20 Nisan 2017 Perşembe

Referandum ve AGİT Raporunun Serencamı

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının referandum için gözlemci olarak gönderdiği iki rapörtörün, yurt dışındaki terör örgütü eylemlerine aktif olarak katıldıkları, ayrıca referandumun hayır kampanyalarında da göründükleri ortaya çıktı. Bu durumda her iki şahsın da 3.taraf objektiflik kriterlerini ihlal ettikleri, Türk Devleti ile ilgili konularda tarafsız olmadıkları görülmüştür.
Bir rapor, sırf rapörtör yazdı diye o Kurumun imzasını taşımaz. Bunun için Kurum tarafından ...yetkilendirilmiş bir kurulun raporu inceledikten sonra onaylaması gerekir. Sözü edilen rapor, bu sürecin neresindedir, bilmiyoruz.
Mahkeme kararı olmadan elde edilen ses kaydının hukuki bir değeri olmaması gibi taraflı olduğu kanıtlanmış gözlemcilerin hazırlayacağı raporların, ilgili kurumları bağlamayacağı ancak bu durumun Kurumca kendi kendine (re'sen) tesis edilemeyeceği; bununla ilgili kurum nezdinde Dış İşlerince girişimde bulunulması gerektiği açıktır.
Türk Dış işleri, taraflı rapörtörler ile bu rapörtörlerin seçimini yapan kişi ya da kurul hakkında AGİT nezdinde, yazılı bir suç duyurusunda/şikayette/ bilgilendirmede bulunmuş mudur? Bakanın söylem düzeyinde kalan ifadelerinin bizi hormonal rahatlama dışında götürebileceği bir yer olamaz. Dolayısı ile sosyal uyuşturucu kullanmanın bir anlam ve meşruiyeti yok. O zaman; "O mahur beste çalar, Müjgan'la ben ağlaşırız" ya da körler sağırlar birbirini ağırlar, benzeri bir durumla vakit kaybetmiş olmayalım.

17 Nisan 2017 Pazartesi

Referandum ve Bahçeli

Bahçeli'nin başkanlık sistemine geçmek suretiyle MHP'yi Fetö'nün eline geçmekten koruyan stratejisini seçmeniyle paylaşmaması, seçmeni evet kararı lehine tercih kullanmakta ikna ve motive etmemesi, seçmenin kendi partisinin Fetö ve işbirlikçileri tarafından ele geçirilmesi hususunda iyi oynayanın kazanmasını dileyen, ilgisiz hatta duyarsız davranışları, seçmeni nezdinde şahsı ile partisi arasında bir yabancılaşma yaşanmasına neden olduğu kanaatindeyim.
Bahçeli, parlamenter s...istemde AkParti ile MHP arasındaki benzerliğin bu güne dek AkParti lehine çalıştığını ve MHP'yi küçülttüğünü bildiğinden 7 Haziran seçimlerinden sonra ısrarla AkParti ile bir koalisyon yapmaktan kaçındığı gibi siyasi rakiplerine kendince mentörlük yaparak AkParti nin oy kaybı yaşayacağı bir takım koalisyon önerilerinde bulundu. Bahçelinin o dönemki stratejisi, bu günkü gibi MHP'yi yok olmaktan kurtarmak, seçmenini, tabanını muhafaza etmekti. Bahçeli, asla duygusal davranan bir lider değil. Hele aptal hiç değil.
Seçim sonuçları, Bahçelinin partinin varlığını korurken kendi başkanlığını tartışılır hale getirdiğini gösteriyor.

Referandum ve MHP

Referandum oylamasında çıkan sonucu göz önünde bulundurduğumuzda MHP seçmeninin evet 'ten çok hayır yönünde oy kullandığını tahmin ediyorum.
Neden MHP'lilerin ekseriyeti hayır dedi?
Başkanlık sistem değişikliğini, ülkemizin gündemine getiren ve yapılan müzakereler sonunda isminin bile cumhurbaşkanlığı sistemi olarak dönüşmesini sağlayan Bahçeli'den başkası değildi. Peki neden Bahçeli bu esnekliği gösterdi?
Bahçeli, bu soruyu soran MHP dışı çevrelere, "siz ne karışıyorsunuz, ...size mi soracaktık?" derken tümüyle haklıydı ancak seçmenine ve kamuoyuna yaptığı açıklamada, bu kararı ile yürütmede baş gösteren Başbakan-Cumhurbaşkanı ikiliğini ortadan kaldırmayı hedeflediğini, Türkiye'nin içinden geçtiği ateş çemberi göz önüne alındığında; bunun gerekli olduğunu belirtmişti. Bu gerekçelerin MHP seçmeni açısından bir değeri olmadığı referandum sonucu ortaya çıktı.
Bahçeli'nin bu süreci neden başlattığı konusunda kamuoyuna açıkladığı nedenlerden farklı bir gerekçeyle hareket ettiği kanaatindeyim: Parlamenter sistemde partiler, hükümet olma potansiyelinde bulunduklarından çok değerliler. Fetönün ilgisinin kaynağı da bu durum. Sektöre giriş yapacaksanız, hızlı yol almak için şirket kurmak yerine satın almayı tercih edersiniz. Bahçeli, Fetönün partisini (MHP) ele geçirmek için kaynak ayırdığını ve çalıştığını biliyor, görüyor. Ancak Başkanlık sistemi ortamında partilerin, yalnızca yasama görevi kalacak, yürütme ile bir ilgileri olamayacak. Bahçeli de, Hızır ve Musa kıssasında olduğu gibi Başkanlık sistemine geçerek partisinin teröristler tarafından ele geçirilme ihtimaline karşı, içinde bulunduğu gemiye, el konulmasını önleyecek miktarda hasar veriyor.
Bahçeli, bu stratejisini seçmeni ile paylaşmadığı gibi MHP'li seçmenin "açıkladığın gerekçeler, AkParti'nin sorunu, bizim değil" itirazını ortadan kaldıramadı. Üstelik her geçen gün medya yolu ile MHP'li seçmen tabanında Bahçeli'nin değişmez başkan olmadığı, alternatifinin (Fetö tarafından desteklenen siyasiler) bulunduğu ve AkPartinin arkasına takılmış sığıntı bir MHP algısı işleniyor.
Bahçeli, partisinin içinde bulunduğu tehditi seçmenlerine açıklamadığı müddetçe huzur bulamayacak gibi görünüyor.

11 Nisan 2017 Salı

Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?

Türkiye, altmış günden beri sürdürdüğü referandum sürecinin sonuna geliyor. Peki, Referandum sonucu oluşacak irade ile Anayasa değişikliği dışında başka neler olacak?
Referandumda %60'ın üzerindeki her evet oranı, AkParti ve MHP için ciddi ve güçlü bir başarıya tekabül eder. Oran yükseldikçe Avrupa Birliğinden çıkmakla ilgili yeni bir referandumun bizi beklediğini öngörmek de zor olmasa gerek.
Suriye'de referandum kararımızı bekleyen ülkeler, sıcak çatışmayı göze almış bir Türkiye'ye rağmen bölgede fazla bir şey yapamazlar. Türkiye, PYD'yi askeri anlamda bölgeden süpürmeden huzur bulamayacağını bilmektedir. Referandumu kritik yapan hususun bir yüzü budur. Yeni dönemde medya, Cumhurbaşkanlığı sisteminin işleyişindeki kusur ve hataların görülüp düzeltilmesinde eskiye göre çok daha fazla bir ayna işlevi görecektir. Yeni dönemde toplumsal muhalefetin sözcülüğü, ağırlıklı olarak Medya tarafından üstlenilecektir.
%52-60 bandı, "light evet" denilen ve teknik olarak referandumu onaylayan; ancak gerek Avrupa Birliği gerekse Suriye'de büyük güçlerce yapılacak bir mücadelede devletten çok Fetö ve terör örgütünün elini güçlendirecek bir sonuç doğuracaktır. Medyanın yapısal “kayıkçı kavgasını köpürtme” iştahı nedeniyle bu durumda ya erken seçime gitmek ya da "bu değişiklik geçtiği" için daha pratik olan "2019'da yürürlüğe girecek değişikliklerin erkene alınması" ile ilgili bir başka referandum kararına ihtiyaç duyulur.
%52'nin altında kalacak bir evet oranı, Hükümetin tek başına toplum desteğini kaybettiğini göstereceğinden muaccel bir erken seçimin habercisi olacaktır. Bu senaryoda Türkiye'yi içeride ve dışarıda (her alanda) kontrolsüz bir kaosun beklediği aşikardır. Referandumu kritik yapan hususun öteki yüzü de budur.
Bu ihtimalin teorik olarak varlığına rağmen Türkiye'nin kaos riskini almasının siyasi bir hata olduğu kanaatinde değilim. Zira mevcut sistem, medyanın yapısından kaynaklanan nedenlerle katalizör olarak yer aldığı, kayıkçı kavgalarına çok müsait ve bu durum ülkenin kıt kaynaklarının verimli kullanımını engelliyor. Parlamenter Sistemin Türkiye uygulamasında, iş başındaki Hükümetlerin enerjilerini, iş yapmaktan çok, yaptıkları işleri savunmaya harcadıklarını görmekteyiz. Dış ve çoğu iç politika kararlarının semeresinin makul bir süreç sonunda elde edildiği göz önüne alındığında; anında sonuç bekleyen ve alamadıkça hırçınlaşan çevrelerin, Hükümetin elini zayıflattığı, toplumdaki beklentileri olumsuz etkilediği ortadadır. Demokrasinin gereği olarak sunulan bu durum, Muhalefeti, yürütme erkinin cazibesine kapılarak yasama görevini küçümsemesine ve gölge bir Hükümet gibi iktidar süresi boyunca yapılanların yanlış olduğuna dair söylemler üretmeye itiyor. Bunu yeterince yapamayan Muhalefet, Medyanın da yönlendirmesiyle başarısız bulunuyor.
Bu sistemin değişmesi, bir tercih olmaktan öte bir zaman meselesi değil mi?
Ana problem ortaya konup Referandumda değişiklik için destek arandığında kanaatimce anlamlı olan soru şudur: "Her koşul hazırken şimdi değilse ne zaman?" ya da bir Latin sözünde geçtiği gibi: "Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikayen!"

6 Nisan 2017 Perşembe

Korku-Masal Senaryosu

"Peki nasıl oluyor da halkın yarısına yakını, koca ülkeyi tek bir kişinin yönetimine bırakmak gibi bir projeye "evet" diyebiliyor?"
Evet, ülkemizin resmi muhalefeti, referandum kampanyasını, yeni nesil korku-masal senaristleri üzerinden yürütmeye karar verince ortaya böyle kabak tadı vermiş, hezeyan kıvamında iddialar çıkıyor.
Masal kahramanı bir Başkan tasavvur ediyorlar. padişahın kızını almak isteyen, Keloğlan'a benzer bir Başkan. Ancak Padişahın zorlu sınavlarını aşarak hem kıza hem de bonus olarak iktidara uzanmış olan Keloğlanın aksine bu Başkan, başına talih kuşu konmuş başka Başkan adayları ile halkın huzurunda oylanıp Başkan seçiliyor.
Prenses için kötü haber: Yeni Başkan, istisnasız evli geliyor. Yeni formatta öyle hem kız, hem iktidar yok yani. Prenses kız ne olacak peki? Prenses, yeni Başkan seçimini müteakip; babası Padişahla birlikte Keloğlan Masalına geri dönüyor. Eski masalların kendi iç tutarlılığına göre dinleyeni memnun etme misyonu, masalda rol alan aktör ve aktrislerine karşı bir nezaketi var tabii.
Yeni nesil korku-masal senaryo yazarlarına göre seçilmiş bu Başkanların ortak özelliği, ülkeyi tek başlarına yönetme saplantısı içinde bulunmaları. Gerçek dünyada tatbiki tarih boyunca görülmeyen "kimseden yönetsel yardım almama" ve "her istediğini hiç bir sınırlamaya tabi olmadan yapabilme" fikrinin doğal sonucu olarak Başkanlar, Kaf Dağının ardında yaşayan ejderhanın bile kaldıramayacağı bir iş yükünü, toplum hizmetinde -bir cezalı gibi- yedi gün, yirmi dört saat çalışmak işini, hiçbir şikayet emaresi göstermeden üstlenecekler. Çağdaş masala eklenen fantezi tadı!
Yetki devretmeyen saplantılı Başkan(lar)ın bu yoğun performansları için beş yıllık çalışma süreleri öngörülmüş. Hala enerjisi var ve yaptığı işten keyif alıyorsa yine meydana çıkıp talih kuşunun başına konmasını bekleyebilir, vs. vs.
Gerçek hayatta halkın oyları ile seçilecek bir Başkanın, yetki devretmeyeceği, bir ekip kurmayacağı fikrinin üreticisi ve savunucusu olan korku-masal senaristleri, algıları çarpıtma üzerine kurulu bir kara propaganda yapmaktalar.
Başkana bir ekip kurma imkanı vermemek, başka türlü hangi sağlıklı aklın, hangi gerçek tecrübenin eseri olabilir ki? "Okuyanın algılarını etkileyip yönlendirmek" maksadı dışında bir cevabı olan var mı?
Siyaset, bir denge ve uzlaşma sanatıdır. Türk tarihine ancak uzaktan bakan ve ne olmuş olduğunu bir daha sorgulamayan bir çift göz, orada despot yöneticiler ile hiç bir şeye karışmayan, uysal bir halk görüyor olabilir. Türkler, tarihin hangi döneminde yönetimleri için uysal idiler de bizim haberimiz yok?
Hangi tek adam döneminde astığı astık, kimseyi umursamayan, başına buyruk bir yöneticimiz oldu? Olmadı, olmaz. Tarihi dönemlerin detaylarına inerseniz, her yerde uzlaşmanın, bir ekip çalışmasının izlerini görürsünüz.
İktidar isteyen siyasiler, esnek olmak zorundadır. Esneklik bir yönetici zafiyeti değildir, siyasetin doğasındandır. Yoksa kırar dökersiniz ve iktidarınız sorgulanır hale gelir, sürdüremezsiniz.
Hep yanlış okumalar, tek doğrucu görüşler bunlar. Esneyin biraz, belki açılırsınız.
Aziz Nesin'i, Türk Milletinin doğası konusunda öfkesi konuşturdu, tecrübesi değil. Nitekim eserlerinde salak bir halkın davranışlarını anlatmaz; anlattığı, zeka dolu çözümleriyle ele avuca sığmayan bizim insanımızdır. Ama o insanlar, Aziz Nesin'in siyaseten istediğini kendisine vermediklerinden dolayı koyun gibi, göbeğini kaşıyan adam gibi küçümsenen ifadelerle yargılanmışlardır. Şimdi bu aşama da geçti, istediklerini söylesinler, müfterilerin kendi gibi olanlardan başka müşterisi kalmadı.

16 Mart 2017 Perşembe

Başkanlık Çeşitlemeleri

Teyemmümün hükmü suyu, kedinin terbiyesi de fareyi görünceye kadardır.
Son referandum tanıtım programının, Avrupa ayağında yaşananlar, "İsviçre'de özgürce her şey söylenebilir" diyerek hava atan İsviçrelileri, yalancı çıkarmak ve depresyona sokmak için küçük bir "Evet" ziyaretinin yeterli olacağını gösteriyor. :)
Sosyal medyada Avrupa'nın tutumuna ilişkin yurdum insanının tepkisel yorumları, bir çeşit "kınadığına dönüşen" bir yapıya evrilmiş durumda.
Türkiye, her ne kadar 90'lı yıllarda ara vermiş olsa da 80'lerden beri her anlamda yeniden inşa halinde. Bu oluşa destek verirsiniz, vermezsiniz, sizin bileceğiniz bir iş. Ancak bu düzeltme hareketinin emperyal bir vizyondan ibaret olduğunu sanmak, bir çok açıdan hatalı olur. Sosyal olaylar, dengeye gelmeden durulmaz. "Evet" ile Türkiye, yeni bir ölçeğe girecektir. Ekonomiden siyasete, dış politikadan insan haklarına toplumsal hayatın bütününde oluşacak yeni dengelerin, zamanın ruhuna uygun bir uzlaşma ile gerçekleştiği zaman kurulacağı kanaatindeyim.

14 Mart 2017 Salı

ÖSYM'de Skandal

Pazar günü yapılan ÖSYM sınavı, sınava geç kalan çok sayıdaki öğrencinin hayatları boyunca etkilenecekleri, belki de bu etkinin ve izlerini taşıyacakları bir travmaya neden oldu. Neymiş? Saat 10.00'da başlayacak sınav için en geç 9:45'te sınav salonunda olmaları gerekiyormuş. Neden peki? Öyle uygun görmüş biri, bunu sınav komisyonuna teklif etmiş. Artık teklif edenin makamından mı, arkasına gizlendiği biri var da onun yüzü suyu hürmetine mi, yoksa "tamam, işte bunu düşünemezler(!)" hinliğinden midir bilinmez, komisyondan geçen bu teklif, uygulama alanı bulmuş. Oysa işinin bir parçası üretim olan herkes bilir ki, insanlar, kendilerine tanınan imkanları, ek süreleri sonuna kadar kullanmak eğilimindedirler. O zaman sormak gerekir, genişletemiyorsan bırak, daraltmak neden? Tedbir(!), sonuçları itibariyle toplumsal barışı bozuyor, gençleri psikolojik şiddete maruz bırakıyor da olumlu hangi toplumsal ihtiyacı karşılıyor? İşte tam burada ortaya çıkıyor, bürokrasinin çirkin yüzü!
Fetönün eğitim, hukuk, emniyet ve mali alanlardaki uygulamaları, bürokrasimizde çok ciddi güvenlik sorunlarına yol açtı. Artık bürokratlarımız, olan biten her şeyden kuşkulanır oldular. Geçen gün, alim çakması Gülen'in önemsiz bir kitabını evinde bulundurduğu için suçlanan, evet yalnızca bunun için Fetöye üye olmakla suçlanan adamın haberini dinledim radyodan. Artık suçlama makamı ne düşündüyse basit bir kitabı (adı, fikir atlası olabilir) bulunduran şahsın, bu kitaba kutsal kitap muamelesi yaptığını mı düşündü, kim bilir? (Korku ve kuşkular, zihinlerde insanlar tarafından üretilir.)
Sürekli -aşırı- tehdit altında hissetmek, insanın hareket alanını, özgürlüğünü kısıtlayacak tedbirler almasına yol açar. Ayrıca bu durum, insanın psikolojik zeminini ele geçirirse sonu ilaç kullanmayla biten önce psikolojik sonra da fiziksel bir çok kronik hastalığa yol açar. Her an yeni bir tehlike ile karşılaşma, yeni bir kazık yeme kuşkusu, hayatı çekilmez kılan pek çok tedbirin alınmasını meşrulaştırır. Paranoyak olmuş bu şahsı tenkit etmek de zorlaşır. Zira kendisi, vatanı kurtarmakta, millet için çalışmaktadır.(!)
Valla ben muhayyel bir bürokrata hele de ruh hastasıysa gıyabında zılgıt çekemem. Kimseye bir faydası olmaz çünkü. Herkesin bir astı, üstü var. Ast'ının uygulamalarından üst'ü de mesüldür. Milleti kontrol ettiğiniz kadar ekip arkadaşlarınızı da kontrol edin kardeşim, herkes etsin. Nükleer tesise giren ziyaretçi ile ÖSYM sınavına giren öğrencinin kamusal güvenlik tehdit potansiyeli bir midir, Allah aşkına? Makul olun, abartmayın.
Hayat, bilgisayar simülasyonu değil. Her şeyi kontrol etme, yönetme ihtirasından vaz geçin, zaten sizi hasta yapan da bu ihtiras. Öyle bir dünya yok. Bizler, Tanrı değiliz, her şeyi kontrol edemeyiz. Tedbir almakla mükellefiz.
Zaten makul insanlar olsaydınız, aldığınız tedbirlerle gerçek suçluları, haksızları değil kaderin cilvesi bir nedenle geç kalmış veya tehdit eşiği düşük, geniş dediğimiz ya da takıntılı insanları yakaladığınızı anlar, yaptığınız hatadan dönmüş olurdunuz. Fetö gibi taammüden pislik yapmaya and içmiş teröristler, sizin tedbirlerinize karşı sofistike stratejiler geliştiriyorlar, yoksa onlar mı hayatlarının en önemli sınavına bir dakika geç kalarak kamu vicdanında kanamaya yol açanlar(!)
Yetkilerini "dostlar, alış verişte görsün" kapsamında kullananlara bu yetkileri verenlerin bir kadro değişimine gitmeleri için mağdur edilen bu gençlerin gözyaşlarının yeterli olduğu kanaatindeyim.

Murat Karayalçın

Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...