bir şekilde Fetöcü yeni vizyon, misyon ve stratejilerin uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Fetö medyası, hukuk zemininde yaşanan skandal, sahte delil ve iftiraları örtmekte başarılı bir performans sergiledi. Fetö'nün kendi varlığını korumak ve bulundukları kadroları ele geçirmek için başkalarını hiçbir ilkeye dayanmaksızın tasfiye etme stratejileri, dönemin bulanık ortamında yeterince görülemedi. Bütün bu değerlendirmeleri yaparken ülkenin nasıl bir siyasal zemin üzerinde olduğunu hatırlamakta yarar var. O çatışmacı zemin, Türkiye'de vesayet rejimini ayakta tutmaya çalışanların emeklerinin bir sonucu olarak Türkiye'ye zaman ve enerji kaybettirmiş, koca bir ülkeyi, etkisiz eleman gibi küvezde tutarak etrafında olan bitene bigane kalmasına yol açmıştır. Malum olduğu üzere bir sisteme müdehale edildiği aşamanın koşullarına göre sonuç alınır.
Başlangıç sorusuna geri dönelim: Fetöyü kim korudu, kolladı? Fetöyü fetöcüler dışında kimse koruyup kollamaz. Bu yapının, ülkenin geneli göz önünde bulundurulduğunda cemaat diye nitelenmesi, 17 Aralık 2013'e kadar geliyor. Demek ki, bu tarihten önce yapılmış her türlü kaynak transferleri, Fetöye değil Gülen Cemaati olarak adlandırılan yapıya açılmış avanslardır. "Ne istediniz de vermedik" söylemi, kendisine benzediğini sandığı için empati kurduğu ve dolayısı ile kolaylık sağladığı bir topluluğa yöneltilmiş bir ihanet suçlamasından başka nedir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder