Belki başlangıçta Balkan Savaşı'nın önünü almak mümkündü. Fakat, Girit ve Trablus'un kaybı gibi felaketlere sebep olan işlerin etkisiyle acımasız bir el, devleti girdaba çekip sürükledi. "Ya Girit ya ölüm! Ya Trablus ya ölüm" diye bağırıp mitingler yapmayı adet edinenler, bu kez halka: "Ya Sofya ya ölüm!" yazılı külahlar giydirdiler ve: "Gazi olacağız!" diye bağırttılar. Oysa, ne Girit kaldı ne Trablus. O yaygarayı koparanların Sofya'ya girmeleri şöyle dursun, devlet egemenliğinin yerleşmiş olduğu bütün Rumeli elimizden gitti. O adamlara ise hiçbir şey olmadı.
(Gösteriler ve gösterilerde kullanılan dil tanıdık geldi mi? Sorumsuzca ve duygusal istekler. Her türlü gerçeklikten uzak...H.K.)
Cenab-ı Hak, kibir ve gururu sevmez. Biz bu yüzden gazaba uğradık. Meşrutiyet'in başlarında Avrupa'nın gösterdiği yakınlığı, kazanılmış hak saydık. Bunun, sadece bir umut ışığı sayılan Meşrutiyet inkılabının uyandırdığı takdir duygusundan ibaret olduğunu anlayamadık. İstibdatın kalkmasıyla elde edilecek bolluk ve güç hemen gerçekleşmiş gibi kendimizi büyük devletlerden saydık ve dünyaya meydan okuduk. Gazetelerde hakaret etmedik devlet bırakmadık. İkide birde, kesin bir sayıymış gibi, mevcut olmayan 30 milyon Osmanlılık'la öğündük. Ne yazık ki, üç yüzyıldır yaşanan çeşitli bozgun, acıklı durumlar ve cehaletimizi gösteren bir ayna olan tarih levhalarımıza bakmadan, sürekli altı yüz yıllık şan ve şereften dem vurduk. Yüksekten uçarak kendimizi aldatmaktan bir an geri durmadık. Bilim, sanayi, ticaretten yoksun, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezilen ve millet sözünün dayandırılacağı temel şartlardan uzak çeşitli unsurlar topluluğundan oluşmuş, siyasi varlığını sürdürmesi diğer devletlerin birbiriyle olan rekabetine bağlı, arazisi büyük, fakat kuvveti küçük bir devletçikten başka bir şey olmadığımızı görmek istemedik. Gerek bu durumlar ve gerekse her şeyden önce iç düzeni ve asayişi sağlaması gereken ordunun, ihtilalciler elinde oyuncak olması ve bir takım subayların kendi görevlerinden başka her şeyle meşgul olmalar, Avrupa tarafından hakkımızda beslenen bütün umutları söndürdü, her türlü sevgiyi yok ederek nefret uyandırdı. İşte başımıza gelenler, bütün bu durumların hak ettiğimiz sonuçlarıdır!"
II. Abdülhamit'in Şeyhülislamı Cemalettin Efendi, Siyasi Hatıralarım, Nehir Yayınları, sh.70-71
27 Şubat 2014 Perşembe
26 Şubat 2014 Çarşamba
Masum olduğunu ispatla
Ofli Hoca duyarki etrafta bir hemşehrisinin kızı hakkında “kız
olmadığına” dair spekülasyon yapılmaktadır. Zaten kendisinin duyması da bu dedikodunun
bir sonucudur. Kızın babası, kızı çeke çek zorla götürürken yolda, Ofli ile
karşılaşır. “Hayirdur” der Ofli. “Nereye böyle? Bu şekil?” Adam mahcup, hükümet
doktoruna gittiğini, kızına “kız olduğuna dair” rapor alacağını söyler. “Ula”
der Ofli, “milletun ağzi ile hareket edup maskara mi olacaksun? Bugün sana
inanmayan, yarun elinde raporla gelduğunde habu rapori almak için doktora kaç
para yedurduğuni konişmayacak mi? Dön evune, dön !”
Süreci bir kere başlatırsan, onun parçası olursun.
Süreci bir kere başlatırsan, onun parçası olursun.
Beraati zimmet asıldır.
19 Şubat 2014 Çarşamba
4 Şubat 2014 Salı
Oryantalist bir Pakistanlı'ya cevap
Dr. Faruk Saleem isimli ve Pakistanlı olduğunu sandığım bir
yazardan Hasan Arpacı Bey'in facebook'ta yaptığı geniş alıntıya kayıtsız kalamadım ve kendi düşüncelerimi
yazmak istedim. İlgili yazı, arama motorlarında yazarın adı arattırılarak kolayca bulunabilir. Eleştrisi yapılabilecek ancak bu bloga alınacak kalitede bir yazı değil bu:
Yazının tümü değerlendirildiğinde (dinsel anlamda) Müslümanların özgüvenlerine yönelik edepsiz bir saldırı görüyorum. Bu bana 90’lı yıllarda tanıştığım Cezayir asıllı bir Müslüman gencinin “keşke siz de sömürge olsaydınız, hiç olmazsa bizim gibi bir dil daha öğrenirdiniz” deme koftiliğini hatırlattı. Cesarete bak!
Yazının tümü değerlendirildiğinde (dinsel anlamda) Müslümanların özgüvenlerine yönelik edepsiz bir saldırı görüyorum. Bu bana 90’lı yıllarda tanıştığım Cezayir asıllı bir Müslüman gencinin “keşke siz de sömürge olsaydınız, hiç olmazsa bizim gibi bir dil daha öğrenirdiniz” deme koftiliğini hatırlattı. Cesarete bak!
Yazarın kullandığı Müslümanlık ve Yahudilik kavramları, hem
sosyolojik olarak bir kimliğe tekabül eder, hem de bir dinin müntesibini
tanımlar, bir başka kimliktir bu da. İki kimlik aynı değildir. Yani bir insan Müslüman
coğrafyasında yaşadığından dolayı Müslümanlar kümesinde yer alırken inanç olarak ateist, yahudi, agnostik ya da
hristiyan olabilir. Yahudi kavramının ayrıca etnisiteyi tanımladığını da ilave
edelim.
Yazarın küresel çapta başarı diye lanse ettiği Yahudi kültür
dairesine mensup insanların kaç tanesi ilhamını Yahudi dininden almıştır, kaçı dinini
önemsediğini ifade etmiştir. Başarı, diğer her şey sabitken Yahudi dininden
gelen olumlu etkilerden dolayı mı sağlanmıştır? Burada vurgunun en fazla Yahudi
kültürüne mensup bireylerin başarılarında kalması gerekirken yazar, kimlikleri
karıştırmış ve başarılı insanların yahudi dinine mensup olmalarını öne
çıkarılmıştır: Yazar, aşağılık kompleksi içinde Yahudiliği övmekte Müslümanlığı
yermektedir.
Güç eksenli sorular (Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür?; Neden
Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?) gramatik açıdan birer soru cümlesi olsa
da anlam itibariyle içerikten yoksundur. Belki tercüme hatasıdır, yorum yapmak
istemiyorum. Ama güç üzerinden tanımlanan şey açık değildir ve getirilecek her
tahmin denemesi yorum olmanın ötesine geçmez. (Güç, başlı başına olumlu bir
niteleme de değildir.)
Bu edepsiz yazar, Müslüman dünyasının bilgi üretememesinden
hareketle bilgiyi yayamadığı ve uygulayamadığını ifade etmektedir. Okur yazar
ve bilim adamı sayılarını arttırır, arge yatırımlarının GSMH’ya oranını yükseltebilirsek bilgi üretebilecek
kapasiteye belki ulaşabilirmişiz.
İslam dünyası, ortalama 200 yılı bulan ciddi bir sömürgeci
tecrübe yaşadı. Bu gün sosyolojik olarak
Müslüman dünyasında gördüğümüz problemlerin önemli bir kısmı, sömürgeci mirasın günlük hayatın siyasi, ekonomik,
kültürel, dini alanlarında yarattığı tahribatta aranmalıdır. Bu nedenle de sosyolojik ve dinsel anlamda Müslümanları, sorguya
çekemezsiniz. Hani Napolyon’a ukalalık yapmak isteyen aristokrat, kendi soyunu
sopunu saydıktan sonra sormuş: sizin soyunuz? Napolyon, gülmüş, “benim soyum
benle başlıyor demiş.” Sosyolojik anlamda Müslümanlar, daha yeni yeni kendine
geliyor, sahaya yeni çıkıyor. Çok şükür sömürge
tecrübesi yaşamamış ülkemiz bile 1980’den bu yana canlanmaya, 2000’lerden bu
yana da yürümeye başlamadı mı?
Eğitim olayına hiç girmiyorum. Meraklıları, İvan İllich’e
havale edeyim. Her şey göründüğü kadar masum olmayabilir.
Kendi ülkesine ve İslam dünyasına, bir yabancı gözü ile bakmak,
oryantalizmden başka nedir ki?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Murat Karayalçın
Gürkan Zengin ve Ekol tv'ye teşekkür ediyorum. Ankara BB ve SHP'nin eski başkanı Murat Karayalçın'la mülakat yaparak 'adam s...
-
Orospu Çocuğu ifadesi, bugün yaygın olarak küfür maksatlı kullanılıyor: İtham edilen kişinin annesi, değersizleştirerek kişinin kendisinin d...
-
Kişisel Gelişim konusuna ilgi duyan okuyucu kitlesinin bir kısmının merakla beklediği Metin Hara ‘ya ait “ Aşkın İstilası, Yol” isimli kita...
-
Merkez Bankası, Para Politikası Kurulunun 26 Nisan 2017 tarihli kararında "Geç Likidite Penceresine uyguladığı faiz oranlarını, 50 baz...