5 Eylül 2019 Perşembe

Bayrak Şiirine şerh

Arif Nihat Asya merhumun ölümsüz bayrak şiirinden:
"Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter..."
Son iki mısra, Cumhuriyetin kuruluşundan Demokrat Partinin iktidarına kadar olan tarihsel kesitte (1923-50) aynıyla tahakkuk etti.
Bu sabahın olmadığı, günlerin doğmadığı karanlık günler, büyük oranda küresel gelişmelerin üzerimizdeki etkisinin bir neticesidir. Aynı nedenler, içine kapanmış bir Türkiye'nin kültürel dönüşüm maliyetlerini de halının altına süpürmüştür.
İnönü, Şeyh Sait isyanı ile başlayan dönemde; elinde çekiç, gördüğü her problemi çivi çakmakla çözeceğine inanan sert askeri ve devletçi politikalar izlerken, 1945'ten sonra dünyayı doğru gözlemleyerek sivilleşmeye çalışmış ve çok partili hayatın önünü açmıştır.

Ne diyelim bunlara?

Muhalif, şirin ve ciddi bir kimlik. Erdoğan karşıtlarını muhalif sıfatıyla adlandırmak istemiyorum. İltifat gibi duruyor çünkü. Evet, muhalifler ama tıpkı çoğu karşıtları gibi duygusal oldukları için öyleler, rasyonel değiller. Erdoğan muhibbinin duygusal olmasında bir sakınca yok. Erdoğan otoriteyi temsil ediyor. Otoritenin değişimini talep edenlerin duygusal olması tehlikeli. Başımıza her türlü belayı musallat edebilirler çünkü. Daha şimdiden kurumsal siyaset olarak terör örgütünü meşrulaştırıp seçim ve zor gün işbirlikleri yapar hale geldiler.
Hukuksuzluk yapmak için hiçbir nedeni olmayan iktidar, terör örgütüyle irtisaklı olduğunu sağır sultanın bile duyduğu, bildiği belediye başkanları hakkında kanunları uygulayınca örgütle yandaş yorum ve destekleri geliyor bu gruplarda da... Neymiş mahkeme kararı değilmiş, uzaklaştırma kararı....
Kadın cinayetlerinin bir kısmının, gözü dönmüş kocanın kanunu uygulayacaklar tarafından kadından yeterince uzak tutulmaması sayesinde işlendiğini gözden kaçırmamak gerek. Burada mağdur kadının yanında olacaksın, makamın imkanlarını örgüte aktarmasın diye hapse atılmayıp görevden alanın (mağdur kadının) karşısında yer alacaksın.
Örnek üstüne örnekler... akılcı ispatların anlamı yok. Doğru yola döndürmek için çırpınmanın da... Cehennemde ateş yoktur, herkes kendi ateşini kendi götürür.
Sahi, bu Erdoğan düşmanlığından gözü dönmüş, şeytanla bile işbirliği yapacak kıvama gelmiş gruplara hitap etmede kullanabileceğimiz uygun sıfat neler olabilir?

Türkiyeli Yahdilerin Görünür Erdoğan Antipatisi

Sinagogta orkestra eşliğinde coşku ile söylenen İzmir Marşı görüntüleri, çok da farkında olmadığımız bir başka gerçekliğin usul usul bir kenarda çalıştığını gösterdi. Neden usul usul, çünkü etkileri çok olabilir ama sayıları az, bu topluluğun. Sınıfsal ve kendilerine ait başka nedenlerle görünür değiller. Dolayısı ile çoğu zaman doğrudan gözlemleme imkanımız bulunmuyor. Ancak içlerinden çıkacak birilerinin beyanı, maksadı belirsiz görüntü paylaşımları üzerinden haklarında kanaat oluşturuyoruz. Şimdi de öyle oldu.
Dini bir mekanda toplanmış cemaatin, alkış tutmaya varan bir coşku ile İzmir Marşını söylemesi, siyasi bir tercihin dışa vurumunu gösteriyor. Onlar da sosyoloji olarak dini günler, evlenme ve cenaze merasimlerinde bir araya gelebiliyorlar ve şimdi bu video da gösteriyor ki, AkParti ve sembolize ettiği değerlere 'karşıtlık', bu insanlar arasında hakim eğilim haline gelmiş.
Tabi bu türden cemaatlerin aidiyet açısından kendilerini öncelikle bu topraklardaki devlete mi, yoksa yurt dışında benzer inançtaki insanların devletine mi sadık hissettikleri, önemli bir çalışma alanı.
Son yirmi yılda Türk Devleti, İsrail Devleti ile çok defa soğuk bir çatışma içine girdiğinden dolayı ülkemizde yaşayan, vatandaşımız olan Yahudiler, İsrail'in herhangi bir davranış değişikliğine gitmeden Türk Devletinin bir iktidar değişikliği yolu ile tutumunu değiştirerek çatışmacı politikaların tarafı olmaktan vaz geçmesi beklentisinde olabilirler. Hatta bu video, bu gösterinin tam da bu tezi kanıtladığını ortaya koyuyor. Yoksa tuzu kuru Yahudilerin, bu videoda; AkParti iktidarının uyguladığı ekonomik politikalar nedeniyle yoksullaşmalarını ya da uğradıkları ayrımcığı(!) ortaya koymak için karşıt olduklarının bilinmesine yönelik bir duruş geliştirdiklerini iddia etmek, heyecan verici gibi görünse de doğru olmaz.

Doğalgaz Zammı ve seçim vaadleri

Epdk'nın doğal gaz zammını anlamak mümkün değil çünkü daha bir ay önce, bir bu kadar daha fiyat artışı yapmıştı. Tayyip Beyden; Eski Merkez Bankası Başkanı hakkında kullandığı 'aldığı kararlar siyasi olarak beni, iktidarımızı olumsuz etkiliyor, uyumlu çalışamıyoruz' söyleminin bir benzerini EPDK başkanı hakkında da kullanmasını bekliyoruz. Tabi, siyasaten olumsuz etkileniyor, ayın giriş ve çıkışında iki kez zam yapacak bir basireti(!) gösterdiği için uyumlu çalışmadığı kanaatindeyse...
Kamuoyunda; seçim vaadlerinde dile getirdiklerini yapmadığı halde akaryakıt fiyatları üzerinden taksi ve servis ücretlerine yapılan zammı onaylayan İBB Başkanı haklı olarak eleştirilirken doğal gaza gelen bu zam, Başkanı savunmadaki taraftar grubunun karşı taarruza geçmesine neden oldu. Niye bir şey demiyorlar diye? Diğer bir deyişle 'tutarsızsınız' demek istiyorlar.
Niye demesinler, bunlar tüketici değil mi?
Diyelim, itiraz edelim, karşı çıkalım ama bu iki zammın aynı nitelikte olmadığını da tespit edelim.
Epdk'nın açıkladığı zam kararı, iktidarın seçim vaadlerinin bir parçası değildir. Başkanınki, vaadler orta yerde dururken yapılan ve vaadlerle çelişen bir gelişmedir. Belediye zamları, Başkanın popülist söylemler, yalan vaadlerle inşa ettiği ve oy aldığı iktidarına ciddi hiçbir hazırlık yapmadan geldiğini, olayı anlamaya çalışan herkese bir kez daha gösterdi. Bir süredir, gözü olduğu halde görmeyenlerin, kulağı olduğu halde duymayanların çoğaldığını gözlemliyorduk. Bu görme ve duyma ile ilgili cam tavan ve bölmeler, taraftar kimliğine adalet bulaşmasını engelleyen bir işlev görüyor.
Yoksa ukm'nin her yıl servis ücretlerini açıkladığını ve akaryakıta mütemadiyen zam geldiğini bilmeyen mi var bu ülkede? Niye bu itiraz o zaman? İktidar oluncaya kadar söylenen ve yalan olduğunu bildiğimiz vaadlere kanan seçmene aynı tutarlılık hatırlatmasıdır, bu itirazlar.

İBB Başkanının Diyarbakır ziyareti

İBB Başkanının, seçimde kendisine destek olduklarını bildiği, terör örgütüyle irtisaklı partiye, 16 milyon İstanbullu adına taziyelerini sunması karşısında İstanbullu ne düşünüyor?
Başkan, seçmenin çoğunluk oyunu aldı, kentteki tüm yaşayanları temsil ediyor, tamam; ancak kendi kişisel tercihlerini, rol ve mecburiyetlerini, çok rahat bir şekilde toplumun tümünün görüşü, katılımı gibi yansıtıyor olması, palavra konusunda deneyimli olduğunu ortaya koyuyor.
Peki bu söylemin kendisi açısından hakkındaki algıyı güçlendirmek dışında pratik bir etkisi olabilir mi? Palavra, sürdürülebilir bir söylem ve iletişim malzemesi değildir.
İstanbulluların, terör örgütüne yardım konusunda inkar gayreti içinde bile olmayan bu başkanlara nasıl, hangi mantıkla selam söylediği düşünülebilir ki?
Kerameti kendinden menkul bir, körler sağırlar birbirini ağırlar önermesi... Biz İstanbulluları karıştırmadan devam etseniz... Ama yok. Güçsüz görünür, tadı çıkmaz, di mi?
Başkanın söylem tarzı; köpüklü, azı çok gösteren pazarlamacı bir dile sahip. Takdir edersiniz ki, kendisini üçten fazla dinlediğinizde; eylemle örtüşmeyen, 'ben demedim, parti dedi', 'yakışıyor haspaya' örnekleriyle kendini duyulur kılan bu tarz, dinleyeni rahatsız ediyor, zihinde alerjiye yol açıyor.
Not: yazıda kullandığım taziye kelimesini bilinçli seçtim. Taziye, burada Ahmet Kaya merhumun 'Müjganla biz ağlaşırız' dediği bir durumu ifade etmektedir.

Parti kurmak Şart mı?

Mahkeme, kadıya mülk değil, eyvallah. Dolayısı ile Tayyip Erdoğan - AkParti ilişkisinin de üstünden geçelim, ama sonra yapalım bunu müsadenizle...
Şimdi Babacan, Davutoğlu, Gül ve partiden istifa eden diğer siyasileri konuşmanın zamanı çünkü...
"Ananızın karnından siyasetçi doğmadığınız gibi teklif almadan önce siyasetçi olmayı bile düşünmüyordunuz belki. Ama oldu. Bir dönem memlekete hizmet etme imkanınız oldu. Bu emekle itibar da sağladınız. Özgüveniniz pekişti.
Sonra pasif görev ve zaman içinde bulunduğunuz yerden çok şey duydunuz, çok şey gördünüz ve bunlar sizi rahatsız etti. Kuzey Irak'tan tankerle petrol taşımacılığı yapan şirket, ekonomiye nezaret eden kişininmiş, filanca silah ithalatından başka biri komisyon alıyormuş, memleketin neresinden biriyle konuşsanız ailenin arsa alımı suretiyle fiyatları yükselttiğinden söz ediyor, vb. Muhalif medyanın bile belgeleyip yazmadığı dedikodulara, ya çokça anlatıldığından ya da anlatana duyulan sempati nedeniyle inandınız."
Kim ki yüksek siyaseti para için yapar, o gerçekten kalıbının insanı değildir. (Bu vesile ile tarafımızı göstermek bakımından 'veyl olsun bunu yapanlara, cehenneme odun olsunlar' şeklindeki temennimiz kayda geçirmiş olalım.) BasİT biridir, o kişi. Kişisel açıdan yüksek siyaset, güç için yapılır. Güç, insanlara istemedikleri şeyleri (bile) yaptırma kudretidir. Bunu ailelerde, işletmelerde, çeşitli organizasyonlarda ve devlette yöneticiler üzerinden görürüz.
Başkanlık sistemi, ittifakları zorunlu kılıyor. Yüzdeye giren seçmenler üzerinden partiler, siyasi pazarlıklar yapabiliyorlar. Zira kazanmak yahut kaybetmek, küçük farklarla oluyor, olmaya da devam edecek.
AkPartiden siyasi bir gelecek ümidiyle kopan arkadaşlar, kendilerine itibar edecek olan seçmen kitlesi ile ne yapmayı hedefliyorlar? Bu sosyolojinin iktidar adayı olma şansı var mı? Bu gün için yok. Yarın için var mı? Olması için bir neden göremiyorum. Ama bu gelişme, AkParti'nin oy potansiyelinde bir düşüşe yol açarsa; bu sonuç, karşı tarafın başarı elde etmesine yarar.
İş hayatımız boyunca bir çok işyeri tecrübemiz oldu. Gün geldi, birinden çıktık, diğerine girdik. Sağlıklı psikolojik zemini olan bir insan, problemli bile ayrılsa, eski işyeri hakkında etrafta olumsuz beyanda bulunup onun müşteri kaybetmesi için bir çabanın içine girer mi? Bu olduğunda, 'sistem güçlüden yana çalışır' sistem kuralı işler ve seçmenler nezdinde AkParti bir miktar yıpransa da asıl bu arkadaşların oluşumu prestij kaybeder. Seçmen, geçmişinde kapanmamış yaralar taşıyan partilere kitle halinde oy vermez.
AkParti içinde kalmaya 'dayanamayan' arkadaşların önlerinde, siyaseti bırakmak gibi soylu bir seçenek daha var(dı). Tabi bu, işler bu noktaya gelmeden evvel mümkündü. Kamuya açıklama yapmamış siyasetçiler için hala geçerli bir seçenek bu. Zira siyasete bir başka partide devam etme kararının sonucu, Millet İttifakıyla işbirliği yapmak ve acı gününde terörle irtisaklı belediye başkanlarını teselli etmek gibi görünüyor.

Medyanın Çalışma Sistemi

HaberTürk'te yayınlanan fragmana göre salı günü yayınlanacak olan Teke Tek programına Kemal Kılıçdaroğlu konuk olacak. Şimdiden kendisine tevdi edileceği anlaşılan pek çok soru da kısa spotlarla vurgulanıyor.
Soruların niteliğini görünce bir kez daha modern zamanlarda medyanın ana işlevinin aydınlatmak, hakikati açığa çıkarmaktan çok; istediğini meşrulaştırmak, karıştırmak, kavga ettirmek, gayrimeşru (terör örgütüne) olana PR fırsatı tanımak, etrafı pislik götürürken lümpen tavırlarla arızayı çoğaltmak olduğunu teyit ediyorum.
TV, temelde bir eğlence aracı. Yayıncılar, fikirlerin çarpışmasını, hakikatin ortaya çıkmasını istemiyorlar. Onlara her gece kavga edecek, uzlaşmayacak aktörler lazım.
Mesela HDPli siyasetçilere açıktan mikrofon uzatılmıyor. Onlar, kendi gruplarına anladıkları dilden militan mesajlar verip mutlu mesut geçinip gidiyorlar.
Küçük Prens ten örnek verelim. Uğradığı yerlerden biri de 'makul bir kralın' yaşadığı bir gezegendir. Kral, Küçük Prens gitmek isteyince kendisine adalet bakanlığı görevini önerir. "-Gezegenimin bir yerlerinde yaşlı bir farenin var olduğu konusunda kuşkularım var. Geceleri sesini duyuyorum. Onu yargılayabilirsin. Zaman zaman ona ölüm cezası verirsin. Böylece yaşaması sana bağlı olur. Ama onu hep bağışlarsın. Tutumlu davranmalıyız, çünkü elimizde başkası yok."
HDPliler, hatta terör örgütü, kendini alemin kralı sanan ulusal medyanın, istediğinde kendisinden haber çıkarttığı, oynaştığı fareye benziyor. Fare ölürse önemli bir kaos (haber) kaynağı da gider.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...