Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk, 15 Aralıkta yaptıkları AB Liderler Zirvesi'nde; Gümrük Birliği Anlaşması, Mülteciler Anlaşması, Vize Anlaşması konularında Türkiye ile gelecek aylarda zirve yapılması için kendilerine yetki verildiğini ancak konu ile ilgili henüz bir tarih belirlemediklerini açıkladı.
AB; ortada müzakere adına herhangi bir performans yokken yapılan; darbe karşıtı tutum, idam konusu, Fetö ve etnik terör örgütüne sahip çıkmak gibi tartışmalarla Türkiye'yi oyalamanın ve sıkıştırmanın sınırına gelmiş olduğunu biliyor.
Bu zirve vaadi ile yıllardır Birliğe katılmamız halinde elde edeceğimiz ödülleri/havuçları, bir nebze de olsa görünür hale getirerek Türkiye'nin bekleme konusundaki motivasyonunu yeniden aktive edeceklerini düşünüyorlar. Müzakere ve müzakere tarihindeki belirsizlik bile tek yanlı bir karar ve taktik bir hamle niteliğinde.
Yurt içinde cereyan eden teröristik faaliyetler, bombalamalar; terör yasası ile ilgili en masumane değişikliklere dahi izin vermeyen bir toplumsal iklim ortaya çıkarmışken bunun AB tarafından görmezden gelinmesi ve bir koşul olarak dayatılmasında ısrar edilmesi, acılarımıza duyarsızlığın, aynı ekipte olmadığını bilmenin, Türkiye'yi 'öteki' görmenin, söylemle telafi edilemeyecek pratik tezahürleri.
Avrupa Birliğini oluşturan majör devletler, 250 yıldır ülkemizde bulundurdukları diplomatik misyonla içinde bulunduğumuz gelişmeleri izliyor, kısmen yönlendiriyor, merkezlerine düzenli raporlar yolluyor, halkın nabzını tutup devlet ve medya yetkilileri ile ilişkiler kuruyorlar. Türkiye'nin sinir uçları, sosyolojik dengeleri, kendilerine mahrem değil yani. Kültürel açıdan bizden birilerinin, "biz kendimizi anlatamıyor muyuz?" biçimindeki hayıflanmalarının pratikte bir karşılığı yok aslında. Her şeyi bilmelerine rağmen bu tutumu sergiliyor, Avrupalı Devletler.
Normal şartlar altında bu yılın Ekim ayında uygulamaya geçmesi planlanmış olan vize serbestisinin başlama tarihi, AB ile yapılan mülteciler anlaşması kapsamında üç ay erkene, geçtiğimiz Haziran ayına çekilmişti. Haziran ve Ekim aylarında terör maddesi başta olmak üzere 5 kriterin sağlanmadığı iddiası ile vize anlaşmasının hükümleri yürürlüğe konulmayınca Tayyip Bey, inisiyatif kullanarak yıl sonunu hedef gösterdi ise de bu konuda köşeli, olmazsa olmaz bir vaadde bulunmadı. Avrupalıların, "Türkler söyler ama yapmaz" biçimindeki kulis konuşmaları basına yansıdı, bunun üzerine...
Türkiye-AB ilişkileri, "ne birlikte, ne ayrı" biçiminde tarif edeceğimiz marazi (hastalıklı) bir karaktere sahip. Türkiye, kendi içindeki vesayetçi güç odaklarını terbiye etmek, frenlemek ve ülkenin demokratikleştirilmesi hususunda; bu güne değin AB çapasından azami ölçüde yararlandı. AB de Türkiye'yi kontrol altında tutarak tarihsel bir tehditi kendince ehlileştirme yoluna gitme politikası izliyordu. Son dönemde AB bürokratlarının kullandıkları örneğin "Türk Ekonomisinin en büyük alıcısı AB'dir" gibi Türkiye karşıtı argümanlarda Fetöcü gazeteci ve akademisyenlerin söylem izlerine rastlamak mümkündür.
Avrupa Birliği, Türkiye ile olan ilişkileri bozan taraf olmamak için detayını yukarıda ifade ettiğim biçimde vizeler konusuna değinmeden muhayyel bir zirve için Türkiye'ye vaadde bulunacağını açıklayarak hamle sırasını Türkiye'ye vermiştir.
Tayyip Bey, Batılı yetkililerin "Türkler söyler ama yapmazlar" beklentilerini boşa çıkarmak üzere Türkiye açısından belki de tarihsel olacak bir kararı; ülkemize sığınmış mültecilerin iyi bir hayat kurmak üzere Avrupa'nın merkezine doğru yürüyüşlerinin önündeki bariyerleri kaldırmalıdır. Ülke içinde AB çapasına ihtiyaç duyulmasını sağlayan güçler dengesi, günümüz itibariyle ortadan kalktığına göre AB'nin pratikte mümkün olmasa da alabileceği en radikal kararın ülke içinde etkisi sınırlı olur.
Üstelik bundan sonra hamle sırası yeniden AB'ye geldiğinde; karşımızda "dinamik bir Türkiye'ye" dayatan değil uzlaşmacı bir teklifte bulunan AB ile karşılaşırız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder