25 Temmuz cumartesi günü HDP, biri öğlen saatlerinde diğeri de akşam üzeri olmak üzere iki açıklama yaptı. Birinci açıklama, hava kuvvetlerimizin cumartesi sabaha karşı, aralarında terör örgütü merkezinin de hedef alındığı beş kampa yönelik saldırısı ile ilgiliydi. Oluşumu taraflarınca öngörülemediği, sonuçları da henüz belli olmadığından, psikiyatristlerin travma dediği "anlam vermeme" hali, metnin diline uzlaşmacı, esnek, yapıcı ve barışı talep eder bir şekilde yansımıştı. Bir çeşit, "ne vuruyorsun, oturup konuşalım" mesajı.
Akşam üstü açıklanan mesaj ile toz dumanın kendince yatıştığı, iletişim kanallarının yeniden kurulması sonucu pozisyon değiştirerek yeni bir strateji belirlendiği anlaşılıyor. Bu mesaj kamuoyuna "çok görünelim; cephemizi geniş, çoğul ve derin sansınlar" imajına atfen -burada propagandaya destek olmamak için adlarını vermeyeceğim- aynı sosyolojiye sahip, görüntüde farklı özünde aynı üç ismin (hani Meksikalılarda çoklu isim yaygındır ya, onun gibi : Zagorun yoldaşı Çikonun nüfusa kayıtlı adı, Cico Felipe Cayetone Lopez Martinez Gonzales'di.onun adındaki mantığın yarattığı çoğulluğu düşünün) imzası ile yayımlandı. Burada da ilk mesajın yumuşak dili terk edilerek risk alındığı ve söylem düzeyinde fiyakayı bozmadan tansiyonu ve stresi tırmandırmaya çalıştığı görülüyor.
Hükümet, yıllardır gösterdiği sabrı bugün terk etmiş ve harekete geçmişse; bu kendisi ve halk bakımından yeni bir faz'a geçildiğini; hiç bir şey olmamış gibi perşembe gününe dönemeyeceğimizi, HDP'nin kışkırtıcı ve yönlendirmeci söylemlerinden bağımsız olarak IŞID ve özellikle PKK'ya karşı -kısa vadede yok edeceğinden emin değilse ya da bugün yok etmesi stratejik değilse- terör örgütünü istediği noktaya çekecek her türlü kara ve hava harekatına devam etmesini, geleceğimiz açısından gerekli ve olumlu buluyorum. Allah, her düzeyde yardımcımız olsun. Âmin.
26 Temmuz 2015 Pazar
25 Temmuz 2015 Cumartesi
Küfrü inadilere karşı tavır önerisi
İnsan, toplumsal bir varlıktır. Çokça tekrar edilen bu ezber sözün ifade ettiği "insanın toplumsallaşma özelliği", insanın bedenden öte ruhen de insan olma sürecinde en çok ihtiyaç duyduğu bir konuya işaret etmektedir: Şüphesiz tek başına da yaşayabilir insan, ama ancak başka birileriyle temas ettikçe kendini tanıyabilir, fikirlerini test eder, sınırlarını öğrenir. Bu süreç, insanı bizzat kendisinin yönettiği bir uyumlanma sonucu, toplumsal bir varlık yapar. Buna karşın toplum içinde yaşamakla birlikte terör yapan, terörle arasına mesafe koymayan insanlar veya insanlara kumpas kurup iftira eden, bu iftiraları yapanlara duyduğu sempati nedeniyle adalet ve ilkelerden yana değil grup aidiyetine göre iftiracıları destekleyip onlara yardım ve yataklık eden, cinayeti alışkanlık haline getiren, tecavüzcüler ya da büyük küçük ne varsa satan dolandırıcılar vb gibi hukukun ve maşeri vicdanın suç saydığı fiillerin failleri olma konusunda hiçbir tereddüt yaşamayıp doludizgin gidenleri, tanıdığı ve yaptıklarını bildiği halde bunlarla olan hukukunuzu değiştirmiyorsanız; muhatabınız, yaptığı işlem(ler)in tarafınızca "bir güzel" tolore edildiğini, henüz ilişkinizi koparacak sınıra gelmediğini düşünüp, eleştirdiğimiz tutum ve davranışlarına devam edecektir. Kanaatimce bu tavır koyuştaki her gecikme, ertelenmiş bir problemi daha da derinleştirecektir.
Yalnız paralel yapı mensupları değil, doğrudan İftirasever cemaat mensupları, PKK ve İşid gibi terörü bir araç olarak kullanmakta hiçbir sakınca görmeyen bu tip hareketlerin içinde bulunan, bunlara sempati duyan sözüm ona, eline silah dahi almamış tüm insanların içinde bulundukları küfrü-inadi siyasetine karşı yurdum insanına yukarıdaki ilişki kesme ve yalnızlaştırma politikasını uygulamalarını öneriyorum.
Bu yalnızlaşma kendi içlerine dönmelerini ve grup içi söylemin kendini haklı ve meşru gösterme ihtiyacının bir sonucu olarak radikalleşmesini sağlayacak ve kendi sistem dengeleri, mevcut eşikten bir başka faza sıçrama yapacaktır. Bu yeni halin çok öngörülebilir olduğunu sanmıyorum. Daha ziyade biriken iç enerjiyi mekanla destekleyemezlerse artan titreşimin sistemi/bünyeyi patlatıp darma dağın edebileceğini tahmin ediyorum. Allah, her şeyi bilendir.
Yalnız paralel yapı mensupları değil, doğrudan İftirasever cemaat mensupları, PKK ve İşid gibi terörü bir araç olarak kullanmakta hiçbir sakınca görmeyen bu tip hareketlerin içinde bulunan, bunlara sempati duyan sözüm ona, eline silah dahi almamış tüm insanların içinde bulundukları küfrü-inadi siyasetine karşı yurdum insanına yukarıdaki ilişki kesme ve yalnızlaştırma politikasını uygulamalarını öneriyorum.
Bu yalnızlaşma kendi içlerine dönmelerini ve grup içi söylemin kendini haklı ve meşru gösterme ihtiyacının bir sonucu olarak radikalleşmesini sağlayacak ve kendi sistem dengeleri, mevcut eşikten bir başka faza sıçrama yapacaktır. Bu yeni halin çok öngörülebilir olduğunu sanmıyorum. Daha ziyade biriken iç enerjiyi mekanla destekleyemezlerse artan titreşimin sistemi/bünyeyi patlatıp darma dağın edebileceğini tahmin ediyorum. Allah, her şeyi bilendir.
16 Temmuz 2015 Perşembe
Bir MHP ve Bahçeli Okuması
12 Eylül 1980'den önce MHP bağlantılı anıları olan insanların bugün geçmişlerinin hatırasına MHP'ye oy vermelerini, kendilerini bu partinin oluşturduğu kimlik ile ifade etmelerini anlayabiliyorum. Nasıl Özal, çağdaşı ve kendinden önce sosyal demokratların söylemlerini kendi iktidarında uygulayarak solcuları söylemsiz bırakmıştı, aynen öyle AkParti de milletimizin tarihte taşıdığı misyona sahip çıkarak buna uygun bir vizyonla hareket etmiş ve MHP'yi söylemsiz bırakmıştır. (CHP'nin hala söylemsiz bir zeminde gelişmelere göre pozisyon aldığına; özgün ve birinci el olmadığına dikkatinizi çekerim.)
MHP, 7 Haziranda (bir başka yazının konusu olacak kendinden menkul gerekçelerle) AkPartiye ceza kesmek isteyen seçmenin stepnesi olmak işlevini görmüştür. MHP'nin mevcut yapısı ve idari kadrosunun hiçbir iktidar hazırlığı yapmadığı; Türkiye'yi bırakın geleceğe, iki gün sonraya bile götürecek iddia, enerji ve motivasyonu bulunmadığı görülmektedir.
AkPartililerin MHP ile koalisyon yapmak istemeleri, MHP'nin içinde bulunduğu bu "iddiasız" durumundan istifade ederek devlet-millet hizmetine devam edebilme imkanı/fırsatı bulabileceklerini görmeleri dolayısı iledir.
Koalisyon görüşmelerinin MHP durağında Bahçeli, seçmenin HDP destekli AkParti-CHP hükümetine yol verdiği, kendilerine ise ana muhalefet misyonu yüklediğini ifade etmiştir. Bu beyanın da yer aldığı basın açıklamasının bitiminde Bahçeli, “Partimiz bundan sonraki aşamalarda ülke çıkarına olmak kaydıyla, her türlü diyalog ve görüşmeden elbette kaçınmayacaktır.” denilerek muhtemel bir erken seçimde seçmene sorumluluktan kaçmadığı mesajını da verdiğini söyleyecek kadar da ufuk sahibidir.
Bu açıklama yazısının ardından basının bir kısmında hala, AkParti ile MHP koalisyonunun en kuvvetli koalisyon seçeneği olduğunun söyleniyor olması inanılır gibi değildir. Bahçeli’ye “kötü muamele” yapmak anlamına gelecek bu yorumların hiçbir geçerliliği yoktur.
Peki Bahçeli, MHP ve AkParti seçmeni ve partilerin bürokratik aktörleri yanısıra toplumda bu iki partiye yakın kanaat önderlerinin de desteklediği bu koalisyon formülüne neden kapılarını kapatıyor? Aşağıda linkini verdiğim yazılardan da görüleceği gibi daha önce “kendiliğimden” iki kez açıklamış olduğum gerekçeyi, ihtiyaç hissedilmesi üzerine bir kez daha -yeniden toparlayarak-ifade etmek istiyorum:
4 Haziran tarihli Duyuru Gazetesinde yayımladığım “Tarihsel Eşik- 7 Haziran Seçimleri” (1) başlıklı yazımda; MHP, SP ve BBP gibi partilerin AkParti ile ideolojik planda benzerlikleri, farklılıklarından fazla olduğundan hareketle “AkParti ile karşılaştırıldığında bu partileri özgün kılan bir husus olmadığından, AkParti’nin büyük oranda Tayyip Erdoğan’ın karizması ve iktidarı boyunca yapıp etmelerinden dolayı, çekim alanının merkezinde bulunduğu… Sürecin kendi tabanlarını AkParti’ye kaydırmasından endişe eden bu parti yöneticilerinin, mevcut kurumsal yapılarını sürdürebilmek için büyük küçük her türlü meselede (iftirasever cemaatinin güdümündeki yolsuzluk söylemleri, Bayırbucak Türkmenlerine yardımlar, çözüm süreci gibi) AkParti’ye muhalefet ederek kendi değerleri ile çelişen tavırlar geliştirdiğini, ancak buna direnemeyeceklerini, örneğin, Bayırbucak Türkmenlerine yardım etmenin hesabını soramayacaklarını, AkParti, Büyük Türkiye Vizyonunda yanlış yapmadığı sürece, bu partilerin tıpkı Numan Kurtulmuş’un Has Partisi gibi AkParti’ye katılmasını ve kalan tabanın enerjilerini AkParti hareketine yönlendirmesini, tarihi bir teamül olarak gördüğümü ifade etmiştim.
10 Haziran tarihli “Kararsız Denge”(2) başlıklı yazımda da münhasıran MHP’nin AkParti ile koalisyon seçeneğine neden olumsuz baktığını ifade etmiştim. “… Bu iki parti benzer tabana sahip, dolayısı ile zaten süreç içinde MHP’den AkParti’ye taban kayması oluyordu. MHP yönetimi, bu süreci durdurmak için olur olmaz mümkün olan tüm konularda –kendi inandığı değerlerle çelişse bile- AkParti’ye ve Cumhurbaşkanına muhalefet etmeyi bir görev bildi. Benzer partilerin kurduğu koalisyonlarda süreç, büyük partiden yana işler; küçük partinin tabanı büyük partide toplanır. Bu nedenle muhtemel bir AkParti, MHP koalisyonu, her şeyden önce bu tip sistem davranışlarını iyi bilen Bahçeli tarafından bir varlık tehdidi olarak algılanacak ve yaygın beklentinin aksine gerçekleşmeyecektir.”
Bugün olan biten de bu değil midir? Akışı izlediğimizde Bahçeli’nin kendi partisini yok oluşa götürecek bir sürece neden evet demediği ortada değil mi? Bu durumda Bahçeli’nin realistik tutumu mu, yoksa dolaylı olarak kendisinden harakiri yapmasını bekleyen romantiklerin tespit ve talepleri mi doğrudur? Bahçeli, kendini tasfiye etmeye götürecek bu süreci, koalisyon tekliflerini ret ederek geciktirebilir. Ancak MHP’nin misyonu da dahil olmak üzere önem verdiği her türlü değer, AkParti’nin bünyesinde yer aldığından MHP’nin siyasi gelişmelere bağlı olarak orta vadede tasfiye olup AkParti’yle birleşmesini kaçınılmaz buluyorum.
12 Temmuz 2015 Pazar
Srebrenitsa Katliamı
Bugün, 11 Temmuz, Srebrenitsa katliamının yıldönümü. Her ne kadar, Birleşmiş Milletler 'de Rusya'nın veto etmesi nedeniyle Soykırım olduğu henüz hukuki olarak tescil edilmediyse de fiili olarak sekiz binin üzerinde esir statüsünde, savunmasız insan katledildi, Srebrenitsa'da.
Bu tarihi süreç içinde Türk Halkı, bu katliamın mağdurları, Aziz Boşnak halkının yanında oldu hep. Bu tutum, Boşnakların Müslüman olması, Türkiye'de ciddi bir Boşnak Göçmen topluluğunun yer alması gibi nedenlerin ötesinde başka gerekçelerle de izah edilebilir.
Türk Halkının bu tavrını, Boşnakların Müslüman olma sürecine kendi tarihsel tecrübesi içinden vesile ve şahit olması şeklinde özellikle ifade etmeliyiz. Bir de tarihsel misyonumuz olan adalet duygusunu kayıtlara geçirmeliyiz. Dolayısı ile pozisyonumuzun meşruiyeti, yalnızca dini birliktelik değil, onların İslamlaşma sürecinde sorumluluğumuz var ve onlar büyük oranda islami kimliklerinden dolayı bu soykırıma tabi tutuldular. Şüphesiz bu elim olayın failleri, dönemin insanlarıdır ve bugün o zalim insanlarla aynı etnisiteye sahip başka insanları suçlama eğiliminde/durumunda değiliz, buna hakkımız yok: Suçun şahsiliği prensipini ihlal edemeyiz.
Şu halde tarihi bir soykırımdan söz ettiğimizi de kayıtlara geçirmiş olalım. Sırp Başbakanının törenlerde protesto edilmesini yanlış bulma sebebimiz de buraya dayanıyor. Acını paylaşmaya gelen insanı suçlamak, kimsenin acısını hafifletmez, tersine ihtiyacımız olmayan hayali bir düşman yaratır. Kendimizi o düşmana endeksler, gölge boksu yaparak motivasyonumuzu geçmişe bağlamış oluruz. Bu travmanın kalıcı olmasını sağlar, depresyon kültürleşir. (Ermenilerin durumu) Kimsenin Bosna'nın güzel insanlarına, Sırpları Stebrenitza üzerinden düşman edinmeyi tavsiye etme hakkı yoktur. Onlar, Dayton Anlaşmasıyla zaten elleri kolları bağlanmış bir millettir. Bu kuşatılmışlığı yararak özgürleşmek gibi sahici bir hedefe odaklanmak yerine geçmişin sahipsiz mirasına küfür etmeyle vakit kaybetmeyi tavsiye etmek bize yakışmaz. Doğru da değildir.
O zaman geçmişin bu elim olayını hatırlamayı istememek mi gerekir? Hayır, asla. Tarih bize geldiğimiz yeri ve gittiğimiz yönü gösterir. Bu ve buna benzer olayların yeniden yaşanmaması için devlet ve millet düzeyinde tedbirler alınmalı ancak olayın faillerine ilişkin yargıların genelleştirilmemesine, bugüne taşınmamasına dikkat edilmelidir. Sanıldığının aksine zalimlik, Sırplara mahsus bir özellik değildir. Tarih, uygun koşullarda insanların kendi çıkarları için başka insanları gözünü kırpmadan kitlesel kıyımlara tabi tutabildiğinin örnekleri ile doludur.
Güzel, huzurlu ve mutlu bir gelecek ancak sevgi temelinde inşa edilebilir. Bu sevginin karşılıklı olması, ilişkiyi kalıcı kılar.
Şehitlerimize Allah'tan rahmet, kederi ailelerine baş sağlığı diliyorum.
Bu tarihi süreç içinde Türk Halkı, bu katliamın mağdurları, Aziz Boşnak halkının yanında oldu hep. Bu tutum, Boşnakların Müslüman olması, Türkiye'de ciddi bir Boşnak Göçmen topluluğunun yer alması gibi nedenlerin ötesinde başka gerekçelerle de izah edilebilir.
Türk Halkının bu tavrını, Boşnakların Müslüman olma sürecine kendi tarihsel tecrübesi içinden vesile ve şahit olması şeklinde özellikle ifade etmeliyiz. Bir de tarihsel misyonumuz olan adalet duygusunu kayıtlara geçirmeliyiz. Dolayısı ile pozisyonumuzun meşruiyeti, yalnızca dini birliktelik değil, onların İslamlaşma sürecinde sorumluluğumuz var ve onlar büyük oranda islami kimliklerinden dolayı bu soykırıma tabi tutuldular. Şüphesiz bu elim olayın failleri, dönemin insanlarıdır ve bugün o zalim insanlarla aynı etnisiteye sahip başka insanları suçlama eğiliminde/durumunda değiliz, buna hakkımız yok: Suçun şahsiliği prensipini ihlal edemeyiz.
Şu halde tarihi bir soykırımdan söz ettiğimizi de kayıtlara geçirmiş olalım. Sırp Başbakanının törenlerde protesto edilmesini yanlış bulma sebebimiz de buraya dayanıyor. Acını paylaşmaya gelen insanı suçlamak, kimsenin acısını hafifletmez, tersine ihtiyacımız olmayan hayali bir düşman yaratır. Kendimizi o düşmana endeksler, gölge boksu yaparak motivasyonumuzu geçmişe bağlamış oluruz. Bu travmanın kalıcı olmasını sağlar, depresyon kültürleşir. (Ermenilerin durumu) Kimsenin Bosna'nın güzel insanlarına, Sırpları Stebrenitza üzerinden düşman edinmeyi tavsiye etme hakkı yoktur. Onlar, Dayton Anlaşmasıyla zaten elleri kolları bağlanmış bir millettir. Bu kuşatılmışlığı yararak özgürleşmek gibi sahici bir hedefe odaklanmak yerine geçmişin sahipsiz mirasına küfür etmeyle vakit kaybetmeyi tavsiye etmek bize yakışmaz. Doğru da değildir.
O zaman geçmişin bu elim olayını hatırlamayı istememek mi gerekir? Hayır, asla. Tarih bize geldiğimiz yeri ve gittiğimiz yönü gösterir. Bu ve buna benzer olayların yeniden yaşanmaması için devlet ve millet düzeyinde tedbirler alınmalı ancak olayın faillerine ilişkin yargıların genelleştirilmemesine, bugüne taşınmamasına dikkat edilmelidir. Sanıldığının aksine zalimlik, Sırplara mahsus bir özellik değildir. Tarih, uygun koşullarda insanların kendi çıkarları için başka insanları gözünü kırpmadan kitlesel kıyımlara tabi tutabildiğinin örnekleri ile doludur.
Güzel, huzurlu ve mutlu bir gelecek ancak sevgi temelinde inşa edilebilir. Bu sevginin karşılıklı olması, ilişkiyi kalıcı kılar.
Şehitlerimize Allah'tan rahmet, kederi ailelerine baş sağlığı diliyorum.
26 Haziran 2015 Cuma
Mimarlar Odası etiketinin altında ajitasyon
Kurumsal hukuk düzeninde suçlamalar, genelleme yolu ile ifade edildiğinde duygusal söylem düzeyinde kalır, hukuki herhangi bir sonuç elde edilemez; genelleme yapmakta ısrar etmek, faillerin sütre gerisinde saklanmalarına yardımcı olmayı sağlar.
Karanlıkta şarkı söylemeye benzer, genelleme yapmak. Hukuk, fail düzeyinde teknik çalışır. Kurumlar, çeşitli organlara yetki vererek temsil edilirler. Bu organlarda seçilmiş ya da atanmış insanlar vardır. Mimarlar Odası da bir kurumun... adıdır.
Karanlıkta şarkı söylemeye benzer, genelleme yapmak. Hukuk, fail düzeyinde teknik çalışır. Kurumlar, çeşitli organlara yetki vererek temsil edilirler. Bu organlarda seçilmiş ya da atanmış insanlar vardır. Mimarlar Odası da bir kurumun... adıdır.
Cumhurbaşkanı, "Mimarlar Odası" ile şahsına yönelik saldırılara malzeme taşımak suretiyle destek görevini ifa eden "Mimarlar Odası Yetkilileri" arasında fark gözeterek asıl faillerin bulunması sürecine katkı vermelidir.
Yayınladığı Cumhurbaşkanının iftar raporu, bu raporu hazırlayanların aşağıdaki hususlarla malul olduğunu ortaya koydu:
1-Raporu hazırlayanların mesleki birikimleri yetersizdir. İşler bunların bildiği tarzda yapılsa işi veren çok büyük maliyetlere katlanmak zorunda kalır. (O masanın tek parça olduğu varsayımını zihninde bulunduran kişi, tutsağı olduğu korku ve endişelerini toplumla değil psikologuyla paylaşmalıdır.)
2-Yatırım mallarının maliyeti toplamının, misafir sayısına bölünmesiyle, iftarın kişisel maliyeti bulunmaz. Raporu hazırlayanlar, en temel işletmecilik bilgilerinden de mahrumdur.
3-Raporu hazırlayanlar, raporu kişisel isimleri ile değil Mimarlar Odası etiketiyle yayınlayıp adlarını gizledikleri için sorumluluk almaktan kaçınmışlar, saklanmışlardır.
4-Odayı temsil makamında bulunanlar, Odanın itibarı gibi kendi sorumluluklarında olan bir konuda gerekli özeni göstermeyerek mimar meslektaşlarına karşı etik suçu işlemişlerdir.
Bu raporu hazırlayanlarla onu kamuoyunda filtresiz yayınlayanlar, Erdoğan'a dönük bir algı oluşumu tesis etmeye çalışıyorlar. Bu kamuoyu oluşturmak isteyen herkesin hakkıdır. Ancak bu hak, iftira ve yalan haberlerle kullanılamaz. Sahici olmak zorundasınız.
Sahici olmamanın hukuk nezdinde bir yaptırımı vardır, bu da teknik düzeyde faillerin kim olduğu ile başlayacak bir süreçtir. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Müşavirliğinin, ilgili süreci bir an önce başlatmasını bekliyorum.
Yayınladığı Cumhurbaşkanının iftar raporu, bu raporu hazırlayanların aşağıdaki hususlarla malul olduğunu ortaya koydu:
1-Raporu hazırlayanların mesleki birikimleri yetersizdir. İşler bunların bildiği tarzda yapılsa işi veren çok büyük maliyetlere katlanmak zorunda kalır. (O masanın tek parça olduğu varsayımını zihninde bulunduran kişi, tutsağı olduğu korku ve endişelerini toplumla değil psikologuyla paylaşmalıdır.)
2-Yatırım mallarının maliyeti toplamının, misafir sayısına bölünmesiyle, iftarın kişisel maliyeti bulunmaz. Raporu hazırlayanlar, en temel işletmecilik bilgilerinden de mahrumdur.
3-Raporu hazırlayanlar, raporu kişisel isimleri ile değil Mimarlar Odası etiketiyle yayınlayıp adlarını gizledikleri için sorumluluk almaktan kaçınmışlar, saklanmışlardır.
4-Odayı temsil makamında bulunanlar, Odanın itibarı gibi kendi sorumluluklarında olan bir konuda gerekli özeni göstermeyerek mimar meslektaşlarına karşı etik suçu işlemişlerdir.
Bu raporu hazırlayanlarla onu kamuoyunda filtresiz yayınlayanlar, Erdoğan'a dönük bir algı oluşumu tesis etmeye çalışıyorlar. Bu kamuoyu oluşturmak isteyen herkesin hakkıdır. Ancak bu hak, iftira ve yalan haberlerle kullanılamaz. Sahici olmak zorundasınız.
Sahici olmamanın hukuk nezdinde bir yaptırımı vardır, bu da teknik düzeyde faillerin kim olduğu ile başlayacak bir süreçtir. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Müşavirliğinin, ilgili süreci bir an önce başlatmasını bekliyorum.
23 Haziran 2015 Salı
Koalisyonun Gri Yüzü
7 Haziran seçimlerinin üzerinden iki haftayı aşkın bir süre
geçti. Milletvekilleri, mazbatalarını aldılar; olası koalisyon senaryoları
üzerine çeşitli değerlendirmeler yapıldı, yapılıyor; 23 Haziran Salı günü meclis
açıldı, yemin törenleri yapıldı; Cumhurbaşkanı, Başbakana hükümet kurma
yetkisini tevdi ederek azami 45 gün içinde çözüme bağlanması gerekli süreci
başlatacak.
Seçim sonuçlarını değerlendirdiğim 10 Haziran tarihli “Kararsız
Denge: 7 Haziran Seçimleri” başlıklı yazımda (http://www.duyurugazetesi.com/haber.asp?icerikID=6423&B=Kararsiz-denge:-7-Haziran-secimleri) ifade ettiğim ana eğilim, zaman testinden başarıyla geçmeye devam ediyor; sapmaya
yol açacak bir revizyon ihtiyacı öngörmüyor olmama rağmen tarihe not düşmek bağlamında
bazı gelişmeleri yorumlayarak kayıt altına almak istiyorum:
Muhalefet parti başkanları, partilerinin seçim sonucundaki
yerlerini, muhalefet olarak konumlandırmışlar; kendilerinin katılmadığı
koalisyon oluşumlarının milli irade mesajı olduğunu iddia ederek sorumluluk
almaktan kaçınmışlardır. Seçmen, iktidar olup ülkeyi yönetsin diye oy verdiği partinin,
kendince bazı farklı amaçlarla bundan kaçındığını ve böylelikle kendi seçici iradesini
değersizleştirildiğini görmektedir.
13 yıldır iktidarda bulunan ve bu seçimin de açık ara
birinci partisi olan Ak Parti, seçimden günümüze kadar olan süreç içinde meclise
giren diğer parti yetkililerince cüzzamlı muamelesi gören ifadelerle
aşağılanmış ve hakir görülmüştür. Toplumsal gerginliğin oluşumunda muhalefetin
önemli bir rolü bulunduğu bir kez daha bu surette anlaşılmıştır. (TBMM Başkanı
seçiminde Meclis İradesi, AkParti adayının dışında bir isimde ittifak edip bu
kişinin Başkan seçilmesini sağlarsa bu durum önümüzdeki dönemin maşeri
vicdanında en büyük yarayı açmış olacaktır. AkParti açısından bu olay, erken
seçimde halkın teveccühünün en somut gerekçesi olacaktır.)
Müzakerelerde, olumlu sonuç almak isteyen taraf, muhatabı
ile benzeyen, ortak olduğu düşünülen yönlerini öne çıkararak mesafe almak
ister. Yaşanan süreç, farklılıkların, ‘vitrin samimiyeti’nin ve ilkesel
tutarlılıkların öne çıkarıldığı bir dönem olmuştur. AkPartinin iktidardan
uzaklaştırılıp yeni bir düzen kurulmasındaki samimiyetinin ve fedakarlığının
boyutlarını göstermesi bakımından Kılıçdaroğlu, MHP yönetimine Başbakanlık
önerisi götürerek Türk Siyaset tarihinde unutulmayacak bir iz daha bırakmış
olmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun bu hareketi, MHP’nin kendi söylemleri ile
kendisini kilitleyerek olası bir CHP+AkParti koalisyonu için bir altyapı girişimi
olarak okunabilir. Kılıçdaroğlu’nun mevzi de olsa seçmenine götürebileceği hikayesi
olacak mıdır? Bir taraftan buna gayret ettiği ancak diğer taraftan sömürge
valisi (seçimi kazanmış bir lider) edasıyla 14 maddelik listeler dikte etmekte,
AkPartinin etki alanında olmayan, halkın %52’lik oyu ile makamında bulunan Cumhurbaşkanına,
rol biçen yaptırımlar içeren koşullar açıklayarak tutarsız davranmaktadır.
Öte yandan daha önce Ergenekon ve Balyoz davalarıyla
dikkatleri çeken Gülen Örgütü Emniyet Bağlantılarının, sahte delil üretimindeki
enteresan performansı, ilgili davaları sabote edip ortadan kaldırdığı gibi
17/25 Aralık operasyonlarının meşruiyetine de gölge düşürerek başta
Cumhurbaşkanı olmak üzere AkPartili bir dizi ismin haksız yere suçlanmasına vesile
olmuştu. Devam eden süreçte adaleti tesis etmekten çok Cumhurbaşkanı ve
AkParti’ye zarar vermek suretiyle siyasi bir amaca hizmet eden girişimler,
Meclis’te AkPartili Bakanların yüce divana gönderilmemesi sonucu sukutu hayale
uğramıştı. Eski bakanların objektif yargılanabileceği koşulların oluşmasını beklerken
adaleti tesis etmekten çok kendi siyasi öngörülerine erişmek güdüsüyle harekete
geçen ve koalisyon müzakerelerine bu davalarla ilgili koşullar koyan zekanın,
bu ülkeye verebileceği bir gelecek, umut, vizyon olmadığını söylemek makul bir
saptama olacaktır.
Bütün bu süreçte önemli bir çıkış yakalayarak sürpriz yapan,
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır. Seçim öncesi, meydanlara çıkanı; seçim sonrası da sağlıklı
bir koalisyona ebelik yapmak istediğini beyan ettiği için anayasal yetkilerini
aştığı suçlamaları ile karşılaşan, Abdullah Gül’ün danışmanı üzerinden
tepkisel, saldırgan, kavgacı ve gerilim yanlısı bir politikacı olduğu iması ile
getirilmek istenen kifayetsizlik nitelemesi, ayrıca son dönemde Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı
Sarayından Çankaya’ya dönmesine ilişkin dost ateşine maruz kalması gibi olayların
amacı, Tayyip Bey ‘in kimyasını bozmak ve onu altından kalkamayacağı tepkisel, kendini
savunurken karşı tarafa saldıran biri olarak resmetmek iken Tayyip Bey, bu
beklentilerin tamamını boşa çıkardığı gibi seçim sonuçlarına sandığa giderek
katkı vermiş tüm seçmenleri, sandık sonuçlarına yargılamadan sahip çıkması
nedeniyle onore eden ve stratejisinde bu sonuçları önyargısız kullanan,
bunların meşruiyetine ilişkin yer yer itirazları olmasına rağmen seçmene,
dolayısı ile demokrasi pratiğine saygısızlık olmasın diye bunları
seslendirmekten kaçınan, partileri ve onları yöneten kadroları, oylarının
hakkını vermeye dolayısı ile uzlaşmaya çağıran akil adam, bilge siyasetçi tavırları
geliştirmiş, toplumda ümit duygusunun yeniden uyanmasına vesile olmuştur.
Bu süreçte ortaya çıkan Abdullah Gül faktörüne de değinmek
istiyorum: Abdullah Gül, Tayyip Beyle pek çok ortak değeri paylaşmasına rağmen
kişilik özellikleri itibariyle çok farklı bir karakter çizmektedir. Ülkeyi
yönetme bakımından görebildiğim kadarıyla Abdullah Gül, kendisi adına
Türkiye’nin temel meselelerinde harekete geçmek için yeterince gerekçe
oluşturamadığından aktif olamamaktadır. Gezi olaylarını zamanında ve etkin bir
şekilde okuyamaması, Hakan Fidan’ın 7 Şubat’ta emniyete çağrılması sürecinde
tehditleri öngörememesi, 29 Mayıs 2015 İstanbul’un Fethi Kutlamalarına
katılmaması, gibi örnekleri Gül’ün liderliği ve vizyonu konusunda tereddüt
doğurmaktadır. Gül’ün iyi bir ikinci adam olabileceği gerçeği kendisini
küçültmez. Cumhurbaşkanlığı tecrubesi, kariyerinde geriye dönük bir esneme
yapmasını gerektirmekte ise de mevcut motivasyonunun buna uygun olduğunu sanmıyorum.
Dolayısı ile Gül’den Türk Siyasi hayatına bundan sonrası için birinci dereceden
bir aktör olarak katkı beklemek kanaatimce mümkün görülmemektedir.
Görebildiğim kadarıyla halkta bir görüş toparlanması
yaşanıyor. Gerek gelirinin artması nedeniyle sözünün dinlenmesini talep eden
halk kesimleri, gerekse Allah’ın verdiği ve mevcut hükümetin ifadesini
kolaylaştırdığı etnik kimliğini gerekçe göstererek bu defalık arkasında terör
örgütü bulunan siyasi partiye destek olan halk kesimleri, ortaya çıkan
AkPartinin tek başına hükümet kuramaması sonucundan rahatsızlık duymaktadırlar.
Bu gelişmelerin ışığında koalisyon görüşmelerinin olumlu bir
sonuç vermeyeceğine dair olan beklentimi sürdürüyor, en yakın sürede bir erken
seçim yapılma kararı alınacağına ilişkin saptamamı teyit ediyorum.
12 Haziran 2015 Cuma
Pendik Kadın Girişimci İş Geliştirme Merkezi Afişleri
Kadın Girişimci fikrini temsil etmek üzere grafik sanatçıları, Kenan Kocaman ve Emine Kocaman tarafından tasarlanan Kadın Atlas Afişlerini beğenilerinize sunmak istiyorum. Pazarda gördüğü fırsatı değerlendirmek üzere ihtiyaç duyduğu tüm üretim faktörlerini bir araya getirip bütün dünyanın yükünü sırtlayan ve adına girişimci denen bu insanları çıktıkları bu kutlu yolda tebrik ediyor, başarılı işler yapmalarını temenni ediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Murat Karayalçın
Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...
-
Orospu Çocuğu ifadesi, bugün yaygın olarak küfür maksatlı kullanılıyor: İtham edilen kişinin annesi, değersizleştirerek kişinin kendisinin d...
-
Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...
-
Meclis Darbeyi Araştırma Komisyonunun çalışmaları, yakın tarihimizin gri ve karanlık alanlarını aydınlatmakta ve ülkemizin iç politik günd...