25 Mayıs 2016 Çarşamba

Türkiye Avrupa İlişkileri

Türkiye, son iki yüzyıldır gücünü, güçsüzlüğünden alıyor. Belirttiğim tarih aralığının başat güçleri olan İngiltere, Avusturya, Fransa ve Rusya'nın her biri, imparatorluğu parçalamak ve pastadan düşecek en büyük payı almak istiyorlardı ama bu amaçla yaptıkları her yeni hamle, "en büyük payı " almak isteyen öteki devlet tarafından engelleniyordu.
Bu güçsüzlüğü ortadan kaldırmak için yapıldığı iddia edilen yenilenme girişimlerinden 1856 tarihli Islahat Fermanına yakından bakmak bugünü anlama bakımından önemlidir:
Rusya, Osmanlıyı savaş ortamına çekebilmek için iki görünür gerekçe üretti: Kudüs'teki kutsal yerlerin ve Osmanlı ortadokslarının hamisi olarak tanınmak. Bu cüretkar taleplerin iktidar sahibi bir devleti, diplomatik açıdan aşağılamayı amaçladığı aşikardır.
1853 yılında başlayan savaş, İngiltere, Fransa ve hatta Avusturya'nın, Osmanlı müttefiki olarak devreye girmesi sonucu, Rusya'nın yenilgisiyle 1855'te sona erdi. Ateşkesin kabulü aşamasında müttefiklerin, Osmanlının rızasını almadan gayrimüslim tebasına ilişkin çok geniş bir düzenlemenin yapılacağını Rusyaya taahhüt ettikleri ortaya çıktı. Aynı yıl Viyana'da yapılan barış görüşmelerinde; konu ile ilgili hüküm, Osmanlı devlet adamlarının itirazlarına rağmen müttefiklerin baskısı ile ateşkes metninde yer aldı. Devlet, Avrupalı Devletlerin zorlamaları nedeniyle Islahat Fermanı adını verdiği belgeyi yayımlamak zorunda kaldı. Aynı yıl içinde imzalanan Paris Anlaşması, doğrudan Islahat Fermanına atıfta bulunarak Avrupa Devletlerinin Osmanlı reformlarını bizzat takip edeceğini teminat altına alıyordu. Bu anlaşma hükümleri, ileride Osmanlının iç işlerine karışmada hukuki mesnet olarak kullanılacaktır.
Alçaklık böyle bir iş değil midir? Müşterek kazandığınız bir zafer anlaşmasının içine, bütün itirazlarınıza rağmen bizzat işbirliği yaptığınız devletler tarafından ileride iç işlerinize müdehale edilmesini sağlayacak hükümler konması olarak alçaklık!
Aradan çok zaman geçti, çok gelişmeler oldu, Türkiye'nin gayrimüslim vatandaşlarının sayısı, dramatik boyutlarda azaldı. Oysa hayatın kendimiz gibilerden ibaret olmadığını öğrenmek için ne kadar da çok ihtiyacımız varmış meğer gayrimüslimlere... Kişisel, insani sınırlarımızı test etmek, insanlara esnek davranabilmek için... Neyse bu, başka bir bahsin konusu.
Gayrimüslim kitlenin sosyolojik açıdan folklorik düzeye inmiş olması nedeniyle, Avrupa Birliğinin Türkiye'yi kontrol altında tutarak yeniden bir "tehdit" haline gelmesini engelleyebilmesi, ancak iç işlerimize karışabilmesi ile mümkün olacaktır.
Avrupa Birliği ve onun başat ülkelerinin, görüntüde hukuk, insan hakları, katılımcılık vb hoş, büyülü ve çağdaş söylemleri temsil tekeliyle hareket etmelerine rağmen Türkiye Kürtlerinin hamiliğini yürütüyor imajının altında terör örgütüne her türlü yardım ve yataklık yapmasının ana sebebi budur.
Türk siyasetçileri, yakın bir zamana kadar kendinden menkul 'rejim bekçiliği' söylemini darbe yapmak suretiyle gösteregelmiş olan ciheti askeriyenin yeniden aktive olmasını engellemek, demokrasiyi mümkün mertebe kurumsallaştırmak adına Avrupa Birliği Projesini çapa olarak kullanmak eğilimindeydi. Her iki taraf için de anlamlı ve geçici bir işbirliği...
Türkiye'nin Avrupa açısından tehdit görülmesinin tarihte bir karşılığı vardır. 1908 yılından bu yana geçirdiği savaş, göç, yoksulluk ve yoksunluk gibi her biri kendi içinde onlarca travma taşıyan badireden sonra kendi tarihsel kimliğini hatırlamaya başlayan milletin, Avrupayı yönetenler nezdinde tedirginlik uyandırması mazur görülebilir ancak Avrupalı elitlerin zihinlerinde kurdukları korkuların "kendini gerçekleştiren kehanete" hizmet edeceğini uzun yaşayanın göreceği kanaatindeyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sanatçının özgürlüğü

Yeteneklerini icra etmek, sanatçıyı günlük maişetini tedarikten alıkoyduğu için tarih boyunca sanat ve sanatçı, hamilik müessesine ihtiyaç d...