14 Eylül 2013 Cumartesi

Sözün Büyüsü - 2

Söz/kelimeler, duyanı/okuyanı büyüler, elinden tutar başka mecralara götürür, devasa söylemler inşa ettirir, sonra o ifade gücünü hayranlıkla seyreder, egonuzun hakkını verirsiniz: Helal sana, ne de güzel ağzının payını verdim. Gerçekte hiçbir şey olmamıştır. Olan biten kağıt ya da ekran gibi bir yüzey üzerinde insanların ittifak ettikleri sembollerin seslendirilmesi sonucu beyinde oluşan/uyanan algıyla ilgili bir değişiklik/farklılıktır. İstediğiniz, beklediğiniz sonuçların yanısıra kasdetmediğiniz, beklemediğiniz sonuçlar da çıkar oradan... Anlamın bir kere var olduktan sonra hukuki sonuçlar dışında kendini üretenle olan bağı kopmuştur.

Küçük Prens - 2


Yetişkinler için Küçük Prens - Savcı

Küçük bir gezegendi. Yüzeyinde iki masa, masaların önünde ve arkasında birer sandalye ve bütün bunları çevreleyen L biçiminde büyük bir çekmeceli dolap vardı. Birinci masanın üzeri gazetelerden kesildiği anlaşılan küpürlerden dolayı dağınık görünüyordu. Masanın dışındaki sandalyenin üzerinde de henüz okunmamış ciddi bir gazete yığını istiflenmişti. Öteki masa da üst üste konmuş kitapların işgali altındaydı.

Adam, ayakta; hafif eğilmiş bir pozisyonda yeni bir gazete küpürü kesiyordu. Küçük Prens’in gezegene geldiğini fark etmişe benzemiyordu.

“Merhaba” dedi Küçük Prens. “Çok dikkatli biri olmalısınız.”

Adam hemen cevap vermedi bu ince sesli soruya, kafasını bile çevirmedi, kesime devam etti. Az sonra küpür elinde Küçük Prense döndü. “Evet” dedi, “hukuk dikkat ister.”

“Oh siz avukat olmalısınız” dedi Küçük Prens. “Daha önce hiç avukat tanımamıştım.”

“Yaklaş!..” dedi buyurgan bir sesle Adam. Amacı tahakküm kurmak değildi aslında ama mesleğini yaparken böyle davranmanın etkili olduğunu öğrenmişti. “Avukat değilim ben. Hukuk deyince aklına yalnızca avukatlar mı gelir senin?”

Kısıtlı düşündüğü için utandı Küçük Prens. “Yaşıma verin” dedi. “Avukat değilseniz kimsiniz siz?”

“Burada soruları ben sorarım” dedi Adam. Sesindeki hiddeti fark edince küçük bir çocuğu azarladığını anladı. Sesini yumuşatarak: “Sen” dedi. “Burada ne arıyorsun. Hem bu yaşta. Sahi yaşın kaç senin? Annen baban ya da senden sorumlu başka biri ile mi geldin? Söyle bakalım kimsin sen?”

“Ben Küçük Prensim” dedi, Küçük Prens. Seri sorulardan dolayı biraz korkmuş ve keyfi kaçmıştı. “Ben” dedi “buradan geçiyordum, sizi görünce konuşmak istedim. Gördüğüm kadariyle yalnızsınız…”

“Pöh!..” dedi Adam. “Ben gücün önemli  bir parçasıyım. Yalnızlığım güvenlik nedeniyledir. Kimseyle gereksiz yere dost olmam. Sonra adil davranamayacağımdan korkarım. Ben hukuk Adamıyım...”

“Evet” dedi Küçük Prens “…daha önce de söylemiştiniz bunu. Ama insan dostsuz nasıl yaşar?”

“Zordur elbette bu” dedi Adam. “Ama gerekçesini söyledim sana. Kutsal bir görevdir yaptığım. Hata kabul etmez. “

“Bir başka gezegende yaşayan kanun adamı olduğunu söyleyen biri ile tanışmıştım” dedi Küçük Prens. “Onunla tanışıyor musunuz? “

“Evet” dedi Adam. “Yargıçtır O. Ben Savcıyım.”

“Ooo…” dedi Küçük Prens, “…hukukçular sandığım kadar yalnız değillermiş, sevindim buna.”

“Sen…” dedi Savcı, “Küçük Prens’sen, krallığının sözleşmesinin bizde olması gerekir. Adını söyle bakalım krallığının kayıtlarımızı kontrol edelim hakkında hukuksal bir takip var mı ortaya çıksın. “

Sıkıldı Küçük Prens. “Yok” dedi. “Gerek yok buna.”

“Gerek olup olmadığını ben söylerim” dedi Savcı. “Hem bu gezegende iddia makamında son sözleri hep ben söylerim” dedi. “ama karar yetkisi yüce mahkemenindir, kurallar böyle…Gerçi adından da buluruz nasılsa...”

Bilgisayarının başına geçti Savcı.

“Hımm “dedi. “Bir kitap var seninle ilgili... Okumuş, notlar almışım... Senin krallığının kapatılmasına ilişkin dava hazırlığı yapmışız” dedi. “Ancak yaşın 18 den küçük olduğu için yargıca göndermemişiz iddianameyi. Sahi kaç yaşında oldun şimdi?”

“Aman Tanrım!..” dedi Küçük Prens. “Krallığımın kapatılması mı? Ne demek şimdi bu. Üç volkan, bir çiçek ve sürekli büyüyen boabob ağaçlarından başka bir şey yok ki benim gezegenimde.”

“Gezegenin kapatılmasını istemiyoruz ki iddianamede…” dedi Savcı. Sesi soğuktu. “Senin evrensel yasalara uymayan, sorumsuz beyan ve eylemlerini yazıp prensliğine son vermek talebini açmışız Yüce Mahkemeye. Nihai kararı onlar verir...”

“Ama benim sorumsuz beyan ve eylemlerim de ne demek? Tanrım neden bahsediyorsunuz siz? “

“Dur bakalım…” dedi Savcı. Hukuk söz konusu oluğunda kimseyi tanımazdı. Klasörlerin yer aldığı dolapların yanına gitti. Dolabın üstündeki fihristi aldı, masaya koydu.

“Küçük Prens…” diye mırıldanarak fihristin içinde K harfinin yer aldığı sayfayı açtı. Eliyle aşağıya doğru taradı. “11539. dosya…” dedi. Sonra dolapların kapaklarına baktı. Bir çekmeceyi açıp içinden bir dosya çıkardı.

“İşte iddianame…” dedi, dosyayı elinde sallıyordu. Masaya koydu. İçini açtı. “Bak!..” dedi “…okuyayım sana neler yapmışsın”:

“Gezegeninde bir çiçek bulduğunda ona sahip çıkmış ve onu rüzgardan korumak için bir kavanozdan yararlanmışsın…”

“Evet!.. ama ne var bunda” dedi Küçük Prens.

“Dur! daha bitmedi” dedi Savcı. “Hukuk adamıyım ben! Böyle ikide bir sözümü kesme, yargıdan mı kaçmak istiyorsun yoksa?” dedi. Yine hiddetlenmişti. Dosyaya döndü:

“Hesap yapmakta olan ciddi bir adamın yanlış toplama yapmasına neden olmuşsun.” dedi.

“Ayrıca bir sarhoşun yaşadığı gezegene uğramışsın… Hımm… Bu da yetmiyormuş gibi yaşlı kralın gezegenine de uğramışsın. Diğer ziyaretlerin, burada yaptığın konuşmalar ve dünyada yaptıkların da tek tek yazılı burada. Ne diyeceksin şimdi, söyle bakalım…”

“Ben bir şey anlamadım. Ne var bütün bunlarda, ben bir suçlama göremedim…” dedi Küçük Prens.

“Bir hukuk tekniğidir bu…” dedi Savcı “…ben delil toplar iddianameye yazarım. Kararı Yüce Mahkeme verir…”

“Tamam orasını anladım.” dedi Küçük Prens. “Kararı onlar verecek de siz neyle suçluyorsunuz beni.”

“Gezegenler arası bölücülük yapmak, laiklik ilkesini ihlal, ihaleye fesat karıştırmak ve yolsuzluk.”

“Ama ben bunların ne anlama geldiğini bile bilmiyorum. Yaptıklarımın bunlarla ne ilgisi var?”

“Ben iddianamede delil toplarım. Tek tek yaptıklarına anlam veremem. Dedim ya bir hukuk tekniğidir bu…Kararı Yüce Mahkeme verir.”

Sıkılmıştı Küçük Prens. “Siz dedi mesleğinizi ciddiye almıyorsunuz. Yaptıklarımın ne anlama geldiği konusunda bir iddianız bile yok ama bütün yaptıklarımı toplayıp önüne kocaman bir suçlama yazarak beni meşgul etmek istiyorsunuz. Oysa daha gezecek çok gezegen var.”

“Sakın ha!...” dedi Savcı. Daha fazla gezme ama biraz büyü de iddianameyi Yüce Mahkemeye sevk edebileyim. O kadar emek verdim…”

“Bak bunu öğrenmişsin…” dedi Küçük Prens. “Emek verdiğin şeyden sen sorumlusun.”

“evet emek verdiğim şeyden ben sorumluyum.”

“O zaman gerçekten iddian olan şeylerle ilgilenip emek versen de ortaya ciddi şeyler çıksa, bunu ben yaptım desen…”

“….hukuk adamıyım ben, kararı Yüce Mahkeme verir…”

“Ama bu halinle bir arşiv görevlisini andırıyorsun. Hayatın başkalarının yaptıklarını izlemekle geçiyor. Seçici olmazsan Yüce Mahkemeyi de boşuna meşgul edeceğini fark etmiyor musun?”

“…Kararı Yüce Mahkeme verir.”

İsmini yazınca Google ‘da yüzlerce sayfa gelsin istiyor bu diye düşündü Küçük Prens. “Yüce Mahkemede görüşürüz” dedi “…o zaman.”

12 Eylül 2013 Perşembe

Kumsal Nedir? Ne demektir?

Bu bloğun adı neden kumsal? Blog adı alırken neden bu metaforu kullandım? Belki başkası adlandırmadan bu konuda bir açıklama yapmam uygun olacak.

Kumsal, denizin karaya yani kıyıya vurduğu, kustuğu, içinden çıkarıp dışarı attığı nesnelerin birikme alanıdır. Evvelce denizde olduğundan biz karada yaşayanlarca bilinmeyen, keşfedilmeyen, farkında olunmayan tüm düşünce, bağlantı ve bağlantı ağının, kendi kumsalımıza vurmasıyla görünür kılındığı ve bunun diğer insanlarla paylaşıldığı bir ortamdır burası.

Tüm kıyı şeridi, kamusaldır, herkese açıktır. Ben, bunun farkında olarak zihnim, emeğim ve elimi, bir karşılık beklemeden açıyorum. Kabul buyurunuz.

İş Hakkında Düşünceler - ll

Sanıldığının aksine işimiz ve işyerindeki pozisyonumuz, çoğu zaman emeğimizin doğrudan bir sonucu değildir. Ama bu gerçek, öyle bir çırpıda görülebilenler sınıfında olmadığından çalışanlar üzerinde "benden bir şey olmaz"dan, "ben ne imişim be!" pozisyon kibirlenmelerine varan geniş bir yelpazede çeşitli etkiler bırakır.

Bu blogda yer alan Küçük Prens -1 adlı hikaye, bir işe kendini adayan uzmanlara ilişkin düşünceler içerir.

Sermayesi size ait olmayan bir işletmede çalışıyorsanız, size önerim: işinize hakkının verin. Daha azını ya da daha çoğunu değil...Zira hayat hakkınız, sınırlı süreli...Bir eylem alanına ilişkin tasarruf, bir başka alanın hakkından kısıntıyla karşılanıyorsa "bir hakkını verememe" sorunu ile karşı karşıyayızdır. Unutulmamalıdır ki, dengeyi bozan bu tür uygulamalar, er veya geç başka kalıcı ve majör problemlere yol açar.

Küçük Prens - 1


Yetişkinler için Küçük Prens - UZMAN
 
 “Merhaba’..” dedi adam, Küçük Prens’in iyice yaklaştığını görünce. Başında şapkası vardı.

“Merhaba…” dedi, Küçük Prens.

“Şapkanız başınızda ama sizi ışınlarıyla rahatsız edecek bir güneş göremiyorum.”

“İşim gereği takarım bu şapkayı…” dedi adam. “Şimdi de iş başındayım. Hatta işimin başındayım...”

“Sahi mi?” dedi Küçük Prens. “Siz hiç dinlenmez misiniz?”

“Dinlenirim tabii…” dedi adam. “Ama ben aktif dinlenme dediğim şeyi yaparım. Öyle miskinler gibi yatıp uzanmam dinlenirken. Uğraştığım işi bırakır bir başkasına geçerim. Uzmanım ben.”

Yine ömrünü heba eden şu tuhaf büyüklerden herhalde dedi, Küçük Prens içinden.

“Memnun oldum ama Uzman ne iş yapar bilmem ben…” dedi, Küçük Prens.

Büyüklerin bilmedikleri zaman yaptıkları gibi utanmış taklidi yapmadı. Bundan gücendi Uzman.

“Bilgi güçtür…”  dedi Küçük Prense. “Bilmen lazım. Bilmiyorsan öğrenmen lazım. Ama her şeyi bilemezsin. Öğrenmek için de yeterli vaktin yoktur çoğu zaman. O zaman da benim gibi bir bilene sorman lazım…”

“Oo..siz her şeyi biliyor musunuz” dedi Küçük Prens. Önemli biriyle karşı karşıya olmalıydı.

“Çoğu şeyi…” dedi Uzman. “Ama her şeyi değil. Haddimi bilirim ben. Sen dedi buraya bana danışmaya mı geldin. Uzmanların bir adı da danışmandır. Sor dilediğini bilemezsem yönlendiririm seni. Hem yaşın da küçük, para da almam senden, ama sebepsiz iyilik yapmam ben, ileride ödersin.. “

Küçüğün son söylediğini iyice anlamadığından kuşku duydu.

“Tecrubeme göre sebepsiz iyilik alan, bunun kıymetini bilmez dedi. Bilginin değerli olmasının bir boyutu da ona değeriyle orantılı bir bedel ödemendir.”

“Buraya özel bir nedenle gelmedim” dedi Küçük Prens. “Hele borçlanmaya hiç niyetim yok.”

“Böyle giderse sen de miskin olursun ama…” dedi Uzman. “Uğraştığın bir şeyler olmalı, hayatını anlamlandırmalısın…”

“Geziyorum ben…” dedi Küçük Prens. “Bu da bir uğraşıdır sanırım. Ama çözümünü bulamadığım bir sorunum yok.”

“Anlıyorum” dedi Uzman. “Sorumluluğun yok, tabii gezersin. Benim gezecek vaktim olmuyor. Gelişmeleri sıcağı sıcağına takip etmeli, kendimi güncel tutmalıyım. Müşterilerimi yanlış yönlendiririm yoksa. Sorumsuz biri değilim ben. “

Hesap yapmaktan etrafındaki yıldızların varlığını fark edememiş iş adamını aklına geldi Küçük Prensin. Sinirlendiği bir anda gıyabında Ona mantar demişti. Uzmanı bekleyen tehlikeyi gördü hemen…

“Siz kendiniz için bir şey yapmaz mısınız?”

“Bu işi kendim için yapıyorum” dedi Uzman. “Ücret alıyorum bunun için.”

“Yani iş dışında bir şey yapmaz mısınız” dedi Küçük Prens.

 “İş benim hayatım” dedi Uzman. “Sevdiğim bir şeyi yapıyorum.”

“O şapkayı hiç ters taktınız mı?”  diye sordu Küçük Prens.

“Hayır! ne münasebet, çözümün seramonik bir parçasıdır o. Aksesuarımdır benim. Neden ters takayım?” dedi Uzman.

“Rüzgarlı havalarda uçmasın diye…” dedi Küçük Prens. “Bütün çocuklar bilir bunu.”

“Çocukça işlerle ilgilenmem ben” dedi Uzman. “Bunu için pedagoji eğitimi almış başka Uzmanlar vardır. Onlar, çocukların bütün yaptıklarını bilirler dedi.”

“Çocuklar, hesaba sığmaz” dedi Küçük Prens. “Senin arkadaşların anlamaya çalışırlar belki ama asla tam olarak bilemezler.”

“Felsefe yapmaya çalışıyorsun” dedi Uzman. “Senin yaşına pek gitmez ama bu…”

“Bunu da nereden çıkarıyorsun?” dedi Küçük Prens.”Düşündüğümü söyledim yalnızca. İnsanlar hesaba sığar mı?”

“Tabi sığar…” dedi Uzman. “Hangi gezegende kaç kişi yaşıyor, ne ile beslenip hayatlarını sürdürüyorlar? Bütün bunlar hesap meselesidir.”

“Gezegende kaç çiçek olduğu da mı hesap meselesidir” dedi Küçük Prens.

“Elbette…” dedi Uzman. “Kaç çeşit çiçek vardır. Onları yiyen kaç cins hayvan vardır. Sayılar ve bağlantılar önemlidir.”

 “Kimse benim çiçeğim üzerinden hesap yapmaya kalkmasın” diye haykırdı, Küçük Prens.

Gezegeninde yalnız bıraktığı çiçeğinin bir an için bir tırtıl tarafından saldırıya uğramış olabileceği fikri gelmişti aklına. Hiddetini  bastırıp bu kötü düşünceyi uzaklaştırmalıydı aklından.

“Senin çiçeğinden kime ne?” dedi Uzman. “Çok nadir bulunan bir türden mi bahsediyorsun?”

Tipik bir yetişkin tavrıydı Uzmanın yaklaşımı.

“Benim çiçeğim…” dedi, “ dünyanın en güzel çiçeğidir. Onu ben suladım, rüzgara karşı korunsun diye onu ben kavanoz altına koydum. “

“Ne yaptığının ne önemi var küçük ?” dedi Uzman. “Bunlar, çiçekseverlerin yaptığı sıradan uygulamalardır. Çiçek bakımı ile ilgileniyorsan seni bir başka Uzmana yönlendireyim, benim ilgi alanıma girmiyor çünkü…”

“Çiçeklerin ruhundan anlar mı Uzmanınız?” dedi Küçük Prens.

“Çiçeklerin ruhu yoktur dedi Uzman. Ne tuhaf şeyler soruyorsun?”

“Hem çiçek Uzmanı  değilsiniz hem de çiçeklerin ruhu olmaz diyorsunuz. Meğer bilmediğiniz ne çok şey varmış? “

“Haddimi bilirim ben” dedi Uzman. “Daha önce de söylemiştim bunu. Ama her Uzman haddini bilmez. Ruh konusunu da bilmiyorum açıkçası. Aslında öyle sandığımı da belirtmeliydim. Özür dilerim bunun için. Raporlarımda özellikle seçici bir dil kullanırım…”

“Başkalarına bağımlı bir hayatınız var görünüyor. Sanki kendi hayatınız değil bu” dedi Küçük Prens.

“Evet başkalarının ihtiyaç duyduğu konularda çalışırım” dedi. “Ama bu Uzmanlara, serbest ve esnek bir çalışma zamanı bir  sağlar. Hem benim gibi kendi gezegeninde oturup iş yapmak imkanı kaç kişide var ki?”

“Ama siz meşgul iş adamları gibi etrafınızdaki yıldızların, batan güneşin, esmeyen rüzgarın bile farkında değilsiniz. Hep işinizin başındasınız. Bir hayatınız yok ki sizin serbest olasınız. Kendinizi güncel tutma adına hayatı ıskalamışsınız.”

“Bunu düşünmeliyim…” dedi Uzman.

“Bu kez kendiniz için bir çözüm üreteceksiniz gibi görünüyor…” dedi Küçük Prens. “Sanırım işleme değil değişime yönelik bir çalışma yapmanız gerekiyor.”

“Süreçleri atlayıp sonuca dair bir şey söylediğini fark ediyorum…” dedi Uzman. “Ama süreçler arasındaki ilişkilerin atlanmadan sonuca ulaşılmasının yararlı olduğunu, sonucun bu yönteme bağlı olarak kabullenildiğini söylerim hep müşterilerime. Buna benim de uymam gerek…”

Uzmanın kendisi ile ilgili olan konularda bile tarafsız kalmaya özen göstermesi hoşuna gitmişti Küçük Prensin.

“Sizi saygı ile selamlıyorum” dedi ayrılmadan önce. “Umarım kendiniz için en doğrusunu yaparsınız. Rüzgarlı havalarda şapkayı ters takmak çocuksulaştırır bütün yetişkinleri” dedi.

“Gidiyorsun sanırım” dedi Uzman. “Hoşça bak kendine.”

“Siz de hoşça kalın” dedi Küçük Prens.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Myriam Hernandez

Myriam Hernandez. Wonderful beauty, voice, comment, songs and a special woman. She is my favorite singer from The Latin World. Please listen and advice her. I hope to share some of her works with you ...

http://en.wikipedia.org/wiki/Myriam_Hern%C3%A1ndez

 




17 Temmuz 2013 Çarşamba

İYİDEKİ KÖTÜ (1)- PAUL WATZLAWICK – (*)


  1. Aniden öğrenme merakına tutulduğu şey, yaşamın biz insanlardan bağımsız olarak her şeyi düzenleyen kendi kurallarının olup olmadığıydı. Keşke bu hayırsız soruya hiç bulaşmasaydı -zira bu soru onun kendi halindeki mutlu yaşamına son vermişti. Adamın derdi, hamamböceğinin “nasıl bu kadar çok bacağı, böylesine bir zerafet ve kusursuz bir uyumla hareket ettirebiliyorsun?” sorusuyla karşılaşan kırkayağınkiyle aynıydı. Kırkayak saflıkla sorulmuş bu soru üzerine düşünmeye başladı ve o andan itibaren de yürüyemez oldu. (sh.15)
          
  1. Saygıdeğer baylar, sizi temin ederim, çok fazla bilmek gerçek bir hastalıktır. Zira bilginin doğrudan kaçınılmaz meyvesi atalettir, yani kollarını kavuşturup oturmaktır. (sh.16) 

  1. Daha önceleri doğal güvenle ve çocuksu saflıkla kendini yaşama adamışken, şimdi güven hastası olmuştu. Gerçi zaman zaman kendisine sormuyor değildi, nasıl olup ta güven ve kesinlik üzerine düşünmediğini onca zaman güvenle ve halinden memnun yaşayabildiğini; şimdi ise gittikçe daha sık gözlenebilir olan tehlikeleri önlemek için somut önlemlere başvurduğu halde giderek kendini daha az güvende hissettiğini. (sh.18) 

  1. Bir şeyin iki katı, her zaman iki kat daha iyisi değildir. Bir şeyin yüz katı, sadece matematikte onun yüz katı eder.  Burada gizlenen ve en beklenmedik anda büyük aksiliklere yol açan numaranın püf noktası, olayların kritik bir anda nicelikten niteliğe sıçrama yapması ve bu sıçramanın insanın sağduyusunu şaşırtmasıdır...Her Allahın günü pasta yersen bıkarsın. Nicelikteki artış nitelikte de aynı oranla bir iyileşme sağlamaz. Belli miktardaki petrolü iki ayrı tankerle taşımak, iki katı kapasitedeki tek tankerle taşımaktan daha ekonomiktir. Ancak büyük tankerin hareket esnasındaki davranış biçimi, küçük tankerlerin davranış tarzlarından çok farklıdır. Nicelikteki iki kat, nitelikte farklı bir değişime neden olmuştur.

  1. İdeolog, dünyaya kendi bakışının tek doğru olduğu güveni sarsılmaz biçimdedir. (sh. 29) 

  1. Terörizmin mantığı: İşin başında insanlığı iyiliğe çağıran kişi, düşünce yoluyla insanları uyandıramayacağını görüp, kendini, yardıma muhtaç ama kavramlarla bir yere varamayan insanlığa neşteri vurmak durumunda kalan cerrah rolünde hissedecektir. Eyleminin her nasılsa insanı mistikleştiren baskı düzenini sarsacağı yerde, kan gölünün yol açtığı dehşet ve öfke sonucu farklı görüşteki insanları yakınlaştırıp aynı düzenin daha çoğunu talep etmelerine yol açmasıydı. Doğaldır ki, bunun üzerine o da kendini, aynı çılgın eylemlerin daha çoğunu gerçekleştirmeye mecbur hissetmişti... Daha Heraklit bile aşırı tutumların karşı çıkılan şeyin aşılmasını sağlamak bir yana onu daha da güçlendirdiğine dikkat çekmişti... Meryem kültünün içindeki ve ortaçağın aşk şarkılarındaki dişi olanın abartık biçimde yüceltilmesi, şu işe bakın ki, cadı yakmayla kol kola gelişmiştir; sevgi dini yolunu şaşırıp engizisyona saplanmıştır; Fransız Devrimi'nin idealleri giyotinin kullanımını zorunlu kılmıştır, Şah'ı Humeyni izlemiştir; Somoza'yı Sandinistalar; ve Saygon'da insanlar herhalde çoktandır hangisinin daha kötü olduğuna cevap bulmakta zorlanıyorlardır: ABD'li kurtarıcıların mı, yoksa Hanoi'li kurtarıcıların mı.   (sh. 32-33) 

  1. Kötünün karşıtı ille de iyi değildir. Belki de daha kötüdür. Özgürlük iyiyle, doğruyla mükemmellikle özdeş tutulamaz. Özgürlüğün iyiyle ve mükemmellikle her karışımı ve özdeş tutulması bizzat özgürlüğün reddidir, şiddet ve baskı ilanıdır. Zora dayanan iyi artık iyi değildir, kötüye dönüşmüştür. (sh.34) 

  1. Majesteleri, mükemmellik peşinde olmak, insan ruhuna musallat olabilecek en tehlikeli hastalıklardan biridir. (sh. 34) 

  1. Her psikolojik aşırılık gizliden gizliye kendi karşıtını içinde taşır veya karşıtıyla yakın ve asli bir ilişki içindedir. Jung      (sh. 34) 

  1. Kim bütün iyi şeyleri isterse bütün kötü şeyleri harekete geçirir. En yüce iyiye hiçbir uzlaşma tanımadan yönelmek-konu ister güven olsun, ister vatan, barış, mutluluk ya da başka bir şey- bir nihai reçete çözümdür, ya da hep iyiyi isteyip kötüyü yaratan güçtür. (sh.35) 

  1. İkinci dünya savaşı yıllarında Viyana duvarlarına yapıştırılan “Nasyonal sosyalizm mi, yoksa Bolşeviklerin yaratacağı kaos mu?” afiş sloganına muzip bir vatandaş şunu karaladı: “Ayran mı, sulu yoğurt mu” Çoğu zaman çözüm için üçüncü bir yol vardır. (sh.40)
   

(*) İyideki Kötü, Paul WATZLAWICK, Ayrıntı Yayınları, 1996

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...