26 Şubat 2019 Salı

Halil Cibran'dan alıntılar:

"Eğer Tanrı'yı bilmek isterseniz, bilmece çözmeye girişmeyin. Onun yerine çevrenize bakın, O'nu çocuklarınızla oynarken göreceksiniz."
"Kadınları konuşurken değil, size bakarken dinleyin....."
"(Eşler için) Birbirinizin tasını doldurun ama aynı tastan içmeyin. Birbirinize ekmeğinizden verin ama aynı somundan yemeyin. Şarkı söyleyip dans edin birlikte, eğlenin, ama yalnız başınıza olun ikiniz de."
"Sonra "Seni seviyorum," dedin bana.
Ama gerçekte, senin bende sevdiğin bizzat sensin."
"Ve hep böyle olmuştur ezelden beri, ayrılık vakti gelip çatıncaya kadar, sevgi kendi derinliklerini bilmez."
"Kadının küçük kusurlarını bağışlamayan erkek, onun büyük erdemleriyle asla tanışamayacaktır."
"Birlikte vakit öldürmeyi dört gözle beklediğiniz kişi değilse , nedir dost?"
"Çünkü kör yasa ve kokuşmuş töre, sadece kadını cezalandırır."
"Bu muydu, onun için annemin karnını tekmeleyip durduğum hayat?"
"Dünyadaki en güzel üç kadın: Annem, gölgesi ve aynadaki yansıması..."

Epiktetos

«Her ne hakkında olursa olsun, Onu kaybettim!» deme. Fakat «Onu geri verdim!» de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir iade. —
Lâkin onu elimden alan kötü bir adamdı. — Onu sana verenin şu veya bu elle geri almasının ne önemi var? Onu sende bıraktığı müddetçe yolcuların otellerden istifade ettikleri gibi, âdeta sana ait bir şey değilmiş gibi istifade et» Zira dünya bir misafirhanedir ve hayat bir ziyafetten başka bir şey değildir. «Unutma ki, hayatta bir ziyafette imişsin gibi hareket etmen lâzımdır. Bir yemek tabağı sana kadar geldi mi? Elini kibarca uzatarak ölçü ile bir parça al. önünden kaldırıyorlar mı? İlle almak isteme. Henüz önüne gelmedi mi? Arzuların uzaklara gitmesin, tabağın kendi tarafına gelmesini bekle. Çocuklarına, eşine, çalışanlarına, mensuplarına, servete, ikbale karşı da böyle hareket et. O zaman yücelir, hürmete layık olanların sofrasına kabul edilirsin. Sana verileni almaz, iter ve küçük görürsen o zaman sıradanlaşır ve düşkünlerle birlikte hüküm sürersin!»


Kürdistan Söylemi

Türkiye'nin bir bölümünün Kürdistan ismiyle adlandırılması, yaşadığımız dönem itibariyle masumca tasarlanmış coğrafi bir tarif olmaktan çok; kışkırtıcı, popülist, siyasi bir talebi ifade etmektedir.
Yaşanan bunca terör hadisesinden sonra bu adlandırma keyfiyetinin sıradan bir nostalji olarak mahzurlu görülmemesi mümkün değildir.
Aksine bu durum, şehit ailelerine saygısızlık, devlete karşı meydan okuma ve bizzat keyfiyet sahiplerinin karşıtlarında öfke ve tepki uyandırmak suretiyle hedef kitleleri nezdinde kendilerini kitleyi savunan, temsil eden algısı verilerek meşru ve var kılmak amacına matuf, popülist bir söylemdir.
Hala kimlik siyasetinin hizmet siyasetine baskın olduğu yerlerde görülen gerçeklikten kopuk, duygusal seçmen davranışı, motivasyonunu ataerkil kültürden (kan bağı referansı: taş olsun, bizden olsun anlayışından) alıyor görünmektedir.
Bir örnek olması bakımından MHP'nin gerek söylem, gerekse eylem bakımından kendisini hiçbir zaman Kürt karşıtlığı üzerinden ifade etmemesine rağmen Kürt düşmanı olduğu algısını yerleştirenler, genelde Türk Solu, özelde terör örgütü yöneticileri ve onun siyasi alanda görevlendirdiği kişilerdir. Bu kerameti kendinden menkul, yalan bir iddiadır. İspatı siyasi tarih boyunca varid değildir. Kültürel kodlar itibariyle olması da mümkün değildir. Biraz empati lütfen.
Kürtler elbette kimlik ve kişilik sahibi insanlardır. Ülkenin kaynak dağılımında kimliklerinden ötürü geçmişte ayrımcılığa tabi tutulmuşlarsa da bunun temel sebebinin, ırkçılıktan ziyade ülkeyi yönetenlerin Türkiye'nin yeniden parçalanmasını önlemek üzere homojen (tek tip) bir ulus inşa etme gayreti olduğu yeterince açık değil mi? Kolay ve duygusal analizlerden ne zaman vaz geçip; bir yetişkin gibi sorumluluğumuzu alacağız?
Uluslararası güçlerin maşası bir terör örgütü, sırf "ben sizin babanızım" diyor diye kimsenin babası olmaz. Buradan barış, güzellik ve kardeşlik çıkmadı, çıkmaz.

İş Kimliği

Her ne olursa olsun işimiz, emeğimiz önemlidir. Çalışma hayatı bizi, biyolojik ve psikolojik açıdan zinde tutar.
İş kimliği, bir çok insan için egodan sonra gelen en güçlü kimliğimizdir. Küçük, büyük fark etmez; başarı halinin verdiği doyum, beynimizde üretilen seratonin hormonunu tetikler. Seratonin, iyi hissetmemizi sağlar, ayaklarımızı yerden keser, mutluluğa yakın bir duygu durumu uyandırır ancak küçük bir kusuru vardır, dikkat edilmezse bağımlılık yaratır. İnsan egosu, seratoninin verdiği hissi sürekli duyumsamak ister.
İş kimliğinin bir başka özelliği de akışkan ve yapışkan olmasıdır. Eş, ebeveyn, çocuk, sanatçı, sporcu, öğrenci, arkadaş, bankacı, işyeri statüsü vb aklınıza gelen tüm kimliklerinizden kaynak (zaman, enerji, imkan, belki para da) transfer eder (çalar). Genleştikçe genleşir. Hayatınızın tümünü eline geçirmeye çalışır. İşkolikler, iş yoğunluğunun kendilerini bu hale getirdiğini iddia ededursun bilinçaltında işleyen sürecin çok daha farklı kişisel nedenleri vardır. Evde, aile bireyleri arasında -örneğin mekanların uzaklığından kaynaklanan ya da benzemeyen çeşitte nedenlerle- bir gevşeme varsa; iş kimliği, çeşitli meşru bahaneler üretmek suretiyle bu kimliğin kaynaklarını sömürecek şekilde gevşemeyi, aradaki bağ bir kopuncaya değin inceltir.

25 Aralık 2018 Salı

Yeni asgari ücret

2019 yılında geçerli olacak asgari ücret tarifesi açıklandı. Buna göre yeni asgari ücret, %26 oranında bir artışla 2020 TL oldu.
Emekçiler, neden fiyat artışları alır? Bunun iki temel sebebi var: büyümeden pay almak ve fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen artışların alım gücünde yol açtığı daralmayı ortadan kaldırmak.
Uzunca bir zamandır, çalışanlara asgari ücret üzerinden büyüme payı ödemesi yapılmıyor. Varsa yoksa enflasyon etkisi... Tabi bu da önemli bir şeydir.
Bu yılki asgari ücret artışının enflasyonun %4-5 puan üzerinde olacağı anlaşılıyor.
Asgari ücretin neredeyse tamamı, ülke içi tüketim harcamalarında kullanılıyor. Dolayısı ile asgari ücrette yapılacak artışlar önemli çünkü doğrudan büyümeyi teşvik ediyor.
Bir husus ta bu yılki asgari ücret artışının, enflasyonu artıracağı kaygısında olan hazirun için eklemek gerek: temmuz ayında yaşadığımız ekonomik anafor, emek dışındaki bütün üretim faktörlerinin, malların fiyatlarını arttırmak için gerekçe oluşturdu. Klasik bir iktisat kanunu, fiyatların geriye esnek olmadığını söyler. Bunun anlamı, fiyatların düşme özelliği olmadığıdır. Nitekim enflasyonun temel artış gerekçesi olan döviz fiyatlarındaki tırmanış, ekimden sonra yerini düşüşe bırakmasına rağmen önceden artmış olan fiyatlar, kurala uyarak geriye gelemedi.
Şimdi artık genel ekonomik düzeyde emek fiyatlarında asgari ücrete yapılan artış oranlarında güncelleştirmeler yapma zamanı. Bu artışlar, büyük oranda enflasyona neden olmayacak zira işletmelerin bu artışları karşılayacak bir fiyat artışına gittiklerini ve bu fiyat seviyesini de koruduklarını biliyoruz. Kamu, ücret artışlarını bahane edip enflasyona yol açmak isteyecek girişimcilerle özel olarak ilgileneceği kanaatindeyim.

23 Aralık 2018 Pazar

Yıldönümleri

2018 yılı çıkıyor. Malumunuz, 2018 yılı, 1918 yılının yüzüncü yıl dönümü.
100 yıl, 500 yıl, 1000 yıl gibi dönüm günleri, anılacak olayın önemine göre çeşitli toplantı ve etkinlikler yolu ile toplum gündemine getirilir ki, geçmişin hatırası, olayın günümüze etkileri vb konularında toplumsal mutabakat sağlansın, kolektif bilinç (toplumsal hafıza) beslensin.
Bu yıl, 1908'den 1918'e kadar toplumsal hafızamızı ilgilendiren en az sekiz farklı önemli tarihi hadisenin 100. seneyi devriyelerini doldurmuş olduk. Zengin babanın züğürt oğlu gibi neredeyse dedelerimizin doğrudan yaşadığı bu hadiselere neden bu kadar yabancılaştığımız, sanki bütün o yaşananlar olmuş bitmiş, bugüne etkisi olmayan, hatta bizimle ilgisi bile olmayan 'başkalarının hikayeleridir.'
Mart 2019'da İstanbul'un işgalinin yıldönümünü idrak edeceğiz. Bu olmaz dediğimiz ne varsa olmuş, yoklukla imtihan edilmişiz.
Sonra Mayıs 1919'da, direnişin başlangıç yıl dönümü ve diğerleri. Hepsinin bir mesajı var.
Toplumun yetkinliği, geleceğimizin teminatıdır. Hafızası olmayan toplumlar, milletten çok kitleyi oluşturur.

Sarıkamış Harekatı

Türkiye, dünyanın ortasında ama kabul edelim ki bu durum; Türkiye, herşeyin merkezinde demek değil.
Sözlü ve yazılı medya üzerinden akan haberler, aklımıza gelebilecek her kategoride bir Türk ya da Türkiye vurgusu olduğunu ispat için algı üretmeye çalışıyor: "En uzun yaşayan bizde; bu olay başka yerde olmaz; burası Türkiye!; yine dünya şampiyonu oldular... " vs.
Sarıkamış harekatı, yıldönümü hatırlanan ve hatırası yürüyüşlerle taze tutulan ender bir olay... Ancak kanaatimce ilginç bir şekilde Sarıkamış Harekatında ne oldu, bugüne mesajı nedir konuları es geçilerek bilgiden öğrenmeye geçmek, kitlesel anlamda mümkün olmadı.
Dikkatinizi çekmiştir; Sarıkamış'taki şehit sayısı, iç kamuoyundaki kullanımlarda garip bir şekilde yüksek gösterilir. Şehit sayısının çokluğu ile övünmek de neyin nesi? Neyse o olmalı, öyle değil mi?
Sarıkamış, Almanya'nın Batı cephesinde siperlere çakılı kaldığı; dolayısıyla doğudan kendi üzerine
gelecek Rus tehdidini bertaraf etmek için Osmanlıyı, siyasi baskılarla önce savaşa sokup sonra da Rusları meşgul etmek üzere Kafkaslara yönlendirdiği öncü bir harekattır. Büyük resim okuması, en yalın biçimde budur.
Enver Paşa, Erzurum'daki ordu merkezi ile sürekli haberleşme halindedir. Askerin ihtiyaçları ve hava durumu hakkında sürekli anlık telgraf bilgileri alır. Görev yeri Erzurum olan ve sonradan harekatta şehit düşecek olan Hafız Hakkı, Genelkurmay'da Enver Paşa'yla yakın çalışmış, onu tanıyan bir subaydır ve her iki konuda da bardağın dolu tarafını gören yanıltıcı bilgilerle Paşa'yı yanlış yönlendirir. Enver Paşa, harekatın olumlu geçeceğinden o kadar emindir ki zafere sahip çıkmak için bölgeye gider, denetlemeler yapar, harekatı başlatır.
Daha önce bir benzerini Balkan Savaşı sırasında yaşadığımız lojistik (levazım) sorunları, Sarıkamış Harekatının da sonucunu belirleyen en önemli nedenlerdir. Denetlemeye girecek ordu komutanları, ihtiyaçlarını merkeze bildirmek yerine geçici olarak denetlemeye girmeyecek olan başka birliklerden temin etmişler ve eksiğin var mı sorusuna hayır demişlerdir.
Bürokrasi, ne kadar ihtiyaç içinde olursa olsun dışarıya karşı kendini güçlü göstermek ister. Aksi durum genellikle bir yöneticilik zafiyeti olarak algılanır. Yönetici, üstü yöneticiden azar işitmemek, kariyerinde olumsuz bir kaydın yer almasını önlemek için durumu idare edebilir. Sarıkamış'ta bu olmuş, bunun sonuçları acı vermiştir.
Allah, şehitlerimize rahmet etsin.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...