4 Mart 2014 Salı

Metin Analizi - 2

Sevgili Okuyucu,
Son zamanlarda müslümanların özgüvenlerine yönelik saldırıların arttığını gözlemliyorum. Analojik akıl yürütmeleriyle sureti haktan görünmeye çalışan bu mesajlar, yine dindar dostlar tarafından herhangi bir art niyet olmaksızın paylaşılıyor. Aşağıda yine bu yolla bana ulaşan küçük bir metne dair yaptığım analizi bulacaksınız.

Sonradan Müslümanlığı seçen bir İngiliz olan Lord Henry diye birinin sözü de bu konuda çok manidar: "İslamı gördüm imrendim, Müslümanları gördüm iğrendim. Ki bu Müslümanlar benim onyedi yıl geç Müslüman olmamın müsebbibidirler. Öte tarafta iki elim bu Müslümanların yakasında olacak. Çünkü onlar bana iyi örnekler olsalar ve ben daha önce Müslüman olsaydım annem ve babam ölmeden önce İslamı tanıyacaklar ve belki de onlar da Müslüman olacaklardı."

İslamı gördüm imrendim diyor: Ne demek bu? İslam, bizatihi üç boyutlu bir varlık değilki, fiziki gözlerle görülebilsin. Ya Müslümanları görüp, İslam’ı gördüm dersiniz, ya da İslam’ın kaynaklarına ulaşır, okur, anlar, İslam budur, gördüm dersiniz. Şüphesiz bu ikisinin bir karışımı da üçüncü bir seçenek olabilir. Yazının devamından anlaşılıyorki, Müslümanları görmek, beyimizde olumsuz tesir bırakıyor. O zaman İslam kaynaklarının (kitap: Kur’an ve belki başka kitaplar) görüldüğü, değerlendirildiği ve imrenildiği ortaya çıkıyor. Zaten İslam, imanı altı hususta kayda bağlıyor ve bu umdeler içinde “Müslümanlara iman” diye bir başlık yok. Allah, insanlara Müslümanlara bakın da Müslüman olun demiyor. Sorun yok yani, iman için yeterli koşul sağlanmış ama yok, beyimiz artık ne yaşamışsa son anda bir şey olmuş ve Müslümanlardan iğrenmiş.

Biz de müslümanız, hem de bunca yılın müslümanıyız. Neler gördük, neler görüyoruz? İnsanların özel telefon görüşmelerini kayda alıp, montajla yayınlayanlar, takiyye adı altında Sünnilikte ancak ölüm tehlikesi altında kullanılabilecek bir ruhsatı, tam da yaşadığımız dijital dünyanın ruhuna uygun copy-paste kolaycılığında hayatın her alanında fütursuzca kullanan, dolayısı ile açıkça yalan söyleyen, münafıklık yapan, kötü örnek Müslümanların varlığına rağmen biz Müslümanlığımızdan mı vaz geçtik? 

İğrençmiş! ne yaşamışki iğrençlikle tanımlıyor?
İğrençlik nitelemesi, insandan insana farklılık gösteren; kişisel bir nitelemedir/kanaattir. Benim iğrenç bulduğum bir nesneyi, tutumu ya da sözü, bir başkası, kaba, sevimli ya da müthiş bulabilir. İğrençliği saptayan/sağlayan, değerlendirmesi yapılan hususun, değerlendirmeyi yapan insanın tolerans eşiklerinin neresine düştüğü konusudur. Tolerans göstermeyeceğimiz alana düşen konular, kötü; daha da tahammül edilemeyecek olanlar, iğrenç olabilir. Ama bu da görecelidir, yani tolerans eşiklerinin sahibi tarafından değiştirilmesi ile “iğrenç” ya da “kötü” olarak nitelenen bir şey, pek ala normal alana çekilebilir: Sigarayı iğrenç bulan biri, bir süre sonra tiryaki olduğunda sigarayı normal hatta yararlı bir nesne olarak görebilir.

Buradan ne sonuç çıkaracağım:

  1. On yedi yıl  önceki iğrençlik, hala ortada duruyor ancak beyefendinin değerlendirme kriterleri değiştiği için ona artık iğrençlik olarak görünmüyor olabilir.
  2. Beyefendinin iğrençlik saptaması, kendini bağlar, herkesi değil. Kendi küçük dünyasındaki algılarının, evrensel gerçeklermiş gibi okunması, okuyanın insanoğluna açtığı teminatsız romatizm kredisidir. Ben öyle okumuyorum, çünkü süreçleri benimle paylaşmıyor, sonuçları ifade ediyor. Adamı tanımıyorumki, itimat edeyim. Hele yazının tümündeki rahatsız edici hava, güvensizliğimi perçinliyor, adamın ensesini görmek için sabırsızlanıyorum.

Kendisinin on yedi yıl geç Müslüman olmasında müsebbip olarak gösterdiği grubu teşhis ve teşhir edemeyen, onları eylemleri üzerinden bile tanımlamaktan aciz olan bu şahıs;

1.    Eylemlerinden etkilendiği grubu, genel kitleden ayırmalıydı. Böylece Müslümanlar kümesinin bir alt grubu olan X grubunun eylemleri, kamuoyunun önüne müstakil olarak gelir ve değerlendirilirdi. Böyle yapılmayarak analojiye sapılmış, Müslümanlık ortak paydası/ benzerliğinden yararlanarak alt grubun “iğrençliği”, Müsümanlığın da iğrençliği haline dönüştürülmüştür.

2.   Mevlüt Bayraktaroğlu’na ait güzel bir söz var: “Kıyağınla iman eden, keleğinle dinden çıkar.”  “Bana güzel örnek olsalar ne güzel iman ederdim” önermesi, “kötü örnek görünce başlangıç koşullarına geri dönerim“ önermesi ile eşdeğerdir. İmanın kalitesini olumsuzlayan, başka insanları ve onların emeklerini referans alan bir yaklaşım bu. Yanlış!

3.   Yazar, kendi sorumluluğunu almamakta ısrar ediyor. Müslüman olmayla ilgili on yedi yıl önce belliki, olumsuz karar vermiş. Gerekçesi ne olursa olsun kararı veren kendisi. Gerekçeler, vesile olur; kararları insanlar alır. İğrençlik konusundaki analizimiz, gerekçelere ilişkin tutumların göreceli ve kişisel olduğunu ortaya koyuyor. Koşullar ve koşullara bakış açımız (koşul algımız) değiştiğinde, kararların da bundan etkileneceği ortada. Kararlarımızın sorumluluklarını alalım, başkalarını ya da koşulları suçlamayalım.

4.   Yaratıcı dışında kimse, kimseden dinde örnek olmak konusunda hayatı boyunca duyarlılık göstermesini bekleyemez. Bu başkasından istenecek bir şey değildir, herkesin mükellef olduğu bir şeydir. Yani ben örnek oluyorum diyebilirsiniz, ancak “sen örnek ol” demenin mantığı yoktur.

5.   “Birileri bana iyi örnek olsalar, ben daha önce Müslüman olurdum, annemle babam da belki Müslüman olurlardı” ifadesi de halamın bıyıkları olsaydı amcam olurdu ifadesine yakın bir mantıksal tutarlılık içindedir. Bunun bir adım ötesi de Allah beni niye Müslüman bir toplum içinde yaratmadı, annemle babamın ne kusuru var, niye cehennem var? ve benzeri, akıllara zarar bir dizi başka soruyu gündeme getirir. Anlamsızlık!

Sadede geliyorum:  Eğer gerçekten Lord Henry diye biri varsa bu adam, bu yazısıyla; Müslümanların özgüvenlerine saldırmakta ve sizden bir şey olmaz mesajı vermektedir. Bu yönüyle elitist ve kışkırtıcıdır. Masum değildir çünkü saldırgandır. 


27 Şubat 2014 Perşembe

Türkiye'de Kamuoyunun Tarihselliği-Alıntı

Belki başlangıçta Balkan Savaşı'nın önünü almak mümkündü. Fakat, Girit ve Trablus'un kaybı gibi felaketlere sebep olan işlerin etkisiyle acımasız bir el, devleti girdaba çekip sürükledi. "Ya Girit ya ölüm! Ya Trablus ya ölüm" diye bağırıp mitingler yapmayı adet edinenler, bu kez halka: "Ya Sofya ya ölüm!" yazılı külahlar giydirdiler ve: "Gazi olacağız!" diye bağırttılar. Oysa, ne Girit kaldı ne Trablus. O yaygarayı koparanların Sofya'ya girmeleri şöyle dursun, devlet egemenliğinin yerleşmiş olduğu bütün Rumeli elimizden gitti. O adamlara ise hiçbir şey olmadı.

(Gösteriler ve gösterilerde kullanılan dil tanıdık geldi mi? Sorumsuzca ve duygusal istekler. Her türlü gerçeklikten uzak...H.K.)

Cenab-ı Hak, kibir ve gururu sevmez. Biz bu yüzden gazaba uğradık. Meşrutiyet'in başlarında Avrupa'nın gösterdiği yakınlığı, kazanılmış hak saydık. Bunun, sadece bir umut ışığı sayılan Meşrutiyet inkılabının uyandırdığı takdir duygusundan ibaret olduğunu anlayamadık. İstibdatın kalkmasıyla elde edilecek bolluk ve güç hemen gerçekleşmiş gibi kendimizi büyük devletlerden saydık ve dünyaya meydan okuduk. Gazetelerde hakaret etmedik devlet bırakmadık. İkide birde, kesin bir sayıymış gibi, mevcut olmayan 30 milyon Osmanlılık'la öğündük. Ne yazık ki, üç yüzyıldır yaşanan çeşitli bozgun, acıklı durumlar ve cehaletimizi gösteren bir ayna olan tarih levhalarımıza bakmadan, sürekli altı yüz yıllık şan ve şereften dem vurduk. Yüksekten uçarak kendimizi aldatmaktan bir an geri durmadık. Bilim, sanayi, ticaretten yoksun, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezilen ve millet sözünün dayandırılacağı temel şartlardan uzak çeşitli unsurlar topluluğundan oluşmuş, siyasi varlığını sürdürmesi diğer devletlerin birbiriyle olan rekabetine bağlı, arazisi büyük, fakat kuvveti küçük bir devletçikten başka bir şey olmadığımızı görmek istemedik. Gerek bu durumlar ve gerekse her şeyden önce iç düzeni ve asayişi sağlaması gereken ordunun, ihtilalciler elinde oyuncak olması ve bir takım subayların kendi görevlerinden başka her şeyle meşgul olmalar, Avrupa tarafından hakkımızda beslenen bütün umutları söndürdü, her türlü sevgiyi yok ederek nefret uyandırdı. İşte başımıza gelenler, bütün bu durumların hak ettiğimiz sonuçlarıdır!"

II. Abdülhamit'in Şeyhülislamı Cemalettin Efendi, Siyasi Hatıralarım, Nehir Yayınları, sh.70-71

26 Şubat 2014 Çarşamba

Masum olduğunu ispatla

Ofli Hoca duyarki etrafta bir hemşehrisinin kızı hakkında “kız olmadığına” dair spekülasyon yapılmaktadır. Zaten kendisinin duyması da bu dedikodunun bir sonucudur. Kızın babası, kızı çeke çek zorla götürürken yolda, Ofli ile karşılaşır. “Hayirdur” der Ofli. “Nereye böyle? Bu şekil?” Adam mahcup, hükümet doktoruna gittiğini, kızına “kız olduğuna dair” rapor alacağını söyler. “Ula” der Ofli, “milletun ağzi ile hareket edup maskara mi olacaksun? Bugün sana inanmayan, yarun elinde raporla gelduğunde habu rapori almak için doktora kaç para yedurduğuni konişmayacak mi? Dön evune, dön !”

Süreci bir kere başlatırsan, onun parçası olursun. 

Beraati zimmet asıldır. 




19 Şubat 2014 Çarşamba

Asala Nasri

Arapça popun güçlü sesi, Suriyeli ünlü sanatçı, Asala NASRI' yi dinlediniz mi? 








4 Şubat 2014 Salı

Oryantalist bir Pakistanlı'ya cevap

Dr. Faruk Saleem isimli ve Pakistanlı olduğunu sandığım bir yazardan Hasan Arpacı Bey'in facebook'ta yaptığı geniş alıntıya kayıtsız kalamadım ve kendi düşüncelerimi yazmak istedim. İlgili yazı, arama motorlarında yazarın adı arattırılarak kolayca bulunabilir. Eleştrisi yapılabilecek ancak bu bloga alınacak kalitede bir yazı değil bu:

Yazının tümü değerlendirildiğinde (dinsel anlamda) Müslümanların özgüvenlerine yönelik edepsiz bir saldırı görüyorum. Bu bana 90’lı yıllarda tanıştığım Cezayir asıllı bir Müslüman gencinin “keşke siz de sömürge olsaydınız, hiç olmazsa bizim gibi bir dil daha öğrenirdiniz” deme koftiliğini hatırlattı. Cesarete bak!
Yazarın kullandığı Müslümanlık ve Yahudilik kavramları, hem sosyolojik olarak bir kimliğe tekabül eder, hem de bir dinin müntesibini tanımlar, bir başka kimliktir bu da. İki kimlik aynı değildir. Yani bir insan Müslüman coğrafyasında yaşadığından dolayı Müslümanlar kümesinde yer alırken  inanç olarak ateist, yahudi, agnostik ya da hristiyan olabilir. Yahudi kavramının ayrıca etnisiteyi tanımladığını da ilave edelim.
Yazarın küresel çapta başarı diye lanse ettiği Yahudi kültür dairesine mensup insanların kaç tanesi ilhamını Yahudi dininden almıştır, kaçı dinini önemsediğini ifade etmiştir. Başarı, diğer her şey sabitken Yahudi dininden gelen olumlu etkilerden dolayı mı sağlanmıştır? Burada vurgunun en fazla Yahudi kültürüne mensup bireylerin başarılarında kalması gerekirken yazar, kimlikleri karıştırmış ve başarılı insanların yahudi dinine mensup olmalarını öne çıkarılmıştır: Yazar, aşağılık kompleksi içinde Yahudiliği övmekte Müslümanlığı yermektedir.
Güç eksenli sorular (Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?; Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?) gramatik açıdan birer soru cümlesi olsa da anlam itibariyle içerikten yoksundur. Belki tercüme hatasıdır, yorum yapmak istemiyorum. Ama güç üzerinden tanımlanan şey açık değildir ve getirilecek her tahmin denemesi yorum olmanın ötesine geçmez. (Güç, başlı başına olumlu bir niteleme de değildir.)
Bu edepsiz yazar, Müslüman dünyasının bilgi üretememesinden hareketle bilgiyi yayamadığı ve uygulayamadığını ifade etmektedir. Okur yazar ve bilim adamı sayılarını arttırır, arge yatırımlarının GSMH’ya  oranını yükseltebilirsek bilgi üretebilecek kapasiteye belki ulaşabilirmişiz.
İslam dünyası, ortalama 200 yılı bulan ciddi bir sömürgeci tecrübe yaşadı.  Bu gün sosyolojik olarak Müslüman dünyasında gördüğümüz problemlerin önemli bir kısmı, sömürgeci  mirasın günlük hayatın siyasi, ekonomik, kültürel, dini alanlarında yarattığı tahribatta aranmalıdır. Bu nedenle de sosyolojik ve dinsel anlamda Müslümanları, sorguya çekemezsiniz. Hani Napolyon’a ukalalık yapmak isteyen aristokrat, kendi soyunu sopunu saydıktan sonra sormuş: sizin soyunuz? Napolyon, gülmüş, “benim soyum benle başlıyor demiş.” Sosyolojik anlamda Müslümanlar, daha yeni yeni kendine geliyor,  sahaya yeni çıkıyor. Çok şükür sömürge tecrübesi yaşamamış ülkemiz bile 1980’den bu yana canlanmaya, 2000’lerden bu yana da yürümeye başlamadı mı?
Eğitim olayına hiç girmiyorum. Meraklıları, İvan İllich’e havale edeyim. Her şey göründüğü kadar masum olmayabilir.
Kendi ülkesine ve İslam dünyasına, bir yabancı gözü ile bakmak, oryantalizmden başka nedir ki?



18 Ocak 2014 Cumartesi

Seden Gürel'den Başbakan Yorumu

Seden Gürel'in Hesaplaşma isimli muhteşem albümünde bulunan "Bi Bulsam" isimli şarkı, Sevgili Başbakananımıza yönelik bitmek bilmeyen iç ve/veya dış kaynaklı saldırılara, samimi bir karşı duruşu seslendiriyor. Şarkıyı bu bakış açısı ile bir kez daha dinlemenizi rica ediyorum. Seden Gürel'i, besteci Azar Habib'i ve söz yazarı Aykut Gürel'i tebrik ediyorum. 




Bi Bulsam
Bile bile çıktım yola, acıyor canım hala

Yanlış bende mi acaba?
Bi bulsam, bi de emin olsam

Bile bile vurdum yola, acıyor içim hala
Bunlar gibi dostun varsa
Boşver başka düşman arama

On kere, yüz kere, bin kere denediler
Olmadı, tutmadı, yetmedi delirdiler
Bizi bitirmeye ant içip sarhoş oldular

Ama ben aşk gibi, ana gibi, kale gibi sapasağlam
Zirvede kar gibi, göl gibi sessiz sakin
Çığ olup gelmeden, kabarıp köpürmeden
Aman aman aman

Orta yolu bulsam, ben de ona uysam
Biraz da kıvırıp sağdan soldan
Söz verip tutmasam, kendime yontsam
Doğruyu görsem, ölümüne sussam

Bunlar bana bi yakışsa, bu günkü aklım olsam
Hata annemle babamda, boş laf hepsi palavra

Mehdi kimlerden çıkacak?

Trabzonun Araklı ilçesinde hemen her alanda etkisini hissettiren efsanevi Çebi sülalesi dışında başka köklü aileler de bulunmaktadır. Bacıoğulları sülalesi bunlardan biridir. Bacıoğullarından biri, kendinde Mehdilik alametleri belirdiğini gözler. Bir müddet içinden gelen "Sen Mehdisin" uyarısını görmezden gelmeye çalışsa da sonunda daha fazla gerginlik yaratıp ilahi iradeye karşı gelmek istemez, naçar etrafına mehdi olduğuna dair ulaştığı gerçeği tebliğ etmeye başlar. Kısa sürede popüler olur, ünü ilçe sınırlarını zorlamaya başlar.
Olayı fark eden müftü, duyumu izleyen ilk cuma namazı öncesi hutbede yerini alır, başlar vaaz etmeye.
"Aziz müslümanlar; evet, mehdiluk hakdur, Peygamber efendumuz bilgi vermiştur... mehdi bir gun elbette çıkacaktur, çikacaktur ama çikacak olan bu mehti, kesunlukle Bacioğullarindan çikmayacaktur!"
Cemaatten yaşlıca bir zat, ayağa kalkar, bozulmuştur; güvensiz, ince bir ses tonu ile sorar : "nasi yani müfti efendi, mehdi da mi Çebilerden çıkacak?"
-Anekdotun kaynağı, İrfan Mert'e teşekkür ediyorum.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...