Kategorik
değerlendirmelerin bizi götürdüğü yerle hayatın gerçekleşmeleri arasında her
zaman bir uyum olmuyor. Devlet tartışmalarının da bu genel kapsamı iyi temsil
ettiğini sanıyorum. Bir kere kurulduktan sonra kendisini kuranlara dahi
ihtiyacı olmayan devlet kurumunu, yol açtığı, dönüştürdüğü; toplumsal yapı, anlayış
ve ilişkiler vb bağlamlarında eleştirebiliriz ancak topyekun dünyaca bir
dönüşüm geçirmeden kendi devletimizden de vaz geçecek değiliz. Anarşizmin her
türlü otoriteyi reddeden yaklaşımının kolonyal geçmişten gelen Batı ve ABD
tarafından benimsenmesini beklemek rasyonel mi? Olmadığını düşündüğümden devletsiz
toplum tasarımlarına güzelleme yapmayı pratikte kendime uygun bir yol olarak
görmüyorum.
Gördüğüm kadarıyla Türk Devletinin 950-1923 arasındaki karakteristiğinde Türk ve Sünni kavramlarının izlerini görebiliyoruz.
Ancak buradaki Türk ifadesini, dar anlamıyla Selçuklu soyu, Osmanlı soyu gibi almamızın
doğru olacağı kanaatindeyim. Dolayısı ile bu tanım, “Türkçe konuşan insanlar”
olmaktan çok, (daraltılmış) bir soy ifadesi anlamına geliyor. Buna bir delil de
yönetimde vekalet verdiği, dayanışma içine girdiği insanlarda bugün
tanımladığımız anlamda etnik (özelde Türk olma) özellik aranmadığıdır.
Sünni
olmak da, yine Selçuklu’nun halifeyi yükselmekte olan Şii esaretinden kurtarıp onun
temsilcisi olduğu dini görüşü sahiplenmesini, bu durumun “kendi varlığının” dolayısı
ile kimliğinin ayırt edici bir özelliği olmasını seçtiği kanaatindeyim.
Hanefiliği de bizim tarihimiz açısından siyasi sonuçları olmayan sosyolojik bir
eğilim olarak görmek gerekir. 950-1923 arası Türk Tarihi, iyisi ve kötüsüyle bu
2-3 kavramın –Türk ve Sünni de diyebiliriz- tarihsel performansıdır. 17.yy’da
siyasi nedenlerle zulüm gören Alevi Türkmenleri dışında Pax Ottomana’da yaşayan
etnisitelerin süreç boyunca nüfusça büyüdüğü, kendi kültürünü geliştirdikleri
görülmektedir.
1923-1980 ve 1980 ile devam eden süreç olarak iki kategori daha
tanımlıyorum. Bunların detayına başka zaman
girmek istiyorum. Son olarak yorumun içinde Türkiye Cumhuriyeti için sahiplenici (assosiye)
bir ifade olarak devletimiz kelimesini kullandım. Kişisel tecrübem ile geldiğim
noktada bu zamanda bu coğrafya ve bu insanlarla bir kader birlikteliği
geliştirmeme neden oluyor. Bu organizasyon içinde meydana gelebilecek olası
yanlışları, hoş, makul ve meşru görecek değiliz. Ancak bunun karşıtı olan disosiyatif
(içine girmeme, sahiplenmeme, kopma, çözülme) tavır alışlar, devletle birey
arasındaki yabancılaşmayı pekiştirir, uyum sorununu besler, bir grup bağlantısı
kuramazsa depresif bir bakış açısını bedenselleştirir. Grup bağlantısının yeni
bir kimlik tanımı ile kişiye toplumsallaşma imkanı ve kişisel bir yaşama amacı
verebileceği öngörülebilir.