21 Eylül 2015 Pazartesi

Siyasette Yalan

Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels, “sürekli yalan söyleyin, daha daha büyük yalanlar söyleyin, mutlaka inananlar çıkacaktır” demişti.
 

Yalanı, inandırıcılık sağlaması bakımından doğal bir şekilde söyleyebilmesi için insanın, eğitim alması gerekiyor. Bu işin eğitimini.

AkParti cenahında tahammül eşikleri düşük. En sıradan tacizleri bile püskürtürken öfke dilini kullanıyor, arkadaşlar.

Öte yandan HDP'li yetkililere ya da Kılıçdaroğlu'na bak, çok sakin, sıradan, herkesin bildiği şeyleri söylüyor tadında, kışkıtma, manipülasyon, yalan söylemlerini arka arkaya sıralayabiliyorlar.

Bir de Oktay Vural sendromu var: Ne söylersen söyle, yüksek sesle söyle, elini kolunu kullanarak söyle. Böylece söyleyen de kendi dediğini duyar, vücut hareketlerini kodlar, kendisi de inanır söylediğine...

Güç ve Para üzerine

Frank, Başkan'ın partisinde üst düzey yönetici. Remy de bir dönem Frank'ın yardımcılığını yapmış, şimdilerde bir sermaye grubunun Beyazsaray temsilcisi, parlak bir insan.
Diyaloglarını aktardığım sahnede, ikisi bir kenera çekilmiş konuşuyorlar. Remy, alacağı bazı ödünler sonrası Frank'ın 6 milyon USD alacağı; bununla da kendi adını koyacağı kütüphaneyi yaptırabileceğini söylüyor. Frank'ın bazı çekinceleri var ve Remy'nin sık sık kendisini ziyaretinden hoşnut değil.
Frank'ın, Remy ayrıldıktan sonra iç ses olarak yaptığı değerlendirme, para ile güç arasındaki ilişkiyi çarpıcı bir biçimde veriyor: (House of Cards, 1.sezon, 2.bölüm)

Frank - Söylediklerin açık ve net.
Remy - Öyle mi? Umarım.

(Remy sahneyi terk ediyor, Frank yalnız kalıyor, Remy'nin ardından düşünen iç sesini duyuyoruz.)

Frank (iç ses) - Yeteneğine çok yazık ediyor. Parayı güce tercih etti. Bu şehirde neredeyse herkes aynı hatayı yapıyor. Para, Sarasota'da (bir Amerikan şehri) modern ancak çürük malzemeden yapılmış, on yıl sonra dökülmeye başlayan bir evdir. Güç ise yüzyıllar boyu dimdik duran eski bir taş ev. Aradaki farkı göremeyen birine saygı duymam imkansız.

17 Eylül 2015 Perşembe

"Milliyetçilikler" üzerine bir soru

Ülkemizde ki sosyalist ve liberal düşünürlerin "Türk milliyetçiliği faşistliğe tekabül eder" ifadesini cesurca kullanırken neden Kürt milliyetçiliğinin de faşistliğe tekabül ettiğini söyleyemez? sorusuna verdiğim cevaptır:

Siz, kategorik bir önermenin, içsel özelliklerinden bağımsız olarak benzer her olayda kullanılması gerekirken verdiğiniz örnekte neden böyle yapılmadığını soruyorsunuz.


Haklısınız. Analojik kurguda bir problem yok, dolayısı ile neden sorusu, mantıksal bir soru olmaktan çok bir ahlak sorusu olarak duruyor. O halde kanaatimce cevap, ahlaksız -fırsatçı- olduklarından dolayıdır.


Bir de kişisel olarak şunu ekliyeyim:


"Türk Milliyetçiliğinin faşistliğe tekabül ettiği" yorumuna katılmamakla birlikte bu önermeyi kurgulayanların tutarsızlığı, iki nedenle beni hiç rahatsız etmiyor. Birincisi, Nasrettin Hocaya kızının giydiklerini yakıştırması gibi tutarsızlığın bu insanlara yakıştığı kanaatindeyim. Bunları hep böyle sersefil görmek isterim. İtikatımca, karşıtında ısrarla tutarlılık arayan, bulunduğu yerden memnun değildir.
İkincisi de bu yaklaşım, zımnen ve kerameti kendinden menkul bir şekilde iddia sahiplerini hegemon olarak kabul etmektedir. Bunu da kabul etmiyorum. Kim ki bunlar böyle boylarından büyük lafları edecek ve köpeksiz köyde deyneksiz dolaşacaklar. Hiçbir şeyi ispat etme mükellefiyeti duymadan, keyifle. Yok ya, yapma mı var? Yemezler, bu tembel ve kısa yol tuşlarını kullanan zevatı otorite kabul edenlere geri yolluyorum. Burada bir değerleri yok bu zevatın.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Hegemon Olmak

Ünlü İtalyan Marksist Gramshci'nin sosyal bilimler literatürüne kazandırdığı önemli bir kavram var: hegemonya. Yüz yıllık bir geçmişe sahip olan Hegemonya kavramı, Türkiye'de iktidar olma sürecini anlama ve anlamlandırmada anahtar kavramlarından biridir.

CHP'nin siyasi iktidarda olmamasına rağmen iktidarı da içeren toplumsal kurumlarda hegemon (belirleyici egemen kültür) olma misyonunu sürdürdüğünü; buna karşılık kabaca sağcı diyeceğimiz DP ile başlayıp AP, ANAP ve AkParti'ye kadar gelen çizginin hegemon olma konusunda önemli bir girişim/yatırım da yapmadığı kanaatindeyim. Bu sağcı kadrolar, bütün enerjilerini safiyane bir biçimde ülkenin ekonomik gelişmesinde karşılaşılan darboğazların çözümü için sarf ederlerken CHP ve onunla beraber hareket eden vesayet kurumları, bir taraftan iktidar mücadelesi yapmak adına bu iyi niyetli girişimleri sabote ettiler, diğer yandan da kendilerini kadro açısından yeniden üretebilme yolunda (mesleğin babadan oğula geçmesi; subay oğlunun subay, büyükelçi oğlunun hariciye bakanlığı yetkilisi olması vb şeklinde) yakın zamana kadar önemli bir uğraşı verdiler ve başarılı oldular.

Özal ile başlayan bürokrasideki millileşme çabaları, zamanla tedricen devam ederken AkParti döneminde iyice yoğunlaştı ancak kişisel gözlemim bu sosyolojinin hegemon olma anlamında bir hedefinin olmadığı yönündedir. Bu çizgi, hegemon olmayı siyasi iktidarın doğrudan bir sonucu sanma gafletiyle maluldü.

Bugünden geçmişe bakınca bir istisna olarak Gülen Hareketi'nin hegemon olmak amacını, neredeyse bürokrasideki kadrolaşmasının başından beri bir hedef olarak gördüğü anlaşılıyor. Ancak hegemon olma maksadının, ülke menfaati yerine kendi küçük gruplarının iktidarı olduğunun ortaya çıkması için 17/25 Aralıkların yaşanması beklenecekti.

Ülkemizde sağcı partilerin, İslam kültürünü hegemon kılmaları mümkün mü?

Sağ partilerin hükümet etmesinden yararlanan bazı sermaye grupları, kendi kazanımlarını meşrulaştırmak için çeşitli İslami söylemler kullanabilecekleri gibi kullandıkları söylemlere inanabilirler de. Müslüman kültür, bu nevi sermaye grupları üzerinden hegemon olamaz, bu eşyanın tabiatına birkaç açıdan aykırıdır: birincisi her şeyden önce sermayenin kendisi, bir başka hegemonik güçtür: Kendi kültür ve kurumlarını beraberinde geliştirir, büyütür. Sermaye, ehlileştirilebilir ancak sürekli denetimi şarttır, zira bulduğu ilk fırsatta kendini dizginleyenler başta olmak üzere büyümesini engelleyen tüm hedefleri tehdit olarak görür, saldırır, dönüştürmeye çalışır.

İkincisi, Müslüman kültürün başarısı toplumun bunu sahiplenmesi ve geliştirmesiyle ortaya çıkar. Burada sermaye lojistik anlamda bir katalizör etkisi gösterebilirse de günümüzde STK’lar, Belediye lokalleri de toplumdaki her türlü birlikteliğe ortam sağlamada sermayenin gücünü paylaşarak azaltmaktadır.
 

10 Eylül 2015 Perşembe

Terör Propagandasına Son

 Terör örgütünün meşru plandaki temsilcisi olan HDP'nin terör örgütüne söz geçiremediğinin -Suruç sonrası ortaya çıkması üzerine- Türk Devleti nezdinde muhatap alınması için hiçbir gerekçe kalmamıştır. 

 Parti başkanları, terör örgütünün gayriresmi sözcülüğünü yapmaktadır. 


 Terör örgütünün sayıklamalarını, geniş kitlelere taşıyan bu insanların sesine mikrofon uzatmak, terör örgütü propagandasına gönüllü alet olmak anlamına gelmektedir. 


 Bu tanıma Doğan ve Paralel Medyanın yanısıra başta TRT ve Anadolu Ajansı olmak üzere yazılı ve görsel medyanın geri kalan tamamı da girmektedir. 


 Biz, karşıtı olmadan yaşayamayan, ruh hastası insanlar sınıfından değiliz, böyle olmak da istemeyiz. Dostlarımızın farkındalığına sunulur.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Yeniden bir kez daha AkParti-Fetö ilişkisi

2015 yılının son çeyreğine yaklaştığımız şu günlerde bile hala bazı insanların Fetö yapılanmasını, bir tehdit olarak küçümseyip bununla ilgili yürütülen mücadeleye kendi sorunları değilmiş gibi yaklaşmalarını kayda değer buluyorum. “Bir zamanlar AkParti ile Fetö yapılanması, aynı tren hatta aynı vagondaydı” diyerek de sözümona herşeyin farkındaymış havasında kendince ahkam kesiyorlardı.

Bu aynı tren ve vagonda olmak metaforu, Akparti ile Fetö cemaatini anlatmak için kullanılamaz. Vagon, lokomotife bağımlı olarak diğer vagonlarla birlikte aynı yönde gider. Diyelimki AkParti ile Fetö, aynı vagondalar, ön vagonda CHP, arka vagonda MHP, onun arkasında başka partiler var. Demekki tren, Türk Siyasal Partileri treniymiş. Bu örnekten bir şey çıkmaz. Demek istiyorsanızki, AkPArti, Fetö'yü destekledi, bürokraside yerleşmesine yardımcı oldu. Haklı olursunuz. Doğru, öyle oldu. Buradan nereye varacaksınız? AkParti yetkilileri de dahil bu gruba çeşitli adlar altında insan ve maddi kaynak sağlayan Türkiye Toplumu, dindar insan profiline uygun olarak adaleti tesis eden, haksızlık karşısında kimseyi tanımayan, dürüst, çalışkan, güleryüzlü, halka hizmeti hakka hizmet olarak gören bir neslin yetiştiğini düşündü. Desteğin arka planı bu değil midir? Buraya kadar bir sorun var mı? Dindar adam, hangi koşullarda adaleti incitip/bir tarafa bırakıp ataerkil ilişkileri (akrabalarının, grubunun çıkarlarını) öne çıkaran kararlar alabilir? Türkiye’deki insanların ortalamadaki müslümanlık algısına göre bir cevap vereyim: Tahayyül dahi edilmesi güç bir soru bu, ama cevabı basit:  hiçbir koşulda.

Bir dindarın, kendi cemaatinin çıkarları için başka insanlara iftira ederek madur olmalarını sağladığını gördükten sonra hala aynı vagondaydınız benzetmesi yapmak masum görülebilir mi? Bu ülkenin gerçek dindarı ile AkPartinin yetkilileri, zihnen aldatılmışlar, tecavüze uğramışlar, bunu görmek o kadar mı zor? Tecavüze uğradığını hisseden bir insan topluluğuna, “ama siz onları çok desteklemiştiniz, bu size iyi oldu” demek midir, yapıcı, insani tavır? Hayır, bu; hadiseyi okumayla ilgili bir kapasite sorunun varlığına karşılık gelir. Herkes, yapıp ettikleriyle kendi değerini kendi belirler.

Sosyal Medyanın Ajitasyonu

Sosyal medyada bakanı/okuyanı, hiçbir olumlu sonuca ulaştırmadığı gibi pasifize eden “kıyıya vurmuş suriyeli çocuk ve yetişkin cesetlerinin arsızca resmedildiği, altında da boğulmuş olanın etnisitesinin Fransız ya da farklı olarak bir balina olması halinde medyanın dünyayı harekete geçireceği, sivil toplumun ayaklanacağını beyan eden depresif söylemi yazıp yayınlayan ve bu yayınlara aracılık eden iyi niyetli arkadaşlara, kaldırın bunları lütfen diyorum.

Saçma sapan mesajlarla dolu ifadeler: Çocuğun dini ve etnik kimliği mi olur? Balinaları Allah yaratmadı mı? İki tane medya yöneticisine kızıp yazdığı aptalca iletin ile adamların “haber gündemi belirleme” anlayışlarını mı etkilemiş olacaksın? Değiştiremezsin tabii. Ama kendine kazık atabilirsin: O medyanın haber ölçeğinde seni veya denizde boğulmuş kardeşi yok saymasıyla ne kadar önemsiz biri olduğunu, nasıl değersiz hissedebileceğini de göstermiş oluyorsun. Adamın sana ilave bir şey söylemesine gerek yok, sen en ağırlarını kendine söylüyorsun zaten. Veyl olsun(muş.) Aydın Doğan'ın seni iyi hissettireceğini kim söyledi. Neden Paralel Medyasından merhamet umuyorsun? Bunların tutarsızlığı neden seni çileden çıkarıyor.
Şehrin çeşitli yerlerinde meskun insanların çeşitli nedenlerle "satın alıp" sonra canı sıkıldığında arabasına koyup Pendik'in Ballıca Köyünde araziye terk edip bıraktığı, 5.000'in üzerindeki köpek, 5.000 can, bir dizi duyarlı insanın beslemesiyle karınlarını doğuruyor. Ne yapamadığını biliyorum, biraz da ne yapabileceğimize odaklanalım, lütfen.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...