11 Nisan 2017 Salı

Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?

Türkiye, altmış günden beri sürdürdüğü referandum sürecinin sonuna geliyor. Peki, Referandum sonucu oluşacak irade ile Anayasa değişikliği dışında başka neler olacak?
Referandumda %60'ın üzerindeki her evet oranı, AkParti ve MHP için ciddi ve güçlü bir başarıya tekabül eder. Oran yükseldikçe Avrupa Birliğinden çıkmakla ilgili yeni bir referandumun bizi beklediğini öngörmek de zor olmasa gerek.
Suriye'de referandum kararımızı bekleyen ülkeler, sıcak çatışmayı göze almış bir Türkiye'ye rağmen bölgede fazla bir şey yapamazlar. Türkiye, PYD'yi askeri anlamda bölgeden süpürmeden huzur bulamayacağını bilmektedir. Referandumu kritik yapan hususun bir yüzü budur. Yeni dönemde medya, Cumhurbaşkanlığı sisteminin işleyişindeki kusur ve hataların görülüp düzeltilmesinde eskiye göre çok daha fazla bir ayna işlevi görecektir. Yeni dönemde toplumsal muhalefetin sözcülüğü, ağırlıklı olarak Medya tarafından üstlenilecektir.
%52-60 bandı, "light evet" denilen ve teknik olarak referandumu onaylayan; ancak gerek Avrupa Birliği gerekse Suriye'de büyük güçlerce yapılacak bir mücadelede devletten çok Fetö ve terör örgütünün elini güçlendirecek bir sonuç doğuracaktır. Medyanın yapısal “kayıkçı kavgasını köpürtme” iştahı nedeniyle bu durumda ya erken seçime gitmek ya da "bu değişiklik geçtiği" için daha pratik olan "2019'da yürürlüğe girecek değişikliklerin erkene alınması" ile ilgili bir başka referandum kararına ihtiyaç duyulur.
%52'nin altında kalacak bir evet oranı, Hükümetin tek başına toplum desteğini kaybettiğini göstereceğinden muaccel bir erken seçimin habercisi olacaktır. Bu senaryoda Türkiye'yi içeride ve dışarıda (her alanda) kontrolsüz bir kaosun beklediği aşikardır. Referandumu kritik yapan hususun öteki yüzü de budur.
Bu ihtimalin teorik olarak varlığına rağmen Türkiye'nin kaos riskini almasının siyasi bir hata olduğu kanaatinde değilim. Zira mevcut sistem, medyanın yapısından kaynaklanan nedenlerle katalizör olarak yer aldığı, kayıkçı kavgalarına çok müsait ve bu durum ülkenin kıt kaynaklarının verimli kullanımını engelliyor. Parlamenter Sistemin Türkiye uygulamasında, iş başındaki Hükümetlerin enerjilerini, iş yapmaktan çok, yaptıkları işleri savunmaya harcadıklarını görmekteyiz. Dış ve çoğu iç politika kararlarının semeresinin makul bir süreç sonunda elde edildiği göz önüne alındığında; anında sonuç bekleyen ve alamadıkça hırçınlaşan çevrelerin, Hükümetin elini zayıflattığı, toplumdaki beklentileri olumsuz etkilediği ortadadır. Demokrasinin gereği olarak sunulan bu durum, Muhalefeti, yürütme erkinin cazibesine kapılarak yasama görevini küçümsemesine ve gölge bir Hükümet gibi iktidar süresi boyunca yapılanların yanlış olduğuna dair söylemler üretmeye itiyor. Bunu yeterince yapamayan Muhalefet, Medyanın da yönlendirmesiyle başarısız bulunuyor.
Bu sistemin değişmesi, bir tercih olmaktan öte bir zaman meselesi değil mi?
Ana problem ortaya konup Referandumda değişiklik için destek arandığında kanaatimce anlamlı olan soru şudur: "Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?" ya da bir Latin sözünde geçtiği gibi: "Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikayen!"

6 Nisan 2017 Perşembe

Korku-Masal Senaryosu

"Peki nasıl oluyor da halkın yarısına yakını, koca ülkeyi tek bir kişinin yönetimine bırakmak gibi bir projeye "evet" diyebiliyor?"
Evet, ülkemizin resmi muhalefeti, referandum kampanyasını, yeni nesil korku-masal senaristleri üzerinden yürütmeye karar verince ortaya böyle kabak tadı vermiş, hezeyan kıvamında iddialar çıkıyor.
Masal kahramanı bir Başkan tasavvur ediyorlar. padişahın kızını almak isteyen, Keloğlan'a benzer bir Başkan. Ancak Padişahın zorlu sınavlarını aşarak hem kıza hem de bonus olarak iktidara uzanmış olan Keloğlanın aksine bu Başkan, başına talih kuşu konmuş başka Başkan adayları ile halkın huzurunda oylanıp Başkan seçiliyor.
Prenses için kötü haber: Yeni Başkan, istisnasız evli geliyor. Yeni formatta öyle hem kız, hem iktidar yok yani. Prenses kız ne olacak peki? Prenses, yeni Başkan seçimini müteakip; babası Padişahla birlikte Keloğlan Masalına geri dönüyor. Eski masalların kendi iç tutarlılığına göre dinleyeni memnun etme misyonu, masalda rol alan aktör ve aktrislerine karşı bir nezaketi var tabii.
Yeni nesil korku-masal senaryo yazarlarına göre seçilmiş bu Başkanların ortak özelliği, ülkeyi tek başlarına yönetme saplantısı içinde bulunmaları. Gerçek dünyada tatbiki tarih boyunca görülmeyen "kimseden yönetsel yardım almama" ve "her istediğini hiç bir sınırlamaya tabi olmadan yapabilme" fikrinin doğal sonucu olarak Başkanlar, Kaf Dağının ardında yaşayan ejderhanın bile kaldıramayacağı bir iş yükünü, toplum hizmetinde -bir cezalı gibi- yedi gün, yirmi dört saat çalışmak işini, hiçbir şikayet emaresi göstermeden üstlenecekler. Çağdaş masala eklenen fantezi tadı!
Yetki devretmeyen saplantılı Başkan(lar)ın bu yoğun performansları için beş yıllık çalışma süreleri öngörülmüş. Hala enerjisi var ve yaptığı işten keyif alıyorsa yine meydana çıkıp talih kuşunun başına konmasını bekleyebilir, vs. vs.
Gerçek hayatta halkın oyları ile seçilecek bir Başkanın, yetki devretmeyeceği, bir ekip kurmayacağı fikrinin üreticisi ve savunucusu olan korku-masal senaristleri, algıları çarpıtma üzerine kurulu bir kara propaganda yapmaktalar.
Başkana bir ekip kurma imkanı vermemek, başka türlü hangi sağlıklı aklın, hangi gerçek tecrübenin eseri olabilir ki? "Okuyanın algılarını etkileyip yönlendirmek" maksadı dışında bir cevabı olan var mı?
Siyaset, bir denge ve uzlaşma sanatıdır. Türk tarihine ancak uzaktan bakan ve ne olmuş olduğunu bir daha sorgulamayan bir çift göz, orada despot yöneticiler ile hiç bir şeye karışmayan, uysal bir halk görüyor olabilir. Türkler, tarihin hangi döneminde yönetimleri için uysal idiler de bizim haberimiz yok?
Hangi tek adam döneminde astığı astık, kimseyi umursamayan, başına buyruk bir yöneticimiz oldu? Olmadı, olmaz. Tarihi dönemlerin detaylarına inerseniz, her yerde uzlaşmanın, bir ekip çalışmasının izlerini görürsünüz.
İktidar isteyen siyasiler, esnek olmak zorundadır. Esneklik bir yönetici zafiyeti değildir, siyasetin doğasındandır. Yoksa kırar dökersiniz ve iktidarınız sorgulanır hale gelir, sürdüremezsiniz.
Hep yanlış okumalar, tek doğrucu görüşler bunlar. Esneyin biraz, belki açılırsınız.
Aziz Nesin'i, Türk Milletinin doğası konusunda öfkesi konuşturdu, tecrübesi değil. Nitekim eserlerinde salak bir halkın davranışlarını anlatmaz; anlattığı, zeka dolu çözümleriyle ele avuca sığmayan bizim insanımızdır. Ama o insanlar, Aziz Nesin'in siyaseten istediğini kendisine vermediklerinden dolayı koyun gibi, göbeğini kaşıyan adam gibi küçümsenen ifadelerle yargılanmışlardır. Şimdi bu aşama da geçti, istediklerini söylesinler, müfterilerin kendi gibi olanlardan başka müşterisi kalmadı.

16 Mart 2017 Perşembe

Başkanlık Çeşitlemeleri

Teyemmümün hükmü suyu, kedinin terbiyesi de fareyi görünceye kadardır.
Son referandum tanıtım programının, Avrupa ayağında yaşananlar, "İsviçre'de özgürce her şey söylenebilir" diyerek hava atan İsviçrelileri, yalancı çıkarmak ve depresyona sokmak için küçük bir "Evet" ziyaretinin yeterli olacağını gösteriyor. :)
Sosyal medyada Avrupa'nın tutumuna ilişkin yurdum insanının tepkisel yorumları, bir çeşit "kınadığına dönüşen" bir yapıya evrilmiş durumda.
Türkiye, her ne kadar 90'lı yıllarda ara vermiş olsa da 80'lerden beri her anlamda yeniden inşa halinde. Bu oluşa destek verirsiniz, vermezsiniz, sizin bileceğiniz bir iş. Ancak bu düzeltme hareketinin emperyal bir vizyondan ibaret olduğunu sanmak, bir çok açıdan hatalı olur. Sosyal olaylar, dengeye gelmeden durulmaz. "Evet" ile Türkiye, yeni bir ölçeğe girecektir. Ekonomiden siyasete, dış politikadan insan haklarına toplumsal hayatın bütününde oluşacak yeni dengelerin, zamanın ruhuna uygun bir uzlaşma ile gerçekleştiği zaman kurulacağı kanaatindeyim.

14 Mart 2017 Salı

ÖSYM'de Skandal

Pazar günü yapılan ÖSYM sınavı, sınava geç kalan çok sayıdaki öğrencinin hayatları boyunca etkilenecekleri, belki de bu etkinin ve izlerini taşıyacakları bir travmaya neden oldu. Neymiş? Saat 10.00'da başlayacak sınav için en geç 9:45'te sınav salonunda olmaları gerekiyormuş. Neden peki? Öyle uygun görmüş biri, bunu sınav komisyonuna teklif etmiş. Artık teklif edenin makamından mı, arkasına gizlendiği biri var da onun yüzü suyu hürmetine mi, yoksa "tamam, işte bunu düşünemezler(!)" hinliğinden midir bilinmez, komisyondan geçen bu teklif, uygulama alanı bulmuş. Oysa işinin bir parçası üretim olan herkes bilir ki, insanlar, kendilerine tanınan imkanları, ek süreleri sonuna kadar kullanmak eğilimindedirler. O zaman sormak gerekir, genişletemiyorsan bırak, daraltmak neden? Tedbir(!), sonuçları itibariyle toplumsal barışı bozuyor, gençleri psikolojik şiddete maruz bırakıyor da olumlu hangi toplumsal ihtiyacı karşılıyor? İşte tam burada ortaya çıkıyor, bürokrasinin çirkin yüzü!
Fetönün eğitim, hukuk, emniyet ve mali alanlardaki uygulamaları, bürokrasimizde çok ciddi güvenlik sorunlarına yol açtı. Artık bürokratlarımız, olan biten her şeyden kuşkulanır oldular. Geçen gün, alim çakması Gülen'in önemsiz bir kitabını evinde bulundurduğu için suçlanan, evet yalnızca bunun için Fetöye üye olmakla suçlanan adamın haberini dinledim radyodan. Artık suçlama makamı ne düşündüyse basit bir kitabı (adı, fikir atlası olabilir) bulunduran şahsın, bu kitaba kutsal kitap muamelesi yaptığını mı düşündü, kim bilir? (Korku ve kuşkular, zihinlerde insanlar tarafından üretilir.)
Sürekli -aşırı- tehdit altında hissetmek, insanın hareket alanını, özgürlüğünü kısıtlayacak tedbirler almasına yol açar. Ayrıca bu durum, insanın psikolojik zeminini ele geçirirse sonu ilaç kullanmayla biten önce psikolojik sonra da fiziksel bir çok kronik hastalığa yol açar. Her an yeni bir tehlike ile karşılaşma, yeni bir kazık yeme kuşkusu, hayatı çekilmez kılan pek çok tedbirin alınmasını meşrulaştırır. Paranoyak olmuş bu şahsı tenkit etmek de zorlaşır. Zira kendisi, vatanı kurtarmakta, millet için çalışmaktadır.(!)
Valla ben muhayyel bir bürokrata hele de ruh hastasıysa gıyabında zılgıt çekemem. Kimseye bir faydası olmaz çünkü. Herkesin bir astı, üstü var. Ast'ının uygulamalarından üst'ü de mesüldür. Milleti kontrol ettiğiniz kadar ekip arkadaşlarınızı da kontrol edin kardeşim, herkes etsin. Nükleer tesise giren ziyaretçi ile ÖSYM sınavına giren öğrencinin kamusal güvenlik tehdit potansiyeli bir midir, Allah aşkına? Makul olun, abartmayın.
Hayat, bilgisayar simülasyonu değil. Her şeyi kontrol etme, yönetme ihtirasından vaz geçin, zaten sizi hasta yapan da bu ihtiras. Öyle bir dünya yok. Bizler, Tanrı değiliz, her şeyi kontrol edemeyiz. Tedbir almakla mükellefiz.
Zaten makul insanlar olsaydınız, aldığınız tedbirlerle gerçek suçluları, haksızları değil kaderin cilvesi bir nedenle geç kalmış veya tehdit eşiği düşük, geniş dediğimiz ya da takıntılı insanları yakaladığınızı anlar, yaptığınız hatadan dönmüş olurdunuz. Fetö gibi taammüden pislik yapmaya and içmiş teröristler, sizin tedbirlerinize karşı sofistike stratejiler geliştiriyorlar, yoksa onlar mı hayatlarının en önemli sınavına bir dakika geç kalarak kamu vicdanında kanamaya yol açanlar(!)
Yetkilerini "dostlar, alış verişte görsün" kapsamında kullananlara bu yetkileri verenlerin bir kadro değişimine gitmeleri için mağdur edilen bu gençlerin gözyaşlarının yeterli olduğu kanaatindeyim.

25 Şubat 2017 Cumartesi

İş Hakkında Düşünceler

"İş insanı temizliyor, güzelleştiriyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zaptediyordu. Ne kadar abes ve mânasız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihin büyük sırrı burada idi."

Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

6 Şubat 2017 Pazartesi

İletişim Faturasından iletişim hatasına

Meclis'te divan üyelerine verilmiş bulunan istisnai iletişim serbestisi hakkını, maksadı dışında; kişisel kullanımına hasreden Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen'in divan üyeliğinden istifa etmesi kamu zararı bakımından yeterli değildir; oluşan kamu zararını da tazmin etmesi gereklidir.
Divan üyelerine harcama sınırı getirilmemesi, yaptıkları işin özelliği nedeniyledir. Dolayısı ile işini yapan üyenin yüksek harcamalara neden olması, yadırganacak bir durum olmadığı halde b...u hakkın kamusal amaçlar yerine kişisel harcamalar için kullanımı, yolsuzluk kavramının kapsama alanına girer.
Tehdit odaklı yaklaşımını abarttığı için çoğu zaman eleştirdiğimiz kamu bürokrasisinin harcamalara yönelik tutumu, istisnasız bir şekilde "tüyü bitmemiş yetimin" haklarını koruma üzerine kuruludur.
Türkmen ve benzeri yolsuzluk yapmış vekillerin, dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargı önüne çıkarılması için Meclis'e fezleke ile müracaat edilmesi prosedürünün gelecek haftanın konusu olması bekleniyor.

5 Şubat 2017 Pazar

Şüpheli ve Sanıkların İade Prosedürü Çok Zor Değil

Almanya’ya kaçmış ve halen orada yaşamakta olan çeşitli meslek gruplarından 15 Temmuz sanığı Fetöcülerin, Devletimizce iadesi ile ilgili Merkel’in delil talep etmesi, basit bir konuyu karmaşık ve içinden çıkılamaz bir sorun hale getirmeye aday görünüyor.
Konu daha önce Yunanistan ve ABD’ye sığınan başta Gülen ve Gülen kurbanı başka sanıklar için de gündeme gelmiş, sadece ABD’ye 85 koli evrak gönderilerek sanıklar hakkındaki deliller sıralanmış olmasına rağmen bilmediğimiz nedenlerle iade kararı alınamamışken; bu defa konuyu görüşen Yunanistan Yüksek Mahkemesi, iade talebini red etmiştir.
ABD'ne toplamda 85 koliye ulaşacak bir delil setinin hazırlanması hem yanlış olmuş hem de tuhaf bir sürecin normalmiş gibi görünmesine neden olmuştur. Nitekim, Merkel de dahil olmak üzere iadesi istenen şüpheliler için muhatap ülkelerin delil istemesi bir ezber halinde devam edecek gibi görünüyor. Oysa iade talepleriyle gündeme gelen şahısların suçlu olup olmadığına karar verecek olan mercii, hukuk tekniği bakımından bağımsız mahkemelerdir. Mahkeme öncesi aşamada -henüz şüphelilerle ilgili süreç başlatılmadığından- eldeki kuvvetli delillere rağmen, beraatı zimmetin asıl olması nedeniyle -mahkeme karar oluşturuncaya dek- şüphelilerin suçsuz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Şu halde neyin delili isteniyor? Yargılama başlamadan neyin delilinin ibrazı? Üstelik suçlamaların bir kısmı, bir başka ülke ile paylaşılmayacak önemde iç güvenlikle ilgili bilgiler içerirken, şüpheliler hakkında iadeci ülkelerin delil istemesinin mantığı ne, evrensel hukuktaki yeri ne? Teknik olarak yargılama yapılmadan delillerin ortaya serilmesi, şüphelilerin hukukunun korunmamasına da yol açıyor üstelik. Delillerin ortaya dökülmesinden dolayı meydana gelebilecek linç ve benzeri istenmeyecek hareketlerden şüphelileri koruyamazsanız ne olacak? Nerden baksanız mantıklı değil. Hukuk tekniğine aykırı. Merkel, çok açık ki, ABD ile yanlış başlayan iade sürecinin aşamalarını ifade ediyor. Yoksa iade açısından delil istemesi, mahkeme başlamadan Türk Devleti nin önyargılı olduğunu, kafasında oluşan bu yargılara göre hüküm vereceğini, taraflı ve peşin hükümlü bir yargılama yapacağını ortaya koyar. (idam mevzuatının gündeme getirilmesi de şüphelilerin iadesini yavaşlatan, kuşkuyla bakılmasına yol açan ve haklı olduğumuz bir davada hakkın tahakkukunu engelleyen bir işlev görmektedir, stratejik bir hamle değildir.)
Peki ne olmalıdır?
Yordam kısmına geçelim; bir ülke kendisine sığınan bir şüpheli ya da sanığı neden iade etmez ya da iade etmek için ne ister?
Şüpheli ya da sanık, hakkını arayabileceği ortamı bulduğunda; kendini iade eden devleti dava edip hem bu devletin imajı, algısı, itibarıyla ilgili olumsuz sonuçlar çıkarılmasına neden olabilir, hem de kendi mağduriyetine ilişkin çeşitli tazminat taleplerinde bulunabilir. Bunların engellenmesi için şüpheliyi/sanığı talepte bulunan ülkenin, her iki konuda da iadeci ülkeye garanti vermesi gerekir. Şüpheli/sanık, işkence görmeyecek, yargılanacak ve suçsuz bulunursa tazminat davası açmaya ve tazminat davasını kazandığında da zararını tazmin etmeye ilişkin hükümlerden yararlanacağına, iç mevzuatının buna uygun olduğuna dair bir taahhütdür bu. Bunun bir tık ötesi, bu şahsın kendi ülkesine açtığı tazminat davasına ilave olarak iadeci ülkeyi de dava etmesi halinde oluşacak maddi kayıpların kendisini talep eden ülke tarafından karşılanacağına dair teminat verme konusudur. Böylelikle iade prosedürü, şüphelinin/sanığın yargılama süresi boyunca oluşabilecek tüm mağduriyetlerin kendisini talep eden ülke tarafından garanti altına alındığına ilişkin bir teminatın (genel bir sözleşmedir bu) iadeci devlete verilmesi sürecine tekabül etmiş olur.
Ülkemizde şüphelinin/sanığın, "her türlü tazminat yolu açık olmak üzere hukukunun korunacağı" taahhüdüne rağmen iade talebine makul bir sürede olumlu cevap vermeyen ülkelerin -akredite olmaları koşuluyla- Lahey Adalet Divanına şikayet edilmeleri mümkündür, hukukumuzun korunması bakımından burası zorlanmalıdır.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...