20 Nisan 2017 Perşembe

Referandum ve AİHM

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kişisel hak ihlallerinin karara bağlandığı önemli bir merci. Buraya baş vurmadan önce, ülke içindeki hukuki yolların tüketilmesi gerekiyor.
Yüksek Seçim Kuruluna CHP'nin referandum iptali ile ilgili yaptığı başvuru, beklendiği gibi reddedildi. Şimdi CHP ve benzeri yapıların önünde, AİHM öncesi yurt içi son merci olarak Anayasa Mahkemesi var. Buraya yapılacak başvurunun kurumsal değil bireysel olması gerekiyor. Şu halde kendi hakkının ihlal edil...diği iddiasındaki biri, önce AYM'ye, ardından da alacağı muhtemel red cevabından sonra AİHM'e müracaat edecek.
İlginç olan husus şu; müşteki, şahsı hakkında ne diyecek, ne iddia edecek ve bunu nasıl belgeleyecek? Ben, sandık kurulunun mühürlemediği oy pusulasında tercih kullandım dese, hak kaybı yok, oyunu kullanmışsın işte, ne istiyorsun denecek? Üstelik oylar nama yazılı olmadığından dediğini yaptığının ispatı bile yok. Ancak oy kullandım, pusulaya sandık mührünü kendi hataları sonucu vurmadıkları halde oyumu iptal etmek istiyorlar dese ancak mahkeme hak ihlaline karar verecek. Diğer yandan YSK'nın normlar hiyerarşisine uymadığını söylese, bunun şahsını doğrudan mağdur yapan bir tarafı yok. Sahte oy kullanıldığına dair bir bulgu, belge, hatta iddia bile yok. Paradoksal bir biçimde YSK'nın bu kararı alması ile seçmenin oyu iptal edilmediğinden kitlenin mağduriyeti önlenmiş, seçmen iradesi sandığa yansımıştır.
Sahte oy pusulaları bulunmadığı müddetçe yürütülen süreç, kanaatimce Hayır için siyasi hayatlarını riske sokan siyasilerin kayıkçı kavgasıdır.
YSK'nın aldığı kararın tersini savunanların 367 kararını savunanlardan bir farkı yoktur. Orada da olay sıcakken çok makul buldukları bir gerekçeleri vardı.  
YSK; hukukun basit bir algoritma ile çalışmadığını, hukukun ruhunu hayatın akışına uyarlama konusunda cesaret verici bir karar almıştır.
Hep haklılık peşinde koşanları, 367 konusunda yakaladıkları huzur ve mutluluk ile baş başa bırakalım, kendi aralarında belki bir çözüm bulup ardından aramıza katılırlar.

Referandum ve YSK

YSK, kamu görevi yapıyor. Bu güne kadar partizanlık yaptığına dair bir örneğe rastlamadım, bilmiyorum. YSK'nın referandumda aldığı kararla Muhalefete koz verdiği kanaatinde değilim.
Aksine YSK'nın, büyük resmi doğru okuduğu ve seçmenin oyuna saygı duyduğu kanaatindeyim.
Bu günkü itiraz dilekçesi, eğer maddi delillerden yoksun (öyle olduğu görünüyor) genel bir isteği dillendiriyorsa hukuken dünyanın her tarafında hiç bir mercii tarafından olumlu değerlendirmeye alınamaz. Som...ut örnek olayların itirazı yapıldığında; bunlara ilişkin Kurul bir karar verir.
CHP, hukuk tekniği bakımından sonucu baştan belli bir itiraz yapıyor. Anlaşılan harekete geçirdikleri kitlenin, kendilerine bir zarar vermesin diye "itiraz ve biz haklıyız" söylemini mercii itibariyle götürebilecekleri her yere götürecekler. Bunu yapsınlar. Ancak süreç bittiğinde kitleye söyleyebilecekleri olumlu hiç bir ifadeleri olamayacak ve kitleyi de yönlendirdikleri süreçteki ayak izlerini yok edemeyecekler, partileri içinde tasfiye edilmeleri kaçınılmaz.
(Nitekim bu yazının yazılmasından bir kaç saat sonra YSK'nın red talebi geldi.)

Referandum ve AGİT Raporunun Serencamı

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının referandum için gözlemci olarak gönderdiği iki rapörtörün, yurt dışındaki terör örgütü eylemlerine aktif olarak katıldıkları, ayrıca referandumun hayır kampanyalarında da göründükleri ortaya çıktı. Bu durumda her iki şahsın da 3.taraf objektiflik kriterlerini ihlal ettikleri, Türk Devleti ile ilgili konularda tarafsız olmadıkları görülmüştür.
Bir rapor, sırf rapörtör yazdı diye o Kurumun imzasını taşımaz. Bunun için Kurum tarafından ...yetkilendirilmiş bir kurulun raporu inceledikten sonra onaylaması gerekir. Sözü edilen rapor, bu sürecin neresindedir, bilmiyoruz.
Mahkeme kararı olmadan elde edilen ses kaydının hukuki bir değeri olmaması gibi taraflı olduğu kanıtlanmış gözlemcilerin hazırlayacağı raporların, ilgili kurumları bağlamayacağı ancak bu durumun Kurumca kendi kendine (re'sen) tesis edilemeyeceği; bununla ilgili kurum nezdinde Dış İşlerince girişimde bulunulması gerektiği açıktır.
Türk Dış işleri, taraflı rapörtörler ile bu rapörtörlerin seçimini yapan kişi ya da kurul hakkında AGİT nezdinde, yazılı bir suç duyurusunda/şikayette/ bilgilendirmede bulunmuş mudur? Bakanın söylem düzeyinde kalan ifadelerinin bizi hormonal rahatlama dışında götürebileceği bir yer olamaz. Dolayısı ile sosyal uyuşturucu kullanmanın bir anlam ve meşruiyeti yok. O zaman; "O mahur beste çalar, Müjgan'la ben ağlaşırız" ya da körler sağırlar birbirini ağırlar, benzeri bir durumla vakit kaybetmiş olmayalım.

17 Nisan 2017 Pazartesi

Referandum ve Bahçeli

Bahçeli'nin başkanlık sistemine geçmek suretiyle MHP'yi Fetö'nün eline geçmekten koruyan stratejisini seçmeniyle paylaşmaması, seçmeni evet kararı lehine tercih kullanmakta ikna ve motive etmemesi, seçmenin kendi partisinin Fetö ve işbirlikçileri tarafından ele geçirilmesi hususunda iyi oynayanın kazanmasını dileyen, ilgisiz hatta duyarsız davranışları, seçmeni nezdinde şahsı ile partisi arasında bir yabancılaşma yaşanmasına neden olduğu kanaatindeyim.
Bahçeli, parlamenter s...istemde AkParti ile MHP arasındaki benzerliğin bu güne dek AkParti lehine çalıştığını ve MHP'yi küçülttüğünü bildiğinden 7 Haziran seçimlerinden sonra ısrarla AkParti ile bir koalisyon yapmaktan kaçındığı gibi siyasi rakiplerine kendince mentörlük yaparak AkParti nin oy kaybı yaşayacağı bir takım koalisyon önerilerinde bulundu. Bahçelinin o dönemki stratejisi, bu günkü gibi MHP'yi yok olmaktan kurtarmak, seçmenini, tabanını muhafaza etmekti. Bahçeli, asla duygusal davranan bir lider değil. Hele aptal hiç değil.
Seçim sonuçları, Bahçelinin partinin varlığını korurken kendi başkanlığını tartışılır hale getirdiğini gösteriyor.

Referandum ve MHP

Referandum oylamasında çıkan sonucu göz önünde bulundurduğumuzda MHP seçmeninin evet 'ten çok hayır yönünde oy kullandığını tahmin ediyorum.
Neden MHP'lilerin ekseriyeti hayır dedi?
Başkanlık sistem değişikliğini, ülkemizin gündemine getiren ve yapılan müzakereler sonunda isminin bile cumhurbaşkanlığı sistemi olarak dönüşmesini sağlayan Bahçeli'den başkası değildi. Peki neden Bahçeli bu esnekliği gösterdi?
Bahçeli, bu soruyu soran MHP dışı çevrelere, "siz ne karışıyorsunuz, ...size mi soracaktık?" derken tümüyle haklıydı ancak seçmenine ve kamuoyuna yaptığı açıklamada, bu kararı ile yürütmede baş gösteren Başbakan-Cumhurbaşkanı ikiliğini ortadan kaldırmayı hedeflediğini, Türkiye'nin içinden geçtiği ateş çemberi göz önüne alındığında; bunun gerekli olduğunu belirtmişti. Bu gerekçelerin MHP seçmeni açısından bir değeri olmadığı referandum sonucu ortaya çıktı.
Bahçeli'nin bu süreci neden başlattığı konusunda kamuoyuna açıkladığı nedenlerden farklı bir gerekçeyle hareket ettiği kanaatindeyim: Parlamenter sistemde partiler, hükümet olma potansiyelinde bulunduklarından çok değerliler. Fetönün ilgisinin kaynağı da bu durum. Sektöre giriş yapacaksanız, hızlı yol almak için şirket kurmak yerine satın almayı tercih edersiniz. Bahçeli, Fetönün partisini (MHP) ele geçirmek için kaynak ayırdığını ve çalıştığını biliyor, görüyor. Ancak Başkanlık sistemi ortamında partilerin, yalnızca yasama görevi kalacak, yürütme ile bir ilgileri olamayacak. Bahçeli de, Hızır ve Musa kıssasında olduğu gibi Başkanlık sistemine geçerek partisinin teröristler tarafından ele geçirilme ihtimaline karşı, içinde bulunduğu gemiye, el konulmasını önleyecek miktarda hasar veriyor.
Bahçeli, bu stratejisini seçmeni ile paylaşmadığı gibi MHP'li seçmenin "açıkladığın gerekçeler, AkParti'nin sorunu, bizim değil" itirazını ortadan kaldıramadı. Üstelik her geçen gün medya yolu ile MHP'li seçmen tabanında Bahçeli'nin değişmez başkan olmadığı, alternatifinin (Fetö tarafından desteklenen siyasiler) bulunduğu ve AkPartinin arkasına takılmış sığıntı bir MHP algısı işleniyor.
Bahçeli, partisinin içinde bulunduğu tehditi seçmenlerine açıklamadığı müddetçe huzur bulamayacak gibi görünüyor.

11 Nisan 2017 Salı

Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?

Türkiye, altmış günden beri sürdürdüğü referandum sürecinin sonuna geliyor. Peki, Referandum sonucu oluşacak irade ile Anayasa değişikliği dışında başka neler olacak?
Referandumda %60'ın üzerindeki her evet oranı, AkParti ve MHP için ciddi ve güçlü bir başarıya tekabül eder. Oran yükseldikçe Avrupa Birliğinden çıkmakla ilgili yeni bir referandumun bizi beklediğini öngörmek de zor olmasa gerek.
Suriye'de referandum kararımızı bekleyen ülkeler, sıcak çatışmayı göze almış bir Türkiye'ye rağmen bölgede fazla bir şey yapamazlar. Türkiye, PYD'yi askeri anlamda bölgeden süpürmeden huzur bulamayacağını bilmektedir. Referandumu kritik yapan hususun bir yüzü budur. Yeni dönemde medya, Cumhurbaşkanlığı sisteminin işleyişindeki kusur ve hataların görülüp düzeltilmesinde eskiye göre çok daha fazla bir ayna işlevi görecektir. Yeni dönemde toplumsal muhalefetin sözcülüğü, ağırlıklı olarak Medya tarafından üstlenilecektir.
%52-60 bandı, "light evet" denilen ve teknik olarak referandumu onaylayan; ancak gerek Avrupa Birliği gerekse Suriye'de büyük güçlerce yapılacak bir mücadelede devletten çok Fetö ve terör örgütünün elini güçlendirecek bir sonuç doğuracaktır. Medyanın yapısal “kayıkçı kavgasını köpürtme” iştahı nedeniyle bu durumda ya erken seçime gitmek ya da "bu değişiklik geçtiği" için daha pratik olan "2019'da yürürlüğe girecek değişikliklerin erkene alınması" ile ilgili bir başka referandum kararına ihtiyaç duyulur.
%52'nin altında kalacak bir evet oranı, Hükümetin tek başına toplum desteğini kaybettiğini göstereceğinden muaccel bir erken seçimin habercisi olacaktır. Bu senaryoda Türkiye'yi içeride ve dışarıda (her alanda) kontrolsüz bir kaosun beklediği aşikardır. Referandumu kritik yapan hususun öteki yüzü de budur.
Bu ihtimalin teorik olarak varlığına rağmen Türkiye'nin kaos riskini almasının siyasi bir hata olduğu kanaatinde değilim. Zira mevcut sistem, medyanın yapısından kaynaklanan nedenlerle katalizör olarak yer aldığı, kayıkçı kavgalarına çok müsait ve bu durum ülkenin kıt kaynaklarının verimli kullanımını engelliyor. Parlamenter Sistemin Türkiye uygulamasında, iş başındaki Hükümetlerin enerjilerini, iş yapmaktan çok, yaptıkları işleri savunmaya harcadıklarını görmekteyiz. Dış ve çoğu iç politika kararlarının semeresinin makul bir süreç sonunda elde edildiği göz önüne alındığında; anında sonuç bekleyen ve alamadıkça hırçınlaşan çevrelerin, Hükümetin elini zayıflattığı, toplumdaki beklentileri olumsuz etkilediği ortadadır. Demokrasinin gereği olarak sunulan bu durum, Muhalefeti, yürütme erkinin cazibesine kapılarak yasama görevini küçümsemesine ve gölge bir Hükümet gibi iktidar süresi boyunca yapılanların yanlış olduğuna dair söylemler üretmeye itiyor. Bunu yeterince yapamayan Muhalefet, Medyanın da yönlendirmesiyle başarısız bulunuyor.
Bu sistemin değişmesi, bir tercih olmaktan öte bir zaman meselesi değil mi?
Ana problem ortaya konup Referandumda değişiklik için destek arandığında kanaatimce anlamlı olan soru şudur: "Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?" ya da bir Latin sözünde geçtiği gibi: "Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikayen!"

6 Nisan 2017 Perşembe

Korku-Masal Senaryosu

"Peki nasıl oluyor da halkın yarısına yakını, koca ülkeyi tek bir kişinin yönetimine bırakmak gibi bir projeye "evet" diyebiliyor?"
Evet, ülkemizin resmi muhalefeti, referandum kampanyasını, yeni nesil korku-masal senaristleri üzerinden yürütmeye karar verince ortaya böyle kabak tadı vermiş, hezeyan kıvamında iddialar çıkıyor.
Masal kahramanı bir Başkan tasavvur ediyorlar. padişahın kızını almak isteyen, Keloğlan'a benzer bir Başkan. Ancak Padişahın zorlu sınavlarını aşarak hem kıza hem de bonus olarak iktidara uzanmış olan Keloğlanın aksine bu Başkan, başına talih kuşu konmuş başka Başkan adayları ile halkın huzurunda oylanıp Başkan seçiliyor.
Prenses için kötü haber: Yeni Başkan, istisnasız evli geliyor. Yeni formatta öyle hem kız, hem iktidar yok yani. Prenses kız ne olacak peki? Prenses, yeni Başkan seçimini müteakip; babası Padişahla birlikte Keloğlan Masalına geri dönüyor. Eski masalların kendi iç tutarlılığına göre dinleyeni memnun etme misyonu, masalda rol alan aktör ve aktrislerine karşı bir nezaketi var tabii.
Yeni nesil korku-masal senaryo yazarlarına göre seçilmiş bu Başkanların ortak özelliği, ülkeyi tek başlarına yönetme saplantısı içinde bulunmaları. Gerçek dünyada tatbiki tarih boyunca görülmeyen "kimseden yönetsel yardım almama" ve "her istediğini hiç bir sınırlamaya tabi olmadan yapabilme" fikrinin doğal sonucu olarak Başkanlar, Kaf Dağının ardında yaşayan ejderhanın bile kaldıramayacağı bir iş yükünü, toplum hizmetinde -bir cezalı gibi- yedi gün, yirmi dört saat çalışmak işini, hiçbir şikayet emaresi göstermeden üstlenecekler. Çağdaş masala eklenen fantezi tadı!
Yetki devretmeyen saplantılı Başkan(lar)ın bu yoğun performansları için beş yıllık çalışma süreleri öngörülmüş. Hala enerjisi var ve yaptığı işten keyif alıyorsa yine meydana çıkıp talih kuşunun başına konmasını bekleyebilir, vs. vs.
Gerçek hayatta halkın oyları ile seçilecek bir Başkanın, yetki devretmeyeceği, bir ekip kurmayacağı fikrinin üreticisi ve savunucusu olan korku-masal senaristleri, algıları çarpıtma üzerine kurulu bir kara propaganda yapmaktalar.
Başkana bir ekip kurma imkanı vermemek, başka türlü hangi sağlıklı aklın, hangi gerçek tecrübenin eseri olabilir ki? "Okuyanın algılarını etkileyip yönlendirmek" maksadı dışında bir cevabı olan var mı?
Siyaset, bir denge ve uzlaşma sanatıdır. Türk tarihine ancak uzaktan bakan ve ne olmuş olduğunu bir daha sorgulamayan bir çift göz, orada despot yöneticiler ile hiç bir şeye karışmayan, uysal bir halk görüyor olabilir. Türkler, tarihin hangi döneminde yönetimleri için uysal idiler de bizim haberimiz yok?
Hangi tek adam döneminde astığı astık, kimseyi umursamayan, başına buyruk bir yöneticimiz oldu? Olmadı, olmaz. Tarihi dönemlerin detaylarına inerseniz, her yerde uzlaşmanın, bir ekip çalışmasının izlerini görürsünüz.
İktidar isteyen siyasiler, esnek olmak zorundadır. Esneklik bir yönetici zafiyeti değildir, siyasetin doğasındandır. Yoksa kırar dökersiniz ve iktidarınız sorgulanır hale gelir, sürdüremezsiniz.
Hep yanlış okumalar, tek doğrucu görüşler bunlar. Esneyin biraz, belki açılırsınız.
Aziz Nesin'i, Türk Milletinin doğası konusunda öfkesi konuşturdu, tecrübesi değil. Nitekim eserlerinde salak bir halkın davranışlarını anlatmaz; anlattığı, zeka dolu çözümleriyle ele avuca sığmayan bizim insanımızdır. Ama o insanlar, Aziz Nesin'in siyaseten istediğini kendisine vermediklerinden dolayı koyun gibi, göbeğini kaşıyan adam gibi küçümsenen ifadelerle yargılanmışlardır. Şimdi bu aşama da geçti, istediklerini söylesinler, müfterilerin kendi gibi olanlardan başka müşterisi kalmadı.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...