17 Kasım 2018 Cumartesi

Ermeniler

Anadolu'da, İran'da, Kafkasya'da; dağınık ve düşük yoğunluklu bir nüfusla yaşayıp giderlerken; 19.yüzyılın ikinci yarısı boyunca Rusya, İran ve İngiltere'nin zoru ile 400 yılı aşkındır Türk yurdu olarak bilinen bölgeye toplanan bir etnisite: Ermeniler
Sorsan, tarihten önce de vardık diyecekler. Sorsan, çok daha fazlasını da söylerler... O yüzden sorma, boş ver. Bunlar yüzyıllardır bizim insan kardeşimiz olarak korumamız altında yaşamış, zanaatte ustalaşmış, kaygısızca çoğalmış bir insan topluluğudur. İğfal edilerek bin bir vaad ile baştan çıkarılmıştır. Fitnenin kaynağı kendileri değildir; bizim gibi fitneye maruz kalmışlardır.
Galiba bu biraz da bizim kaderimiz. Yunan'ı, Ermeni'si, Bulgar'ı, Sırp'ı, garibi gurebası, devlet kurmak, toprağını büyütmek, aynı dili konuşan insanlarını kendi etrafında birleştirmek bahanesi ile vergi toplamak ve tarihten kendine bir kimlik edinmek için Türkleri kestirir gözüne. Öyle ya düşman güçlü olacak ki, milli kimlik te ona nispetle özgüven kazansın. Ne yapalım, bütün bunlar, bizim seçimimiz değil...
Tehcire maruz kalanlar, ölçülü konuşurken onların çocuk ve torunları, mazoşistik bir sevinçle köpürterek tehcir hakkında yalanlar ürettiler, ballandıra ballandıra kin ve nefret suçu işlediler, yüz yıl boyunca... Kitlesel bir depresyonu, kalıcı kılmak için ne gerekiyorsa yaptılar: heykeller, müzeler, şarkılar, filmler...
Biz kendi var olma mücadelemizi kazanıp yeni cumhuriyetimizi kurduğumuzda on yıldan fazla sürmüş olan bir savaş serisinden çıkıyorduk. Türkiye' de hakkında dedikodu yapmak için kim ne yapsın Ermenileri? Tarihin hangi devrinde bir düşman ihtiyacı içinde olmuş ki bu toplum, şimdi olsun?
Yokluk yılları, ll. Dünya Savaşı sürecinde de devam edecektir. Anadolu'da sessizce konuşulan, nasıl katliam yaptığımız değil nasıl katliama uğradığımızdır. Dış İşleri mensubu şehitlerimiz de oldu; genç nesle kimsenin "bunları unutmayın, bunlar da oldu..." dediği de yok bu arada. Ermeni düşmanlığı tesis etmeden tarih şuuru vermek lazım o gençlere. Ama devletin başka türlü bir yoğunluğu var. Yetişemiyor...
Kendilerini iyi hissettikleri ilk fırsatta Karabağ'ı işgal ettiler. Göç geldikleri yerin sahibi olmak için sivil, genç, yaşlı demeden karşılaştıkları Azerileri katlettiler, Karabağ' da. (Ermeni) Haklarını korusun diye 25 yıldır çözümü tıkayan Minsk grubunu kurdu, Batılılar.
Ermenistan Ermenilerini, o coğrafyada kaldıkları müddetçe zihnen kurtarabilmenin mümkünatı yok, depresyon, yoksunluk ve saldırganlık çukurundan kurtulamayacaklar.
Türkiye Ermenileri, zaten vatanlarında yaşıyor, dedik ya insan ve kültür kardeşlerimiz onlar bizim.
Karabağ'a ne olacak, peki? Azeriler, tıpkı Ermenistan Ermenileri gibi günü geldiğine inandıklarında harekete geçecekler. Bir şeyler bildiğimden değil; savaş, savaşı çeker, çünkü.

24 Ekim 2018 Çarşamba

Algının değişimi

Amerikanın sesi (VOA), Uluslararası Ekonomi Peterson Enstitüsü uzmanlarından Jacob Kirkegaard ile kısa bir söyleşi yapıp yayınlamış. Uzman, misyon sahibi tüm kaçamak severler gibi arkası boş bir büyük resim okuması yapıyor. İsminin önünde yer alan uzmanlık titri, titrememizi sağlayacak kadar güçlü değil. IMF'yi adres gösterip ekonomik krizin başında olduğumuzu müjdeliyor.(!)
Kirkegaard, söylemlerinde haklı çıksa ünlü biri olur mu, sanmıyorum. Ancak gerek kimliğinin Türkiye toplumu için önemsizliği, gerekse söylemi, zaten haklı çıkmaması halinde büyük bir bedel ödemesini gerektirmeyecek.
Bu ara kerameti kendinden menkul çok uzman göreceğiz, benzer ağız kullanan. Medya bunları karamsar bir algı tasarımı için görünür kılıyor olmalı... Zira iş yapmak istese Berat Albayrak'tan randevu alır. Haber yapıyor ki dezenformasyon olsun, senin benim algım değişsin.
Yakup kardeşin "Allah, bir" beyanına dahi ihtiyacımız yok. İşimize, gücümüze bakalım.
Yalancı kahinleri; ihbar halinde polis, toplayıp savcıya götürüyor. Bkz. Aydınlı cinci hoca (!) Mehmet Pala. 36 yaşında hayatın festivalden ibaret olmadığını gösteren süreçle tanıştı.
Umarım Uzman Yakup ta gün gelir, emeğinin karşılığını alır.

İnşaat Sektörü Tercihi

Bir konuyu kayda geçirmeyi, unutulmasına tercih ediyorum: Bir takım akıl sahipleri, Türkiye'nin yurt dışından borçlanma yolu ile temin ettiği fonları, inşaat sektörü gibi verimsiz alanlarda değerlendirdiğini, sırf bunun için bile olsa cezalandırılması gerektiği görüşündeler.
Büyük resim anlatıları böyle olur. Detayları olabildiğince sadeleştirir, görüneni anlatırsınız. O zaman problem nerede?
Türkiye, liberal demokrasi rejimini tercih etmiş bir ülke. Burada devlet ekonomik planlar yapar, kendi kamusal hedeflerine uygun yatırım yapan girişimcileri, vergi almayarak, kredi tesis ederek vb. yöntemlerle destekler, yönlendirir teşvik eder. Hiç bir yöne icbar etmez.
Girişimci, inşaat yapmak istiyorsa kaynağını bulur, yapar. Devletin Toki dışında inşaat yatırımı yok. Toki de bildiğim kadarıyla yurt dışından kredi almıyor. Ancak bankalar, üretilen konutların finansmanı için ihtiyaç duydukları fonları, yurt dışından temin ediyorlar, edebilirler.
Etrafımızdan biliyoruz, imkanı olan pek çok girişimci gerek fırsat gerekse imkanları elvermesi nedeniyle konut yapmaya yöneldi. Görünür konut stokunda bir arz fazlası var. Durumu gören yeni girişimci, piyasanın doyduğunu anlıyor, yeni pozisyon açmıyor.
Büyük resim anlatısında kullanılan ete kemiğe bürünmüş Türkiye somutlamasının fiziki karşılığı, bankalar ve çeşitli proje sahibi müteahhitler. Devletin özellikle müteahhitlerin batmaması için özen gösterdiğini, kampanyalar yaptığını da gördük. Zira inşaat sektörünün çok fazla sektör ve kesimle ticari bağları var ve sektörel bir batış, ekonominin bütününde onarılmaz hasarlara neden olabilir.
Türkiye'yi ve Türk Devleti'ni şamar oğlanı gibi gören anlayışın detayda devletle birebir karşılığı olmayan büyük resim beyanlarında bulunması ve bu kapsamda kendi gibi olanla girdiği karşılıklı onay mekanizmasını "değil mi Muhittin?" anekdotuyla bağlamak üzere insafınıza terk ediyorum.

Değil mi Muhittin?

Erzurum Atatürk Üniversitesi kurulduğunda öğretim kadrosu akademik ihtiyaçtan dolayı biraz hızlı ünvan almış. İşletme dersleri hocası Aydın Türkbal da çok erken bir yaşta profesör ünvan almış, daha sonra asistanı Muhittin Hoca ile birlikte ders verir olmuştu. 90 öncesi üniversitelerde genel olarak Hoca-Asistan ilişkisi, tam bir üstad-çömez ilişkisi gibidir. Asistan, Hocanın mutlak surette emir ve kontrolündedir.
Muhittin Hoca'nın her zamanki gibi öğrencilerin arasında oturduğu bir gün Aydın Hoca, bir hatırasından bahseder: "... İlaç şirketinden geldiler. Yeni bir ilaç geliştirmişler. Benden denememi ve ilacın bağımlılık yapmadığına dair bir rapor vermemi istediler. Muhittin biliyor, değil mi Muhittin?"
Muhittin Hoca, tastik eder: "tabi hocam..."
"... Aradan şimdi hatırlamıyorum, 20 günden fazla geçmiş olmalı, ben ilacı denedim ancak bağımlılık yaptığını görmedim. Hemen raporumu yazdım gönderdim... Değil mi Muhittin?"
- Tabi Hocam...
- O hafta sonu, Kocaeli'nde bir sempozyum vardı. Muhittin'le beraber gittik. Hatırladın değil mi Muhittin?
- Evet Hocam...
- Gittik ama ben otobüste fenalaştım. Meğer, ilaç bağımlılık yapıyormuş. Kendimi otogardan eczaneye zor attım. Değil mi Muhittin?
- Evet, Hocam.
- Eczacıya ilacı sorduysamda "... Maalesef, hiç kalmadığı şeklinde bir cevap aldım. Yıkılmıştım. Eczacı, halimden müteessir olmuştu.
- Ne oldu diye sordu.
- Şey... Galiba ilacın bağımlısı oldum dedim...
- Nasıl olur, mümkün değil; bakın, ünlü profesör Aydın Türkbal'ın raporu var, bu ilaç bağımlılık yapmaz!
Çok bitkin bir şekilde gösterdiği yere baktım. Cam tezgaha alttan raporumun bir fotokopisini yapıştırmış, ona işaret ediyordu. Başımı iki yana sallayıp;
- Üzgünüm, Aydın Türkbal benim. Maalesef erken karar vermişim. İlaç, bağımlılık yapıyor dedim. Değil mi Muhittin?
- Tabi, Hocam...
- O zaman eczacı, elini ağzına götürüp "öyle mi?" dedi... Eğilip masasının çekmecelerinin birinden ilacı çıkarıp uzattı:
- Buyurun, Hocam; alın kullanın. Çok az sayıda kaldı. Yok satıyor, ilaç. Dostlar için bir kaç kutu ayırdık. Alın lütfen kullanın.
Çok teşekkür edip hemen bir tane kullandık oradan sempozyuma geçtik, değil mi Muhittin?
- tabi, Hocam...
Rahmetli Aydın Hocanın buna benzer başka hikayeleri de var. Mekanı cennet olsun. (Muhittin Hocanın bu kadar ezilmişlikten sonra ne kadar sert bir Hocalık yaptığını tahmin etmişsinizdir.)

Faiz Bülteni

Faiz oranının büyüklüğünü gelecek beklentisi belirler. Halen yıllık faizler, %25 civarında.
Şimdi kendimize soralım, bir ay ya da onbeş gün önceki 'Türkiye’nin geleceği' algısı ile şimdinin algısı aynı mı? Değil. O zaman faiz beklentisi neden aynı kalsın? Merkez, Trump'ın hamlesini beklediğimiz gibi okuduysa pas geçme hakkını bile kullanmaz, doğrudan faiz düşürür. Trump'ın desteği olmadan sivil inisiyatiflerin Türkiye'yi kaosa sokma güç ve imkanı bulunmuyor. Hele alınan bunca tedbirden sonra...
Berat Albayrak, yakın zamanda kullandığı 'en kötüsünü geride bıraktık' söylemiyle biri yabancı, diğer ikisi doğan görünümlü şahin olan bazı kişilerden tepki mesajları almış ancak kur'un gerilemesiyle Bakanı madara etme coşkusu, sessizliğe bürünmüştü.
'İlkesiz durumsallık' (duruma göre taktik geliştirme), müzmin muhalefet için uygun bir strateji olabilir. Hatta bu kişiler bir araya gelip blumberg adında bir TV kanalı da kurabilirler. Etkileri, kendilerine kulak veren seyircilerin motivasyonundan ibaret kalacaktır. Şimdi burada ATEŞ ya da KAÇIN diye bağırmamın, sizde meydana getireceği tehdidin(!) gücü gibi yani.
Akıllı ve sabırlı olalım yeter.

Türk'üm ama Türkçü değilim

"Türk'üm ama Türkçü değilim"
Türkçü nasıl olunuyor usta, bir anlatsan da öğrensek.
Türk alıp satana mı Türkçü deniyor. Hangi tarihsel tecrube, hangi itikat seni konuşturuyor? Mesela Türk olmanın pratik anlamı hakkında bana üç tane cümle kurar mısın? Bu bir etiket midir yalnızca, yoksa kimlik midir; siz, sen benua'da mı okudunuz, Fransızca mı konuşuyor, rüya görüyorsunuz; İngilizlere neden güvenmezsiniz, Alman ya da Fin olsaydınız yine böyle mi düşünürdünüz, bir fikretseniz rica etsem.
Antep'te fıstık zamanı tüccar satıcıya sorarmış, "sen mi yetiştirdin yoksa miras mı?" Zahmetli işlerin bedeli pahalı olur, ver kurtul yapmazsın emeğin görürsen...

30 Eylül 2018 Pazar

Ekonomik Büyüme

Orta vadeli plan açıklandı. Bir süredir kimi çevrelerce vebalı muamelesi gören büyüme rakamları, OVP kapsamında küçültüldü; yerli, yabancı ekonomik çevrelerin beklentilerine uygun hale getirildi. Peki, bu oranlar tahakkuk etmek için yeterince gerçekçi mi?
On yıldan fazla bir süredir Türkiye'de ekonomi, devlet politikalarından bağımsız hale gelmişti. Son iki yılın özelliği şirketlere KGF üzerinden nakit girdisi sağlamak ve bu yolla finansal döngü çarklarının durmasını önlemek olmuştur.
Kişisel gözlemlerime göre Türkiye'nin içinde bulunduğu ölçek ekonomisi nedeniyle 'spontan' (dış müdehale olmadan, kendi kendine) gerçekleştireceği büyüme oranı, %5'in altına düşmez. Bunun altında belirlenmiş oranların tahakkuku için vergilerin yükseltilmesi, iç tüketimin abartılı bir şekilde düşmesi, %30'ların üzerinde enflasyon gibi fiili fren etkilerine ihtiyaç var. Bu frenin tutamayacağın kanaatindeyim.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...