Kanaatimce dar anlamda doğru okuma şudur: 30 Ağustos, İngilizlerin büyük vaadlerle kışkırtıp aklını başından aldığı Yunan Milletinin, işgale yeltendiği Anadolu topraklarından püskürtüldüğü sürecin başlangıcını teşkil eden tarihtir.
Bugün Suriye'de ABD-PYD ittifakı olarak görülen formülün, 1920'deki karşılığı İngiltere-Yunanistan işbirliğidir ve dolayısı ile Yunanlılar, bugün "Büyük Anadolu Bozgunu" olarak andıkları tarihsel tecrübede her türlü sonucuna katlanmakla birlikte aktör olmaktan çok figüran rolündedirler.
“Arızalı okuma biçimi", yıllardır bu tarihin anlamını küçülten, gizleyen, örten bir rol oynadı. 2000’li yıllara kadar, okul müfredatında asırlardır koruyup kolladığımız, bugünkü varlığını büyük oranda Osmanlı geçmişine borçlu olan Yunanlıların 'ezeli ve ebedi düşmanımız' olduğu fikri işlendi: böylece bizim genç nesillerimiz için İngilizlerin ' bizi bitirmeye and içip sarhoş oldukları' tespiti maskelenmiş oluyordu.
İngiliz tecrübesi, suyun öteki tarafında da benzer bir işlev gördü: tarihte olan biteni farklı yorumlayarak kitlelerin hafızasını zehirleme ve Yunan Ulus Devletinin varlığının motivasyonu olarak Türkleri “ebedi düşman” görme fikrini işlediler. (Ulus Devlet, motivasyonunu düşmandan alır, otoritesini kurabilmek için düşmana ihtiyacı vardır, fiili bir düşman yoksa da uydurmak, yaratmak zorundadır.)
Dil ve din farkına rağmen hem fiziksel hem de kültürel yönden birbirine bu kadar benzeyen Türkler ve Yunanlılar gibi iki millet olur mu? Bir Türk olarak Selanik, Atina ya da Kavala sokaklarında halkın içine karışıp dolaştığınızda, bir İngiliz projesi daha en azından sizin için bitmiş olacaktır.
30 Ağustos, tarihimiz açısından bir Yunan Zaferi olmanın çok ötesinde (geniş) anlamlar taşır. 1683’te Viyana kuşatma ve bozgunu ile başlayan ve ikiyüzkırk yıl süren bir geri çekilmenin dip yaptığı ve oradan dönerek siyasi toparlanmaya yüz tuttuğu, tarihi bir eşiktir, 30 Ağustos...
Bu dönüm noktasının Başkumandanı Atatürk ile O’nun silah arkadaşlarına en içten saygılarımı sunuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder