Konu daha önce Yunanistan ve ABD’ye sığınan başta Gülen ve Gülen kurbanı başka sanıklar için de gündeme gelmiş, sadece ABD’ye 85 koli evrak gönderilerek sanıklar hakkındaki deliller sıralanmış olmasına rağmen bilmediğimiz nedenlerle iade kararı alınamamışken; bu defa konuyu görüşen Yunanistan Yüksek Mahkemesi, iade talebini red etmiştir.
ABD'ne toplamda 85 koliye ulaşacak bir delil setinin hazırlanması hem yanlış olmuş hem de tuhaf bir sürecin normalmiş gibi görünmesine neden olmuştur. Nitekim, Merkel de dahil olmak üzere iadesi istenen şüpheliler için muhatap ülkelerin delil istemesi bir ezber halinde devam edecek gibi görünüyor. Oysa iade talepleriyle gündeme gelen şahısların suçlu olup olmadığına karar verecek olan mercii, hukuk tekniği bakımından bağımsız mahkemelerdir. Mahkeme öncesi aşamada -henüz şüphelilerle ilgili süreç başlatılmadığından- eldeki kuvvetli delillere rağmen, beraatı zimmetin asıl olması nedeniyle -mahkeme karar oluşturuncaya dek- şüphelilerin suçsuz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Şu halde neyin delili isteniyor? Yargılama başlamadan neyin delilinin ibrazı? Üstelik suçlamaların bir kısmı, bir başka ülke ile paylaşılmayacak önemde iç güvenlikle ilgili bilgiler içerirken, şüpheliler hakkında iadeci ülkelerin delil istemesinin mantığı ne, evrensel hukuktaki yeri ne? Teknik olarak yargılama yapılmadan delillerin ortaya serilmesi, şüphelilerin hukukunun korunmamasına da yol açıyor üstelik. Delillerin ortaya dökülmesinden dolayı meydana gelebilecek linç ve benzeri istenmeyecek hareketlerden şüphelileri koruyamazsanız ne olacak? Nerden baksanız mantıklı değil. Hukuk tekniğine aykırı. Merkel, çok açık ki, ABD ile yanlış başlayan iade sürecinin aşamalarını ifade ediyor. Yoksa iade açısından delil istemesi, mahkeme başlamadan Türk Devleti nin önyargılı olduğunu, kafasında oluşan bu yargılara göre hüküm vereceğini, taraflı ve peşin hükümlü bir yargılama yapacağını ortaya koyar. (idam mevzuatının gündeme getirilmesi de şüphelilerin iadesini yavaşlatan, kuşkuyla bakılmasına yol açan ve haklı olduğumuz bir davada hakkın tahakkukunu engelleyen bir işlev görmektedir, stratejik bir hamle değildir.)
Peki ne olmalıdır?
Yordam kısmına geçelim; bir ülke kendisine sığınan bir şüpheli ya da sanığı neden iade etmez ya da iade etmek için ne ister?
Şüpheli ya da sanık, hakkını arayabileceği ortamı bulduğunda; kendini iade eden devleti dava edip hem bu devletin imajı, algısı, itibarıyla ilgili olumsuz sonuçlar çıkarılmasına neden olabilir, hem de kendi mağduriyetine ilişkin çeşitli tazminat taleplerinde bulunabilir. Bunların engellenmesi için şüpheliyi/sanığı talepte bulunan ülkenin, her iki konuda da iadeci ülkeye garanti vermesi gerekir. Şüpheli/sanık, işkence görmeyecek, yargılanacak ve suçsuz bulunursa tazminat davası açmaya ve tazminat davasını kazandığında da zararını tazmin etmeye ilişkin hükümlerden yararlanacağına, iç mevzuatının buna uygun olduğuna dair bir taahhütdür bu. Bunun bir tık ötesi, bu şahsın kendi ülkesine açtığı tazminat davasına ilave olarak iadeci ülkeyi de dava etmesi halinde oluşacak maddi kayıpların kendisini talep eden ülke tarafından karşılanacağına dair teminat verme konusudur. Böylelikle iade prosedürü, şüphelinin/sanığın yargılama süresi boyunca oluşabilecek tüm mağduriyetlerin kendisini talep eden ülke tarafından garanti altına alındığına ilişkin bir teminatın (genel bir sözleşmedir bu) iadeci devlete verilmesi sürecine tekabül etmiş olur.
Ülkemizde şüphelinin/sanığın, "her türlü tazminat yolu açık olmak üzere hukukunun korunacağı" taahhüdüne rağmen iade talebine makul bir sürede olumlu cevap vermeyen ülkelerin -akredite olmaları koşuluyla- Lahey Adalet Divanına şikayet edilmeleri mümkündür, hukukumuzun korunması bakımından burası zorlanmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder