Seçim arefesindeki yazımda, ülke olarak tarihsel bir eşikte bulunduğumuzu, seçimin sonucuna göre ya tarihteki misyonumuza uygun Büyük Türkiye yürüyüşüne devam etme ya da kenara çekilip kurban rolünü oynamayı tercih edeceğimizi yazdım. Beni yanıltan bir gelişme oldu ve üçüncü bir seçenek ortaya çıktı: kararsız denge hali.
Ak Parti, %41 oranında oy alarak seçimlerden birinci parti
çıktı ve yürürlükteki seçim tekniğinin bir sonucu olarak 258 milletvekili
çıkardı. Bu rakam, tek başına hükümet kurmak için gerekli olan 275 sınırının
altında kaldığı için mevcut hükümetin yenilenerek yola devam etmesini önlüyor.
Bir önceki seçimlerde %49 oranında oy alan Ak Parti’nin bu
seçimde %41 oranında oy alması, bu partiye gönül verenleri hayal kırıklığına
uğrattı, yer yer sevincini yaşayamayan insanlar gördük. Seçim sonuçlarını
değerlendirme açısından fırsattan çok tehdide odaklanıyor, insanımız. Bu gibi
durumlarda doğal refleks davranışlar, inkar, suçlama ve bastırma süreçleridir. Bastırma
hariç diğerleri yaşandı. Bir kez daha anladık, “gerçeklik önemli değildir; algı,
her şeydir.” ve “hayatta mutsuzluğun kaynağı, abartılı beklentilerdir.”
Her seçim sonucu, kendi döneminin sosyolojisidir. Geçmiş yıl
seçimlerindeki oy oranlarının karşılaştırılması, ancak eğilimleri, yönelişleri
yorumlamak bakımından önem taşır. Yoksa malumunuz, seçim sabahı, bütün partiler
%0’dan başlar ve oy aldıkça yüzdesel olarak gelişme gösterirler. Bir önceki
seçimde %49 oy alan parti, seçim sabahı, %49 ile başlayıp vatandaşlar oy
kullandıkça %41’e geri gelmez. Bu seçimlerde Ak Parti’nin aldığı %41 oranındaki
oy miktarı, kendisinden sonra gelen en büyük iki partinin oylarının toplamı
kadardır ve fevkalade iyi bir orandır. Tayyip Beyin liderliğindeki oranların
altında olmakla birlikte Türk Demokrasi tarihindeki en yüksek oy oranlarından
biridir. O zaman yüksek beklentilerin yanlış olduğunu kabul ederek elde edilen
başarının hakkını verelim. Bu oranın çıkmasını sağlayan seçmenleri ve parti
teşkilatlarını tebrik edelim. Bu oy oranı ile tek başına hükümeti kuramamak,
teknik açıdan seçim sisteminin bir sonucudur ve sürpriz bir şekilde Tayyip
Erdoğan’ın ifade ettiği Başkanlık sisteminin neden zaruri olduğunu da açıkça
göstermektedir. Bu oy ve milletvekili dağılımları ile siyaseten ülkenin dengeye
gelmesi beklenemez. Başkanlık sistemi olsaydı, bu yapı ile Başkanı dengeleyecek
olan parlamento oluşturulur ve yönetim, bizzat Başkan tarafından sağlanırdı. Seçim
tablosundan çıkarılacak en önemli sonuç budur.
Yedi düvel bir araya gelmiş ve Ak Parti, %41’e kadar
geriletilebilmiş, aynı grubun enerjisi ile HDP, %13’e kadar çıkarılabilmiştir. Seçimlere
parti olarak girme riskini alan HDP siyasetçileri, bu kararları ile onaylandıklarını,
takdir gördüklerini ifade etmekte haksız sayılmazlar. Her ne kadar emanet oy kavramı
ile mütevazı takılsalar da bütün partilerin oylarının emanet oy olduğu gerçeği
karşısında partilerinin ölçeğini büyüttükleri ve bu oy oranının ağırlığını
nasıl taşıyacakları merak konusu.
Terör örgütü yöneticileri, hiç ummadıkları yeni bir
problemin sahibi olmuşlardır: 80 milletvekili ve ana akım medyaca desteklenen
Demirtaş önderliğindeki siyasi oluşum, ne kadar kontrolde kalacaktır? Ömrünü
terör eylemleriyle geçirmiş, düzenli bir aile hayatı kuramamış, birkaç
problemli çocuk dışında kimsenin kahramanı olmamış dolayısı ile ihtiyacı olan
sevgi ve saygıyı normal yollardan alamamış terör örgütü yöneticilerinin
egoları, Demirtaş’ın popülerliğine nasıl ve ne kadar sabredecek?
Seçimlerden sonra bazı Ak Partili siyasilerin hatta seçmenlerin
oy verme hakkını HDP’den yana kullanmış olan insanları, ötekileştiren
beyanlarda bulunmaları, bölgeye yapılan devlet yatırımları nedeniyle onlara hain
demeleri ve ihanet içinde bulunmakla itham etmeleri çok yanlış ve talihsiz
olmuştur. Gerek Cumhurbaşkanı, gerekse Başbakan, mitinglerinde HDP’nin
antidemokratik bir yapı üzerine inşa edildiğini anlatmak, vurgulamak için terör
örgütünün bölge insanını, seçimleri hususunda tehdit ettiğini seslendirmişler; seçimlerden
kısa bir süre önce Sabah Gazetesi, manşetten “terör örgütünün, seçmeni ölümle
tehdit ettiğini” yazarak farkında olmadan terör örgütünün propagandasını gazetenin
ulaşabildiği halk kitlelerine iletmiştir. Şu halde alenen bölgede terör
örgütünün tehdidi altında bir seçim yapılmış ve bilindiği kadarı ile bu durumu
engelleyen bir yapı oluşturulamadığı için malum seçim -sonuç -tablosu ortaya
çıkmıştır. Tehdit altındaki bölge insanına kızıp hain demenin tepkisellik
dışında bir mantığı yoktur. Öte yandan özellikle sosyal medyada HDP seçmenini
aşağılayıp ötekileştiren bir dil kullananların bu seçmenleri, hakları olmadığı
halde HDP’ye zimmetlediklerinin farkında olup olmadıklarını sorgulamak lazım. Tepkisel
insanlar, kendilerine, Ak Parti’ye hatta Türk Demokrasisine zarar veriyor.
MHP ve CHP, Ak Parti karşıtı söylemler üretmek dışında başka
hiçbir şey yapmadan, hatta performanslarından bağımsız bir şekilde seçmeninden
oy alıyor. Bu davranış psikolojisi, bir başka yazının konusu olabilir.
Bundan Sonra Ne
Olacak?
Ak Parti dışındaki partilerin, iktidar diye bir hedeflerinin
olmadığı hemen seçimlerin akabinde ortaya çıktı. Seçmen, bunu önemser.
Davutoğlu, Cumhurbaşkanından hükümet kurma yetkisini alınca sırasıyla
CHP, MHP ve HDP ile bir şekilde görüşecek. Bunlardan ilk ikisi Davutoğlu’na
randevu bile vermeyebilir. Önemli değil. Önemli olan hükümet etme arzu ve
isteğini görünür kılmaktır.
CHP, kurulduğu günden bu yana kategorik olarak Ak Parti ile
uzlaşmaz, asimetrik, reaktif/tepkisel bir politika izlemektedir Bu irrasyonel
davranış, Baykal’ın görevi Kılıçdaroğlu’na devrinden bu yana da devam
etmektedir.
MHP, Ak Parti ile koalisyon seçeneğine neden olumsuz
bakıyor? Geçen yazıda da belirtmiştim. Bu iki parti benzer tabana sahip,
dolayısı ile zaten süreç içinde MHP’den Ak Parti’ye taban kayması oluyordu. MHP
yönetimi, bu süreci durdurmak için olur olmaz mümkün olan tüm konularda –kendi inandığı
değerlerle çelişse bile- Ak Parti’ye ve Cumhurbaşkanına muhalefet etmeyi bir
görev bildi. Benzer partilerin kurduğu koalisyonlarda süreç, büyük partiden
yana işler; küçük partinin tabanı büyük partide toplanır. Bu nedenle muhtemel
bir Ak Parti, MHP koalisyonu, her şeyden önce bu tip sistem davranışlarını iyi
bilen Bahçeli tarafından bir varlık tehdidi olarak algılanacak ve yaygın
beklentinin aksine gerçekleşmeyecektir.
Birbirine zıt partilerin kuracakları koalisyonda sistem,
küçük partiden yana çalışır, küçüğü büyütür, büyüğün tabanını kaybetmesine yol
açar. Bu nedenle, HDP ile yapılacak bir koalisyonun kaybedeni Ak Parti
olacaktır. Tersi olsaydı bile, terör örgütünün partisiyle koalisyona girmek, Ak
Parti için pratikte mümkün değildir. Ancak bu durumun tepkisel bir davranış
kalıbı ile ifade edilmesi, her şeyden önce HDP seçmenine saygısızlıktır. HDP'nin
kategorik olarak ret edilmesi, seçmenlerini birbirine yaklaştırır, kimlik
geliştirmelerine yol açar, kemikleşirler. Bu durumda HDP tabanı, katılaşır,
seyyaliyetini yitirir. Koalisyon görüşmesi yapmanıza rağmen çeşitli nedenlerle
uzlaşamadığınızda koalisyon olmaz. Bu durumda HDP seçmeni, oy verdiği partiyi,
dolayısı ile kendisini muhatap aldığı için Ak Partiye sempati besler,
yakınlaşır, sıcak bakar. Uzlaşmadığı için HDP'ye kızar, HDP’ye oy verdiğini bilen
“şahitlerin” olduğu dost meclislerinde “sorguya çekilmemişse” yine gelir, Ak
Partiye oy verir. Bazen garip ya da tutarsız davranışlar gösterdiğinde dostlarımızın
bu durumunu görmemeyi seçeriz, şahidi olmamaya çalışırız, bu durumun. Yoksa bir
nevi ar perdesi yırtılır, dostunuzda kuyruk, sizde evlat acısı, eskisi gibi
devam edemezsiniz. İşte bunu engellemek için göreceğiniz ve görmezden
geleceklerinizi seçmeniz gerekir.
Süreç, yukarıdaki gibi işlerse; erken seçim, mukadder olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder