Öyle anlaşılıyor ki, çok şükür bu defa da Tayyip'i devirme sürecini başlatacak adayı bulamadılar.
16 Haziran 2019 Pazar
Ordu Vali'sine Hadsizlik -1
İnsan, ortada bir şey yok, her şey süt limanken anlaşılmaz. Ancak bu gibi fevkalade/uç durumlarda kumaşını, kültürünü, maskelediği her şeyi bir kenara bırakıp kendini belli eder. Ekrem İmamoğlu, budur. Ordu havalimanında sesini yükseltip, Valiye 'edebince' küfür etme cür'eti gösteren, kamu görevi yapan insanlara yardımcı olmak yerine daha güçlü olmak iması üzerinden imkan kullanmak isteyen ve meydan okumak konusunda sınır tanımayan, duygusal, tepkisel karar alan biridir.
Öyle anlaşılıyor ki, çok şükür bu defa da Tayyip'i devirme sürecini başlatacak adayı bulamadılar.
Öyle anlaşılıyor ki, çok şükür bu defa da Tayyip'i devirme sürecini başlatacak adayı bulamadılar.
İBB seçimleri bağlamında Pontus Meselesi
Ben, Türkçenin en hoş Karadeniz aksanlarından birinin konuşulduğunu yer olan Trabzon'un Sürmene ilçesinden bir ailenin ahfadıyım. Rahmetli babam, şeceremizi 18. yüzyılın ortalarına kadar götürebilecek bilgiye sahipti. Karadeniz Türklüğü, esas itibariyle Oğuz'un Çepni boyuna müntesiptir. Nitekim yörede çok sık olmasa da karşımız çıkan sarışın, mavi ve yeşil göz renkleri de Çepnilerin hatırasını taşımaktadır. Zannedilenin aksine Romalı ile Helenlerin torunları, esmer tenli, siyah saçlı ve koyu renk gözlüdürler. Örneğin Çipras, bu koşullardan en az ikisini sağlar.
Geçmişte haklarında hiç bir zorlama olmadan kendilerine zevzek diyebileceğim az sayıdaki insandan Karadeniz Türkünün Yunan kalıntısı olduğu anlamında Pontus olarak nitelendirildiğini duymuştum. Bu iddia sahiplerini bertaraf etmenin en güzel yolu, Müslüman birey için etnik kimliğin, dini kimlikle birlikte anlam kazanacağı, velev ki Karadenizliler Pontus yani Rum bile olsa, Müslüman olmaları hasebiyle her türlü kinayeden beri tutulmaları, aksi bir çabanın Allah'ın gücüne gideceği hatırlatmasını yapmaktır.
İmamoğlu hakkındaki Pontus iddiaları da etnik açıdan yanlış olmakla birlikte sürekli yalan söylediği için 'konuştukça burnu uzayan' Ekrem Bey'in kendi temsilcileriymiş (ileri karakollarıymış) gibi şahsına yönelmiş olan Yunan sempatisinden rahatsızlık duymaması, bu desteği inkar etmesi, küçümser görünmesi ve kendisini haber yapan Yunanlı muhabiri tanımazlıktan gelmesi gibi yalanlar, şahsını kültürel açıdan Pontus hitabına muhatap etmekte; bu itham, şahsın gösterdiği hüsnü kabul ve içerdiği genişlik nedeniyle olsa gerek üzerinde sırıtmamaktadır. Ancak kendi teyidi veya İmamoğlu'yla benzer rahatlık ve özelliklere sahip olmadıkça bir başkasına Pontus demenin vebali vardır. Söyleyeni müfteri yapar. Zaten Pontuslu olan kendi durumunu teyit edecek yahut onay anlamında sessiz kalacaktır. Zorlamanın alemi yok.
Geçmişte haklarında hiç bir zorlama olmadan kendilerine zevzek diyebileceğim az sayıdaki insandan Karadeniz Türkünün Yunan kalıntısı olduğu anlamında Pontus olarak nitelendirildiğini duymuştum. Bu iddia sahiplerini bertaraf etmenin en güzel yolu, Müslüman birey için etnik kimliğin, dini kimlikle birlikte anlam kazanacağı, velev ki Karadenizliler Pontus yani Rum bile olsa, Müslüman olmaları hasebiyle her türlü kinayeden beri tutulmaları, aksi bir çabanın Allah'ın gücüne gideceği hatırlatmasını yapmaktır.
İmamoğlu hakkındaki Pontus iddiaları da etnik açıdan yanlış olmakla birlikte sürekli yalan söylediği için 'konuştukça burnu uzayan' Ekrem Bey'in kendi temsilcileriymiş (ileri karakollarıymış) gibi şahsına yönelmiş olan Yunan sempatisinden rahatsızlık duymaması, bu desteği inkar etmesi, küçümser görünmesi ve kendisini haber yapan Yunanlı muhabiri tanımazlıktan gelmesi gibi yalanlar, şahsını kültürel açıdan Pontus hitabına muhatap etmekte; bu itham, şahsın gösterdiği hüsnü kabul ve içerdiği genişlik nedeniyle olsa gerek üzerinde sırıtmamaktadır. Ancak kendi teyidi veya İmamoğlu'yla benzer rahatlık ve özelliklere sahip olmadıkça bir başkasına Pontus demenin vebali vardır. Söyleyeni müfteri yapar. Zaten Pontuslu olan kendi durumunu teyit edecek yahut onay anlamında sessiz kalacaktır. Zorlamanın alemi yok.
Yunan'dan korkmak
Selam olsun Nihat Genç'e; Ofli Hocanın ağzından şöyle dedirtir: "Gavurdan korkan Müslimanluk habu yüzyilda icad oldi"
Türk-Yunan düşmanlığı, 19. Yüzyılda icad edilmiş bir İngiliz oyunudur. Yunan'ı Osmanlı küvezinden çıkarıp devlet yapan, sonra da her vesile ile Osmanlı'dan alıp Yunan' a vererek toprağını büyüten de Yunan'ın kendisi değil, İngiliz'i, Rus'u, Fransız'ıdır.
İmamoğlu'na ait eski bir dizi twitt... Yıllar önce Selanik'e gitmiş, orada hemşehrisi bir Rumla tanışmış. Adını veriyor. Bunu sosyal medyada kimbilir kaçıncı kopya olarak yayınlayan ve politik olarak Binali Bey yandaşı yani sözde bizden biri, "işte sözün bittiği yer..." yorumunu yapıyor.
Yarabbi bu insanlara feraset (anlayış) ver, adalet duygusu nasip et. Yahu Selanik'te hemşehrisi bir Rumla karşılaşmak insani bir durum değil mi? Siz gerçekte bütün Karadeniz'e düşmansınız da bunu bugüne değin fark etmemişsiniz, yazıklar olsun.
Yunan'dan korkmak nedir? Ekrem e saldıracağım diye insanlıktan çıkacaksın be! Sildim arkadaşlığını, gerzeğin. Benim dostlarım, Ekrem gibi kazanmak için yalan söylemez, iftira ve küfür etmez, yapamayacağı vaadlerde bulunmaz. Boşuna demiyorlar, haddini aşan zıddına döner.
Allah, adaletten ayırmasın.
Türk-Yunan düşmanlığı, 19. Yüzyılda icad edilmiş bir İngiliz oyunudur. Yunan'ı Osmanlı küvezinden çıkarıp devlet yapan, sonra da her vesile ile Osmanlı'dan alıp Yunan' a vererek toprağını büyüten de Yunan'ın kendisi değil, İngiliz'i, Rus'u, Fransız'ıdır.
İmamoğlu'na ait eski bir dizi twitt... Yıllar önce Selanik'e gitmiş, orada hemşehrisi bir Rumla tanışmış. Adını veriyor. Bunu sosyal medyada kimbilir kaçıncı kopya olarak yayınlayan ve politik olarak Binali Bey yandaşı yani sözde bizden biri, "işte sözün bittiği yer..." yorumunu yapıyor.
Yarabbi bu insanlara feraset (anlayış) ver, adalet duygusu nasip et. Yahu Selanik'te hemşehrisi bir Rumla karşılaşmak insani bir durum değil mi? Siz gerçekte bütün Karadeniz'e düşmansınız da bunu bugüne değin fark etmemişsiniz, yazıklar olsun.
Yunan'dan korkmak nedir? Ekrem e saldıracağım diye insanlıktan çıkacaksın be! Sildim arkadaşlığını, gerzeğin. Benim dostlarım, Ekrem gibi kazanmak için yalan söylemez, iftira ve küfür etmez, yapamayacağı vaadlerde bulunmaz. Boşuna demiyorlar, haddini aşan zıddına döner.
Allah, adaletten ayırmasın.
Bizim kültürümüzde iktidar olmak
"... Biz bu hükümetten şu şu faydaları gördük. Nasıl bunları inkar eder de nankör oluruz" diyor kimi AkPartili arkadaşlar.
Oluyor ve kimse kendini nankör filan da görmüyor. Peki bu süreç nasıl işliyor? Nasıl oluyor da sizin minnet duyduğunuz bir emeği bir başkası değersiz bulabiliyor?
Bir kere bahsettiğimiz konu, yönetme işi ile ilgili ve sınırlı olup tarihsel açıdan bizim toplumumuza özgü bir davranış karakteristiğini ortaya koyuyor: Kut inancı.
Buna göre toplumu yönetme işi, Allah'ın taktiri ile olur. "Allah, bir soya toplumu yönetme yetkisi vermişse; bu imkan o ailedeki her bir birey için geçerlidir. İnsanımız; Melikşah'ı bilir de onun dört oğlunun kendi içlerinde gerek anaları, gerekse atabeylerince kışkırtılmaları sonucu, devleti nasıl bir yıkıma götürdüklerini bilmez. Toplumsal huzur ve mutluluk, iktidar peşinde koşan kardeşlerin umurunda değildir. Çünkü onlar kut sahibi - toplumu yönetme hakkına sahip- insanlar olarak tek hakim yönetici oluncaya kadar çatışma çıkaracaklardır.
Osmanlı da Fatih, kardeş katli düzenlemesi ile kut anlayışının devleti yıkma potansiyelini engellemek istedi. Sonra kardeş katilinin neden gerektiği unutulmuş gibi kafes yöntemi benimsendi. Her an öldürülme korkusunun delirttiği insanlar, yönetici oldular, vs. Çok sonra ailenin yaşça büyük olanının padişah olacağı düzenleme yapıldı.
Fransız İhtilalinin yükselttiği Parlamenter Demokrasi tecrübesi, bizim kültürümüzde kut anlayışını, aileden makama taşıdı. Böylece seçmenden çoğunluk oyunu alabilecek olan herkes, kutsal yönetme hakkına da sahip olabilecekti. Bu düşünüş tarzı, 'bir kez kazanıldıktsn sonra hep elde tutulmak istenen' iktidarların (güc'ü yönetme hakkını, kullananın) seçimden seçime değişmesini mümkün kılıyor, iktidarların kesintiye uğramasına neden olabiliyordu. Artık işi tam zamanlı muhalefet yapmak olan türedi bir meslek grubundan bahsedebiliriz. Bunlar, iktidarın
yönetme faaliyeti sonucu meydana gelen toplumsal memnuniyeti, küçümsemek, değersiz göstermek suretiyle "Siz iktidardan inin, biraz da biz yönetelim" demiş oluyorlardı. Bu durum şuna benzer: Zorlu bir formüla yarışından yine zaferle dönen Schumacher'i, yarım ağız tebrik edip "hadi şimdi in o arabadan da, biraz biz binelim. Arabayla nasıl yarışılırmış millete gösterelim!" ikinci bir örnek: "Varsın yeterli tecrübesi olmasın, insani ve mesleki kalitesi şüpheli olsun ama bırakın İstanbul'u bu sefer de İmamoğlu yönetsin."
Bunların memnuniyetsizliğinin temelinde sahici bir mağduriyet aramak yersizdir. Bunlar, çap ve yetenekleri olsun olmasın, kendilerini iktidara layık gören gruplardır. Dolayısı ile söylemlerinin haklı ya da haksız oluşunun da gerçekte bir anlamı yoktur. Önemli olan, karganın ağzındaki peyniri almak için halkı kötü yönetildiklerine inandırmak, seçmen algılarını değiştirip iktidar olmaktır.
Türkiye'de yaşayan insanlar, bu coğrafyanın tarihsel bilgisini içinde taşıyan büyük resmine vakıf olacakları güne kadar iki ileri bir geri bazen de tam tersi bir surette harcanan enerjilerini israf etmekten kurtulamayacaklardır.
Oluyor ve kimse kendini nankör filan da görmüyor. Peki bu süreç nasıl işliyor? Nasıl oluyor da sizin minnet duyduğunuz bir emeği bir başkası değersiz bulabiliyor?
Bir kere bahsettiğimiz konu, yönetme işi ile ilgili ve sınırlı olup tarihsel açıdan bizim toplumumuza özgü bir davranış karakteristiğini ortaya koyuyor: Kut inancı.
Buna göre toplumu yönetme işi, Allah'ın taktiri ile olur. "Allah, bir soya toplumu yönetme yetkisi vermişse; bu imkan o ailedeki her bir birey için geçerlidir. İnsanımız; Melikşah'ı bilir de onun dört oğlunun kendi içlerinde gerek anaları, gerekse atabeylerince kışkırtılmaları sonucu, devleti nasıl bir yıkıma götürdüklerini bilmez. Toplumsal huzur ve mutluluk, iktidar peşinde koşan kardeşlerin umurunda değildir. Çünkü onlar kut sahibi - toplumu yönetme hakkına sahip- insanlar olarak tek hakim yönetici oluncaya kadar çatışma çıkaracaklardır.
Osmanlı da Fatih, kardeş katli düzenlemesi ile kut anlayışının devleti yıkma potansiyelini engellemek istedi. Sonra kardeş katilinin neden gerektiği unutulmuş gibi kafes yöntemi benimsendi. Her an öldürülme korkusunun delirttiği insanlar, yönetici oldular, vs. Çok sonra ailenin yaşça büyük olanının padişah olacağı düzenleme yapıldı.
Fransız İhtilalinin yükselttiği Parlamenter Demokrasi tecrübesi, bizim kültürümüzde kut anlayışını, aileden makama taşıdı. Böylece seçmenden çoğunluk oyunu alabilecek olan herkes, kutsal yönetme hakkına da sahip olabilecekti. Bu düşünüş tarzı, 'bir kez kazanıldıktsn sonra hep elde tutulmak istenen' iktidarların (güc'ü yönetme hakkını, kullananın) seçimden seçime değişmesini mümkün kılıyor, iktidarların kesintiye uğramasına neden olabiliyordu. Artık işi tam zamanlı muhalefet yapmak olan türedi bir meslek grubundan bahsedebiliriz. Bunlar, iktidarın
yönetme faaliyeti sonucu meydana gelen toplumsal memnuniyeti, küçümsemek, değersiz göstermek suretiyle "Siz iktidardan inin, biraz da biz yönetelim" demiş oluyorlardı. Bu durum şuna benzer: Zorlu bir formüla yarışından yine zaferle dönen Schumacher'i, yarım ağız tebrik edip "hadi şimdi in o arabadan da, biraz biz binelim. Arabayla nasıl yarışılırmış millete gösterelim!" ikinci bir örnek: "Varsın yeterli tecrübesi olmasın, insani ve mesleki kalitesi şüpheli olsun ama bırakın İstanbul'u bu sefer de İmamoğlu yönetsin."
Bunların memnuniyetsizliğinin temelinde sahici bir mağduriyet aramak yersizdir. Bunlar, çap ve yetenekleri olsun olmasın, kendilerini iktidara layık gören gruplardır. Dolayısı ile söylemlerinin haklı ya da haksız oluşunun da gerçekte bir anlamı yoktur. Önemli olan, karganın ağzındaki peyniri almak için halkı kötü yönetildiklerine inandırmak, seçmen algılarını değiştirip iktidar olmaktır.
Türkiye'de yaşayan insanlar, bu coğrafyanın tarihsel bilgisini içinde taşıyan büyük resmine vakıf olacakları güne kadar iki ileri bir geri bazen de tam tersi bir surette harcanan enerjilerini israf etmekten kurtulamayacaklardır.
26 Mayıs 2019 Pazar
23 Haziran Seçimi
Artık 23 Haziran'da yapılacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde; İmamoğlu ve dolayısı ile CHP'ye verilecek oyların temel motivasyonunun ulaşımıyla, çevre temizliği ve kent dokusuyla daha yaşanılır 'her şeyin daha güzel olacağı" bir İstanbul'a ulaşmak olmadığını, AkParti'nin kaybetme ihtimali üzerinden Tayyip Erdoğan iktidarının düşürülmesinin hedeflendiğini biliyoruz.
Bu tip girişimler her zaman başarısızlıkla sonuçlanmıyor: 1908'de ne olduğu ile ilgili korkutmak istemem ancak 1908'de başlayan savaş ve kayıplarla dolu anafor, 1923'te Cumhuriyetin kurulmasıyla siyasi anlamda sona ermişti. İnsan sayısı, km2, ton, Lira vb. bütün birimlerde kayıp ve onulmaz bir acı içindeydik.
1991'de Özal Cumhurbaşkanı iken Demirel ve Erdal İnönü'nün demokrasi vurgulu popülist seçim kampanyaları sonuç vermiş; Türkiye, on yıl sonra tek parti iktidarından koalisyonlarla yönetilen amaçsız, düzensiz, çalkantılı bir sürece girmişti. 90'lı yıllar, her anlamda bu ülkenin kayıp yıllarıdır. Bu tip girişimler sonuç verdiğinde hayatın hemen her alanında önemli kayıplar yaşanmaktadır.
Ancak kabul edelim ki mevcut iktidarı devirmek fikri, katılımcılara "ben de oradaydım" dedirtecek bir hikaye bahşediyor. Kurt, kan kokusunu alınca aklı devre dışı kalır, fabrika ayarlarına geri döner, hedefine kilitlenir.
Özal'ı, Abdülhamit'i devirenler nerede şimdi? Onlar da hikaye sahibiydi. Çok değil iki yıl içinde "ne halt" işlediklerine vakıf oldular. Şimdi kimsenin sesi çıkmıyor. 'Demokratik darbe' sahipsiz. Toplumsal kayıp da cabası...
Adını koyalım: İmamoğlu, rasyonel değil, duygusal bir tercih. Bir kavle göre bu seçmenin bilinç altı, 1908 ve 1991 yıllarında olduğu gibi mührü basmasıyla yıkılacak bir enkazı görmek istiyor. Birilerinin ona yıkılacak evin kendi evi, evdekilerin de kendi mahremi olacağını göstermesi gerek.
Hipnoz halinde odaklanmış birine dışarıdan, kelimelerle müdahale etmek imkansız. Kafasını kaldırıp yapmak istediği hareketin büyük resimde birbiri ardınca nasıl artçı sonuçlar doğuracağını tahayyül etmesi ve bunu gerçekten isteyip istemediğine karar vermesi gerek. Milletin feraseti burada devreye giriyor. Hipnozun etkisinden kurtulurlarsa daha tutarlı politikalara yöneleceklerine inanıyorum. Nitekim, örneğin; ancak o zaman terör örgütü ile amaçta işbirliği yapıyor olmanın hem duygusal hem de rasyonel açıdan kabul edilebilir bir tarafı olmadığını fark edebileceklerini düşünüyorum.
Bu tip girişimler her zaman başarısızlıkla sonuçlanmıyor: 1908'de ne olduğu ile ilgili korkutmak istemem ancak 1908'de başlayan savaş ve kayıplarla dolu anafor, 1923'te Cumhuriyetin kurulmasıyla siyasi anlamda sona ermişti. İnsan sayısı, km2, ton, Lira vb. bütün birimlerde kayıp ve onulmaz bir acı içindeydik.
1991'de Özal Cumhurbaşkanı iken Demirel ve Erdal İnönü'nün demokrasi vurgulu popülist seçim kampanyaları sonuç vermiş; Türkiye, on yıl sonra tek parti iktidarından koalisyonlarla yönetilen amaçsız, düzensiz, çalkantılı bir sürece girmişti. 90'lı yıllar, her anlamda bu ülkenin kayıp yıllarıdır. Bu tip girişimler sonuç verdiğinde hayatın hemen her alanında önemli kayıplar yaşanmaktadır.
Ancak kabul edelim ki mevcut iktidarı devirmek fikri, katılımcılara "ben de oradaydım" dedirtecek bir hikaye bahşediyor. Kurt, kan kokusunu alınca aklı devre dışı kalır, fabrika ayarlarına geri döner, hedefine kilitlenir.
Özal'ı, Abdülhamit'i devirenler nerede şimdi? Onlar da hikaye sahibiydi. Çok değil iki yıl içinde "ne halt" işlediklerine vakıf oldular. Şimdi kimsenin sesi çıkmıyor. 'Demokratik darbe' sahipsiz. Toplumsal kayıp da cabası...
Adını koyalım: İmamoğlu, rasyonel değil, duygusal bir tercih. Bir kavle göre bu seçmenin bilinç altı, 1908 ve 1991 yıllarında olduğu gibi mührü basmasıyla yıkılacak bir enkazı görmek istiyor. Birilerinin ona yıkılacak evin kendi evi, evdekilerin de kendi mahremi olacağını göstermesi gerek.
Hipnoz halinde odaklanmış birine dışarıdan, kelimelerle müdahale etmek imkansız. Kafasını kaldırıp yapmak istediği hareketin büyük resimde birbiri ardınca nasıl artçı sonuçlar doğuracağını tahayyül etmesi ve bunu gerçekten isteyip istemediğine karar vermesi gerek. Milletin feraseti burada devreye giriyor. Hipnozun etkisinden kurtulurlarsa daha tutarlı politikalara yöneleceklerine inanıyorum. Nitekim, örneğin; ancak o zaman terör örgütü ile amaçta işbirliği yapıyor olmanın hem duygusal hem de rasyonel açıdan kabul edilebilir bir tarafı olmadığını fark edebileceklerini düşünüyorum.
Sayıklamalar
"İyiliği emret, kötülükten sakındır" dan,
"dinde zorlama yoktur",
"bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler"e...
" Sen ne karışıyorsun? "a,
Kent hayatında 'bireycilik'e.
"Her koyun kendi bacağından asılır"a.
Asabiyetin çözülüşüne...
Bağların yitimine...
Tarihsel ve toplumsal hafızanın kaybına,
Geçmiş zaman bilgisinin değersizliğine...
Zamanın ölmüş ya da cansız algılanışına...
Algının sürekliliğindeki parçalanmaya...
Elde bir haritanın olmayışına,
Gidilecek yönün belirsizliği ve lakaytlığına...
Rüzgarın sürüklediği sararmış ölü yapraklar ülkesine...
"dinde zorlama yoktur",
"bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler"e...
" Sen ne karışıyorsun? "a,
Kent hayatında 'bireycilik'e.
"Her koyun kendi bacağından asılır"a.
Asabiyetin çözülüşüne...
Bağların yitimine...
Tarihsel ve toplumsal hafızanın kaybına,
Geçmiş zaman bilgisinin değersizliğine...
Zamanın ölmüş ya da cansız algılanışına...
Algının sürekliliğindeki parçalanmaya...
Elde bir haritanın olmayışına,
Gidilecek yönün belirsizliği ve lakaytlığına...
Rüzgarın sürüklediği sararmış ölü yapraklar ülkesine...
Yerleşim Adı Değiştirmeler...
Halka hizmet konusunda söylemden başka bir tasarruf gücü olmayan soytarı nitelikli yerel yöneticiler için şehrin adını değiştirmek, geleneksel kitap fuarına izin vermemek, toplumsal katılım veya ortada somut bir proje olmaksızın heykel sanatını teşvik etmek ve içkili yer ruhsatlarına zirve yaptırarak son tahlilde milletin dini duyarlılığı ile çelişki teşkil eden harama erişim konularına kolaylık sağlama gibi hususlar, varlık gösterme alanı oluyor.
Evet, kente hizmet kültürünü, öğrencilere burs verip bacak kadar çocukların Marksist jargonu kullanmalarından ibaret gören birinden yeni işine Tunceli adının Dersim adı ile değiştirilmesi suretiyle başlaması çok mu şaşırtıcı geldi?
Alevi toplumu, bir gün bu tarihsel tartışmayı gündemine alacak, şüphesiz. Peki, o gün bu gün mü? Gündemi Alevi kanaat önderleri belirlemiyor ki öyle olsun.
Selo da yılların Türk Diyarbakır'ını, Asurluların Amed'i yapmak istemişti. Girişimi bir kaç levha ile sınırlı kaldı.
Halkın ihtiyaçlarını öncellemeyen her siyasi girişim, halkın kolektif vicdanında yerini ve notunu alır.
Geleneksel kültüre meydan okumak ancak zombinin enerjisi bitinceye kadar mümkün olur. Kanını emecek kitle bulamadığında kendisi de grubu da ortadan yok olur.
Evet, kente hizmet kültürünü, öğrencilere burs verip bacak kadar çocukların Marksist jargonu kullanmalarından ibaret gören birinden yeni işine Tunceli adının Dersim adı ile değiştirilmesi suretiyle başlaması çok mu şaşırtıcı geldi?
Alevi toplumu, bir gün bu tarihsel tartışmayı gündemine alacak, şüphesiz. Peki, o gün bu gün mü? Gündemi Alevi kanaat önderleri belirlemiyor ki öyle olsun.
Selo da yılların Türk Diyarbakır'ını, Asurluların Amed'i yapmak istemişti. Girişimi bir kaç levha ile sınırlı kaldı.
Halkın ihtiyaçlarını öncellemeyen her siyasi girişim, halkın kolektif vicdanında yerini ve notunu alır.
Geleneksel kültüre meydan okumak ancak zombinin enerjisi bitinceye kadar mümkün olur. Kanını emecek kitle bulamadığında kendisi de grubu da ortadan yok olur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Murat Karayalçın
Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...
-
Orospu Çocuğu ifadesi, bugün yaygın olarak küfür maksatlı kullanılıyor: İtham edilen kişinin annesi, değersizleştirerek kişinin kendisinin d...
-
Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...
-
Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonunun çalışmaları, yakın tarihimizin gri ve karanlık alanlarını aydınlatmakta ve ülkemizin iç politik günd...